‘Onca kalabalığa rağmen, bu nasıl bir yalnızlık’

  • 15.02.2019 00:00

 Uzunca zamandır yazmayı düşündüğüm bir konuydu. Yazmayı düşündüğüm konularla ilgili not defterini karıştırırken “mutlaka yazmalıyım nostaljik olur” notuyla yeniden gözüme ilişti. Gözüme ilişti, ben yazmadım ama yazılmamış da.. Yazarken o anki duygularımı hatırlatması açısından, Charles Dickens’in İki Şehrin Hikayesi kitabından “Onca kalabalığa rağmen, bu nasıl bir yalnızlık” sözünü not etmişim.

Özellikle son bir yıldır, 1960’lı, 70’li, 80’li ve 90’lı yıllar üzerinden “eski ve yeni” Türkiye tartışmaları yapılıyor biliyorsunuz..

Beni etkileyen, alıp çocukluğuma, gençliğime, umut dolu, yumruk olmuş ellerimle protestodan protestoya koştuğum eski günlere, geçip gitmiş günlere götüren söze geleyim... 

“Eski Türkiye’yi bugünün gençlerine anlatmak.”

1960’lı yıllara dair bir şey söyleyemem ancak eski Türkiye’ye dair 1970’li yılların ortalarından itibaren hatırladıklarımı paylaşabilirim.

Babam devlet memuruydu. Vizontele filminin aynısını çocukluğumda yaşadığımı söyleyebilirim. Mesela, Türkiye’nin en karanlık yıllarında Ankara Mamak’taydım. 1979 -1980 yılı öğretim yılının ikinci döneminden itibaren Mamak ilköğretim okulunda jandarmanın gölgesinde derslere giriyorduk, jandarmanın gölgesinde teneffüse çıkıyorduk. Çoğu kez tatil olurdu. Sınıfta tam olarak 75 kişi miydik hatırlamıyorum ancak sıralarda üçer kişi oturduğumuzu biliyorum. Hatta Siyasetin konuşulduğu bir evde büyüdüğüm için, ne olup bittiğinin farkında bir çocuk olarak büyüdüm.

Sokaklar güvenli değildi. Bugünün gençleri bilmez elbette, televizyon tek kanaldı. Akşam 20.00’de istiklal marşı ile açılır gece 00:00’da Anıtkabir’de askerlerin okuduğu istiklal marşı ile kapanırdı. Sonra sinyal sesi ile birlikte “televizyonlarını kapatmayı unutmayınız” uyarısı çıkardı. Evimizde toplanan bütün mahalleli “televizyonunuzu kapatmayı  unutmayın” yazısı çıkıncaya kadar dağılmazlardı.

Bir yanda üniversitelerde çıkan olaylar, ölen gençlerin haberleri. Hangi ilde daha sıkıyönetim ilan edilmiş haberleri. 1970’de 620 gramı 80 kuruşa olan ekmeğe peşpeşe gelen zam haberleri. Kırmızı ve sarı saman kağıdından yapılmış bakkalların hali vakti yerinde olmayanlara verdiği alışveriş karnesi. Ama daha çok ekmek almak için kullandığımı hatırlıyorum. Akşamları evde konuşulan “yağ, tüp, şeker” kuyruğuna giren komşularımızdan “bilmem kimin” başına gelenler, kuyrukta yaşanan arbedeler.  Ve bir yanda da  Eurovizyon’da bizi temsil edecek Ajda Pekkan haberleri. 12 Eylül’den sadece sadece birkaç ay önce 19 Nisan 1980’de Ajda Pekkan’ın mavi elbiseler içinde Eurovision Şarkı Yarışması’nda okuduğu “Aman Petrol” şarkısı. 12 Eylül darbesine götüren o kanlı sokak çatışmaları içinde Türkiye’nin en sakin olduğu tek akşam olmalı. Bütün Türkiye’de 19 Nisan akşamı, adeta hayat durmuş olmalı. Öğretmenim. Canım öğretmenim. Nasıl idealist bir öğretmendi. Okula sadece ders vermek için gelmezdi, teneffüslerde dahi bizimle ilgilenir okumaya teşvik etmek için uğraşır, hatta ödüller vaat ederdi.

Öğretmenlerin idealist olduğu dönemlerdi. Kaos vardı, çatışma vardı. Okula ulaşmak kolay değildi. Zor yıllardı. Ama çocukluğum umut içerisinde geçti.

90’lı yıllar... Yine Türkiye’nin zor yılları... En çok da 28 Şubat dönemi... Ancak geleceğe dair umut dolu olduğumuz yıllar. Ne güzeldik... Hukuksuzluk vardı, adaletsizlik diz boyu idi. Dindar kesim ülkenin üvey evlatları bile değildi. Evlerde, vakıflarda yapılan sohbetlerde, “biz” diyorduk “biz”... Biz inanlara iktidar olma fırsatı verilse, adaleti tesis ederdik.  Bu ülkenin ötekileştirilmişi olmazdı. Bu ülkede hukuk olmadığı bu mağduriyetler yaşanıyor, biz gelsek iktidara bu ülkede hukuk olur, diyorduk. Mücahittik, adil insanlardık, dünyanın neresinde olursa olsun zulme, adaletsizliğe, eşitsizliğe karşıydık. Özgüvenliydik. Ahlaklıydık.

İslami kesimin bütün sivil toplum kuruluşlarıyla, radyolarıyla, televizyonlarıyla, gazeteleriyle, aydınlarımızla gurur duyduğumuz dönemlerdi. Okuduğumuz kitaplardan, heyecanlarımızdan tek tek bahsetmeme gerek yok. Zira Nihal Bengisu, geçtiğimiz günlerde hepimizin duygusuna tercüman olan bir yazı kaleme aldı.

Şimdi her şey güzel. Başörtüsü sorunu yok, İmam Hatipler için katsayı sorunu yok. 17 yıldır inanan insanlardan oluşan kadrolar iktidarda.

Fakat, “onca kalabalığa rağmen, bu nasıl bir yalnızlık” duygusundan kurtulamamak...

Aslında demek istediğim, yutkunduğum şey şu... 47 yaşında birisi olarak bugün yeni Türkiye’yi eski Türkiye ile mukayese ederken, yani bugünü anlatırken, yutkunarak değil boğazımda bir şeyler düğümlenerek değil, özgüvenle gururla anlatmak isterdim.

Dışarıda Eski Türkiye’yi anımsatan “patates, domates, biber, patlıcan” kuyrukları olsaydı tek sorunumuz. Atlatılır. Bunlar atlatılmayacak şeyler değil.

Defterime aldığım son notu paylaşarak noktalayayım yazımı en iyisi...

“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana -sözün kısası – şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece ‘daha’ sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırabileceğini iddia ederdi.” (Charles Dickens, İki Şehrin Hikayesi, sh.13)

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums