- 9.02.2016 00:00
Tek kanallı dönemde TRT’de bir film izlerken yayın birden kesilir ve karşınıza “donmuş” bir fotoğraf çıkardı.
Bazen Manavgat Şelalesi, bazen Türk sanatının nadide bir vazosunu gösteren bu fotoğraf çıkınca ekran başındaki herkes birden “koptu” derdi.
Türk dış politikası üzerine sanırım artık denilecek en iyi laf budur: Koptu!
Komşularla sıfır açılımdan, AB yolunda muazzam dinamizme, içeride reformlar darken birden ne olduysa karşımızda hiç anlamı olmayan bir “donmuş” resim kondu.
Türk dış politikası bugün fiilen can çekişiyor. Hatta şöyle denebilir: Bütün Türk dış politikasının yegane yaşayan dinamiği “halkı motive” etmektir! Sağdan sola, yukarıdan aşağı bundan başka bir amaç görmek imkanı artık yok.
Halka yaptığını “pazarlamak” siyasetçinin doğal hakkıdır. Ancak hayatında gazete okumayan, dış politikayı hayatının ilk yüz önemli konusu olarak görmeyen milyonlarca insan sırf “galeyana gelecek” diye bunları yapmanın söyleminin bir anlamı var mı?
Daha ilginç olanı şu: Hiç bir karşılığı olmayan bu hamaset dolu dış politikanın ekonomik faturasını ödeyen ve ödeyecek olan iş adamları, esnaf, turizmci ne diyor?
Türk dış politikasında elde kalan başarı hikayesi nedir?
Durumu daha üzücü hale getiren ise şudur: Aslında hala Türkiye’nin önünde hala büyük bir fırsat kümesi var! Aklı başında birileri aslında öyle hızlı yol alabilir ki. Ancak bu güzel olanaklara rağmen Türkiye inanılmaz bir yola girmekte inat ediyor.
Neden? Türkiye’de AKP’ye gönül verenler de dahil hiç bir iş dünyası, tüccar şeklinde bir sınıfın böyle bir dış politikayı soğukkanlı olarak ele alınca önermeyeceğini düşünüyorum.
Bugünkü dış politikanın mutfağının “daha bürokratik” ve “önce içeride istediğimizi yapalım” diyen bir kafa yapısı olduğunu düşünüyorum. Bu yaklaşım, “bedeli ne olursa olsun istediğimizi yapalım önce” demektedir.
Türk dış politikasını var eden ekonomik bileşenlerin hiç birinin (esnaf, tüccar, iş adamı, ihracatçı, otel sahibi vb.) mevcut dış politikayı önereceğini düşünmüyorum.
Bakın şunun altını çizmek gerekiyor: Dış politikanın faturasını bir ülkede küçük bir grup öder. Ancak bu küçük grup üretim, prestij ve parasal açıdan çok büyük grubu sırtında taşıyandır!
Yani, siz çok büyük yanlıları olan bir dış politik ajandayı büyük kitleye “satabilirsiniz”. O arada bundan zarar gören sayıca küçük kitlenin endişesi, üzüntüsü kalabalığa karışır.
“Hamasetlerle örülü dış politikayı” delice alkışlayan geniş kitle, uzun dönemde olumsuzluklardan etkilenir. Türkiye’de olup biten de tam budur: Dış politikanın günlük hayatını nasıl etkilediğini anlamayacak durumda olan çok büyük kalabalık bir kitli, hamasetin tatlı etkisi ile sadece alkışlıyor.
Türk devleti ile halkı arasındaki çok önemli olan nitelikli grupların etkisi bitmiştir. Bu elitizm demek değildir. Devlet ve halk sanılanın aksine arada nitelikli gruplara (iş adamı, entelektüel, turizmci, yetişmiş insanlar, sanatçılar…) sahip olmalıdır. Bu aracı nitelikli grup hem devleti hem toplumu “rafine” eder.
Yoksa demokrasi görünümlü büyük bir hamaset, önce herkesi sarhoş eder sonra öldürür!
Bugün Türkiye’de devlet ve halk arasında demokratik rejim ile uyumlu çalışan nitelikli gruplara, yapılara ihtiyaç vardır. Bunun oluşmasında İslamcı elitlere de büyük rol düşüyor. Öbür türlü önü alınamaz oklokratik dalga onları da boğabilir!
Devlet ve toplum arasında bulunan nitelikli aracı aktör ve yapıların bitmesi aslında siyasetin bitmesidir. Türk dış politikasının içinde bulunduğu kriz bu mesele ile yakından ilgilidir.
Yorum Yap