Vahap COŞKUN
2015’in son çeyreğinde başlayıp 2016’nın ilk yarısına kadar devam eden hendek savaşları, 15 Temmuz darbe girişimi, İsrail ve bilhassa Rusya ile sürmekte olan gerilimin düşürülmesi, Fırat Kalkanı operasyonu, hükümet sistemi değişikliğini öngören anayasa değişikliği ve daha niceleri… Türkiye geçtiğimiz yıl hem içte hem dışta birçok badire atlattı.
Söz konusu olayların her biri Türkiye siyasetinin dengelerine şu veya bu ölçüde etkide bulundu, çözülmesi gereken yeni sorunlar ortaya çıkardı, var olan sorunlara ek boyutlar kattı ve farklı denklemler yarattı. Lâkin bunların içinde en mühimi -- sebebiyet verdiği değişimlerin kapsamı ve derinliği itibariyle -- 15 Temmuz’dur.
15 Temmuz, devletin kendisini “paralel” hale getirecek düzeyde devletin içine sızmış bir grubun demokratik düzene karşı gerçekleştirdiği bir kalkışmaydı. İktidar koltuğunda oturanlar, devletin en kritik organlarının kendi denetimlerinin dışında işlediği ve aslında iktidarlarının büyük oranda “göstermelik” olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kaldılar. BU gerçekle yüzleşmenin ve onunla mücadele etmenin, iç ve dış politik tercihleri yeni bir zemine oturtması kaçınılmazdı. Öyle de oldu. Bu meyanda, 15 Temmuz kaynaklı üç önemli değişimden bahsedilebilir:
(1) Cumhurbaşkanının ve hükümetin güç kazanması.
(2) Hükümet sistemi değişikliğinin gerçekleştirilebilir bir hal alması.
(3) Batı karşıtlığının yükselmesi.
Bu yazıda, darbeye kararlı bir şekilde karşı duran hükümetin bu meşum süreçten güçlenerek çıkması üzerinde duracağım. Bunu takip edecek iki yazıda ise diğer iki değişimi ele alacağım.
Muhtıradan öte
Askerlerin yönetime el koyması Türkiye için garip bir durum değildi. Halk, ordunun 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de ve 28 Şubat’ta hükümetlere silah çektiğini görmüştü. Silah çekme bazen emir-konuta zinciri içinde gerçekleşiyor, bazen de ordu içindeki bir cuntanın marifeti oluyordu. Ama nihayetinde, halkın teveccühüyle işbaşına gelmiş hükümetler, bir direnç göstermeden tası tarağı toplayıp gidiyordu.
15 Temmuz’daki hadise ise farklıydı. Gerçi daha önce de benzer bir girişim olmuştu. 27 Nisan 2007’de ordu AKP’ye bir muhtıra vermişti. Ne var ki AKP, diğer hükümetler gibi buna “eyvallah” dememiş; kendisine verilen muhtırayı aynı sertlikte sahiplerine iade etmişti. Ama bu kez muhtıradan öte bir durum vardı. Ordu içine çöreklenmiş bir cunta, meşru hükümeti alaşağı etmek için tankı, topu, askeri, savaş uçaklarını insanların üzerine sürdü. Meclise, Cumhurbaşkanlığı Sarayına, MİT ve Emniyet binalarına, şehir meydanlarına saldırdı. Darbecilerin cüretkârlığı ve kıyıcılığı selefleriyle kıyas kabul etmez boyuttaydı. Beklentileri de cumhurbaşkanının ve hükümetin boyun eğmesi, halkın da sessiz kalarak bu oldu-bittiyi kabullenmesiydi.
Fakat gelişmeler bekledikleri gibi seyretmedi. İki açıdan farklılık vardı; hem meşru siyasi aktörler hem de halk bu demokrasi düşmanlığına pabuç bırakmamakta kararlıydı. Cumhurbaşkanı ve hükümet, kalkışmanın duyulduğu ilk andan itibaren darbecilere meydan okudu. Halkı iradelerini savunmaları adına sokağa davet ettiler. Ordu, MİT ve Emniyet içindeki darbe karşıtı güçlere de, darbecilere karşı mücadele çağrısı yaptılar. Çağrı karşılık buldu; halk davete icabet edip sokağa indi; darbe karşıtı güvenlik güçleri de darbecilerle çetin bir mücadele içine girdi.
Uzun süren bir gecenin sonunda darbe püskürtüldü. Bedeli çok ağır oldu, nice canlar yitirildi. Mamafih demokratik iradenin gaspına geçit verilmemesi, bir taraftan halka muazzam bir özgüven sağladı, diğer taraftan cumhurbaşkanına ve hükümete olan desteği büyüttü. Darbe karşısında takınılan tavizsiz tutum ve sergilenen güçlü liderlik sayesinde, iktidar kendi tabanı dışında kalan kesimlerin de desteğini aldı. Özellikle 15 Temmuz’dan kısa bir süre sonra yapılan bütün araştırmalar, Erdoğan’ın ve AKP’nin daha önce benzerine rastlanmamış oranda bir desteği arkalarına aldıklarını gösteriyordu.
“Türkiye’yi böldürtmeyeceğiz”
Buna mukabil CHP ve HDP’de temsil edilen muhalefet bir güç kaybı yaşadı. Başlıca iki sebebi vardı bu güç kırılmasının. Biri, darbe esnasında bu partilerin halkın geneli nezdinde yeterli ve tatmin edici bulunan bir karşı koyuş sergilememeleriydi. Diğeri ise darbe sonrasında yaşanan savrulmalara cevap üretememeleriydi. Muhalefet toplumda karşılığı bulunan gerçek bir siyaset ortaya koyamadı ve doğal olarak güç yitimine uğradı.
Muhalefetin bu siyasetsizliğine CHP üzerinden iki misal verilebilir. Birincisi CHP’nin “Türkiye’yi böldürtmeyeceğiz” sloganıydı. CHP bu sloganla Türkiye çapında mitingler düzenleyeceğini ve memleketi bölünmeye götüren hükümeti halka şikâyet edeceğini açıkladı. Ancak sahada bambaşka bir gerçeklik vardı. Hükümet sahada üç örgütle çarpışıyordu. Söylem düzeyinde ise MHP’yi bile yaya bırakacak düzeyde milliyetçiliğe sarılmıştı. Böyle bir vasatta Erdoğan’ı ve AKP’yi bölücülük üzerinden vurmaya kalkmanın akılla bağdaşır bir yönü yoktu. Nitekim Adana’daki ilk miting bir fiyaskoyla sonuçlandı ve CHP bir daha böyle bir miting yapmadı.
İkincisi, Mecliste anayasa değişikliği teklifinin görüşülmesi sırasında sergilenen tablodur. CHP vekillerinin slogan attığı (Gün gelecek, devran dönecek, AKP halka hesap verecek), marş okuduğu görüntüler ekranlara yansıdı. Bu tarz bir muhalefetin sahibine bir getirisi olmaz; aksine kesin zarar verir. Çünkü bir taraftan -- hangi muhalefet partisine yakın olursa olsun -- aklı başında hiçbir seçmen hele Mecliste slogan atarak ya da marş okuyarak etkili bir muhalefet yapılmayacağını iyi bilir. Çocukça bulur, dalgasını geçer. Diğer taraftan ise, AKP’li bir seçmen radikal sol örgütlerle özdeşleşmiş bir sloganla partisinin tehdit edildiğine tanık olduğunda, partisine daha fazla bağlanır.
Mesele oy değil
Muhalefetin gücünün azalması, “oy kaybetme” anlamında okunmamalı. Seçmenin oy davranışlarını belirleyen birçok etmen var. Yarın öbür gün sandık kuruluncaya kadar geçecek sürede yaşanacak gelişmelere ve bunlar karşısında alınacak pozisyonlara göre insanlar bir seçimde bulunur. Hâlihazırda muhalefetin güç kaybetmesinden kasıt, iktidarın tatbikatlarına ve tercihlerine (Fırat Kalkanı operasyonu, OHAL’in devamı, vb) olan desteğin büyümesi, buna karşılık muhalefetin itirazlarının topluma tesir etme düzeyinin düşmesidir.
Genel itibariyle bu durum Türkiye siyasetinin iki yönlü sıkışmasına neden oluyor. Bir yandan muhalefetin halka ve demokratik siyasete olan inancı azalıyor. Nitekim muhalif sıralardan “Halk her zaman doğru karar vermez” veya “Çoğunluk, haklı olmaya yetmez” gibi sesler daha çok duyuluyor. Diğer yandan, itirazların düşük derecede seyretmesi nedeniyle iktidar cenahındaki “haklılık” ve “doğruluk” duygusu katmerleniyor. Buna bağlı olarak da iktidar, muhalif parti ve kesimlerle diyalog kurma, onların taleplerine kulak kabartma ihtiyacını daha az hissediyor ya da hiç hissetmiyor.
Her ikisi de demokrasi için sağlıklı bir hal sayılmaz.
Yazarlar
-
Ali BULAÇ“İçerde Nutuk, dışarda Kur’an!” 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürtler, Türkler ve Araplar 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuErdoğan’dan tarihi itiraf… 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR103 kişinin ölümündeki suçu sahte belgeyle gizlediler 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKardeşinin cenazesine gidememek 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolOrta Doğu’da İsrail tehdidi 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasi meşruiyet ve matematik 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEKim bu Ümmet? 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUEski bir anıdan günümüzde yaşananlara çıkartılacak ders 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kirasİslamcılık ve post-İslamcılık ve modernizm ve milliyetçilik 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCumhurbaşkanı’nın ittifak çıkışı ve silahsızlanma sürecinin gölgesinde muhalefet 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağacı taşımanın suç olduğu ülke: Portekiz 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURKutuplaşmanın son mağduru; CHP’nin ilk imam hatip müdürü Celal Hoca 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUİnsan hiç üzülmez mi… utanmaz mı hiç? 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilÖtekileştirmek Ve Ötekileştirdiklerimizle Yüzleşmek – “Kürt Sorunu”na Alternatif Bir Bakış 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRSiyaset çıkar, itibar, zenginleşme aracı olmadığında… 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer Solgun“Geri zekalıya anlatır gibi” 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜRECE DOĞRU TUTUM 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYBırakın ömür boyu otursunlar o koltuklarda 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Kutup başı” 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluCoğrafyanın kader olmadığı ülke... 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Öcalan’ın Önerisi… 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kahveciİşsizlik Vergisi… 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHepiniz oradaydınız be-2 15.07.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanZenginin malı züğürdün çenesi: Bu tekneler neden yanıyor? 15.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.07.2025
28.06.2025
15.06.2025
30.05.2025
21.05.2025
15.05.2025
29.04.2025
21.04.2025
15.04.2025
8.04.2025