Vahap COŞKUN
15 Temmuz’da darbe girişiminin bastırılmasıyla askeri vesayete hem fikri, hem fiili düzeyde ağır bir darbe vuruldu. Darbeciliğin itibarlı bir meslek olmadığı tescil edildi. Siyasetçilerin hatalarının ya da bazı kesimlerin hoşuna gitmeyen icraatlarının demokratik siyasete müdahale için bir gerekçe oluşturmayacağı idrak edildi. Halkın, sivil iktidara karşı darbecileri kucaklamak için hasret çekmediği görüldü.
Lakin tüm bu müspet girdiler, darbeciliğin tamamen gündemden düştüğünü göstermez. Artık kimsenin darbeye tevessül etmeyeceğini garanti etmez. Millet, iradesine kasteden bir tecavüzü engellemek için canını dişine taktı ve takdire şayan bir demokratik sorumluluk misaline imza attı. Darbe kapısını bir daha açılmamak üzere kapatmak için artık sıra iktidarda ve siyasi aktörlerde. Onların gecikmeden yapmaları icap eden işler var. Kendi adıma bunları dört başlık altında toplayabilirim.
Devletin röntgenini çekmek
Birincisi, şeffaflık; darbeye ilişkin araştırma ve soruşturmalarda şeffaflığı egemen kılmak. Şeffaflığın iki yönlü işlemesi gerekir: Yönlerden biri, 15 Temmuz gününde ve gecesinde yaşananların mümkün mertebe bilinir kılınması ve “kamusal bilgi” haline getirilmesidir. Elbette kanlı bir darbe teşebbüsünün tüm detaylarının göz önüne serilmesi kısa vadede mümkün olmayabilir. Aktörlerin ve dinamiklerin tam anlamıyla fâş edilmesi seneler alabilir. Şu aşamada mühim olan, hakikate ulaşmak için kararlı bir siyasi iradenin gösterilmesidir. Halkın aklına takılan kılçıkları giderecek olan da, darbe mekaniğinin tekerine çomak sokacak olan da budur. Bu sebeple iktidar, 15 Temmuz’un üzerindeki perdeleri yırtmak için bütün olanaklarını seferber etmekle yükümlüdür.
Şeffaflığın hâkim olması gereken diğer yön ise, devlet organlarında 15 Temmuz’u mümkün kılan çürümenin boyutlarının ortaya çıkarılmasıdır. Mesiyanik bir örgütün -- başta ordu, emniyet, yargı, eğitim ve maliye olmak üzere -- devletin tüm hassas merkezlerini kuşatmasından bahsediyoruz. FETÖ mensuplarının devlet kurumlarındaki sayısal baskınlıkları göz önüne alındığında, FETÖ’nün devlete değil, neredeyse devletin FETÖ’ye sızdığı nisbette var olabildiği bir vasattan söz ediyoruz.
O halde, böylesine vahim bir tabloyu yaratan şartlar öncelikle ve ivedilikle masaya yatırılmalı. İnce elenip sıkı dokunan bir araştırmayla devletin bütün kurumlarının röntgeni çekilmeli. Teşkilatlanmadan personel alım rejimine kadar her mevzu ayrıntılarıyla ele alınmalı. Hataları, yanlışları ve suiistimalleri doğuran ve tetikleyen zeminin üzerine gidilmeli.
Devletin düzelmesi için, bir bütün olarak kendini gözden geçirmesine ve arınmasına ihtiyaç var. Bu ihtiyaç ne ertelenebilir, ne de partizan hedeflere kurban edilebilir. Aksi takdirde, 15 Temmuz’da olduğu gibi bunun ceremesini hepimiz çekeriz; çöken bir devletin altında hepimiz kalırız.
Hükümetlerin aklını başından alan güç
İkincisi, demokratikleşme. Bir darbe kalkışmasına maruz kalan bir hükümet, refleksif olarak, demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlama yoluna gider. Dünyanın hemen her yerinde böyle olur; hükümetler aşağı yukarı aynı tepkiyi gösterir. Bu itibarla, darbe sonrasının kaotik ortamında -- işleri bir hal yoluna koymak adına -- demokraside bir nebze kısıtlamaya gidilmesi anlaşılabilir.
Lakin bunun için iki noktaya dikkat edilmelidir: Biri, muvakkat olarak düşünülen -- ve öyle de olması gereken -- tedbirlerin daimileştirilmemesidir. Darbe ile etkin bir mücadele için hükümetlerin acil bazı önlemler alması gerekir. Bunun için hükümete, olağan dönemlerde sahip olduğunun üzerinde birtakım yetkiler tanınır. Hükümetlere düşen, bu yetkileri, kendilerine verilmelerindeki gayeyle uyumlu bir biçimde ve geçici bir süre için kullanmalarıdır.
Ancak bu halin ciddi bir tehlike barındırdığı da unutulmamalıdır; kendilerine verilen olağanüstü yetkiler hükümetlerde bir alışkanlık yaratabilir. Çünkü olağanüstü yetkilerle donatılmak hükümetlere yönetimde büyük bir kolaylık bahşeder. Hükümet, muhalefet partileriyle uzlaşma aramasına ya da parlamentoda tartışmasına gerek duymaksızın dilediği her düzenlemeyi hayata geçirebilir. Bu devâsâ güç hükümetlerin aklını başından alabilir; onlar bu yetkileri kolay kolay elden çıkarmak istemeyebilir. Bu nedenle, sahip kılındıkları olağanüstü yetkileri zamana yayabilir ve verilme amacının dışındaki alanlarda da kullanabilirler. Bunun demokrasi için büyük bir tehlike oluşturacağı, izahtan varestedir.
Merkeziyetçilik tehlikesi
Dikkat edilmesi gereken diğer nokta ise, kısıtlamaların dozudur. Darbeyi püskürtmek için hükümetler sivil alanları daraltır ve merkeziyetçiliğe abanır. Darbecilerle başa çıkmak için en iyi yolun, daha az ses çıkmasını temin etmek ve bütün güçleri tek bir merkezde toplamak olduğunu düşünürler. Fakat burada da doz kaçırıldığında yapılanlar tedbir olmaktan çıkar, bozucu bir faktöre dönüşür. Salt darbecilerin ve darbe taraftarlarının değil, bütün muhalif odakların sesini kısmak demokrasinin altını oyar. Bütün yetkileri merkezde toplamak da darbe karşıtı mücadeleye hizmet etmez.
Ömer Dinçer, darbeden hemen sonra kaleme aldığı bir yazıda “merkeziyetçilik” tehlikesinin altını çiziyordu. Dinçer’e göre; merkezi tahkim eden kararlardan imtina edilmeli, bunun yerine çevreyi güçlendiren bir yaklaşım benimsenmeliydi. “Bugün yaşanan devlete sızma ve yeteri kadar güçlendikten sonra meydan okumaya tekrar muhatap olmamak için merkezi idarenin küçültülmesi önemli bir strateji olacak” idi. Merkezi idarenin uygulama yetkileri devredilmeli; merkez, planlama ve denetlemede güçlendirilmeliydi.
Bu çerçevede bakıldığında, 15 Temmuz ertesinin pek de olumlu bir manzara çizmediği belirtilmelidir. Bir kere, kısa bir sürede sona erdirileceği söylenen OHAL hem sürekli uzatıldı hem de ilan edildiği gayenin haricinde kullanıldı. Hak ve özgürlükler kısıtlandı, zaman içinde telafi edici adımlar da atılmadı. Merkeziyetçilik her alanda galebe çaldı, adem-i merkeziyetçiliğin sözü edilmez oldu. Bu durum kısa vadede normal bir düzene geçilmesini, uzun vadede ise demokrasinin yerleştirilmesini geciktiriyor ve zorlaştırıyor.
Darbenin panzehri olarak hukuk
Üçüncüsü, hukuk devleti. Darbe neredeyse canlı yayınladığı için, insanlar 15 Temmuz’da nasıl vahşi fiiller işlendiğini gördü. Kabulü ve sindirilmesi imkânsız suçlara tanıklık etti. Fakat işledikleri suçlar ne kadar ağır olursa olsun, faillere hukuk dairesinde hesap sorulmalıdır. Hukuk devletinin ilkelerinden taviz verilmemelidir. Suçun ve cezanın kanuniliği, suçun şahsiliği, masumiyet karinesi gibi hukuku hukuk yapan ilkelere halel getirilmemeli, insan haklarının evrensel ölçütlerine titizlikle uyulmalıdır.
Hukuk devletinin gereklerini yerine getirmek, bazılarının sandığı gibi, darbe karşıtı mücadeleye sekte vurmaz. Aksine hukuk devletine riayet, darbecilerin ve darbe sevicilerinin tezlerini ve propaganda imkânlarını ellerinden alır. Dolayısıyla darbecilere karşı kullanılabilecek en güçlü silah ve darbe karşıtı mücadeleyi pekiştirecek en büyük güç hukuk devletidir.
Buna mukabil hukuktan uzaklaşmanın bedeli ağır olur. İki açıdan: Biri, hukuki zafiyetin darbe yargılamalarının değerini düşürmesi, genel olarak darbecilerle yapılan mücadeleyi sulandırmasıdır. Diğeri ise hukuksuzluğun yaygınlaşmasıdır. Eğer devletin hukuka önem vermediği kanaati genelleşirse, hukuksuzluk sadece darbe veya terör davalarıyla sınırlı kalmaz; salgın gibi yayılır ve her vatandaşı kapsamına alır. Devlet ajanları kendilerini hukukun sınırları içinde görmemeye başladıklarında, her türlü hakkın çiğnenmesi rutin hale gelir. Son günlerde artan işkence ve kötü muamele haberleri bu tehlikeli gidişatı haber verir niteliktedir.
Yani hukukun dışına çıkmak, hem darbecilerin eline koz verir hem de bütün vatandaşların hak ve özgürlüklerini baskı altına alır ve demokratik kazanımlarını tehlikeye atar. Bundan ötürü asla kabul edilemez. Hiç kimse kendinde hukukla kayıtlanmamış bir kudret vehmedemez. Darbeye karşı mücadele hukuk içinde olur. Darbenin panzehiri hukuktur.
Adamını bulmak
Dördüncüsü, liyakat. Türkiye’nin devlet yapılanmasında liyakat geçer akçe değil. Her iktidar, layık olanlardan ziyade sadık olan (ya da sadık olduklarını düşündüğü) kişi, grup ve kesimlerle çalışmaya azami gayret sarf ediyor. İktidara laiklerin ya da muhafazakârların renk vermesine bağlı olarak, bazen Atatürk rozeti ile dolaşanlar bazen de alnı secdeye değenler ön plana çıkıyor. Makam koltukları nadiren beceri, yetenek veya başarıyla doluyor; genellikle o koltukları dolduran bağlılık, itaat ve ideolojik ahbaplık oluyor.
Bugün çok az kişi, devletin politik (etnik, dini ya da mezhebi) aidiyetlerini işin içine katmadan kendisine eşit muamelede bulunacağı ve hakkını teslim edeceği hissini taşıyor. Eşitlik ve liyakat olmayınca herkes “adamını bulmak” için uğraşıyor. Adamını bulmak için ise önce devlete adam yerleştirmek gerekiyor. Bu bağlamda siyaset “devleti ele geçirme” yarışına dönüşüyor. İktidara gelmek devlet kadrolarını ve rantlarını yandaşlarına dağıtmayı; muhalefette olmak ise bunlardan mahrum olmayı imliyor. İktidar ve muhalefet konumları zamanla değişiyor, ama bu döngü kendini devam ettiriyor.
Devletin yeniden yapılandırılması mecburiyetinin kendini gösterdiği bir dönemden geçiyoruz. FETÖ’den boşalan yerlere aday olarak, etrafta boy gösteren mebzul miktarda cemaat ve grup dolaşıyor. FETÖ’nün yerine bunlardan birinin veya birkaçının ikame edilmesi, yağmurdan kaçarken doluya tutulmaya neden olabilir.
Bu kısır döngü mutlaka kırılmalı. Başta ordu olmak üzere her kurum, toplumda var olan bütün kimliklere açık olarak yeniden yapılandırılmalı. Devletin görev ve yetkilerinin dağıtımı eşit ve objektif kriterler dâhilinde yürümeli; kurumlarda her iş ehline teslim edilmeli. Çünkü ancak adalet ve liyakatle işleyen kurumları, insanlar kendi kurumları olarak görür ve sahiplenir.
Şeffaflık, demokrasi, hukuk devleti ve liyakat…
Türkiye’nin önünde iki hayati vazife var: Bir, 15 Temmuz türbülansından bir an önce sıyrılmak ve normal bir düzene geçmek. İki, bir daha böylesine bir faciaya düçar olmamak için gerekli önlemleri almak.
Her iki vazifenin altından da ancak devlet ve toplum hayatını bu dört kavramın etrafında örerek kalkılabilir.
Yazarlar
-
Ali BULAÇ“İçerde Nutuk, dışarda Kur’an!” 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürtler, Türkler ve Araplar 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuErdoğan’dan tarihi itiraf… 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR103 kişinin ölümündeki suçu sahte belgeyle gizlediler 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKardeşinin cenazesine gidememek 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolOrta Doğu’da İsrail tehdidi 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasi meşruiyet ve matematik 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEKim bu Ümmet? 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUEski bir anıdan günümüzde yaşananlara çıkartılacak ders 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kirasİslamcılık ve post-İslamcılık ve modernizm ve milliyetçilik 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCumhurbaşkanı’nın ittifak çıkışı ve silahsızlanma sürecinin gölgesinde muhalefet 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağacı taşımanın suç olduğu ülke: Portekiz 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURKutuplaşmanın son mağduru; CHP’nin ilk imam hatip müdürü Celal Hoca 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUİnsan hiç üzülmez mi… utanmaz mı hiç? 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilÖtekileştirmek Ve Ötekileştirdiklerimizle Yüzleşmek – “Kürt Sorunu”na Alternatif Bir Bakış 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRSiyaset çıkar, itibar, zenginleşme aracı olmadığında… 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer Solgun“Geri zekalıya anlatır gibi” 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜRECE DOĞRU TUTUM 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYBırakın ömür boyu otursunlar o koltuklarda 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Kutup başı” 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluCoğrafyanın kader olmadığı ülke... 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Öcalan’ın Önerisi… 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kahveciİşsizlik Vergisi… 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHepiniz oradaydınız be-2 15.07.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanZenginin malı züğürdün çenesi: Bu tekneler neden yanıyor? 15.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.07.2025
28.06.2025
15.06.2025
30.05.2025
21.05.2025
15.05.2025
29.04.2025
21.04.2025
15.04.2025
8.04.2025