Vahap COŞKUN
Hopik, yetmiş hanelidir. 1938’de bu hanelerin otuzundan tek bir fert kurtulmaz, on bir haneden ise sadece birer kişi hayatta kalabilir. Geriye kalan aileler üyelerinin çoğunu kaybederler, azıyla kalırlar. O vakit 14-15 yaşlarında olan Selman Yeşildağ, tanığı olduğu katliamı bütün ayrıntılarıyla hatırlıyor.
“Dönüp kafileyi makinelilerle taramaya başladılar. Makinelerin şeritleri boşalınca bu sefer piyade tüfekleriyle tek tek ateş ettiler, sonra süngülerle devam ettiler. Ben çömeldiğim kıyıda ellerimi yüzüme kapadım, taş kesilmiş bir vaziyette bağırtıların kesilmesini bekledim. Ama haykırışların sonu gelmiyordu… O gün Beyaz Dağ’ın civarlarında belki binin üzerinde insan öldürüldü… Sadece bizim aileden o gün toplam 27 kişi öldürüldü. Babam, dedem ve amcaoğullarım gözlerimin önünde öldürüldü. Annem ve kız kardeşlerim, çığlıklarını duyduğum mesafede öldürüldü. Duyduğum o canhıraş feryatlar senelerce kulaklarımdan gitmedi. Burada tanık olduklarım rüyalarımdan çıkmadı. Şu gördüğünüz çayırlık baştanbaşa ceset tarlasına dönmüştü.” (s. 99-100)
Her bir hikâye bir diğerinden ağır, Derviş Ali’nin başına gelenler de insanın nefes almasını zorlaştıran türden. Ali’nin köyünün tüm ahalisi kırımdan geçmiş, karısı ve çocukları da ölülerin altından çıkıp gelmiş. Ali, felaketin uzaklaştığı düşüncesiyle, saklandığı ormandan çıkıyor, karısı ve çocuklarıyla eve dönüp kalan mallarını kurtarmaya niyetleniyor. Çocuklarını bahçede bekletip kendisi evden yatak-yorgan taşımaya koyuluyor. Ancak askerlerin köye geri döndüğünü görünce kaçıyor, karısı ve çocukları ise ne yapacaklarını, nereye kaçacaklarını bilemiyorlar.
“Zağar sürüsü gibi”
“İlkokul binasının önünde bir tarla var, ekinleri sararmış ama henüz biçilmemiş… Çocuklar kendilerini o tarladaki ekinlerin arasına atıyorlar. Öylece kurtulacaklarını sanıyorlar. Anneleriyse, köyün eski sahiplerinden kalma kilise yıkıntısının arka taraflarına doğru kaçmaya çalışıyor. Çocukların ekinlerin arasına saklandıklarını görüyorlar. Yabaniler gibi uluyup havlayarak, hayhuy ederek etraflarında dönüyorlar, dönerken de ekini dört bir yandan ateşe veriyorlar. Alevler ekini sarıyor. Çocuklar çığlık çığlığa bir o yana, bir bu yana kaçıp alevlerden kurtulmaya çalışıyorlar ama dışarıya çıkmalarına izin vermiyorlar… O arada annelerini de kayalığın orada ele geçiriyorlar. Onu oradan oraya sürükleyip … zavallı kadının yara bere içindeki bedenine zağar sürüsü gibi üşüşüyorlar. Onu da orada bir daha ayağa kalkmamak üzere serili bırakıyorlar.” (s.126-127)
Eşini ve çocuklarını koruyamaması Ali’ye dert olur. Ömrü boyunca çocuklarının ölümüne sebep olmasının azabını çeker. Acısını unutmak için birçok iş dener, tutturamaz, aradığı teselliyi bulamaz. Üç telli sazla avunmaya çabalar. Yazları kapı önünde, kışları ev damında saza vurup feryat figan çığırır. Bütün çehresine derin bir acı çöker, bir gün yüzünün güldüğünü gören olmaz.
Yanık beşik
Yazarın kendisi de acıyı doğrudan tatmış, kardeşi Kamer’i bu kıyımda yitirmiş; zaten kitabı da kardeşi ile birlikte 1938 Tertelesi’nde öldürülen tüm masumlara ithaf etmiş. Kamer’in öyküsü de yürek dağlıyor.
Mehmet ve Çiçek, oğulları Kamer ile ölüm cenderesinden kurtulup evlerinin bulunduğu yaylaya varırlar. Evleri yıkılmıştır. Mehmet, yıkıntılar arasında bir şey bulma umuduyla gezinirken Çiçek bir kazan bulur ve bebeğiyle birlikte Ziyaret Çeşmesi’ne iner. Maksadı, bebeğini yıkmak, bulandığı tozdan çamurdan onu kurtarmaktır. Bebeğini yıkar, aklar paklar, bir taşın üzerine oturtur. Kamer, aniden arka üstü devrilir ve başını taşa çarpar. Bebeğinin cansızın bedenini eline alınca çığlık kesilir Çiçek ve yaylaya doğru koşar. O sırada yıkıntılarda yanık bir beşik bulmuş Mehmet, eşinin yarı çıplak halde çığlıklarla koşmasına anlam veremez ve ona “Niye bağırıyorsun? Bak çocuğun beşiğini de buldum” diye çıkışır.
İsyanlardaki Çiçek “Kamer’imin beşiğe ihtiyacı yok artık! Sen o beşiği sana doğuracağım bemurat çocukların sakla. Bir kazma bul da talihsizin mezarını kaz” diye bağırdığında Mehmet donakalır, acısı öfke olarak diline yansır:
“Ben o sabiyi jandarma cenderesinde boğdurmadım. Günler, geceler boyu yabanda gezdirdim! Ormanda kurda kuşa yem etmedim! Bir saat bir başına o çocuğa nasıl sahip çıkmazsın? Bebeğini boğan yengen Saysenem’den beter olasın!” (s. 312)
“Asiler ve mutiler”
Oysa ne Çiçek’in günahı vardı ne de Saysenem’in. Eşlik ettikleri kafileleri uyardıkları için öldürülen iki Zaza askerin de bir günahı yoktu annesi, ablası ve abisi aynı çukura gömülen ve kendisi de babasıyla beraber Manisa’ya sürülen Ermeni Kework’un da. Devlet bir karar almış, önüne geleni yıkıp geçmişti. Önce kendisine tehdit gördüğü ve ayak sürüyeceğini düşündüğü asileri imha etmiş, onların mıntıkasına girilmesini uzun yıllar yasaklamıştı. “Asi” aşiretleri hallettikten sonra da bu kez “muti” aşiretlere yönelmiş, büyüğüyle küçüğüyle herkes kırımdan hissesine düşeni almıştı.
Mağdurların, kurbanların anlatımları bazılarına abartılı gelebilir. Lakin bunları doğrulayan “fail” anlatımları da var. Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu’nun Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü’nde tedavisiyle ilgilendiği bir hastasına dayandırdığı anlatım bunlardan biri:
“70’ini aşmış bir erkek hastaydı. İntihar girişiminde bulunmuştu; depresyon tanısı ile takibini ve tedavisini yapıyorduk. Bir seansta Dersim harekâtına katıldığını öğrendim, görüşmenin devamında ağlayarak özetle şunları söyledi: Komutan, mermi pahalı kullanmayın, dedi. Kadınlar, çocuklara dipçikle vuruyorduk. Sonra tüfekler zarar görüyor dendi. Bundan sonra meşe kütükleri ile vurmaya başladık. Vura vura on yaşındaki çocukları öldürdük.” (s. 235)
“Öyle günler oluyordu ki, süngü çalmaktan kollarımız yoruluyordu”
Giresun-Çamoluk’un Eğnir köyünden Hacı Abdullah Yeşir, 1938 kıyımında jandarma eridir. Harekâtın son safhasında bölgeden çekildikleri sırada tanıklık ettiği bir olayı şöyle anlatır:
“Kutu Deresi mağaralarına sığınanlar olmuştu. On günlük kuşatmanın sonunda en son oraya sığınanları imha ettik. Harekât son buldu. Hozat’ta toplanmamız için emir geldi… Harekât son bulduğunda köylerde artık insan kalmamıştı. Dağ, taş ıpıssızdı. Bir mezrada yaşlı, yapayalnız bir kadına rast geldik. Bölük komutanımız tabancasını Tokat Alevisi bir askere verdi. Tokatlı tereddüt gösterdi, yaşlı kadını vurmak istemedi. Yüzbaşı tabancasını onun elinden çekip geri aldı, Tokatlıya tokadı çakıp bir kenara itti, yaşlının kafasına tek el ateş etti. Yolumuza devam ettik.” (s. 271-272)
Yaşır, harabe bir mezrada bir kadını ve üç çocuğunu samanlıkta saklanırken bulduklarını, uzatmalı bir çavuşun samanlığı ateşe verdiğini, can havliyle kendini dışarı atan çocukların süngüyle alevlerin arasına itildiğini anlatıyor. Hozat’a vardıklarında bölüklerine 128 kişilik bir kafilenin teslim edildiğini, vazifelerinin o kafileyi Elazığ’a götürmek olduğunu ama sonrasında bir vahşetin yaşandığını belirtiyor:
“Bize teslim edilenleri önümüze katıp Hozat’tan uzaklaştık. Üç-beş kilometre ileride Kayışoğlu Yarması dedikleri, yol boyunca devam eden bir yarma var. Bölük komutanımız cani ruhlu bir adamdı. Kendisinde Allah korkusu, merhametin zerresi yoktu. Yolun alt taraflarındaki yarmayı görünce dedi ki ‘Burası pek müsaittir!’
“Hâlbuki artık harekât bitmişti. Bize teslim edilenler Elazığ’dan sürgüne gönderileceklerdi. Bize söylenen buydu. Onları Elazığ’da ilgililere teslim edecek, teskere kâğıtlarımızı alıp memleketlerimize dağılacaktık. Teskeremizi alacağımız günün arifesinde, bize sayıyla teslim edilen o 128 kişiyi kayalıkların başına sürdük. Çoğu kadın, çocuk… Tek silah patlatılmadı. Silah patlatılsa Hozat’tan duyulacaktı. Her biri teker teker süngülenip uçurumdan atıldı yüzbaşının emri üzerine. Ama belki de o yüzbaşıya daha yukarıdan öyle emir verilmişti, onu bilmiyorum. Biz askerler emir kuluyduk. ‘Vur’ dediklerini vuruyorduk. Yarın ahirette sorgu meleklerinin huzura çıkacağım. Bunlar oldu diyeceğim…
“Kutu Deresi ve Harçik’te kırdığımız insanların haddi hesabı yoktu. Öyle günler oluyordu ki, süngü çalmaktan kollarımız kalkmıyordu. Diyorlardı ‘Kurşuna yazıktır! Verin süngüye!’ Büyük, küçük kimin payına ne kadarı rast geldiyse artık…” (s. 272-274)
Bir nefes arası
Gerçekten insanın soluğu kesiliyor. Yazar da bunun farkında, onun için okura sadece tahammülfersâ vahşet anlatılarını sunmuyor. Bir taraftan Dersim’in eşsiz coğrafyasına götürüyor sizi ve bir soluklanma olanağı sağlıyor. Kitap boyunca buz gibi dere kenarlarında oturuyor, tarihi köprülerden geçiyorsunuz. Göğe uzanan ağaçların altında soluklanıyor, kızgın saçta pişen ekmekten bir lokma koparıyorsunuz. Dağlara sırtınızı yaslıyor, değirmenlerde zahire öğütüyor, verimli topraklarda ekinleri biçiyorsunuz.
Diğer taraftan da Dersim’in geleneklerine, bireyler ve aşiretler arası ilişkilerine, ihtilaflarına, uzlaşmalarına ve gündelik hayatına dair çok değerli bilgiler aktarıyor. Kadim coğrafyanın çoğulcu kültürüyle tanışıyorsunuz. Diline, inancına daha yakından temas ediyorsunuz. Efsanelerine kulak kabartıyorsunuz. Gulyabanilerinden korkuyor, çocuklarıyla bir olup masal âleminde dolaşıyorsunuz. Sudan gelen sesten ürküyor, kara sevdaların izini sürüyorsunuz. Aşiretler arası husumetlere dalıyorsunuz.
Kıyımın insanın ruhunu ve benliğini nasıl parçaladığını gözlemliyorsunuz. Sahipsiz kalan arazilere el koymak için kurulan tuzaklar ve yapılan ispiyonlar karşısında küçük dilinizi yutuyorsunuz. En yakınındakine nasıl oyun kurulduğunu, en zayıfın nasıl ihbar edildiğini görüp kızıyorsunuz. O cehennemî günlerde kıskançlık ve fırsatçılığın insanın gözünü nasıl döndürdüğüne şahitlik ediyorsunuz.
“Ben ömürdüm yaralıyım”
Şükrü Aslan kitaba yazdığı Önsöz’de, 1938 Tertelesi’nin “sadece fiziki kıyım niteliğiyle değil toplumsal, kültürel ve ekonomik birçok boyutu bakımından da önemli bir kırılma noktası” olduğunu ifade ediyor. Dersim Defterleri, bu kırılmayı anlamak için çok kıymetli bir kaynak.
Melek Akgündüz’ün sözleriyle son verelim bu yazıya. Zira bu sözler, Dersim’in yaralarının neden kapanmadığının bir belgesi niteliğinde:
“Benim hayat, hayat değil; üstü kalsın! Bu yakınlarda kızlarımın ortancasını da Derviş Toprağı’na emanet bıraktım. Ben ömürdüm yaralıyım. Cenabı Hakk’ın şahitliğinde size bu anlattıklarımı hatırlayın! Beni de uğurlamaya geldiğinizde Ariman yamaçlarındaki meşelikte kollarımda kaybettiğim on dört süngü yarası taşıyan on dört aylık kardeşim Ali Haydar’ı hatırlayın. Beni ömrümce taşıdığım o yaralarla gömün!” (s. 87)
* Emirali Yağan, Dersim Defterleri: Beyaz Dağ’da Bir Gün, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2019.
Yazarlar
-
Çiğdem TOKERZeytin ağacı taşımanın suç olduğu ülke: Portekiz 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCumhurbaşkanı’nın ittifak çıkışı ve silahsızlanma sürecinin gölgesinde muhalefet 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR103 kişinin ölümündeki suçu sahte belgeyle gizlediler 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasi meşruiyet ve matematik 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kirasİslamcılık ve post-İslamcılık ve modernizm ve milliyetçilik 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilÖtekileştirmek Ve Ötekileştirdiklerimizle Yüzleşmek – “Kürt Sorunu”na Alternatif Bir Bakış 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUEski bir anıdan günümüzde yaşananlara çıkartılacak ders 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKardeşinin cenazesine gidememek 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇ“İçerde Nutuk, dışarda Kur’an!” 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRSiyaset çıkar, itibar, zenginleşme aracı olmadığında… 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEKim bu Ümmet? 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer Solgun“Geri zekalıya anlatır gibi” 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürtler, Türkler ve Araplar 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUİnsan hiç üzülmez mi… utanmaz mı hiç? 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuErdoğan’dan tarihi itiraf… 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURKutuplaşmanın son mağduru; CHP’nin ilk imam hatip müdürü Celal Hoca 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolOrta Doğu’da İsrail tehdidi 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluCoğrafyanın kader olmadığı ülke... 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kahveciİşsizlik Vergisi… 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYBırakın ömür boyu otursunlar o koltuklarda 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜRECE DOĞRU TUTUM 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Öcalan’ın Önerisi… 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Kutup başı” 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNGeri Dönüşsüz Yol 15.07.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanZenginin malı züğürdün çenesi: Bu tekneler neden yanıyor? 15.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATarihi Anlamak, Yargılamak Değil; TKP ve TBKP, Yasallık, Yenilenme ve Kürt Özgürlük Hareketi Üzerine 15.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHepiniz oradaydınız be-2 15.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRYeni süreç, yeni stratejiler: İktidardaki çatlaklar ve çelişkiler muhalet için tuzak mı, yoksa fırsa 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞErdoğan’ın imkânsız hayali: Suriye’de Rojava’yı Türkiye’de CHP’yi kendi kaderine terk etmeye razı bi 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanPKK silahları yaktı acaba şehre de demokrasi gelir mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIK11 Temmuz’dan sonra sıra neye geldi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanSoykırım ekonomisini ifşanın bedeli 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞTARİHSEL “TKP’NİN TARİHİ” YAZILMALI… 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKMutlular, kızgınlar, endişeliler: Kürt sorunu nasıl çözülecek? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNBundan sonra top devletin sahasına geçiyor 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünTürkiye kazandı… 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayDış borç ve sosyalist kemer sıkma 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYüz yıllık düğümü çözme yolunda cesur adım Devlet Bahçeli’den geldi 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİÖcalan’ın 7 dakikası 10.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANMuhalefetsiz muhalefet; medyasız medya!... 7.07.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçHalk TV ve Sözcü TV'nin karartılması hakkında 7.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANCHP operasyonlarında yeni eşik 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBir hegemonya diyarı olarak Türkiye… 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEButlan 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraAdalet ve Kalkınma Partisi’nin Ön Tarihinden 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.07.2025
28.06.2025
15.06.2025
30.05.2025
21.05.2025
15.05.2025
29.04.2025
21.04.2025
15.04.2025
8.04.2025