
Memleketin normalini kaybettiğini uzun zamandır yazıyorum. Bu tespitim altını da somut örneklerle dolduruyorum. Benim verdiğim bir örneğe karşı sizler de en az 3-5 örnek sıralayabilirsiniz. Durum o derece vahim yani.
Millî Görüş hareketinin ünlü olmayan isimlerinden biri, Necmettin Erbakan’ın da sıkı yoldaşlarından olan Rıza Ulucak’tır. Refah Partisi ile Fazilet Partisi’nde kasa ona emanetti. Kasanın emanet edileceği en doğru isim de oydu. Erbakan’ın kadrosu bu anlamda gerçekten insanı şaşkına çevirecek kadar ince işçilikle belirlenmişti. Kimin hangi görevi üsteleneceği o gün icat edilmemiş yapay zekâ ürünü gibidir.
Rıza Ulucak’ı anmamın nedeni onun Refah Yol hükümeti döneminde partisinin başkanlık divanında verdiği bir örnektir. Tam da o kriz günlerinde yapılan toplantıda parti açısından sıkıntılı bir konu tartışılmaktadır. Erbakanlı toplantıların kısa sürmesini kimse beklemezdi, bu da uzun sürenlerdendi. Bir konuda parti olarak geri adım atılıp atılmaması tartışılıyordu. Rıza Ulucak söz alarak geri adım atılmamasını savundu ve bunu da bir örnek ile anlatmaya başladı:
“Caminin hocası sakalını kesmiş, cemaat çok şaşırmış buna. Doğal olarak sormuşlar: ‘Hocam sakalını niye kestin?’ Hoca yanıt vermiş: ‘Uyurken arasından fare geçti.’ Cemaat hemen itiraz etmiş: ‘Hepsini niye kestin, değdiği yerleri keseydin ya…’ Hoca düşünmeden yanıt vermiş: ‘O zaman yol olurdu.”
Bu, o günün Refah Partisi için şahane bir örneklemeydi. Durumu da hakikatten yeterince anlatıyordu.
Adalet Bakanı’nın haftalık rutini “yargının bağımsız, Türkiye’nin bir hukuk devleti” olduğunu söylemektir. Buna “yargıya kimsenin talimat veremez”i de sık sık eklemeye başladı. Oysa yapılan tanıklıklar bunun hiç de öyle olmadığını net bir biçimde ortaya koyuyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Sayıştay’ın kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada, “Türkiye bir hukuk devletidir, kimse hukukun üstünde ya da kapsama alanı dışında değildir” dedi. Aslında çok doğru sözler bunlar, olması gerekenden bahsediyorsanız eğer.
Adını Devlet Bahçeli’nin koyduğu “17/25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Haftası” dönemi bu “olması gereken” duruma hiç uymuyor. Şimdilerde CHP’nin de içine tam olarak girdiği hukuk ve yargı tartışmaları için bence en iyi başlangıç noktası burası. (Bu hafta ile ilgili yazımı okursanız konuya hemen vâkıf olursunuz)
"Erdoğan politik olarak çok rahat"
Adını operasyonun yapıldığı tarihten alır 17 ve 25 Aralık soruşturmaları. Yapanlar cemaat kimliği nedeniyle o göreve getirilmiş olan hâkim, savcı ve emniyetçilerdir. Bugünkü operasyonlar ile kıyaslandığı zaman hayli somut delil ve kayıtlar olduğu hemen fark edilir.
Operasyonun ilk adımından sonra Başbakan Erdoğan makam odasına gelerek eşyalarını toplamak ister. Başbakanlık müsteşarı Efkan Ala onu engeller ve “operasyonu geri püskürteceklerinin” garantisini verir. Ala hemen devreye girer, İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü hemen değiştirilir, Ala, TBMM dışından İçişleri Bakanı olarak atanır. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ devreye girer, hâkim, başsavcı atamalarını yapar. Kendisi de operasyonun başına geçer ve Adalet Bakanı olarak atanır. Binali Yıldırım da Erdoğan’ın yanındaki yerini hemen alır. Başbakanlık Müsteşarı yani devletin en üst düzey bürokratı olan Efkan Ala’nın devreye girmesi “devletin” görev üstlendiğinin en net göstergesidir o gün için. Hâkimi, savcısı ve güvenlik bürokrasisiyle, hatta birkaç yıl sonra darbe girişimde bulunanları bünyesinde barındıran TSK ile devlet, cemaatin karşısında Erdoğan’ın yani seçilmiş siyasi iktidarın yanında yer alır. Mesele “yolsuzluk ve rüşvet soruşturması” olmaktan çıkar ve “hükümete karşı girişim” halini alarak ters yönde ilerler.
Erdoğan tutuklanacak listesinde olduğu için oğlu Bilal Erdoğan’ı hiç yanında ayırmaz. Bugün söylediği “kimse kapsam alanı dışında olamaz” cümlesi o gün yoktu yani.
TBMM’de kurulan soruşturma komisyonu oylamasında da Erdoğan devreye girer ve “hedefin AKP olduğunu” dile getirerek bunun yargıya bırakılmadan kendi aralarında halledecekleri sözünü verir. Halledilecek olanın ne olduğunu lütfen tekrar hatırlayın. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu da buna direnen milletvekillerini ikna etmek için “Anayasa Mahkemesi’ne güvenemeyeceklerini” anlatır uzun uzun. Keşke bugün Adalet Bakanı koltuğunda o oturuyor olsaydı.
CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın’a yanıt veren AKP Grup Başkanvekili Leyla Şahin, 17/25 Aralık’taki, her şeyin kurmaca, sahte olduğunu anlattı geçtiğimiz günlerde TBMM Genel Kurulu’nda. Oysa dinlemeler dahil her şey incelenmişti yani gerçekti ve bunu onun bilmiyor olması da mümkün değildi.
Sonuçta bu soruşturmalar devletin de taraf olmasıyla kapatıldı. 3 ay sonra AKP yerel seçimlerden oyunu arttırarak çıktı. Böyle bir durumda bile oy kaybetmeyen siyasi bir yapının hala hemen yenilebileceğini düşünenler var.
O dönem Efkan Ala devletin en üst bürokratı olarak “devleti” temsil ediyordu. Şimdi de devleti “Öcalan’a önder diyen” Devlet Bahçeli temsil ediyor çıkarımını yapmak sanırım çok abartı olmaz. Ve yeni bir rejim ile devlet inşa edilirken bunun Erdoğansız olacağını kimse düşünmüyordur.
Buradaki soru şudur: “Devlet ile Erdoğan arasındaki ilişkide devlet mi Erdoğan ile iş tutuyor, yoksa Erdoğan mı devlet ile?” (Burada aslında devletin de yeniden bir tarif edilmesi zarureti de vardır.)
Erdoğan politik olarak çok rahat. Oyunun düşüyor olması da rakiplerinin tamamının kendisinden çok yüksek oy alması da keyfini kaçırmıyor, ileriye dönük planlarını etkilemiyor. Rakibi dediğime bakmayın, anketlerde var ama seçim zamanında var mı yok mu en büyük soru olarak bu ortada duruyor.
Bu da tam da Rıza Ulucak’ın anlatısındaki gibi “yol oldu” galiba… Rakipleri devlet eliyle ekarte etmek, yolsuzlukları, rüşvet iddialarını ters çevirmek dahil her şeye yol oldu…
NOT: Kısa bir dinlenme için gelecek hafta yazı yazamayacağım. 15 gün sonra görüşmek üzere.
SEDAT BOZKURT
Devlet mi Erdoğan’la Erdoğan mı devletle?
Editör: N. Cingirt
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.