Cumhuriyetin en zor eşiği
Cumhuriyetin en zor eşiği
19.07.202506:58
Haber Merkezi
35

Türkiye, cumhuriyet tarihinin belki de en kritik eşiğinde. Bu eşiğin aşılması sadece Kürt sorununu değil, Türkiye’nin gelecekte nasıl bir toplum olacağını belirleyecek. Etnik eşitlik, anayasal yurttaşlık, merkeziyetçiliğin çözülmesi ve çoğulculuğun kurumsallaşması bu kapıdan geçmeden sağlanamaz

Hepimizin gündemi farklı gibi görünse de aslında ortak bir eşiğin kenarında duruyoruz. Kimimiz bu eşiği bir siyasal hesaplaşma olarak görüyor, kimimiz demokratikleşme umudu, kimimiz demokrasi ittifakına taş konulması, kimimiz de iç barışın bir fırsatı olarak. Ama adı nasıl konulursa konulsun, Türkiye belki de cumhuriyet tarihinin en önemli karar anlarından biriyle karşı karşıya: Kürt meselesinin silahların susmasıyla birlikte köklü bir çözüme kavuşma ihtimali!

1984’te başlayan ve günümüzde de farklı biçimlerde süregiden sonuncu Kürt isyanı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en sarsıcı ve belirleyici olaylarından biri. Yaklaşık kırk yıldır süren bu silahlı çatışma yalnızca insani ve toplumsal maliyetler yaratmakla kalmadı, aynı zamanda Türkiye’nin siyasal yapısını, güvenlik algısını, hukuk sistemini derinden etkiledi.

Bu nedenle bugünlerde konuşulmakta olan silah bırakma, yalnızca teknik bir “çözüm sürecini” değil, cumhuriyetin kuruluş paradigmasına dair esaslı bir tartışmanın kapısını aralıyor. Bu kapının ardında yalnızca barış değil; çok kimlikli bir yurttaşlık anlayışının yeniden tanımlanması da var gibi görünüyor.

Tarihsel paradigma ve kritik eşik

Cumhuriyet, merkeziyetçi, üniter ve etno-kültürel anlamda Türk kimliğiyle özdeşleşmiş bir devlet formu üzerine inşa edildi. Nitekim 1924 Anayasası’nın 88. maddesinde “Türkiye ahalisinden olan herkes dil ve ırk farkı gözetilmeksizin vatandaşlık itibarıyla Türk’tür” denilmekteydi. Bu madde 1960 Anayasası’nın 54. maddesinde de özü itibariyle korunmuştu: “Türkiye vatandaşına, din ve ırk farkı gözetilmeksizin Türk denir.” Geliyoruz şimdiki anayasaya: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” Demek ki hep birlikte Türk olduğumuz konusunda bütün anayasalarımız ittifak halinde. (1921 Anayasası kısa bir metindi ve vatandaşlık tanımı yapılmamıştı.) Lafın kısası, Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlık tanımı 1924 Anayasasından bu yana daima Türklükle özdeş.

“Ne mozaiği ulan mermer mermer!”

Bu sözler, 8 Kasım 1983’te Mehmet Ali Birand ve Can Dündar’ın Show TV’de sunduğu “Çapraz Ateş” başlıklı tartışma programında Milliyetçi Hareket Partisi’nin kurucu Genel Başkanı Alparslan Türkeş tarafından söylenmişti. Türkeş dışında programa katılanlar şimdiki DEM’in öncüllerinden Demokrasi Partisinin (DEP) milletvekili Orhan Doğan ile ANAP lideri ve dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’dı. Türkeş’in “tarihe geçen” bu sözleri Orhan Doğan’ın Türkiye halklarının çeşitliliğini belirtmek üzere kullandığı “Türkiye bir mozaiktir!” sözü üzerine söylenmişti. (Orhan Doğan’a epey sonra ne oldu dersiniz? 1994’te milletvekili dokunulmazlığı kaldırılarak tutuklandı, Leyla Zana ve Hatip Dicle ile birlikte yargılandı ve onlarla birlikte on beş yıl hapse mahkûm edildi, hapiste on yıl kaldıktan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yargılamanın adil olmadığı yönündeki kararından sonra 2004’te tahliye edildi –o “güzel” günlerde Türkiye AİHM kararlarına uyuyordu.)

Türkiye ahalisinin etnik kimlik itibariyle “mermer gibi yekpare olduğu” anlayışı sadece hukuki metinlerle sınırlı kalan değil, devletin tüm kurum ve uygulamalarına da yön veren bir saptamaydı.

Bu “mermer toplum modeli” yakın zaman öncesine, Bahçeli’nin Öcalan’a yaptığı çağrıya kadar katılığını sürdürüyordu. Ancak toplumsal gerçeklikler, Ortadoğu’nun yeni konjonktürü ve Kürtlerin inatla varlığını koruyan kimlik hakları mücadelesi bu “katı” formun sürdürülemez olduğunu gösterdi. Nitekim Bahçeli’nin, anayasanın “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” şeklindeki vatandaşlık tanımını, sanki yeniden yazıyormuş gibi “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes, eşit hak ve yükümlülüklere sahiptir” cümlesini kurması, mevcut vatandaşlık tanımının sürdürülemezliğini gösteren; tıpkı trafiğe kapatılmış yolun başına konulan ve durmadan yanıp sönen bir uyarı işareti gibi dikkat çekiyor.

Bugün geldiğimiz noktada Kürt meselesi, cumhuriyetin temel paradigmasının çok kimlikli vatandaşlık tanımına doğru dönüştürülmesi meselesinin odağı haline geldi. Kanımca bu dönüşüm gerçekleşmeden ne hukuk devleti kurulabilir, ne gerçek bir demokrasi inşa edilebilir, ne de kalıcı bir iç barış sağlanabilir.

T24’te yayınlanan “Ey Paradigma Geldinse Vur!” başlıklı yazımda vatandaşlık tanımı ile devlet ve yönetim anlayışı arasındaki kopmaz bağı şöyle ele almıştım:

“Türkiye’nin çeşitli etnik kökenlerden tüm yurttaşlara değil de sadece Türklere ait oluşuna dayanan bir sistem rızayla değil zorla sürdürülebileceğinden devlet ve yönetim anlayışı da buna göre (güvenlikçi ve baskıcı biçimde) yapılanmıştır.  Yani “vatandaşsan Türksün” (ki zaman zaman ya sev ya terk et, mesela Irak’a git halini de almıştır) kabulü insan haklarına dayalı demokratik rejimin inşasına imkân tanımaz. Demokratikleşme sürecinde ilerleyebilmek için önce bu kabulü aşmak gerekir.

Başka bir ifadeyle, vatandaşlık tanımını etnik temelden bağımsızlaştırmak demokrasi yolunun ilk ve en önemli taşıdır; bu taş yerine konulmadan diğer taşlar da döşenemez. Şöyle diyebiliriz: vatandaşlık tanımının etnik temelden kurtulması demokrasiyi getiren değil, demokrasi mücadelesinin önünü açan çok önemli bir adımdır!”

Bugün otokrasinin yenilmesine öncelik veren birçok yurtaşımız “barış sürecinin” Kürtleri bu mücadeleden uzaklaştırabileceğine dair derin bir tedirginlik içinde. Ama ben önceliğin otokrasiyi yenmek olduğu kanısında değilim, kanımca inkâr ve imhaya dayalı ulusal kimlik tekçiliği, devlete otokratik özelliklerini veren ana damarlardan en önemlisi. Otokrasiyi kalıcı biçimde yenmek için asıl bu damarı kurutmak gerek.

Bahsedilen tedirginlikleri gidermenin anahtarı da, DEM'e, onun şimdiye kadar demokrasi mücadelesine yaptığı katkılara eşdeğer bir desteği elbirliğiyle sağlamaktan geçiyor.

DEM’in zor rolü

Bu bağlamda, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) çok dar bir koridorda yürümeye çalışıyor. Bir yanda, Öcalan’ın başat rolü, Kandil’in ağırlığı ve geçmişin bagajı… Öbür yanda, devletin hem açık hem de örtük baskı araçları, siyasi mühendislik hamleleri, özellikle de CHP’ye dönük adli kuşatma... Bu koridorda yürümek kolay mı? Elbette değil.

Parti, hem süreci baltalamadan devletle diyalog içinde kalmaya çalışıyor, hem de demokratik muhalefet güçlerinden kopmamaya gayret ediyor. Bu iki yönlü dikkat, hem gerekli hem de yorucu. Ancak bu dikkat sadece siyasal aktörlerin değil, toplumsal muhalefetin tüm bileşenlerinin katkısını gerektiriyor. Hatta DEM tabanının sabrını ve kendi yönetimini bu süreçte yalnız bırakmamasını…

Demokratların sorumluluğu

Tam da bu noktada, demokrat aydınların, sosyalistlerin, vicdanlı yurttaşların büyük bir dikkat ve anlayışla davranması gerekiyor. Süreç, sabırsız eleştirilerle, erken öfkeyle, idealist maksimalizmlerle baltalanmamalı.

Unutulmamalı ki Kürt meselesinin çözümü iktidar açısından vicdani, insani ve demokratik bir mesele değil. İktidar ya da devlet için yeni olan şey, değişen Ortadoğu’da Kürtleri kaybetmiş bir devletin ayakta durmasının zorluğunu görmüş olması.  Bu açıdan bakınca Kürt meselesindeki çözüm arayışıyla, devletin tüm olanaklarının CHP’yi etkisizleştirmek için kullanılması çelişkili süreçler değil. Çelişki yok çünkü iktidarın Kürt meselesindeki arayışları demokratik bir açılım yapma isteğinin sonucu değil.

“Üzümün sapı var, armudun çöpü var” demek yerine, kırk yıldır akan kanın, yakılan köylerin, faili meçhullerin, işkencelerin ve inkârın artık kalıcı olarak aşılacağı yeni bir paradigmaya ulaşmak için akıllı, sabırlı ve örgütlü bir siyasi tutum göstermek gerekiyor. Bu tutum barışı talep etmekle kalmamalı, onu mümkün kılacak zeminin örgütlenmesine de katkı sunmalı. Bence tribünlerde oturan bir tenis seyircisi gibi kafamızı bir sağa bir sola çevirerek iktidar ile DEM, Öcalan ve Kandil arasında gidip gelen topları seyretmek yerinde bir tutum değil. Eğer DEM’in işini kolaylaştırmak için “Biz ne yapabiliriz?” sorusunu sorarsak, seyirci sıralarından korta inmiş ve oyuna iştirak etmiş oluruz, hiç olmadı top toplarız! Böyle bir tutum demokratik ittifakın güçlenmesini de sağlar.

Barış sadece bir sonuç değil, bir tutumdur. Bugün bu tutum, barış masasının bütün aktörlerini cesaretlendirmeyi içeriyor.

En önemli meselenin eşiğinde

Türkiye, cumhuriyet tarihinin belki de en kritik eşiğinde. Bu eşiğin aşılması sadece Kürt sorununu değil, Türkiye’nin gelecekte nasıl bir toplum olacağını belirleyecek. Etnik eşitlik, anayasal yurttaşlık, merkeziyetçiliğin çözülmesi ve çoğulculuğun kurumsallaşması bu kapıdan geçmeden sağlanamaz. Bunların hepsi aynı anda gerçekleşmez, ama her biri bir sonrakini hızlandıran bir domino etkisi yaratır!

Bu eşik aşılırsa, cumhuriyet belki de ilk kez tüm halklara ait olabilir. Aşılmazsa, sadece barış değil, demokrasi de ötelenmiş olur.

Bu yüzden bugün barışa omuz vermek, yalnızca silahların susmasını değil, hukukun konuşmasını, eşitliğin hayata geçmesini, birlikte yaşamın güçlenmesini savunmaktır.

Barış, tek duraklı bir yolculuk değil. Bu yolculuğun durağı çok, molası çok, inişi çıkışı çok. Hepimiz bu yolda yürümeliyiz, yolun sonu, belki de hepimizin görmek istediği Türkiye’ye kapı açacak.

Demokrasi seçimle başlar, ama orada bitmez. Barış da silahın susmasıyla başlar ama gerçek karşılığını eşitlikte, hukukta ve onarıcı adalette bulur. Bugün sabırla, sorumlulukla ve vicdanla davranan herkes, o geleceğe bir taş koyar. Belki bu çok küçük bir katkıdır, sözünü etmeye bile değmez diye düşünebilirsiniz... Ama unutmayalım: Her barış süreci küçük adımlarla başlar.

Ve kim bilir… Belki bu kez gerçekten başarabiliriz.

Bu umuda bir şans vermeye değmez mi?

Çağatay Anadol 


Editör: N. Cingirt
Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

YKS sonuçları açıklandı!
Gündem
19.07.2025
YKS sonuçları açıklandı!
Cumhuriyetin en zor eşiği
Her Taraf
19.07.2025
Cumhuriyetin en zor eşiği
Türk, Kürt, Arap dayanışması
Her Taraf
19.07.2025
Türk, Kürt, Arap dayanışması
Ceviz oynamaya geldim odana
Kültür Sanat
19.07.2025
Ceviz oynamaya geldim odana