Mehmet Emin Ekmen: Birinci Yılında Süreç: Meşruiyet, Güven, Rıza
Mehmet Emin Ekmen: Birinci Yılında Süreç: Meşruiyet, Güven, Rıza
1.10.202507:56
Haber Merkezi
64

Bu ve benzeri süreçler literatürde “negatif barış” ve “pozitif barış” olarak ayrıştırılır. Negatif barış, şiddetin, terörün sona ermesidir. Pozitif barış ise şiddet, çatışma, teröre sebebiyet veren kök sebeplerin ortadan kaldırılması, toplumsal barışın kalıcı bir şekilde tesis edilmesidir. Her iki süreç için de ayrı ayrı toplumsal rızaya ihtiyaç duyulacağı açıktır. Sürecin ihtiyacı olan yasal çalışmalara desteğin sağlanması toplumsal destek ile güven arasındaki açı farkının kapatılması ile mümkü

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına giderek tokalaşmasıyla görünür kılınan, 22 Ekim ve 5 Kasım çağrılarına Abdullah Öcalan’ın olumlu yanıt vermesi, örgütün feshi, sembolik silah yakılması ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde komisyon kurulmasıyla ile belirli bir aşamaya gelen “sürecin” birinci yılını doldurmuş bulunuyoruz.  Bir yıllık sürede kat edilen gelişmeler doğal kabul edilebileceği gibi, sürecin “hızlandırılmış bir süreç” olarak kodlandığı göz önüne alındığında ciddi zaman kayıpları yaşandığı da iddia edilebilir. Toplum ve süreç arasındaki bağı, toplumsallaşma, toplumsal rıza, sürece destek ve güven gibi kavramları, Komisyon’un çalışmaları üzerinden anlamaya çalışacağız. 

91 Kurum ve Kuruluş, 858 Sayfa Tutanak, 12 Oturum, 55 Saat

Komisyon’da bugüne dek 91 kişi, kurum ve kuruluş dinlendi, bazı kuruluşlar birden fazla temsilciyle katıldı. Toplamda 55 saat süren oturumlarla 858 sayfa tutanak oluşturuldu ve tüm bu çalışmalar erişime açık durumda. 12 oturum boyunca yapılan sunum ve konuşmaların, yapıcı diyalogların, demokratik uzlaşı kültürümüzü daha da derinleştireceğine, toplumsal barışın ve kardeşliğin inşasında kalıcı katkılar sunacağına, sadece süreci değil, siyasi tarihimiz ve devlet aklı müktesebatımızı besleyip geliştireceğine inanıyoruz.

Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun 12. Oturumunda dinlenen düşünce kuruluşları sunumlarının önemli bir kısmını başlıkta yer alan toplumsallaşma, rıza, destek, güven mevzularına ayırdılar. “Toplumsal rıza”nın ve “rıza üretimi”nin barış süreçlerindeki belirleyici rolü bir kez daha açık biçimde vurgulandı. 

Bir önceki oturumda akademisyenler, çatışma sonrası toplumların yeniden inşasında, kalıcı barışın tesisinde ve demokratik yapının güçlendirilmesinde halkın gönüllü katılımını ve onayını içeren rıza mekanizmalarının ne denli hayati olduğunu teorik çerçeveler ve pratik deneyimlerle ortaya koyarken, düşünce kuruluşları sürecin başarıyla tamamlanmasında toplumsal desteğin önemini ve mevcut durumu detaylı bir şekilde ele aldılar. 

Sürecin yalnızca siyasi ve hukuki boyutlarıyla değil, sosyolojik ve psikolojik katmanlarıyla da ele alınmasının gerekliliği bir kez daha altı çizilerek ifade edildi. Toplumsal hafıza, kolektif travmalar, kimlik algıları, aidiyet duygusu ve güven inşası gibi unsurların toplumsal rızanın oluşmasında ve sürdürülebilir bir meşruiyet zemininin sağlanmasında kritik önemi bir kez daha ortaya kondu.

Sürecin Sene-i Devriyesi

1 Ekim 2024’te başlayan bu sürecin sene-i devriyesine yaklaşırken, toplumsal rıza bağlamında nerede durduğumuzu değerlendirmek büyük önem taşıyor (Süreç hakkındaki son değerlendirme yazıma dipnotta bulunan linkten ulaşabilirsiniz). Geride kalan bir yıl içinde; özellikle de Komisyon’un sağladığı imkân ile farklı toplumsal kesimler, akademi, sivil toplum ve düşünce kuruluşlarının sürece dahil edilmesiyle önemli bir katılım zemini oluştu. Bu çok sesli ve çok paydaşlı yapı, demokratik meşruiyetin toplumsal rıza üzerinden inşası yönünde kıymetli bir başlangıç sağladı. Ancak toplumsal rıza, yalnızca dinlemekle değil, hissettirmekle, katılımı prosedürel olmaktan çıkarıp beklentilere cevap vermekle güçlenir. Bu anlamda tamamlanmamış bir inşa sürecinin içindeyiz. Güvenin yeniden tesisi, geçmişle yüzleşme ve adalet duygusunun pekiştirilmesi için atılacak adımlar, rızanın derinleşmesini ve kalıcılaşmasını belirleyecektir. Gelinen noktada umut verici bir toplumsal dikkat ve ilgi oluştuğu; ancak bu ilgiyi kalıcı bir mutabakata dönüştürmek için daha kapsayıcı, daha şeffaf ve daha sahici bir toplumsal diyalogun, süreç yönetiminin gerektiği açıktır.

Sürecin Yumuşak Karnı: Elitler Arası İletişim ve Mutabakat

Bu süreci atipik kılan en önemli hususlardan biri süreç yürütücülüğünün dar kapsamıdır. Aradan bir yıl geçtikten sonra bile bu sürecin MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın koordinasyonunda, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan arasındaki bir iletişim ve mutabakatla ilerlediği açık. Bu iletişim ve mutabakat o kadar sınırlı ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürecin işleyişi, detayları ve arka planı ile ilgili olarak ne kabineyi temel seviyede bilgilendiriyor ne de AK Parti merkez yönetimini. Keza Sayın Devlet Bahçeli, sürecin iletişimini sırtlanmış olmasına rağmen mevzuların kendisinden sadır olan bir politika ve talimat olarak görünür olduğu, parti kademelerinde sürece dair esaslı tartışmaların yapılmadığı gözlenmektedir. Son olarak Öcalan, sürecin gerektirdiği kararları almak ve kendi ifadesiyle “tarihsel sorumluluğu üstlenerek” örgütüne ve paydaşlarına bunu adeta dayatmaktadır. Her ne kadar örgütün kongre süreci gibi birtakım katılım mekanizmaları görünüyor olsa da sonuçta örgüt liderinin tutumuna uygun cevap vermek dışında bir seçeneklerinin olmadığı açıktır. 

Elitler arası iletişim ve mutabakat olarak tanımlanabilecek kapsam belki de sürecin güçlü yönlerinden biridir. Ülkenin son on yılda yaşadıklarından sonra karar alıcıları, orta sınıf yöneticileri ve toplumu böyle bir sürece ikna etmenin kolay olmayacağı açıktır. Ancak detaylı olarak açıklanacağı üzere, sorun şudur ki, toplum ve değişik kademede katmanlar sürecin ihtiyaçları ve olası gereklerine de yeterince hazırlanılmamaktadır. Sürecin ihtiyaçları ve gereklerine yönelik en net ve açık tutum Sayın Devlet Bahçeli tarafından yürütülmektedir. Sayın Bahçeli’nin bu tutumuna “umut hakkı” ve “gerekirse Meclis’te konuşma hakkı” çağrıları, kongre için Malazgirt daveti, silahları yakanların ülkeye dönememiş olmasının çelişkisi ile kayyımlığın sona erdirilmesine ilişkin açıklamaları ve hukukçu kurmayı Feti Yıldız’ın ısrarla ifade ettiği infazda eşitlik, hasta hükümlü tuttukların durumu ve son olarak Komisyon’un İmralı’yı ziyaret edebileceği yönündeki beyanları örnek olarak gösterilebilir. Sürece dair bu ön açıcı tutumun Cumhurbaşkanı, AK Parti karar alıcıları, süreç yöneticileri tarafından ne kadar verimli kullanılabildiği hususunun cevabı maalesef olumsuzdur. 

Toplumsal Destek Nasıl Devşirilir?

Toplumsal rızanın üretimi, yalnızca teknik ya da hukuki adımlarla sağlanabilecek bir olgu değildir; bu rıza, sürecin merkezde siyasi aktörlerce, çevrede sivil toplumdan kanaat önderlerine uzanan geniş bir zeminde içselleştirilmesiyle mümkün olabilir. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un vurguladığı gibi, sürece destek yalnızca Komisyon’un faaliyetlerinden değil, bu faaliyetlerin kamuoyuna taşınması ve “kendi toplumuna anlatma” becerisinden beslenecektir. Bu anlamda, destek üretiminin kaynağı, anlatılarla çevresini ikna edebilen bireyler, kapsayıcı dil kullanan kurumlar ve barışı toplumun her kesimi için somut faydaya dönüştüren stratejiler olacaktır. Bu noktada rıza, yalnızca onay değil; umut, güven, adalet hissi gibi duygusal eşlikçilerin de dâhil edilmesiyle pekiştirilen çok katmanlı bir sahiplenmedir.

Komisyon sunumundaki araştırma bulguları gösteriyor ki mevcut destek yüksek olsa da güven düzeyinin bu desteği takip etmemesi önemli bir kırılganlık yaratmaktadır. Özellikle Kürt kamuoyunun barışa olan güçlü ilgisi ve sürece verdiği yüksek destek, somut adımlar atılmadıkça derinleşen bir güvensizlikle karşı karşıya kalmaktadır. Diğer yandan, sürecin Türk kamuoyu nezdinde de seçim yatırımı algısından arındırılması ve örgütün silahsızlanmasına dair inandırıcı perspektiflerin oluşturulması gerekmektedir. Toplumsal rızanın sürdürülebilirliği sadece söylemle değil, karşılıklı güveni besleyen ve tüm kimlikleri kapsayan yapısal dönüşümlerle mümkündür.

Komisyon Dinlemeleri

Meclis dinlemelerinin uzadığı, asıl yapılması gereken yasama işine geçişi geciktirdiği yönünde kuvvetli eleştiriler var. Bu dinlemelerin gerekliliği ve doğruluğu iki gerekçeyle savunulabilir. Öncelikle, 1 Ekim sürecinde barış süreçlerinin toplumsallaşması başlığında kurulan tek mekanizma bu Komisyon olabilir. MHP’nin 1 Ekim’den itibaren en az üç ayrı tur ile Türkiye genelinde yaptığı çalışmalar oldukça kıymetli, DEM Parti’nin gecikmeli de olsa 12 Mayıs fesih kararından sonra kendi tabanına ve kısmen farklı çevrelere bu meseleyi anlatma çabası önemli, AK Parti’nin son iki ayda önce basın toplantıları sonra sokak ziyaretleri ile yaptığı çalışmalar da bir bağlama oturabilir. Bu çabaların her biri bir sokak veya mahalleye tekabül ederken, siyasetin merkezinde yer alan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yürüttüğü çalışmalar ayrı bir önemdedir. Komisyon’un sunduğu neredeyse sınırsız özgürlük alanı, sözü olan herkesin dinlenmesi, toplumun sesinin karar alıcılara ve devlet mekanizmasına hatta tutanaklar yoluyla örgüt başta olmak üzere süreçte etkili olan herkesin gündemine taşınması oldukça kıymetlidir. Diğer yönden dinleme koreografisinin eksiksiz tamamlaması gerekir. Yarın dinlemeler bittiğinde toplumun herhangi bir kesiminim dinlenmediği eleştirisine sebep vermeyecek kapsayıcı bir dinleme yapılmalıdır. Herkesin dinlenmesi imkânsız olsa da bugüne kadar yapılan dinlemelerin belirli bir koreografiye oturduğu, belirli yetkinlikte ve derinlikte olduğu rahatlıkla ifade edilebilir.  

Sürecin mimarisi ve toplumsallaşması açısından dinlemeler, içeriğine katılmasak ya da eleştirsek bile yapılması gereken, önemli konuşmalardı. Hatta en çok tepki duyulan ifadeler bile, o kesimin sürece katılımı açısından kıymetli ve anlamlıydı. Barış süreçlerinin toplumsallaşabilmesi için meselenin tabana yayılması gerekiyor; kadınıyla, genciyle, iş dünyasıyla, din adamlarıyla toplumun her kesiminin sürece dâhil olması şart. 

Sürecin yalnızca elitler arasında yürütüldüğü bir ortamda, barışın toplumsallaşması yönündeki tek işlevi bu Komisyon üstleniyor. Komisyon, çalışmalarına son verdiğinde, burada dinlenen hiçbir katılımcı kendini ifade edebileceği böyle kuvvetli bir mecra, bir zemin bulamayacaktır. Bu nedenle, bugüne kadar yapılan dinlemeler hem içeriği hem de temsil dengesi açısından son derece yerinde ve doğru bir şekilde kurgulandı. Temsil gücü yüksek bağımsız kişi ve kuruluşlar bu oturumlarda temsil edildi. Bu yönüyle de oldukça dengeliydi.

Komisyon, bütün olumlu yönlerine rağmen, akademisyenler oturumdan sonra Sayın Numan Kurtulmuş’un ifade ettiği gibi “bağımsız gözlem kurulu” değildir, “dış göz” veya “üçüncü göz” değildir. Ancak devlet isterse bu Komisyon’a bu vasıfları kazandıracak görevler de tevdi edebilir. Böyle bir gelişme şüphesiz demokratik denetim açısından olumlu olacaktır. 

Kendi’ Toplumuna Anlatmak

Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş, birçok kapanış konuşmasında yaptığı bir uyarıyı 12. oturumu kapatırken, “Böylesine bir sürece Türklerin ve Kürtlerin kahir ekseriyetinin destek vermiş olması -aşağı yukarı dörtte 3’ün üstünde bir destek var- önemlidir. Rızanın artırılabilmesi ise sadece tek başına bu Komisyonun yapabileceği bir iş değildir. Buraya gelen sivil toplum kuruluşlarımızın, burada bu sürece katkı sunan arkadaşlarımızın hepsinin kendi çevrelerinde bu olumlu görüşlerini paylaşmaları ve toplumsal rızanın artırılması için kanaatlerin gelişmesini sağlamasını temenni ediyoruz” sözleriyle yineledi. Numan Bey’in yaptığı bu konuşma, bir yandan Komisyon’un önemini vurgularken diğer yandan kendi yakın çevremiz ve ardındaki çeper çevrenin asıl etkisi ile kabulün, rıza üretiminin başlayacağı mesajını içermektedir. Küçük bir merkezden başlayacak dalgalanmalar, çeper çevreye dağıldıkça destek tsunami boyutuna ulaşacaktır…

Toplumsal destek, güven, meşruiyet ve benzeri hususları araştırma şirketlerinin sunumları üzerinden değerlendirmek faydalı olabilir.

Ortak Anlatı

Sürece desteğin artması için “ortak anlatı etrafında toplanma” vurgusu yapan Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Dış Politika Araştırmaları Direktörü Murat Yeşiltaş, “Daha kapsamlı ve sürdürülebilirlik için toplumun güven duyarak süreci içselleştirmesi, siyasal katılımın meşru bir zeminde daha da güçlendirilmesi, farklı kimliklerin eşit vatandaşlık temelinde kendini güvende hissetmesi gerekir. Toplumun farklı kesimlerinin süreci sahiplenmesi son derece kritiktir. Bu anlamda, ortak bir anlatı etrafında toplumun bir arada olması sürecin hem siyasi derinliğini hem de toplumsal derinliğini kazanmak anlamında hayati derecede önemlidir” dedi.

Toplum Önce Barış, diyor

Veriler paylaşan Yeşiltaş, “Toplum bu süreci nasıl içselleştirilmiştir veya toplumun beklentisi nedir diye baktığımızda, açık uçlu sorularda 1’inci sırada toplumsal barış beklentisinin %77 oranında, güvenlik kayıplarının bitmesinin %76’yla 2’nci sırada, terörün sona ermesinin %75’le 3’üncü sırada olduğunu görüldüğünü” ifade etti. Bu verilerde umut verici olan, toplumun ilk sıraya toplumsal barışı, ardına ölümlerin durmasını koyarak adeta pozitif barışın gereklerine kredi açılmış olmasıdır. 

Türklerin İknası, Kürtlerin Talepleri” Mesut Azizoğlu

Zihniyet değişikliğin hukuki değişikliklerden daha zor olacağını vurgulayan Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM) Başkanı Mesut Azizoğlu, “Toplumsal rızanın üretilmesi, adalet duygusunun sağlanması ve geleceğe yönelik ortaklaşmayla ilgili Komisyondan beklentiler var. Öncelikle toplumun iknası ve adalet duygusunun tesisiyle ilgili şunu belirteyim: Çözüm için ikna edilmesi gereken kesim Türkler, adalet duygusunun sağlanmasıyla ilgili muhatap da Kürtler. Türkiye toplumunun iknası Komisyon’un önünde önemli bir görev olarak duruyor… Bu zihniyet değişimi hukuksal değişimlerden çok daha zor olacak. Toplumun Kürt meselesiyle ilgili zihniyet değişimi için uzun bir zamana ihtiyaç var. Doğru yöntemler doğru içeriklerle bile toplumun ikna edilmesi uzun zaman alacak, hatta belki hiç ikna olmayacak kesimler bile olabilecek. Bu sorunun çözümsüzlüğünün bugün ve gelecekte yaratacağı maliyetlerin topluma anlatılması gerekiyor. Çözümsüzlük üzerinde ısrar etmenin uzun vadede oluşturacağı risklerin toplum tarafından anlaşılması gerekiyor” diye konuştu.

Azizoğlu, son on yıldaki söylem etkisinin zorluğuna rağmen iknanın ancak Devlet ve Cumhur İttifakı siyasetçileri tarafından yapılabileceğini, DEM Partisi siyasetçilerinin Türk toplumuyla aralarındaki makasın bir şekilde açıldığını ifade ederken Selahattin Demirtaş’ın iki toplum nezdindeki itibarından faydalanması gerektiğini belirtti.

Dil Meselesi

DİTAM adına ikinci sözü olan Sedat Yurtdas, sözlerini Kürtlerin nezdinde tartışma konusu olan Barış Anneleri’nin Kürtçe konuşamamasına dair eleştiri ile başladı: “Arkadaşımız Leyla Zana’nın yemin töreninde Kürtçe bir cümle sarf etmesi büyük bir infiale yol açtı. Otuz dört yıl sonra bir barış annesinin bu çatı altında farklı gerekçelerle de olsa kendini Kürtçe ifade edememesi eşit dil eşiğinin aşılamadığının açık kanıtı durumunda. Oysa, dil, bir halkın kalbidir; susturulursa ruh yaralanır. Komisyon, topluma eşitlik hissini vermek konusunda daha cesur olmalı. Kürtçenin tüm kurumlarda özgürce konuşulabildiği bir Türkiye yalnızca Kürtler için değil tüm toplum için bir özgürlük müjdesi olacak.” 

Devletin örgütü silahsızlandırmak yönünde atmış olduğu adımlara dair tanıklıklarını geniş bir şekilde anlatan Yurtdaş, sözlerini Umut Hakkı, Anayasanın 42 ve 66’ıncı maddeleriyle ilgili düzenleme ihtiyacı, Kürtçenin okul öncesi eğitimden üniversiteye kadar eğitim, yayın, medya ve kamusal hayatta özgürce kullanılmasının yasal güvenceye kavuşturulması, siyasal katılım ve özgürlükler, geçmişle yüzleşme gerekliliğini vurgulayarak tamamladı. 

Destek ve Güven Farkı

Rawest Araştırma Direktörü Roj Esir Girasun, toplum nezdinde destek ile güven arasında ciddi bir farkın olduğunu, “Sürece destekle güven arasında bir makas farklılığı var. Bu farkın kapanması için Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması ve kayyım uygulamalarının geride bırakılması gerekir. Diğer taraftan, muhalif Türk kamuoyuna da bu sürecin bir seçim yatırımı değil, daha büyük bir jeopolitik mesele, Türkiye’nin geleceğini konuşan ve tahayyül eden bir proje olduğunu göstermek lazım. Bunun için de en azından CHPye yönelik siyasi operasyon görünümlü yargı müdahalelerinden, özellikle kent uzlaşısı operasyonlarından vazgeçilmesi gerekiyor” sözleriyle vurguladı.

Çok Taraflı Bir Güvensizlik Hâli

Girasun, verilerle “inançsızlık” ve “güvensizliği” şöyle aktardı: “Araştırmalarımızda çıkan sonucu şu cümleyle özetleyebilirim: Keşke olsa ama…’ Hem bizim hem de başka kurumların yaptığı araştırmalarda toplumun sürece verdiği desteğin %70’lere yaklaştığını görüyoruz. Bununla beraber, sürecin başarılı şekilde yürütüldüğünü düşünenlerin ve sürecin başarıyla sonuçlanacağına inananların oranı da %40-45’ler bandında seyrediyor. Bu da sürece olan destek ile güven arasındaki makası gösteriyor. Kürtler başta olmak üzere toplumun genelinin sürece sessiz ve güçlü bir onay verdiğini görüyoruz ancak herkeste çok taraflı bir güvensizlik var. Kürt kamuoyunun önemli bir kısmı Hükûmetin adım atacağına, Türk kamuoyunun çoğunluğu örgütün silah bırakacağına güvenmiyor, inanmıyor. Öte yandan, muhalif Türk kamuoyu ise bu sürecin bir seçim yatırımı olduğunu düşünüyor, bir demokratikleşme sağlayacağına inanmıyor ama ilginç bir biçimde bu güvensizlik, yaygın bir süreç karşıtlığına da dönüşmüyor. Aslında bu sessiz onay sürece açılmış bir kredi olarak okunabilir. Bu güvensizlikler atılacak somut adımlarla giderildikçe bu sessiz onay güçlü bir desteğe dönüşebilir veyahut adımlar gecikir, söylemler tehdit diline evrilirse toplumun verdiği kredi hızlıca tüketilebilir ve bahsettiğim güvensizlik daha fazla derinleşebilir.”

Girasun’un dikkat çektiği bir eksiklik de: “İktidar medyasında bu sürece sahip çıkan, süreci kamuoyuna anlatma derdinde olan bir kanaat dünyası şu anda görünmüyor.” şeklindeydi.

Güven Artırıcı Adımlar

Sürece Türklerin ve Kürtlerin desteğini arttırmak yönündeki söylem önerisi ile şöyle: “Siyasete ve kanaat dünyasına klişe ve retorik gelebilir ama hâlen bütün topluma hitap eden en ortaklaştırıcı kavram gerçekten kardeşliktir… Bu bir retorik değil, Kürtler ve Türkler arasında bu elli yılda birlikte yaşama pratiği azalmadı, daha da arttı. Çatışmalı süreç Türkler ile Kürtleri birbirinden fiziksel olarak ayırmadı. Aksine, Kürtler Batı’ya, Türklerin yoğun olarak yaşadığı kentlere göç ettiler ve orada kalmaya niyetliler. Bu, dünyadaki benzer süreçlerde olmayan bir avantaj. Duvarlarla bölünmüş Belfast’ı görenler ne dediğimi anlayacaktır. Esasında, uluslararası hukuktan, hatta Anayasa’dan ve yasalardan çok daha kıymetli, çok daha yapıcı ve kalıcı, bağlayıcı olması gereken kardeşlik hukuku, siyaseten ve hukuken yıprandığı, örselendiği, yok sayıldığı için bugüne kadar bu sorunlar yaşandı. Şimdi yapılması gereken en önemli şey kardeşlik hukukuna dönüş olmalı. Kardeşler nasıl eşitse, nasıl birbirine bağlıysa, nasıl birbirine güvenip birbirini kollayıp korursa aynı duygu ve düşüncenin Türk ile Kürt arasında güçlü şekilde tesis edilmesi gerekiyor. Elbette kardeşlik hukuku derken soyut bir duygu durumundan ibaret bir olguya işaret etmiyorum. Bu hukukun normatif hukuk düzenlemeleriyle ete kemiğe büründürülmesi, güvence altına alınmasını da kapsayan bir bütünlüklü yaklaşımdan söz ediyorum. Kürt meselesi artık Türkiye’yi bölme riskiyle değil Türkiye’yi büyütme fırsatıyla konuşulmalı. Bölgedeki Kürtlerin gözü kültürel ve sosyal olarak Türkiye’ye dönük ve eğer gerçekten Türkiye isterse komşu Kürtlerin yüzü siyasal olarak da Türkiye’ye dönük olabilir. Bir imparatorluk bakiyesi ülkeye önünde bu kadar büyük fırsatlar varken bölünme travması yakışmamaktadır.” 

Destek ve Karşıtlık Trendi- Reha Ruhavioğlu

Kürt Çalışmaları Merkezi (KSC) Başkanı İbrahim Reha Ruhavioğlu, araştırlarını “Bu sürece destek trendine dair rakamları ‘Kürt toplumunda sürece destek yaklaşık üçte 1’le başladı ve %80’lere kadar geldi. Normalde Kürt toplumunun bir sürece potansiyel desteği %65’lerde başlıyorken bu sürece yaklaşık 3’te 1’le başlamasının sebebi, biraz sürecin başlamasındaki şok ve yürütülmesindeki karmaşık yöntem. Karşı olanların oranı da 3’te 1’lerden %10’lara kadar geriledi. Türklerde de sürece destek %40’ın biraz üstünde başlamıştı ve bugün %60’ları aşan bir noktaya ulaşmış durumda. Karşı olanların oranı Türk kamuoyunda %40’ın üstünde iken bugün dörtte 1’e, onun da biraz altına gerilemiş vaziyette” diyerek özetledi. 

Güven, Umut, Heyecan, Kaygı

Ruhavioğlu sunumunun en dikkat çekici başlığı duygulara dair rakamlar ve analiziydi: “Duygular neredeyse hiç hareket etmemiş yani -baz rakam olan- 3’ten uzaklaşmamış. Komisyonun başlamasıyla beraber merakta bir miktar artış var, o kadar. Onun dışında duygular desteğe eşlik etmiyor. Sürecin başarılı olacağını düşünenlerin oranı, destekleyenlerin oranının çok altında, %50’yi bulmuyor. Desteğin artmış olmasına rağmen, umut ve güven gibi duyguların pozitif yönde harekete geçmemesi üzerine düşünmenin çok önemli ve elzem olduğunu düşünüyorum.”

Bu notlar, toplumsal meşruiyet rıza ve güven gibi duygu dünyası ile ilişkili konularda alınması gereken daha çok mesafe olduğunu işaret ediyor. Liderler seviyesindeki kuvvetli duruş şu anda duygu dünyasının reflekslerini ya da donukluğunu süreç için bir tehdit olarak olmaktan çıkarıyor. Ancak sürecin sağlıklı bir zemine oturabilmesi rasyonel akıl kadar duygularında hareketlenmesi ile mümkündür. 

Ruhavioğlu, duyguların da destek dinamiğine eşlik etmesi için bazı güven arttırıcı adımlara ihtiyaç olduğunu, “Türklerin kaygıları, kabaca, örgütün silah bırakmayacağı, muhalefete baskıyla iç cephenin tahkim olamayacağı ve sürecin bir siyasi ajandasının olduğu gibi bir endişeler bileşkesinden oluşuyor. Kürtlerin kaygıları somut olarak Kürtlerin nasıl kazanımlar elde edeceğinin -belirsizliğinde kümeleniyor-” sözleriyle ifade ediyor. Kayyım atamaları, İmamoğlu-Özer tutuklamaları, Demirtaş’ın durumu ve demokratikleşme adımlarının gelmemesinin Kürt seçmendeki güvensizliği arttıran yönler olduğunu da sözlerine ekledi. 

Toplumsal Duyguyu Yönetmek

Konuşmacılardan Ahmet Tarık Çelenk geçmiş dönem Ekopolitik çalışmaları bağlamında toplumsal psikolojinin yönetimi, toplumda meseleye dair farkındalık ve bilinç oluşumunun tetiklenmesi, toplumsal rızanın ve meşruiyetin üretilmesi ve güçlendirilmesi, toplumla iletişimdeki hassasiyetler gibi birçok konuya değindikten sonra toplumda duyguların yönetilme usulüne dair ilginç bir anekdot paylaştı. Hakkâri gezisini anlatan Çelenk, “Çatışmalar şiddetlenmişti, biz Hakkâri’ye gittik. Yanımıza Ekopolitik ekibi olarak Ülkü Ocakları’ndan gençleri de aldık. Tabii otelin etrafı sarılmış, gençler slogan atıyor, güvenlik istemedik. Sloganlar eşliğinde birazcık da hafif mobbinge uğrayarak konferans salonuna kadar gittik. Cengiz Çandar, Murat Belge başladı, hep sloganlarla ıslıklarla… Cengiz Kapmaz, kitleyi korkunç mobilize ediyor. Söz Musa Serdar Çelebi’ye geldi ıslıklar hazırdı. Çelebi’ye bizim sevgili Halit Yalçın iki paragraf Kürtçe selamlama metni vermişti, Musa Serdar Çelebi Kürtçe okumaya başladığı anda salon birden afalladı, herkes sesini kesti, sonra birden çılgınca bir alkış başladı. Ondan sonra tabii Serdar Bey bildiklerini de söyledi. Çay arasında bütün gençler geldi, insani bir ilişki başladı.” 

Bu kısa anekdot aslında basit tedbirlerle toplumsal duygunun nasıl yönetilebileceğini ortaya koyuyordu. Tarık Çelenk’in dikkat çeken bir önerisiyle Türkiye’nin diğer ülkelerdeki Kürtlere yönelik hamilik yaklaşmanın Suriye’de görülmediğine dair tespitleri ve bu yöndeki önerileriydi. 

Kurucu Siyaset ve Güvensizlik Sebepleri

Sözlerine Türkiye’de donmuş olan siyasi zeminin bu hamleyle birlikte tekrar hareketlendiğini ve Bahçeli’nin çıkışının kurucu bir siyasi paradigmaya işaret ettiğini ifade ederek başlayan Ete, sürece destek veya karşıtlık noktasında toplumsal tutumun henüz oy verme davranışına dönüşmediğini vurguladı. 

Güven ve destek oranları hakkında: “Toplum bu meseleyi iktidarın bir meselesi, iktidarın topluma sunduğu bir proje olarak algılamıyor. Toplum, büyük oranda, bu meseleyi aslında siyasetin uzunca bir süredir üstüne alması gereken, geç kalınmış bir sosyal sorumluluk projesi olarak görüyor. Bu mesele bir şekilde çözülmeliydi, çözülmeli diye bakıyor bu meseleye. Dolayısıyla kim çözüyor, hangi enstrümanlarla çözüyor, bu iş nereye varıyor meselesine çok fazla takılmış gözükmüyor toplum. Yüksek destek oranına karşı sürecin gidişatına, sürecin yönetilme tarzına bir güvensizlik var. Bunu abartmak gerekir mi bilmiyorum. Çünkü bunun da birçok farklı dinamiği var; önceki süreçlerin akamete uğramasının ürettiği hafızayla ilişkisi var, toplumun PKK’ya yönelik Nasıl olsa bu sefer de bırakmazlar.’ duygusu var, Suriye’de yaşanan tartışmalara bakıp Suriye’de işleri böyle devam ediyorken Türkiye’de bu iş çözülmez.’ güvensizliği olabilir, kamuoyuna yansıyan aktörlerin verdiği itham edici mesajların ürettiği negatif algı olabilir, iktidara yönelik güvensizlik olabilir. Bu mesele seçime yönelik yürütülüyor ve en nihayetinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçilmesine hizmet edecek.’ duygusu var birçok toplumsal kesimde. Bunun listesi uzatılabilir yani güvenle ilgili bir sürü dinamik dolayısıyla bir güven eksikliği var ama sürece destekte henüz bir sorun yok” diyen Ete’nin güvensizliğe karşı önerileri ise şöyle: “Bu güven eksikliğinin de -benim kanaatim- en önemli panzehiri somut gelişmeler olacak. Somut gelişmeler olduğunda, toplum bu meselenin bir yere gittiğini, başarıya gittiğini fark ettiğinde güven duygusu da inşa edilecek. Dolayısıyla, ben bugüne kadar toplum dinamiğinin toplumsal hassasiyet bahsinde ayağımızı tökezletecek bir dinamiğe dönüşmediği kanaatindeyim”. Ete, bu yöndeki sözlerini bu desteğin çıkarılacak yasa ile ilgili de kuvvetli bir meşruiyet zemini olduğuna dikkat çekerek tamamladı. 

Toplumsal Temkin-Yüksel Genç

26 yıl önceki çözüm girişiminde Türkiye’ye gelen grubun üyelerinden biri olan Sosyo-Politik Saha Araştırmaları Merkezi (SAHAM) Koordinatörü Yüksel Genç, ilk kez bir çözüm sürecinde toplumsal temkinlilik halinin bu kadar uzun sürdüğünü söyledi: “Daha önceki süreçlerde toplumsal temkinliliğin bu kadar yüksek, uzun sürdüğünü söylemek çok güç, dolayısıyla bunu bir yere mimlemek ve Komisyon olarak belki de bunu bir düşünmek gerekiyor. İkincisi saha araştırma ve gözlemlerimiz toplum nezdinde barışa desteğin yüksek, sürece güvenin düşük olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Hâlihazırda da bu iki zıt durumun, asimetrik durumun aşıldığını söylemek çok güç. Sürecin toplumsallaşması ve toplumsal rızanın geliştirilmesi açısından sürece dair daha şeffaf, daha samimi, güven verici söylemlerin sahada çokça kullanıldığını ve aslında -süreci- yürütenlerin de en çok bu duygu hanelerini güçlendirmeye dönük yaklaşımlar içerisinde olmasının anlamlı olacağını belirtmek istiyoruz.” 

Desteğin Kalıcılığı İçin Köklü Çözümler Şart

Yaptıkları saha araştırmalarında, bir yıl boyunca sürece verilen desteğin nasıl arttığını ortaya koyan Genç’in, Kürtlerde sürece desteğin artırılmasına yönelik önerileri ise şöyleydi: “Barışın kalıcılaşması için ‘İki şey çok önemli.’ denir. Bir tanesi, barışın toplumsallaşması ve toplumsal rıza, üretim süreçlerinin güçlenmesi; bir tanesi de barışı gerektiren çatışma koşullarına neden olan kök nedenlerin çözülmesine dönük pratiklerin açığa çıkması. En nihayetinde şimdi ilerleyen süreç ağırlıklı olarak silahsızlanma tartışmaları üzerinden yürüse de başarısı için Kürt meselesinin kök nedenlerinin çözümüne dönük çok ciddi adımları ve dönüşümleri gerektirdiğini unutmamak gerekiyor.”

Genç, kök nedenler hakkında: “Bir kesim için sorunun ana kaynağı çatışmalar, silahlı bir örgütün varlığı, bir kesim için kimliklerin tanınmaması, kimlik ve kültür hakkının tanınmaması, kolektif kültür, kimlik hakkının tanınmaması, bazıları için siyasal temsil haklarının tanınmaması ya da siyasal temsil haklarının baskılanması, kimi açısından bölgesel eşitsizlikler, kimisi için de güvenlik paradigması içerisinde tariflenebilir ama tarihsel süreç içerisinde baktığımızda, şöyle 5-6 madde içerisinde kök neden tarifi yapmak mümkün. Bunlardan birincisi: Osmanlı’nın merkezileşme çabaları. İkinci bir neden, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın 4 parçaya bölünmüş olması, üçüncüsü Cumhuriyetin kuruluşuyla beraber ulus devlet formunun bir gereği olduğu iddia edilerek ortaya çıkan kimlik haklarının reddi, inkâr ve asimilasyon politikası olarak tariflenen ret politikalarının kendisi. Buna çok ciddi anlamda sosyopolitik bölgesel eşitsizlikler meselesi ve kaynak paylaşımında ortaya çıkan eşitsizlikler meselesini ekleyebiliriz” açıklamasında bulundu. 

Toplumsallaşma mevzuunda Yüksel Genç’in dikkat çektiği bir mevzuu da katılım mekanizmaları oldu: “Bölgedeki yurttaşların sürece katılımlarını güçlendirecek katılım ve bilgilendirme mekanizmalarının sınırlılığını gözlemlediğimizi ve bu konuda ciddi anlamda şikâyetler olduğunu saha araştırmalarımızdan biliyoruz. Dolayısıyla sürecin toplumsallaşması ve toplumsal rızanın geliştirilmesi açısından duygu hanelerini güçlendirmeye dönük yaklaşımlar içerisinde olunmasının anlamlı olacağını da belirtmek istiyoruz.”

Genç’in saha araştırmalarına referansla güven artırıcı önlemler olarak önerileri ise İnfaz Kanunu’nda değişiklik, Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılması, hasta tutukluların bırakılması, ceza süresi dolmuş tutukluların durumu, umut hakkı, süreci yürütenlere yasal güvencenin sağlanması, kayyum uygulamalarının sonlandırılması, siyasi af gibi mevzular oldu. 

Barışın Temettüsü, Ekonomi

TEPAV başkanı Güven Sak’ın sunumu, iç cephenin tahkimatı sonrası barışın temettüsü olarak artacak ekonomik gelirler hakkındaydı. Van, Kapadokya ve Erivan’ı karşılaştıran detaylı sunum, başarıyla tamamlanmış bir barışın 23.000 kişilik bir istihdam ve 1 milyar 200 milyon dolarlık katma değer oluşturacağı şeklindeydi. 

Suriye Meselesi

Geniş ve detaylı bir bölgesel sunum yapan Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM) Başkanı Dr. Kadir Temiz sunumunu Türkiye’deki Kürt vatandaşlarının da yakından takip ettiği ve sürece dair güvenini derin bir şekilde etkileyen Suriye hakkındaki değerlendirmeler ile tamamladı: 

Sonuç olarak, siyasi iletişim mekanizmalarının güçlendirilmesi kanaatimizce ciddi önem arz etmektedir. Türkiye’nin özellikle Irak’ta Kuzey Irak ve Suriye’de, kuzeyde Suriye Kürtleri ile çok boyutlu temas kurabileceği yeni resmî veya gayri resmî diplomatik kanallar açılmalıdır, zira tam da sürecin bu aşamasında taraflar birbirlerinin kanaati hakkında olumlu veya olumsuz bildirimler almak zorundadır. Yerel aktörlerle stratejik diyaloglar kurulmalı, özellikle ENKS, aşiretler ve bölgesel partiler gibi aktörlerle doğrudan ve sürekli iletişim mekanizmaları tesis edilmelidir. Kalkınma diplomasisi teşvik edilmeli. Irak’ta Kalkınma Yolu gibi daha olumlu, biraz önce bahsettiğim bölgesel ve küresel trendleri de destekleyen gelişmelerin özellikle Musul, Kerkük ve Deyrizor gibi, hatta kuzey Suriye’nin hemen hemen genelinde kalkınma, eğitim, sağlık ve altyapı yatırımları hem güvenlik hem de bir anlamda meşruiyet üretici çalışmalar olarak ortaya çıkabilir. Toplumsal hafızaya ve mağduriyetlere karşı oldukça duyarlı olunması gerekiyor. Bizim de gözlemlediğimiz üzere sürecin sürdürülebilirliği özellikle Irak’ta 2003 yılından bu yana kurulmaya çalışılan düzenden bağımsız okunamaz. Hakeza Suriye’de Kürt sorunu hiçbir şekilde hem Baas rejimi hem de geçtiğimiz on yılda şahit olduğumuz iç savaşta yaşanan travmatik gelişmeler olmadan açıklanamaz. Dolayısıyla yerel dinamikler her ülkede farklı ekonomik, sosyal ve kültürel durumlar ortaya çıkarmış durumda ve bunun toplumsal boyutları da hesaba katılarak farklı bölgelerde farklı çalışmalar yapma zaruriyeti bulunmaktadır. Tabii son olarak, şeffaf ve aşamalı bir yol haritası aslında kamuoyuyla bir an önce paylaşılmalı.”

Kamusal İlgisizlik

GENAR Araştırma Başkanı İhsan Aktaş bugüne kadar yaptıkları çalışmalar hakkında bilgi verdikten sonra sürece desteğe dair güncel verileri şöyle paylaştı: “En son 5 bin denekle yaptığımız araştırmada doğrudan Kürt seçmene sorduğumuz bir soru: Türkiye benim vatanımdır.’ ‘Türkiye Cumhuriyeti Bayrağı hepimizin bayrağıdır.’ ‘Türkiye’de kendimi, düşüncelerimi rahatlıkla hissediyorum.’ Birinci soru yani Türkiye benim vatanımdır.’ %96, Kürt-Türk kardeştir.’ %88, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan gurur duyuyorum.’ %95. Kürtlerin bu ülkenin vatandaşı olmak, bu ülkede yaşamak ya da bu ülkenin bayrağıyla övünmek gibi meselelerde neredeyse %80 ile 90 arası olumlu bir veri. Elbette ki yani biraz da ayrılıkçılık söylemlerinin ortadan kalktığı, Abdullah Öcalan’ın da açıklamalar yapmasından sonraya geliyor bu veriler. Özellikle toplumsal temelde bu tür süreçlerin neye dayandığını ortaya koyan önemli veriler olduğunu düşünüyorum. Bugünkü desteğe bakacak olursanız terörsüz Türkiye sürecine olumlu destek %50, 55, 59 arasında gidip geliyor; başarıyla alakalı, başarılı olup olmayacağına dair tereddütler de bununla beraber devam ediyor.” 

Vatandaşın duygu dünyası ile süreç arasındaki bağın zayıflığını ise ilgisizlik olarak açıklıyor Aktaş: “‘Şu süreçle alakalı vatandaş ne kadar heyecanlanıyor, ne kadar heyecanlanmıyor?’ meselesini bazı araştırmacılar ve yorumcular bir tepki ve karşıtlık olarak yorumluyorlar. Buna biraz ilgisizlik’ tanımını kullanmak istiyorum. Terörle alakalı Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?’ diye bir soru sorduğumuzda, 2006’da %14’te başlamış, 2011’de %60’lara çıkmış yani sorun olarak vatandaşın görmesi ve 2016’da yine %60’larda. Bugün sorun olarak vatandaşın tanımlaması %1’de. Son dört beş yıldır %1, 1,5, 2. Terör Türkiye’de %1 oranında ya da ülke gündeminde hiç yokken çözümün gündeme gelmesi aslında vatandaşlarda büyük heyecan oluşturmadı. Siyasi anlamda, entelektüellerin bakışı, uluslararası ilişkilerde, büyük Türkiye’nin geleceğinde, Türkiye’nin bölgesel güç olması… Paradigma üzerine çalışanlar için bu çok kıymetli, çok devrimsel bir süreç, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin 2’nci defa yeniden kurulması anlamına da gelir. Fakat baktığınız zaman, vatandaşın özellikle terörden canı yanmadığı için birinci derecede gündemi olmayan bir mesele siyaseten yürütülüyor. Ben bunu karşıtlık’ yerine ilgisizlik’ olarak tanımlamak istiyorum. Diğer taraftan da belki buraya bu teklifi sıkıştırabiliriz.” 

Girasun ve Ruhavioğlu’nun tutanaklara geçecek şekilde, birçok konuşmacının ifade ettiği araştırmacı Mehmet Ali Çalışkan’ın “Kent Uzlaşısı” dosyasındaki tutukluluk nedeniyle bu toplantıda bulunamıyor olmasına dair haklı üzüntülerini biz de kayda geçirmiş olalım.

Toplumsal Desteğin İki Merhalesi

Birçok sunumda dikkat çekildiği üzere, bu ve benzeri süreçler literatürde “negatif barış” ve “pozitif barış” olarak ayrıştırılır. Negatif barış, şiddetin, çatışmanın, terörün sona ermesidir. Pozitif barış ise şiddet, çatışma, teröre sebebiyet veren kök sebeplerin tamamen ortadan kaldırılması, toplumsal barışın kalıcı bir şekilde tesis edilmesidir. Her iki süreç için de ayrı ayrı toplumsal rızaya ihtiyaç duyulacağı açıktır. Kısa vadede eve dönüş yasasının toplum tarafından desteklenmesi siyaset açısından ilk önemli sınav olacaktır. Örgütün fesih ve silahsızlandırılması ile ilgili yüksek olan toplumsal desteğin sürecin ihtiyaç duyduğu yasalar söz konusu olduğunda azaldığı görülmektedir. Sürecin ihtiyacı olan yasal çalışmalara desteğin sağlanması toplumsal destek ile güven arasındaki açı farkının kapatılması ile mümkündür. Birçok konuşmacıya referansla aktarılan güven arttırıcı adımların gecikmeksizin hayata geçirilmesi gerekir. Negatif barışı kalıcı hale getirecek olan örgüt üyelerinin tabi olacağı hukuki statünün netleştirilerek örgütsel mekanizmaların tamamen tasfiyesine dair ihtiyaçlar kolay benimsenmeyebilir. Bu noktada örgüt üyelerinin kategorizasyonu ve bir kısmı ile ilgili düzenlemenin zamana bırakılacak olması tepkili toplum kesimlerini rahatlatabilir. Şiddete karışmak, emir komuta zincirinde yer almak gibi basit kriterler de yol gösterebilir. Eve dönecek olan örgüt üyelerinin kapsayıcı bir yaklaşımla güvenlik boşluğu bırakmayacak şekilde dizaynı gerekir. Bu anlamda eğitim, ekonomik, sosyal, Siyasal hayata katılım mekanizmalarını yasa içerisinde yer alması eve dönüş sürecinin başka bir düzenlemeye ihtiyaç kalmadan yapılması anlamına gelir. 

Pozitif barışın tesisi için idari adımlar, yasal ve anayasal değişiklikler olacaktır. Toplumun rızasının niteliksel dönüşümü ve devamlılığı atılacak adımları rahatlatacaktır. Toplumsal rıza yani demokratik meşruiyet daha uygun bir süre gündemimizde bulunması gerekecek bir kavramdır.

Süreçte Öteki Bırakmamak

Toplumsal rıza, güven, destek, meşruiyet mevzularını sadece süreci merkeze alan yaklaşımlarla okumak ve değerlendirmek eksik kalır. Süreç yönetiminin, dışarıda öteki bırakmayacak ve kapsam dairesini dar tutmayacak bir anlayışla yürütülmesi gerekir. Bu süreç sadece Kürtler ve sadece PKK için yürütülüyor algısı, geniş kesimlerin desteğini aşağı çeker, İhsan Aktaş’ın ifadesiyle, onları sürece karşı ilgisizleştirir. Bu sürecin herkes için demokrasi, herkes için adalet, herkes için özgürlük getireceği adımlar atılarak, kamuoyuna kuvvetli bir kanaat aktarılmalıdır. Yapısal dönüşüm ve düzenlemelerden önce hakkında kesin hüküm bulunmayan KHK’lıların işe dönüşü, İnfaz Yasasında eşitlik, Covid ve benzeri düzenlemeler, AİHM ve AYM kararlarının ışığında Fetö dosyalarının gözden geçirilmesi gibi adımlar toplumun geniş kesimlerinin beklentisini karşılayacak, adalet duygusunu onaracaktır. 

Geçmişle Yüzleşmek

Sürece desteği artırmak, güvensizliği derinleştirmemek için üzerinde mutabık kalınan örtülü bir husus da geçmişe ilişkin anlatılardan uzak durulması hususudur. Komisyon kuruluş çalışmalarında Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, AK Parti Grup Başkanı Abdullah Güler, Grup Başkan Vekili Abdulhamit Gül, MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’ın özenle vurguladığı, “Bu Komisyon geçmişte yaşanmış acıların konuşulduğu bir komisyona dönüşürse gelecek tahayyülünde ortaklaşmak ve yeni bir dil ortaya koymak güçleşir. Bu nedenle Komisyon geçmişe dair dinlemeler yapmamalıdır” şeklindeki hassasiyet komisyon pratiğinde vücut bulmuştur. Şehit aileleri, Barış Anneleri, Cumartesi Anneleri, Diyarbakır Anneleri bölgeden gelen bir kısım mollalar geçmişe dair anlatılarda bulunmuş olsa da Komisyon’un temel prensibi geçmiş hakkında konuşmamak, konuşulmuş olsa da bunu bir tartışma zeminine dönüştürmemek şeklinde ilerlemiştir. 

Beklenti Yönetimi

Süreç yöneticileri, karar alıcılar, toplumsal liderler hitap ettikleri kesimi rasyonel bir şekilde olası gelişmeleri hazırlamalıdır. Abdullah Öcalan’ın bu süreci çözüm değil, barış süreci olarak kodladığı ve sorunun çözümüne dair mevzuları siyasetin gündemine bıraktığı açık ve net iken, 1 Ekim’den 27 Şubat bildirisine kadar bu yaklaşımın kamuoyuna anlatılmamış olması, Diyarbakır meydanında hezimet hissiyle akan gözyaşlarıyla sonuçlanmıştır. Şu anda da örgüt yöneticileri ve ilişkili toplumsal önderlerin sürekli olarak Öcalan’ın özgürlüğü üzerinden yarattığı beklenti yarın bu tarihsel adımın hak ettiği şekilde kavranmaması ve yenilgi hissinin egemen olacağı bir psikoloji yaratabilir ki bu da sağlıklı bir durum olmayacaktır. 

Netlik ve Sahiplenme

Atılması gereken olası adımlara ilişkin en net tutumun Devlet Bahçeli ve Hukukçu Kurmayı Feti Yıldız tarafından yürütüldüğünü bir kez daha kayda geçirmek gerekir. Sürece dair yaklaşımı ile sürecin meşruiyet kaynaklarından birine dönüşen, sürecin tıkanma noktalarında yol açan, sürecin nihai hedefine dair bir tür garantörlük üreten Devlet Bahçeli kadar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da kamusal iletişime dahil olması, 7 bölge 81 ilde en az üç kez geniş katılımlı programlar yapan Milliyetçi Hareket Partisi kadar AK Parti’nin de sahadaki varlığı ve söylem tercihi sürece destek ile güven arasındaki açı farkını azaltacaktır.

Birinci Yılında Süreç: Meşruiyet, Güven, Rıza - MEHMET EMİN EKMEN

Dipnotlar:

1) Katılımcı Listesi:

Komisyon’un 1. Oturumunda usul ve esaslar tartışılmış, 2. Oturum kapalı gerçekleşerek İçişleri Bakanı Sn. Ali Yerlikaya, Millî Savunma Bakanı Sn. Yaşar Güler ve Millî İstihbarat Teşkilâtı Başkanı Sn. İbrahim Kalın sunum yapmış, ardından soru-cevap işlemi gerçekleştirilmiştir. 3. Oturum, Komisyon çalışmaları kapsamında davet edilecek kurum ve kişiler konusunda müzakere ve yazılı teklif alma hususunda olmuştur. 4. Oturumda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Sn. Mahinur Özdemir Göktaş sunum yapmış olup; Türkiye Harp Malulü Gaziler, Şehit Dul ve Yetimleri Derneği, Türkiye Gaziler ve Şehit Aileleri Vakfı, Türkiye Şehit Yakınları ve Gaziler Dayanışma Vakfı, Emniyet Teşkilatı Vazife Malulü ve Şehit Aileleri Vakfı ile Diyarbakır Anneleri dinlenmiştir. 5. Oturumda Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri, İnsan Hak ve Hürriyetleri ve İnsani Yardım Vakfı (İHH), İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (Mazlumder) ve Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı ağırlanmıştır. 6. Oturumda Türkiye Barolar Birliği ile Ankara 2 Nolu, Bingöl, Diyarbakır, Hatay, İstanbul 2 Nolu, Malatya, Mardin, Mersin, Sivas ve Van Baro Başkanları k
Editör: N. Cingirt

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Bursa'da planlı su kesintisi uygulanacak
Çevre - Ekoloji
1.10.2025
Bursa'da planlı su kesintisi uygulanacak