
Memlekette çoğu zaman, Hollywood’vari bir bilim kurgu filminin içinden geçiyormuş hissi ile yaşıyoruz.
İlk bilim kurgu tarzı film 1902 yılında çekilmiş. Adı da “Aya Yolculuk.” Hem film hem de kurgu olmasına karşın insanlar izlerken hayli heyecanlanmışlar. Daha sonraki bilim kurgu filmlerinin izleyenlerde yarattı etkinin uzun süre geçmediğini de biliyoruz. Bizim filmin etkisi kalıcı.
Aynı sokakta, aynı apartmanda, aynı mahallede oturanların bir kısmı ülkenin şahane bir durumda olduğuna inanırken diğer bir kısmı ülkenin bittiği inancında. Çünkü her iki kesimin izlediği uzun metrajlı film kareleri ayrı ayrı bunu anlatıyor. Birisinde “işler yolunda her şey iyi” diğerinde “her şey kötü.”
Her şeyin “iyi” olduğu kısımdaki sıkıntı, her şeyin iyi olmadığını bizzat yaşayarak gördükleri anda bile filmin etkisinden kurtulamamaları. Bu tarafın en ciddi semptomu da bu. İşlerin iyi olmadığına inanların durumu da parlak değil. Her akşam sürekli, ülkede işlerin iyi gitmediğini anlatan ve film tadında olmayan bir şeyler izliyorlar. Her gün yaşadıklarını ekranlarda durmadan onlara anlatıyorlar.
Adalet Bakanı hukuk devletinden bahsediyor, Maliye Bakanı ücretliyi ezdirmediklerinden söz ediyor. Sokaktaki gerçek hayatla muhatap olan insanın bunlardan haberi yok. Çünkü aynı sinema salonundalar ama farklı filmleri izliyorlar.
Bir taraf o eski sinema afişlerindeki gibi “renkli, cinemascope” film izlerken diğer taraf ses ve görüntü efektleri ile oluşturulmuş bilim kurgu filmin içindeler.
Bu mevzuyu hayli uzatabiliriz. Ama ben başka bir sinema salonuna götürmek istiyorum sizi. Bu sinema salonunda izlediği filmden memnun olanlardan fazla rahatsız olanlar var. Gerçekten bilim kurgu filmlerinde ancak rastlanabilecek olaylar var burada.
Bahçeli ikna edilemedi
TBMM’de kurulan komisyonun Abdullah Öcalan’a giderek onunla görüşmesini DEM istiyordu. DEM’e, bu talebi çok güçlü bir şekilde dillendiren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de yine “önder Öcalan” diyerek katıldı. Son bir yıldır devam eden ne kadar süreceğini ve nasıl biteceğini kimsenin kestiremediği filmin önemli bir karesinde, MHP ve DEM hem de Öcalan konusunda aynı yerde. Tam bilim kurgu film işi.
Bahçeli, Öcalan ile görüşülmesi gerektiğine ilişkin açıklama yapacağını AKP kanadı ile paylaşmış. AKP kanadı da bu önerinin ilk DEM’den gelmiş olmasını da göz önünde bulundurarak sıcak bakmamış.
TBMM’den resmi bir heyetin İmralı’ya giderek bir hükümlü ile görüşmesinin ciddi bir tartışma yaratacağı, suistimal edileceği kaygısı ve gerekçesiyle hem TBMM kanadı hem de AKP kanadı konuya olumsuz baktıklarını söylemişler.
Hatta Bahçeli’nin bu açıklamayı yapmamasının faydalı olacağı bile iletilmiş. Bütün bu girişimlere karşın Bahçeli TBMM grup toplantısında -DEM’in de hemen olumlu bulduğu- açıklamasını yaptı. Bahçeli meseleyi biraz daha ileri götürerek, komisyondaki MHP’li üyelerden birisinin kesinlikle İmralı’ya gidecek heyet içinde yer almasını da istemiş.
Bahçeli’nin bu güçlü çıkışı doğal olarak AKP kanadında da sıkıntı yarattı. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş grup başkanvekilleri ile komisyon toplantısı öncesi görüşerek ön aldı ve İmralı’ya gitme meselesinin en azından tartışılmasını zamana yaydı. Ama Bahçeli’nin talebinin yerine getirilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Sorun ne zaman olacağı.
Yaklaşık 1 yıl önce Bahçeli’nin açıklamalarıyla başlayan ve TBMM’de komisyon haline de dönüşen süreçle ilgili olarak Erdoğan’ın pozisyonu sürekli tartışılıyor. Meseleye hayli uzak durduğu gibi tespitler de mevcut. Bakıldığı zaman bu tespitlerin doğru olduğu gibi bir fotoğraf da önümüzde duruyor.
AKP tarafı bunu “ihtiyatlı iyimserlik” olarak tanımlıyor. Bu tanım, konunun içinde en azından Erdoğan açısından hayli politik risk taşıdığı gibi bir anlam da çıkarıyor. Yine AKP tarafına göre Erdoğan’ın bu pozisyonuna rağmen Bahçeli’nin çıkışları hayli cesur ve bunu da “Bahçeli’yi tutamıyoruz” diye yorumluyorlar.
Demirtaş nerede?
Sürecin genel siyasetinde Bahçeli, TBMM tarafında Kurtulmuş ve merkezinde Öcalan var. 2 önemli özne detaylarda bile yok. Erdoğan ile Selahattin Demirtaş. Erdoğan’ın “devlet” ve “politika” olarak 2 ayrı şapkası var. Siyaset yapmasında konforlu bir alan yaratan bu 2 şapka, bu meselede, politik beklentiler ve barındırdığı riskler açısında Erdoğan için kolaylaştırıcı değil zorlaştırıcı oluyor. İşin “ihtiyat” kısmının nedeni bu.
Uluslararası ilişkiler açısında Suriye meselesini, tam da Trump’ın dile getirdiği gibi “sahiplenen” Erdoğan, Suriye’nin içindeki düzen kurma, ilişkileri düzenleme işini de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın sırtına yüklemiş vaziyette. Yani burada olacaklardan da sorumlu olmayacak. İşte size bir “ihtiyat” daha.
Selahattin Demirtaş ile ilgili olarak AİHM’in “ihlal” kararında Türkiye’nin son anda itiraz hakkını kullanması çok tartışıldı. Hatta Devlet adına, tam da süreç işliyorken itiraz edilmesi eleştirildi. Hatta Demirtaş’ın son duruşmada tahliye edilmemesi Öcalan’a bile bağlandı.
İktidar, Demirtaş meselesinde “normal rutinini” takip ediyor. Orada bir sıkıntı yok. AİHM kararına prosedür gereği de olsa itiraz edilecekti. Mesele AİHM kararının uygulanmaması, karara itiraz değil. Tahliye edersiniz, itirazınızı da bundan sonra iletirsiniz. Ama rutin öyle işlemiyor. Çünkü TBMM’deki masanın da devam eden sürecin de bu rutinle hiçbir ilgisi yok.
Neden sonuç ilişkisinde neden hep Suriye, YPG ve SDG olarak karşınıza çıkıyorsa bu kurguda Demirtaş’ın olmaması çok normal. Bahçeli’nin Öcalan’a çağrı yaptığı adres Suriye, ilgi orayla sınırlı. Ve Suriye denkleminde Öcalan’a göre Demirtaş bir nevi “etkisiz ve ilgisiz” isim.
ABD’den iki uyarı
ABD’de heyetler arası görüşmeler de en az Trump- Erdoğan ikili görüşmeleri kadar olumlu geçmiş. Bu görüşmelerin birisinde çok net Türkiye’ye öneri tadında “uyarı” gelmiş:
“Gazze meselesinde İsrail’e karşı çok sertleşmeyin, Suriye’de Kürtlere dokunmayın.”
Başta Hakan Fidan olmak üzere iktidar temsilcilerinin SDG’ye karşı kullandığı o “sert” dil hayli yumuşamış gözüküyor. Her ne kadar iktidar medyası aynı dille haberleri sunmayı sürdürse de Erdoğan dahil iktidar tarafındaki bu dil değişikliği hemen fark ediliyor. Bu görüşmelerde ortaya çıkan en net durum, Türkiye’nin ne olursa olsun Suriye’de herhangi bir askeri müdahalenin ya da çatışmanın tarafı olmayacağı.
Halep’de, HTŞ’li gruplardan bazılarının SDG’ye saldırması ve bunun çatışmaya dönmesi üzerine Türkiye hemen devreye girdi. Bu saldırılarda beklenti hep “Türkiye destek” verecek şeklinde oluyor. Ama bugüne kadar hiç olmadı.
Bu çatışmaya da Türkiye hemen müdahale ederek olaya el koydu ve çatışmayı durdurmakla kalmadı. ABD Ankara Büyükelçisi ve Suriye sorumlusu Tom Barrack’tan önce tarafları en üst düzeyde uyardı. Türkiye, Şam’a ve SDG’ye, ocak ayına kadar her konuda ve Suriye’nin bütünlüğünü koruyacak şekilde anlaşmaları için süre tanıdı. Bu konuda ciddi olduğunu da gösterdi.
Ara sıra biraz da muhalefetin yarattığı o Yeşilçam’ın “romantik” filmlerinin içinden geçsek de gerçekte iktidarın herkesi şaşırtarak yarattığı ciddi bir bilim kurgu filminin içinde gibiyiz…
Editör: N. Cingirt
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.