Osman Kavala: Shylock ve Netanyahu
Osman Kavala: Shylock ve Netanyahu
12.10.202513:41
Haber Merkezi
115

“Netanyahu’nun kayıtsız şartsız kendisine hak veriyor olması, ideolojik şartlanmadan dolayı rasyonel düşünme yetisini kaybetmiş birçok siyasetçide görülen ortak bir özellik. Netenyahu ve partisi Likud, İsrail siyaset sahnesinde aşırı sağ-radikal kanadın temsilcileri. Bu ideolojik çizgiyi Shylock zihniyetinin vücut bulmuş hali olarak tanımlamanın sorunlu olduğunu düşünüyorum.”

Halide Aral, 30 Temmuz tarihinde Karar gazetesinde yayınlanan yazısında Shakespeare’in Venedik Taciri oyunundaki Yahudi tefeci Shylock ile Netenyahu’nın karakterleri arasındaki benzerlikleri konu almış. Sayın Aral, aynı dine mensup olmalarının yanı sıra “kişiliklerini ve dış dünyaya karşı tavırlarını kin ve nefretle biçimlendirmeleri ve kendilerine kayıtsız şartsız hak vermeleri”nin her ikisinin ortak özellikleri olduğuna işaret ediyor. “Shylock zihniyetinin, yani kin, nefret, intikam politikasının …. Netenyahu’da vücut bulduğunu”, Netenhayu’nun “Shylockvari” biçimde “gözü dönmüş bir halde kasap gibi” insanları öldürdüğünü yazmış, Netenyahu’nun gerçek motivasyonu olan yayılmacı vadedilmiş topraklar ve seçilmiş üstün ırk ideolojisi ile de Shylock’un “kutsal kavim” anlayışını ilişkilendirmiş.

Netanyahu’nun kayıtsız şartsız kendisine hak veriyor olması, ideolojik şartlanmadan dolayı rasyonel düşünme yetisini kaybetmiş birçok siyasetçide görülen ortak bir özellik. Bildiğimiz gibi Netenyahu ve partisi Likud, İsrail siyaset sahnesinde aşırı sağ-radikal kanadın temsilcileri. Bu ideolojik çizgiyi Shylock zihniyetinin vücut bulmuş hali olarak tanımlamanın sorunlu olduğunu düşünüyorum. Shylock’un kasap gibi insan öldürme dürtüsüne sahip olduğu yorumu da onu Shakespeare’in niyeti hilafında bir kötülük simgesi haline getiriyor.

Bu itirazlarımı gerekçelendirmek için hem Venedik Taciri ve Shylock karakteri etrafındaki tartışmalar hem de Siyonizmin tarihsel arka planı ve evrimi üzerine bir şeyler yazmak istedim.

TEFECİ SHYLOCK

Shylock, Shakespeare’in çevresinde bulunan bir Yahudi’den esinlenerek yaratmış olduğu bir karakter değil. Hamlet ya da Othello gibi Shakespeare’in hayal gücünün bir ürünü de değil. Shakespeare, 13. yüzyılda ana hatları şekillenmiş, davranışlarını para kazanma hırsının belirlediği Yahudi tefeci klişesini kullanmış. Piyes de 13. yüzyılda Venedik’te geçiyor.

Önceleri tefecilik / borç verme faaliyetleri yürüten Hıristiyanlar daha fazlaymış. Mesela Papa III. Alexander, Hıristiyan tüccarlardan kredi alıyormuş. Aynı dönemde tahtta olan I. Edward, önceleri Hıristiyan tefecilerle çalışıyorken daha sonra onların yerini Yahudiler almış. 10. yüzyıldan itibaren Avrupa’daki sosyal-siyasi gelişmeler sonucu Yahudiler artizan loncalarından dışlanmışlar, halka doğrudan mal satmaları engellenmiş, arazi ve mülk edinebilmeleri de kısıtlanmış. Zaten kırsal alandaki arazilerini I. Haçlı Seferi sonrasında artan işgal ve yağmaya karşı koruyamamaları da onları tarımdan uzaklaştırmış. Kamu kuruluşlarında çalışmaları da mümkün değil.

13. yüzyıl Avrupası’nda Yahudiler için para kazanmanın yegâne yolu para satmak, tefecilik yapmak haline geliyor. Yahudiler kralın koruması altındalar, ancak bu krala bağlı serflik gibi bir statü, miras bırakma hakları yok. Krallar, prensler, mülk sahipleri ile yoğun iş ilişkileri Yahudi tefecileri sosyal, ekonomik gelişmelerden mağdur olanların gözünde sosyal adaletsizliğin simgesi haline getirmiş.

I. Edward, 1290’da hizmetlerinden yararlandığı tefecilerle birlikte bütün Yahudileri tehcir ediyor, varlıklarına el koyuyor. Bu tarihten sonra İngiltere’de hatırı sayılır bir Yahudi nüfus kalmıyor, dolayısıyla para satmak Hıristiyanlar tarafından yapılıyor. Nitekim Shakespeare’in babasının da kendisinin de faizle kredi vermiş olduğu biliniyor.

Venedik Taciri’nin olay örgüsünde ana dramatik unsur olan, vaktinde geri ödenmemesi halinde alacaklıya borçlunun etini alma hakkı veren anlaşma ve bu şartı uygulatmak isteyen Yahudi tefeci, 13. yüzyılda yazıldığı düşünülen, Floransalı Ser Giovanni’nin lI Pecorone kitabındaki masalımsı bir hikâyeden alınmış. Hukuk uzmanı kılığına giren güç ve servet sahibi “Belmont’lu Hanımefendi”nin mahkemeye müdahil olması ve et kesme sırasında kan dökülmesi halinde tefecinin boynunun vurulacağı uyarısıyla anlaşmayı uygulanamaz hale getirmesi; tefecinin, kendisine yapılan borcun misliyle ödenmesi teklifini geri çevirdiği için vermiş olduğu parayı dahi alamaz hale gelmesi bu hikâyeden.

Borç alanın etinin teminat olarak gösterildiği anlatıların kökenlerinin izini süren Toulmin Smith, ilk yazılı kaynağın 12. yüzyılda yazılmış “Dolopathos” adlı bir masal külliyatı olduğunu tespit etmiş. Bu anlatıların çoğunda bir Hıristiyan bir Yahudi’den borç alıyor. Ancak tabii, Yahudiler hiçbir zaman Avrupa’nın hiçbir köşesinde borcunu ödemeyen bir Hıristiyan’ı bu şekilde cezalandırma gücüne sahip olmamış. Hıristiyan işçi çalıştırmalarına bile izin verilmemiş.

Bu hikâyelerde Yahudi tefecilerin gayri insani şartlar dayatıyor olmalarının nedeni onlara atfedilen aşırı para kazanma hırsının yanı sıra Yahudilerin şeytanla ilişkilendirilmeleri olabilir. R. I. Moore, 10. yüzyıldan itibaren Yahudilerin şeytanla iş birliği halinde Hıristiyanlara karşı kötülükler planladıkları, yaptıkları gizli ayinlerde kaçırdıkları Hıristiyan çocukların kanlarını kullandıklarına dair hikâyelerin halk arasında yaygınlaştığını anlatıyor.

Shakespeare Venedik Taciri’nde Yahudi tefeciye lI Pecorone’dekinden çok daha ağır bir son hazırlamış. Hukuk doktoru kılığındaki Portia, Belmontlu Hanımefendi’nin argümanıyla anlaşmayı uygulanamaz hale getirdikten sonra Shylock’un anlaşmadaki cezai şartı uygulamak üzere Antonio’nun etini kesmeye kalkışmasını bir yabancının (Yahudiler yabancı statüsünde olduğundan) bir Hıristiyan’ı öldürme teşebbüsü olarak nitelendiriyor, böylece Shylock’un bütün servetine el konuyor. Shylock canını kurtarmak için dinini değiştirmek zorunda kalıyor. Shylock’un bu kadar ağır bir şekilde cezalandırılması, tefeci Yahudi kimliğinin berhava olması, oyunu büyük çoğunluğu ayakta izleyen iki bin civarındaki seyirciye adalet yerini buldu diye düşündürmüş olabilir. Ancak, Portia’nın kendisini hukukçu diye tanıtarak mahkemedekileri kandırmasını; hem bilirkişi, hem savcı hem de yargıç rolünü üstlenmesini; ceza yasalarını işine geldiği gibi yorumlamasını Shakespeare’in örnek bir yargılama süreci olarak anlatmadığı kesin.

Piyeste Yahudi tefeciye hazırlanmış olan bu trajik sonu dengeleyen önemli unsurlar var. Shakespeare Shylock’a lI Pecorone’deki tefecide bulunmayan insani özellikler kazandırmış. Onu toplumdaki ilişkileri içinde değerlendirebilmemize, davranışlarını motive eden somut etkenleri öğrenebilmemize, yaptıklarını tasvip etmesek de anlayabilmemize imkân sağlıyor.

Shylock, Antonio borç almaya gelmeden önce, kendi kendine konuşurken Hıristiyan olduğu için ondan nefret ettiğini, nefretini artıranın Antonio’nun faizsiz borç vererek Venedik’te faiz oranlarını düşürmesi olduğunu söylüyor. Ancak hemen arkasından Antonio ile konuşmasında, nefretin tek taraflı bir his olmadığını, kendisinin insan yerine konulmamasından kaynaklandığını da öğreniyoruz: “Bana inançsız, boğazı kesilecek köpek dediniz / Ve tükürdünüz Yahudi giysilerime… Sakalıma tüküren, kapınıza gelen bir sokak köpeği gibi / Bana tekme atan siz, şimdi benden para istiyorsunuz.” Uğruna borç anlaşmasına girdiği arkadaşı Bassanio’nun anlatımıyla, İtalya’da “en fazla Romalı onuru” taşıyan insan olan Antonio, Shylock’a karşı haysiyet kırıcı bu tavrını değiştirme niyetinde olmadığını ifade ediyor: “Aynı şeyleri sana yine söylerim / Yine sana tükürürüm, yine seni tekmelerim … Paranı düşmanına veriyormuş gibi ver ki, gününde geri alamazsan / Cezasını ödesin yüzü kızarmadan.” Bu sözler karşısında Shylock, Antonio’nun meşru görmediği faizi talep etmeden ona borç vereceğini söylüyor, ancak zamanında ödemezse karşılığında bir pound (yarım kilo) etini alma şartını öne sürüyor. Antonio sevinerek bu teklifi kabul ediyor.

Paula Marantz Cohen, toplumdan nasıl etkilendiğimizi ve onu nasıl etkilediğimizi anlatan en önemli yazar olarak gördüğü Shakespeare’in yazı hayatı boyunca toplumun dışında gibi görünen, toplumsal normlara aykırı davranan karakterleri, kurban haline getirmeden, insani boyutlarıyla incelediği, yaşadığı dönemdeki toplumsal anlayış ve kabullerin ötesinde bir ufka sahip olduğu değerlendirmesini yapmış. Shakespeare tefeci Yahudi klişesini kullanırken aynı zamanda Yahudilere yönelik önyargılara ve aşağılayıcı tavırlara da ışık tutmuş oluyor.

Piyeste bir başka toplumsal ve siyasi nitelikli eleştiri daha var: Syhlock anlaşma gereği Antonio’nun etini kesme hakkına sahip olduğunu savunurken (ancak 1807 yılında İngiltere’de yasal olmaktan çıkarılan) kölelerin alınıp satılmasını örnek gösteriyor: “Eşeklerinize, köpeklerinize, katırlarınıza yaptırdığınız / Ne kadar adi ve aşağılık iş varsa / Aynısını layık görürsünüz onlara da; çünkü adamları para verip aldınız.” Aynı piyeste Yahudilere karşı önyargılar anlatılırken, kölelik meselesine de değinilmiş olması ilginç, zira kolonyalizm sürecinde yerel halkı köleleştirme uygulamalarının beslemiş olduğu ırkçı anlayışla anti-Semitizm arasında benzerlikler var. Shakespeare açıkça bu paralelliği kurmuyorsa da Shylock’un ağzından dökülen dizeler her türlü ayrımcılığa karşı etkili bir mesaj olarak okunabilir: “Yahudi’nin gözleri yok mu? Yahudi’nin elleri, organları, bedeni, duyguları, sevgileri, tutkuları yok mu?... Silahla yaralanınca aynı acıyı duymuyor mu? … Etimizi kesseniz bizim de kanımız akmaz mı?... Bize haksızlık yaparsanız öcümüzü almayacak mıyız?”

Erich Auerbach, Shylock’un nefretini anlatırken kullandığı ifadelerin sonraki yüzyılları derinden etkileyen insancıl düşüncelerin habercisi olduğuna işaret etmiş. Jeremy Adler de bu tiratta çok sonra Kant tarafından geliştirilecek olan yeni bir haysiyet kavramının, her insanın, sadece insan olmasından kaynaklanan bir öz-haysiyete sahip olduğu anlayışının şekillendiği görüşünde.

Her ne kadar Venedik Taciri’nin olay kurgusu büyük ölçüde Il Pecorone’den alınmış ise de, Shakespeare’in Shylock karakterini ne şekilde canlandırdığını ve ne amaçla kullandığını tam olarak anlayabilmek için başka bir metne, Venedik Taciri’nden birkaç yıl önce Londra’da sahnelenen ve oldukça popüler olan Christopher Marlowe’un Maltalı Yahudi piyesindeki tefecilikle servetini oluşturmuş, artık büyük bir tüccar olan Barabas karakterine de göz atmanın önemli olduğunu düşünüyorum.

Bu piyeste Malta şövalyeleri yönetimi, vasallık anlaşması gereği Türklere ödemeleri gereken vergiyi toparlayabilmek için adadaki Yahudilerin servetlerinin yarısına el koyma kararı alıyor. Barabas, bu ilk tebliğ edildiğinde razı olmayınca, ceza olarak servetinin tamamına el konuyor. Servetini kaybettikten sonra Barabas tam bir caniye dönüşüyor. Kızına aşık iki gencin birbirini öldürmesiyle sonuçlanan bir kumpası gerçekleştirdikten sonra, babasının yaptığına dayanamayıp din değiştirerek rahibe olan kızını susturmak için manastırdaki bütün rahibeleri zehirliyor. Sinsice gerçekleştirdiği cinayetler anlaşılınca bir hileyle kurtuluyor, Türklere bazı kritik bilgiler verip isyan eden Malta Şövalyeleri’nin savunmasını delmelerini ve bir süreliğine adayı ele geçirmelerini sağlıyor. (Sonunda kendi hazırladığı, içinde kaynar su olan kuyuya kendisi düşüyor.)

Stephan Greenblatt, Marlowe’un abartılmış şeytani Yahudi tüccar karakterini kendi toplumunun aslında benzer şekilde davrandığını göstermek için kullandığı yorumunu yapıyor. Piyes ilerledikçe Barabas, her şeyin alınıp satıldığı, ahlâki çöküntü içindeki sosyal düzeni yansıtan, onu simgeleyen bir figür haline geliyor. Ancak Marlowe bunu yaparken, para hırsıyla hareket eden Yahudi tefeci profiline siyaset sahnesinde de etkili olma gücü atfetmiş, böylece daha önce içermediği kadar kötülük yapma kapasitesi kazandırmış. Barabas, 19. yüzyılda gelişen, Yahudilerin Avrupa halklarının ulusal ruhları, dokuları için tehdit teşkil ettiklerine dair yeni anti-Semitizm’e, onları halka düşman kozmopolit kapitalistlerin simgesi olarak gören ırkçı düşüncelere son derece uygun düşen bir Yahudi tiplemesi.

Shylock ise faiz uygulamak dışında bir kötülük yapma gücüne sahip değil. Kimseyi kandırmıyor, Antonio ile yapmış olduğu anlaşma sinsi bir planın ürünü değil. Antonio’nun gemilerinin kazaya uğramasında bir dahli yok, bunun olacağını önceden biliyor olması imkânsız. Kızının altınlarıyla birlikte kaçmasından sonra, Antonio’dan intikam alma hissi gelişiyor. Bu amacını hukukun kendisine vermiş olduğuna inandığı hakla yerine getirmeye çalışıyor, bir Yahudi olarak eşit haklara sahip olduğunu iddia ediyor, adaletin yerine getirilmesi talebinde bulunuyor. Piyesin mahkeme sahnesinde, Portia karşısında inadından dolayı içine düştüğü durumu anlayamayan zavallı bir figüre dönüşüyor.

SİYONİZMİN EVRİMİ VE NETENYAHU

Shylock’un dönemi ile Netenyahu’nun ortaya çıkışı arasında geçen birkaç yüzyıllık zaman diliminde Avrupa’da Yahudilerin sosyal konumunu ve düşünce dünyalarını etkileyen önemli değişiklikler yaşanmış. Avrupa kolonyalizminin ulaştığı coğrafyalarda yaşayan farklı fiziksel özelliklere sahip insanlarla karşılaşmaların da etkisiyle 16. yüzyıl sonlarından itibaren ırk çeşitlerini ve aralarındaki farklılıkları konu alan çalışmalar başlıyor. 19. yüzyılda ise paradoksal gibi görünen bir durum ortaya çıkıyor. Aydınlanma’nın eşitlik kavramı bir norm haline gelmiş. Fransız Devrimi ile eşit vatandaşlık ihdas ediliyor. Diğer yandan, sömürgelerde uygulanan ayrımcılığı ve şiddeti meşrulaştırmak için yerli halkın Batılılar gibi gelişmiş bir ırktan olmadığını iddia eden teorilere ihtiyaç duyuluyor. Deri renkleri farklı olan yerliler ırki özelliklerden dolayı beyaz Avrupalılar gibi tekâmül etmiş insanlar olmadıklarından eşitlik ilkesinden yararlanmaları söz konusu değil. Irkçılık önce sömürgelerde yerleşenler arasında verimli zemin buluyor, zamanla kıta Avrupası’na yayılıyor.

Fransız Devrimi sonrası Yahudilerin de eşit vatandaş olarak kabul edilmeleriyle Yahudiler yaşadıkları toplumlarda bir tür yabancı olmaktan çıkıp kamusal hayata ve toplumsal faaliyetlere aktif olarak katılmaya, toplumun dokusuna dahil olmaya başlıyor. Ancak, kamusal alanın sekülerleşmesi ve din temelli sosyal farklılaşmanın etkisizleşmesiyle birlikte Yahudilerin ayrı bir ırk olduğu anlayışı da gelişiyor. Fransa’da ve daha çok Almanya’da halkların güçlü olabilmeleri için tarihten gelen milli ruhlarını korumaları gerektiğine dair teoriler destek buluyor. Bu anlayışın bir uzantısı kozmopolit karaktere sahip Yahudilerin ulusal dokuya sızarak ulusun ruhunu yozlaştırdıkları iddiası, modern anti-Semitizm. Johann Gottfried Herder, Avrupa’ya göç etmeleriyle Yahudilerin köksüz bitkiler haline gelmiş oldukları, Avrupa uluslarına yabancı kaldıkları, kalmaya devam edecekleri görüşünde. Aydınlanma’ya karşı tepki olarak ortaya çıkan Alman romantik akımının temsilcilerinden Julius Langbehn ve Paul de Lagarde, Yahudileri Alman ruhuna, toprağa ve doğaya düşman, köksüz ve zararlı bir ırk olarak görüyor. Hitler’i derinden etkilemiş olan Houston Stewart Chamberlain, Yahudilerin saflıklarını korumuş güçlü bir ırk olarak Avrupa ulusları için büyük bir tehdit oluşturduğunu iddia ediyor. Yahudiler, Avrupa’nın idealistçe yaklaşımını fırsat bilip, seferber olmuşlar. Avrupa’nın hukuku, bilimi, ticareti, edebiyat ve sanatı Yahudilerin hâkimiyeti altına girmiş.

Aynı dönemde temelleri atılan Siyonizm bir yanıyla Yahudilerin Avrupa’da çağlar boyunca maruz kaldıkları şiddete ve ayrımcılığa karşı güvenli bir yurt edinme özlemini yansıtıyor, Aydınlanma’nın eşitlik ilkesine rağmen Avrupa’da güçlenen yeni anti-Semitizm’e bir tepki. Aynı zamanda Orta Avrupa’da daha radikal biçimleri tezahür eden katı etnik aidiyet temelli, eski dönemlerde yaşanılmış topraklarda hak iddia eden milliyetçi ideolojilerden etkilenmiş bir ulus ve ulus devleti yaratma hareketi. Bu özelliklerinden dolayı özel bir kolonyalizm türü. (Siyonizmin ilk yıllarında kolonyalizm daha sonraki dönemlerde olacağı gibi uluslararası siyasette itibar kaybına uğramış değil.) Özellikle Doğu Avrupalı seküler Yahudi çevrelerde Siyonizm, devrimci sosyalizme alternatif bir “kurtuluş” hareketi olarak destek buluyor. Bununla birlikte Siyonist hareket Filistin’e kitlesel göçü gerçekleştirebilmek için “vadedilen topraklar” inanışını da ideolojisine eklemliyor.

Kutsal kitaplarında yazılanlar dolayısıyla, farklı yerlerde yaşayan Yahudi topluluklarının “vadedilen topraklar”a, özellikle Süleyman Tapınağı’nın bir zamanlar var olduğu Kudüs’e (Yeruşalim) ruhani bağlılıkları yüzyıllar boyu devam etmiş. Ancak, Avrupa’dan Filistin’e kitlesel bir göç gerçekleşmemiş. Ortaçağ’da çeşitli ülkelerden kovulan Yahudiler başka yerlere yerleşmiş. 19. yüzyılda Rusya’daki pogromlardan kaçan üç milyon civarında Yahudi’nin sadece yüzde biri Filistin’e göç etmiş. Yahudi ilahiyatına göre Tanrı uygun zaman geldiğinde Yahudilerin geri dönüşünü gerçekleştirecek, dünyaya gelecek olan Mesih bu ilahi çağrıyı yapacak. Bu inanış nedeniyle liderleri seküler formasyona sahip olan Siyonizm hareketinin Filistin’e göçü örgütlemesi, ortodoks din çevreleri arasında önceleri büyük bir şüpheyle, dirençle karşılanmış. Ancak göçler sonucu Filistin’de hatırı sayılır ve faal bir Yahudi nüfusun oluşması ve İsrail devletinin kurulmasıyla dengeler değişiyor, dinî çevreler içinde Siyonizmi benimseyenlerin sayısı artıyor.

Öncesinde de bazı din adamları Yahudi ilahiyatıyla Siyonist hareket arasında köprü kurmaya çalışmış. Haham Abraham İzak Kook’a göre seküler milliyetçi Siyonistler, hareketlerini öyle tanımlamasalar da, farkında olmadan Tanrı’nın isteğini yerine getiriyorlar, Tanrı tarafından araç olarak kullanılıyorlar. 1967 Savaşı’nın da İsrail’in zaferiyle ve topraklarını genişletmesiyle sonuçlanması, bu inanışa güç kazandırıyor, Filistin’in kolonizasyonunun Tanrı tarafından desteklendiğinin işareti olarak yorumlanıyor. Bu tarihten sonra dinî Siyonizm hareketi mensupları, işgal altındaki topraklarda yerleşim kurma faaliyetlerine militan biçimde öncülük etmeye başlıyor.

İsrail devletinin ilk döneminde Filistin’e göç eden Yahudi topluluklar üzerinde en etkili olan “Labour Zionism” diye bilinen sol akım, Avrupa’daki Yahudilerin (tefeci Shylock gibi) topraktan, doğadan, kol emeği gerektiren faaliyetlerden kopmuş olduklarını, gerçek bir ulus olabilmek için emeğe dayalı kolektif örgütlenmelerin kurulmasını savunuyor, kooperatiflerin, kibutzların oluşmasında etkin rol oynuyor. Yeni bir ulus yaratma faaliyeti Yahudilerin denetimindeki ekonomi sektörlerinde Arapların çalıştırılmaması politikasıyla yürütülüyor.

Vladamir (Ze’ev) Jabotinsky’nin (1880-1940) kurucusu olduğu, daha radikal mücadele yöntemleri savundukları için 1920’lerde Dünya Siyonist Kongreleri ve Teşkilatı’nda temsil edilen anaakım Siyonizmden ayrışan, “Revizyonist Siyonizm” hareketi ve silahlı örgütlenmesi de muhalefeti oluşturuyor.

Jabotinsky, Siyonizmin diğer kurucuları gibi seküler ortamda yetişmiş. Anılarında Yahudi maneviyatı ile derin bir bağı olmadığını yazmış. Düşüncelerini şekillendiren Avrupa’daki milliyetçi akımlar olmuş. Garibaldi’nin mücadelesinden çok etkilenmiş, İtalya’da bulunduğu yıllarda Mussolini’ye, faşizmin hiyerarşik örgütlenmesine, korporatist toplum ve devlet modeline sempati duymaya başlamış. Yahudilerin, kimlikleriyle ilgili güçlü bir bilince sahip olduklarından üstün bir ırk olduklarını düşünüyor. Kendisine göre Araplardan daha üstün olmalarının bir diğer sebebi Avrupa kültürüne sahip olmaları.

Jabotinsky’ye göre hedef, bugün Ürdün sınırları içinde olan topraklar dahil bütün Filistin’in, İsrail’in hâkimiyeti altına girmesi olmalı. Bu da ancak Yahudi devletinin karşı konulamaz bir askerî güce sahip olmasıyla, Arapların direnişini kıracak bir “demir duvar” inşa etmeyle mümkün olacak. Yaratılmakta olan İsrail ulusunun bireylerinin silah kullanmasını bilmeleri ve düşmana karşı savaşmaya hazır olmaları gerekli. Barış için müzakereler ancak askerî hâkimiyet tam olarak tesis edildikten sonra anlamlı olabilir.

1977 seçimlerini, Rusya’dan ve Ortadoğu ülkelerinden gelen göçmenlerin desteğini alan Menachem Begin liderliğindeki Likud partisi kazanıyor ve bu tarihten itibaren Revizyonist Siyonizm - Siyonist dinci partiler ittifakı İsrail siyasetinde hâkim güç haline geliyor. Netenyahu aynı zamanda bu ittifakın da temsilcisi. Anılarını topladığı kitabında, Yahudileri Filistin topraklarının asıl sahipleri, Arapları işgalci olarak tanımlamış. Siyasi hayatı boyunca işgal edilmiş topraklarda Yahudi yerleşimlerini desteklemiş, Filistin devletinin kurulmasını engellemek için her türlü çabayı göstermiş. Direnen Filistinlilere karşı muhakkak ki derin bir nefret besliyor, ancak davranışlarını asıl belirleyen Shylock’taki gibi öç alma isteği değil, tüm Filistin’i İsrail toprakları haline getirmek ülküsü, yerel halkları insan gibi görmeyen kolonyalizmin ırkçı zihniyeti. Shylock’tan önemli bir farkı da şu: Shylock intikamını hukuk zemininde gerçekleştirmeye çalışırken Netenyahu bu amacını engelleyecek hiçbir hukuki kısıtlamayı tanımıyor, BM kararlarını, BM’nin Soykırım Sözleşmesini çiğnemekte beis görmüyor.

Kökeni çok eskilere Ortaçağ Avrupası’na uzanan Shylock karakterinin yaratılmasına zemin hazırlayan Yahudilere yönelik nefretin, zulmün, pogromların ve Holokost’un bedelinin Filistinlilere ödetiliyor olması tarihin ve çağımızın en büyük adaletsizliklerinden biri.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

William Shakespeare, Venedik Taciri, çev. Özdemir Nutku, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

William Shakespeare, The Merchant of Venice, ed. M. Mahood, Cambridge University Press.

R. I. Moore, The Formation of a Persecuting Society, Blackwell Publishing.

Paula Marantz Cohen, Of Human Kindness, Yale University Press.

Erich Auerbach, Mimesis: Batı Edebiyatında Gerçekliğin Tasviri, çev. Hüseyin Ertürk, İthaki Yayınları.

Jeremy Adler, “Still Harping on Hamlet, Shakespeare and Dignity” (yayınlanmamış makale).

Ser Giovanni, The Pecorone, çev. W. G. Waters, Lawrence and Bullen Ltd.

Christopher Marlowe, The Jew of Malta, ed. N. W. Bawcutt, Manchester University Press.

Stephen Greenblatt, “Shakespeare and Shylock”, The New York Review of Books, 30 Eylül 2010.

Stephen Greenblatt, “Marlowe, Marx and Anti-Semitism”, Critical Inquiry, Cilt 5, No. 2.

L. Toulmin Smith, On the Bond Story in The Merchant of Venice, New Shakespeare Society, 1875.

Kenan Malik, Not So Black and White: A History of Race, Hurst and Company.

Rashid Khalidi, Filistin: Yüzyıllık Savaş, çev. Utku Özmakas, İletişim Yayınları.

Milton Vorst, Zionism, St. Martin’s Press.

Shlomo Avineri, The Making of Modern Zionism, Basic Books.

*Osman Kavala, İş İnsanı ve İnsan Hakları Aktivisti.

Shylock ve Netanyahu - KARAR


Editör: N. Cingirt
Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.