Gürkan Çakıroğlu yazdı: Türk’e açık mektup!
Gürkan Çakıroğlu yazdı: Türk’e açık mektup!
4.12.202519:06
Güncelleme: 4.12.2025 - 19:07
Haber Merkezi
78

Allah’ın yarattığı Türk’üm ben, elhamdülillah; Türk olmak için devletten icazet alacak değilim.

Allah’ın yarattığı Türk’üm ben, elhamdülillah; Türk olmak için devletten icazet alacak değilim. Türk doğdum, Türkçe konuştum, Türkiye’de de öleceğim inşallah; bunun için birilerine minnet edecek değilim. 1982 anayasasının çizdiği sınırlar içinde Türk olmayı da Türk kalmayı da reddediyorum; diktatörlere de darbecilere de boyun eğecek değilim. Hikâye bize anlatıldığı gibi değil; 100 yıllık yalanların yarattığı tahribatı 100 günde onarmak da mümkün değil. Lakin hak için, hakikat için, halk için bugün değilse ne zaman!

Üç tarzı siyaset dediler; Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük. Her üçü de yapısal değil dönemsel, sosyolojik değil siyasal çıkışlardı; sırasıyla her birini denediler. Ama hiçbirini içselleştirmediler. Zira gayeleri hiçbir zaman halk değildi, her daim devletti. Devlet ayakta kaldığı ve onların olduğu sürece gerisi teferruattı. Nihayetinde üçü de başarısız oldu; imparatorluk yıkıldı, başkent işgal edildi. İstibdadı yıkmak için gelenler devleti yıkıma götürdüler.

Kemal Paşa ve arkadaşlarına kaldı iş. Onlar sorumluluğu üstlendiler ve Anadolu’ya geçtiler. Hani şu Osmanlı’nın asırlardır âtıl bıraktığı, sömürgeleştirdiği ve çivi dahi çakmadığı biçare, harabe Anadolu’ya. Zordu, lakin çok şükür muvaffak oldular. Ve nihayet Cumhuriyet ilan olundu. Osmanlı’da Türk’ün adı yoktu, devlete Türkiye dediler. Etrak-ı bi-idrak derlerdi Türk’e, oldu mu şimdi ne mutlu Türk’üm diyene. Daha düne kadar kırk yedi gazeteden sadece yedisi Türkçe iken, bir anda bütün gazeteler oluverdi mi Türkçe. Lakin yine olmadı. Türk’ün adı vardı ama kendisi yoktu. Zira gaye yine halk değildi; devlet de devlet dediler. Kendilerini terzi görüp, halkı da kumaş belleyip, başladılar kesip biçmeye.

Hal böyle olunca da Cumhuriyet bir türlü dikiş tutmadı. Neden böyle oldu? Neden Türk beş asırdır kendisine biçilen rolü Türkiye ile de aşamadı? Tanzimat ile “batılılaşma” adı altında başlayan ve aslında sömürgeleşmeden ibaret olan milletle zıtlaşma istikameti neden sekteye uğramadan Cumhuriyet ile de devam etti. Devlette devamlılık esastır derler; acaba bu yüzden mi Kemal Paşa İzmir İktisat Kongre’sinde müesses nizamın devam edeceğini ısrarla vurguladı ya da vurgulamak zorunda kaldı? Gerçekten başka yol yok muydu? Elbette vardı. Ama olmadı.

Hizmet için değil de ıslah için vazifeli kişiler gibi davranarak Şark Islahat Planı adı altında devlet ile milleti birbirine düşman ettiler? Türk’ün töresi “Hiç kimse mahkeme edilmeden cezalandırılmaz” derken, İstiklal Mahkemeleri’nde yargısız infazlar yaptılar. Korku, kibir ve kompleks miydi tüm bunlara sebep? Kanuni olan hukuka dayanmıyorsa eğer millet tarafından meşru görülmezdi. Nitekim öyle de oldu.

Hars millidir, medeniyet ise beynelmileldir; harsı medeniyete boğdurmamak lazım dediler. Halktan harsı alıp, halka medeniyet götürmek lazım dediler. Peki hars deyip durduktan sonra neden harsı medeniyete kurban ettiler? “Halka doğru, garba doğru” denildi. Ama halk olduğu gibi kabul edilmedi, garp ise şeklen taklit edilmenin ötesine geçemedi. Aydın halkın dışından değil içinden çıkar; aydın halka üstten bakmaz kuşbakışı bakar dediler. Lakin demelerine rağmen bu halkı hiçbir zaman benimsemediler, beğenmediler. Hâlâ da öyleler.

Kutalmış Bey neden isyan etmiş, Musa Çelebi neye itiraz etmiş? Bunları görmezden geldiler, resmi tarih anlatılarında bunlardan hiç bahsetmediler. Neden mi? Çünkü ancak o zaman Şeyh Said’in, Seyit Rıza’nın itirazları anlamsız kılınabilirdi. “Ülkeden geçilir töreden geçilmez”, “İl gider töre kalır”, “El mi yaman bey mi yaman” demişken Türk’ün ataları; sonrasında nasıl oldu da devlet putperestliği hasıl oldu? Neden ifratlı bir inkılapçılığa soyunarak Türk’ü olmadığı bir kalıba dökmeye azmettiler? Reddi miras yaparak hal ile mazi arasındaki köprüleri atmaları bundan mıydı acaba? Art niyetleri yoktu şüphesiz ama iyi niyet bunun neresinde? 

Tuğrul Bey 1000 sene evvel dememiş miydi “yağma yok” diye. O halde neden kendi halkını yağmalayan bu düzene itiraz eden yok? Yabguluk ile irkinliği ayırarak erkler ayrılığının temelini özenilen ve öykünülen batıdan asırlar evvel atan Türkler değil miydi? Ne oldu da taze Cumhuriyet erkler ayrılığına sırtını döndü? Oysa ki Cumhuriyet aynı zamanda da Türk’e dönüş değil miydi? Ve nasıl olur da bugün bile, erkler ayrılığını rafa kaldıran bu ucube rejime kol kanat gerer ehli siyaset?

Türklerin siyasal örgütlenme biçimi federasyondur; tarih bunu bütün berraklığıyla bize gösterir. Türklerin sentez ve entegrasyon yetenekleri de oldukça güçlüdür. Sözünün eri olmak ise Türk devlet erkanının değişmez kurallarından biridir. Ve din savaşları Türklere yabancı bir olgudur. Ah Türk, adın her yerde ama sen yoksun. Mesele hiçbir zaman sen olmadın. Öyle ya İsmail mi daha Türk yoksa Selim mi; Türkçe düşünüp, Türkçe yazan hangisiydi?

Mete Han ile başlayan ve Bilge Kağan ile devam eden ulusal bilinç, temelinde Çin asimilasyonuna başkaldırı üzerinden şekillenmedi mi? Tıpkı Müslümanlığımızın Emevîlerin ırkçılığı yüzünden ehlibeyt ve Ali üzerinden şekillenmesi gibi. Peki ne oldu da bugün biz asimile etmeye çalışır olduk? Biz dediklerimiz bizden değil mi yoksa? Kimiz biz? Anadolu’nun kapılarını açan çelikten kılıçlarımızdı elbet ama bizi burada tutan tahta kılıçlarımızdı; unutturdular, hatırlamamız gerek.

“Ferman padişahınsa dağlar bizimdir” diyen de “Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır” diyen de Türkler değil miydi? Celallenince itiraz eden, itirazı dinlenmeyince isyan eden yine Türkler değil miydi? Malya Ovası’nda başı kesilen Türkler olduğu gibi, bir devşirme ile başları kuyulara doldurulanlar da yine Türkler değil miydi? Ah Türk; sen eylemli direnme gücünü bir günde yitirmedin, sayısız itirazın ve üç asırlık isyan kültürün en kanlı şekilde ve devşirmeler eliyle bastırılarak yok edildi. Ah Türk, ne çok kıyıldı sana.

Bizim hikayemiz çok uzun ey Türk. Biz Türklere özgünlüğümüzü veren unsurların çoğunu unutturdular bize. Kemalizm’in Türk ile alakası olmayan Türkçülüğü ile yine aslında inkâr ettiler Türk’ü. Ve bu Türkçülük eliyle, elde kalan ne varsa Türklüğe dair, onları da erozyona uğrattılar.

Türk olacaksınız evet ama onların çizdiği sınırlar içerisinde; Sünni Müslüman olacaksınız evet ama onların çizdiği sınırlar içerisinde. Onların çizdiği sınırların dışına çıktığınız anda ise, makbul olan Türklüğünüz de Sünniliğiniz de kurtaramaz maktul olmaktan sizi. Lakin, kim olduğunuzdan, neye inandığınızdan bağımsız olarak; onların istediği gibi Türkleşirseniz, onların istediği gibi Sünnileşirseniz eğer, bırakın makbul olmayı, insan öldürme ve mala çökme ayrıcalığı dahil her şeyi verirler size; hiçbir polis gözaltına alamaz, hiçbir mahkeme yargılayamaz sizi.

Milliyetçi var ama Türk yok; din var ama iman yok. Muhalif var ama müesses nizamın tekerine çomak sokan yok. Yalanı resmi tarih ile inşa etiler; Türk’ü arayıp bulmak istiyorsak eğer resmi tarihin yapı sökümü ile başlamalıyız işe. Dini diyanetin emrine verdiler; dindar çok ama Müslüman yok, ayrıcalıkta değil mesuliyette aramak gerek İslam’ı. 

Ne hayal ediyorlar ne hakikate riayet ediyorlar. Ya hakikatten bihaberler ya hakikate kast ediyorlar. Hem mesuliyetten kaçıyorlar hem müesseseleri işgal ediyorlar. Tavır almaktan dahi acizler ama hükmetmeyi kimseye bırakmak istemiyorlar. Doğup yaşadıkları toprakların ızdırabından uzak, kişisel ikbal hırslarının esareti altında, milleti sefalete sürüklüyorlar.

Ayaklanmaları bastırmak, ona yol açan nedenleri ortadan kaldırmadığın sürece beyhude. Ve halk ayaklanmalarını önderlerini satın alarak bastırmak bir gelenektir Osmanlı’da; Abdullah Öcalan bunun son örneği mi olacak, göreceğiz. Şimdilik tüm göstergeler bunun olmayacağı yönünde. Zira Öcalan 30 yıl önce ne diyorsa bugün de onu söylüyor. Lakin Osmanlı’da oyun bitmez demiş Türk; doğru söylemiş, temkinli ve tedbirli olmalı bu yüzden Kürt.

Terörsüz Türkiye ve Türkiye yüzyılı üst yapı ile mi kurulacak yoksa alt yapı ile mi? İlki kolay inşa edilir ama çabuk yıkılır, ikincisi zor inşa edilir ama dayanıklıdır; ilki dönemseldir, ikincisi yapısaldır. Cumhuriyet’in birinci yüzyılında yüzeysel bir gelişim ve biçimsel bir çağdaşlaşmanın ötesine geçemedik; hukuk devleti olamadık, özgürlükleri genişletemedik, eşit yurttaşlığı sağlayamadık. Şimdi ne yapacağız? Barış, gücünü halktan almak zorunda. Siyaset, halkı barışa ortak etmek zorunda. Bunun için de barış, toplumsallaşmak zorunda.

Ve biz Türkler; Kürtler kadar tutmaz, tutunmazsak eğer barışa, bu sürecin başarıya ulaşma ihtimali yok. Bu olmadığı taktirde de biz Türklerin özgürleşme, özümüze dönme ihtimali yok. Barışa Kürt’ten çok Türk’ün ihtiyacı var. Kürt devletin tazyiki, Türk ise esareti altında. Bu yüzden de diyorum ki Türk olmak değil, Türk doğmak da değil Türk’ü tanımaktır esas mesele. Türk isek eğer, Kürt ile eşitlenmekte bir beis görmememiz gerekiyor. Türk isek eğer, bizim için öteki diye bir şeyin olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Ve Türk isek eğer, kutsalımızın devlet değil hukuk olduğunu idrak etmemiz gerekiyor. Türklerin tarihsel yolculuğunda neler söylediklerini, neler yaptıklarını ve asabiyelerini ne üzerine inşa ettiklerini karınca kararınca ifade etmeye çalıştım. Uzattım biraz af ola, ey Türk sen çok yaşa!

Türk milletine açık mektup: Gürkan Çakıroğlu yazdı - Medyascope


Editör: N. Cingirt
Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.