
“Ben CHP içinde hâlâ muhalifim ama müzmin değilim. Kemal Bey’i o saygın yerde tutmaya devam ediyorum ama partinin alî menfaatleri çok daha önemli. Evet, ben Özgür Bey'i eleştirdim ama bugün parti bir saldırı altında, böyle bir ortamda eleştirilerimi güncel tutmamın anlamı yok. CHP 2019’dan beri metropollerdeki Kürt seçmene alan açtı, toplumsal barışa ulaşılmasında kritik rol oynayacağız. İktidar bloku betonla birleşmiş bir yapı değil, MHP yöneticilerinin mesajlarını önemsememek mümkün mü?”
Malûmunuz MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yaklaşık 10 ay önce başlama vuruşunu yaptığı yeni çözüm sürecinin meşruiyeti açısından en kritik aşamalardan biri olan ‘Meclis Komisyonu’ kuruldu ve geçen hafta ilk toplantılarını yaptı. Cumhuriyet Halk Partisi de tartışmalara rağmen Komisyon’a 10 üyeyle katılmış oldu. CHP’nin katılımdan belki de daha çok dikkat çeken şey ise listeye İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı’nın girmiş olmasıydı.
Oğuz Kaan Salıcı bugüne kadar “Kılıçdaroğlu’cu” olarak bilinen ve Özgür Özel-Ekrem İmamoğlu öncülüğünde gerçekleşen ‘değişim’e karşı durmuş bir siyasetçiydi. Bugün davalarla tartışmalı hale getirilen Kasım 2023 CHP Kurultayı’nın ardından Salıcı adeta parti içi muhalefetin sembol ismine dönüşmüştü. Hatta 19 Mart’ta İmamoğlu ve arkadaşlarının tutuklanmasının ardından apar topar yapılan Nisan 2025 Kurultayı’nda da yine alternatif bir liste çıkarmıştı.
Ancak 19 Mart sürecinin giderek külliyen CHP’ye dönük operasyon haline almasıyla birlikte Salıcı, farklı hamleler yapmaya başladı. Açıklamaları, birlikte hareket ettiği düşünülen eski Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nunkinden epey farklılaştı. Silivri’de Ekrem İmamoğlu’nu ziyaret etti, aşağı yukarı aynı günlerde CHP Genel Başkanı Özel de Salıcı’yı Milli Dayanışma ve Kardeşlik Komisyonu üyeliğine davet etti.
Bütün bunların ‘tesadüf’ gelişmeler olduğunu düşünenler varsa mâni olmayayım. Bana kalırsa Oğuz Kaan Salıcı, önümüzdeki süreçte Özel yönetimindeki CHP Genel Merkezi ile Kemal Kılıçdaroğlu arasında partinin bölünmüş görüntüsüne son verilmesi için bir diplomasi yürüyecekse, bu işi yapma potansiyeli olan kişilerden biridir, belki de yegânesidir.
Bu mülakatta Salıcı, bugüne kadar ‘mutlak butlan’ mevzusunu ne Kılıçdaroğlu ile ne de Özel ile konuştuklarını söyledi. Belki de taraflar şu aşamada sembollerle, aksiyonlarla mesaj vermeyi tercih ediyor. Salıcı, Özel’in kendisini komisyona davet etmesini ‘zeytin dalı’ olarak algılamadığını söylemekle birlikte, bu daveti partinin bütünlüğü açısından kıymetli bulduğunun altını çiziyor. Dahası, kendisinin hâlâ parti içi ‘muhalif’ olduğunu da saklamıyor. Ama mühim bir şerh düşüyor: “Parti saldırı altında. Siyasette farkı dönemlerde farklı stratejiler izlenebilir. Siyasi mücadeleyi on kişiyle de verebilirsiniz ama ben on milyon kişiyle vermeyi tercih ederim.”
Bakalım sonbahar aylarında Kemal Kılıçdaroğlu’nu da benzer bir noktaya gelmiş olarak görecek miyiz?
Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun 8 Ağustos'taki ikinci toplantısı
“Özel’in komisyon davetine müktesabatım ve bu alanda yaptığım çalışmalar nedeniyle şaşırmadım”
-CHP’nin Milli Dayanışma ve Kardeşlik Komisyonu’na üye vermesinden belki de daha çok sizin CHP’nin listesinde olmanız dikkat çekti. Zira siz 2023’teki değişim kurultayında eski Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu tarafında saf tutmuş ve hatta 19 Mart operasyonundan hemen sonraki kurultayda aday olmamakla birlikte alternatif PM listesi çıkarmıştınız. Dolayısıyla da Özgür Özel yönetimine muhalefetten vazgeçmemiş bir siyasetçisiniz. Ne oldu da birden Özgür Özel sizi bu kritik komisyona davet ediverdi? Her şeyden önce de davete şaşırdınız mı?
Ben şaşırmadım çünkü Komisyon’un gündemi Kürt meselesinin çözümü. Örgütün silahsızlanması, feshi gibi konuların tamamına ben ilk gençlik yıllarımdan beri kafa yoran bir insanım. Biliyorsunuz, partide de Doğu Masası'yla ilgili çalışmayı ben başlattım ve bu çalışmanın oy anlamında etkilerini 2023 milletvekili seçimlerinde de gördük. Onun öncesinde de zaten CHP’nin ilk kez Erbil’e giden heyetinin başkanıydım. Hatırlarsınız, o dönem ‘Orta Doğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı’ kurma niyetimiz vardı. Eğer 2023 seçimlerini kazansaydık, hedefimiz bunu gerçekleştirmekti. Bu müktesebat nedeniyle de bugün bu davet gelince şaşırmadım.
“Bugün parti bir saldırı altında, böyle bir ortamda eleştirilerimi güncel tutmamın anlamı yok”
-Dosyaya hâkim olmanız nedeniyle davet şaşırtıcı olmayabilir de şaşırtıcı olan bugünkü CHP yönetimine ‘muhalif’ bir kimlik olmanıza rağmen davet edilmeniz.
Evet, ben Özgür Bey'i eleştirdim, eleştirilerimin bir kısmı da devam ediyor ama bugün parti ağır bir saldırı altında. Böyle bir ortamda bu eleştirileri güncel tutmaya çalışmanın bir anlamı yok. Çünkü esas meselemiz Türkiye'de kötü bir iktidarın varlığını devam ettirmesi. Dolayısıyla da Özgür Bey’i eleştirmiş birisi olarak bir yandan bu Komisyon’a girmenin ters olduğunu düşünmüyorum. Bir de şu var; Özgür Bey'in her yaptığı yanlış değil. Tayyip Bey'in her yaptığı da yanlış değil. Bizim ana muhalefet partisi olarak kendimizi, Tayyip Bey'in her yaptığını eleştirmek zorunda da hissetmememiz lazım. Benim siyaset anlayışıma göre parti olarak da kişisel olarak da böyle bir sürecinin içinde olmak doğrudur. Güzel olan taraf, Genel Merkez’imizin de böyle düşünmüş olması.
“Kemal Bey’i o saygın yerde tutmaya devam ediyorum ama partinin alî menfaatleri çok daha önemli” -Burada aslında soru işaretlerine neden olan daha kritik bir nokta var. Malum CHP’nin 38. Kurultayı’nın şaibeli olduğu iddiasıyla açılan ve kamuoyunun ‘mutlak butlan davası’ diye bildiği davanın seyrine göre Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlık koltuğuna oturmayı arzuladığı yönünde ciddi bir kanat oluştu. Oysa CHP seçmeni ve delegesinin bugün için teveccühü Özgür Özel’den yana gözüküyor. Sizin gibi Kemal Bey’e yakın ve son süreçlerde onun yanında durmuş bir siyasetçiyi Komisyon’a sokmak sanki bir uzlaşı arayışı gibi de algılandı doğal olarak. Önce şunu sorayım; sizi hâlâ ‘Kemal Kılıçdaroğlu’na yakın’ diye görüyor olmamız yanlış bir algı mı?
Yanlış bir algı değil; ben Kemal Bey'le uzun zaman beraber oldum, yönetiminde önemli pozisyonlarda bulundum, son kurultayda da hatırlattığınız gibi Kemal Bey'i destekledim.
-Ve beraber kaybettiniz.
Doğru, beraber kaybettik. Kemal Bey ile diyaloğumuz devam ediyor. Ben Kemal Bey'i hep kafamdaki o saygın yerde tuttum, tutmaya da devam ediyorum. Ama bu bizim attığımız her adımın ana belirleyicisi değil. Parti siyasetinde tek kerteniz aldığımız nokta bu değil. Partinin alî menfaatleri çok daha önemli. Ben kendimi ‘sosyal demokrat ve Atatürkçü’ diye nitelendirmeye başladığımda rahmetli Erdal Bey vardı partinin başında. SHP zamanıydı, ben de üniversitedeydim. Sonra Deniz Bey (Baykal) geldi, sonra Kemal Bey geldi. Şimdi Özgür Bey geldi. Yarın öbür gün başka birisi gelecek. Ben kendimi yine ‘sosyal demokrat’ olarak tanımlamaya devam edeceğim. Ben fikre inandım. Aktörler önemli mi? Tabii ki önemli. Ama fikir, hepsinden daha kıymetli.
Oğuz Kaan Salıcı, dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Anıtkabir'de, 2018
“‘Kurultay davası ne olur?’ diye Kemal Bey ile konuşmadık”
-Prensiplerden bahsediyorsunuz, anlıyorum. Parti menfaatleri kişilerin aldığı pozisyonların üzerine koyduğunuz noktada ise sanki Kemal Bey’den ayrışmış oluyorsunuz bugün. Bunu bu şekilde sormamın sebebi, partiyi yeniden Kemal Kılıçdaroğlu’na teslim etmenin iktidardaki Adalet Kalkınma Partisi’nin stratejisi olduğunun alenen ortaya çıkmış olması. Ve sanki Kemal Bey de bir iktidar operasyonunun sonucunda halkın aksi yöndeki kuvvetli beklentisini hiçe sayarak o koltuğa oturmayı bir sorun olarak görmüyor gibi demeçler verdi. Kendisini ziyaret edenlere “Partiyi kayyıma mı bırakayım?” benzeri şeyler söylediği yazıldı çizildi. Oysa siz bunlar size sorulduğunda “Altı Ok rozetini şerefiyle taşıyan hiçbir arkadaşımı, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tepesindekilere değişmem. Değişenlerle de yol yürümem” dediniz. Yani siz ‘mutlak butlan davası’ konusunda Kemal Bey ile ayrı mı düşünüyorsunuz?
Biz bu konuyu Kemal Bey'le konuşmadık. Yani “Kurultay butlan olursa ne olur, olmazsa ne olur?” diye konuşmadık.
“Siyasi mücadeleyi on kişiyle de verebilirsiniz, ben on milyon kişiyle vermeyi tercih ederim”
-Çok enteresan!
Ben şöyle bakıyorum; biz bir siyasi mücadele veriyoruz, bu siyasi mücadeleyi on kişiyle de verebilirsiniz, on milyon kişiyle de verebilirsiniz. Ben on milyon kişiyle vermeyi tercih ederim. O on milyon kişinin her birinin ayrı ayrı kıymetli olduğunu düşünürüm. On milyon kişi içinde partide siyaseten rekabet ettiğiniz kişiler olabilir, siz listelere giremezken girmiş arkadaşlar olabilir. Cumhuriyet Halk Partisi'nde bu rekabet vardır ve hep olmuştur. Eğer biz bu rekabeti her şeyin önüne koyarsak işte o zaman bir zamanlar Cumhuriyet Halk Partisi'ne atfen çok söylenen ‘hizipçi’ kafaya teslim olmuş olursunuz. Benim öyle bir kafam yok. Kimseye de o kafayı tavsiye etmem.
-O halde anlıyorum ki Özgür Özel de sizin bu tavrınızı çözmüş olduğu için Komisyon’a davet etti. Ama bir yandan da bu davet “Acaba Özgür Özel yönetiminin Kılıçdaroğlu kampına bir zeytin dalı uzatması mı?” sorusunu da sorduruyor bizlere.
İşte bu daha kıymetli.
İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı, 'Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nda CHP'yi temsil eden isimler arasında
“Komisyon’a davet edilmemi ‘zeytin dalı’ olarak algılamıyorum, partinin bütünlüğünün vurgulanması açısından kıymetli”
-Siz de böyle algılıyor musunuz?
Ben öyle algılamıyorum, bunu bir ‘zeytin dalı’ olarak algılamıyorum. Ama bir ‘zeytin dalı’ olarak algılamıyor olmakla birlikte verilen kararı partinin bütünlüğünün vurgulanması açısından kıymetli ve önemli buluyorum.
-İşin bu boyutunu Özgür Özel ile de hiç konuşmadınız mı?
Hayır, konuşmadık. İlk defa sizinle konuşuyoruz. Başka kimseyle de konuşmadık.
“Duruşumu, hattımı bozuyor değilim, bir davet gelirse Kemal Bey ile de konuşulur”
-Bunlar Kemal Bey ile Özgür Bey ile de konuşulmadan buraya nasıl gelindi tabii bilemiyorum. O halde kamuoyu önünde alınan tavırlar üzerinden mi yapılıyor hamleler? Sizi CHP’nin Milli Dayanışma ve Kardeşlik Komisyonu’na verdiği üye listesinde görmemizden sadece sanırım bir hafta kadar önce bir açıklamanız olmuştu. Bir canlı yayında “Parti yönetiminde yeniden yer almak ister misiniz?” diye soruluyor, siz de “O bana kalmış bir şey değil, Genel Merkez takdir ederse bakarız” diyorsunuz. Komisyon üyeliğinizin ilanı tam da o açıklamanızdan sonra geldi. Komisyon üyeliği parti yönetimine dönüşünüzün ilk adımı olabilir mi?
“Parti yönetimi takdir ederse bakarız” cümlesi o gün için de bugün için de geçerli. Bundan altı ay sonrası için de geçerli olacak. Ben kurultay sürecinde ayrı bir hat ortaya koymuş bir insanım. Bundan pişman mıyım? Değilim. O günkü sözlerimin arkasında mıyım? Arkasındayım. Ben hattımı, duruşumu bozuyor değilim. Ama siyasette farklı dönemlerde farklı stratejiler izlenebilir. Bu da çok anlamlıdır. Hayat durduğu yere durmuyor, sürekli değişiyor, ilerliyor. Bugün benimle bir şey konuşulmuş değil, bana bir duyum da gelmiş değil. Ama böyle bir şey olursa, bu konuşulur. Kiminle konuşulur? Beraber siyaset yaptığınız insanlarla konuşulur. Kemal Bey'le de konuşulur.
-Henüz konuşulmadığından emin olabilir miyiz?
“Konuşulur” cümlesini tamamen varsayımsal olarak kuruyorum bugün.
“Benim bildiğim Kemal Bey partinin çıkarı söz konusu olduğunda bazı adımlar atmaya yatkındır”
-Demin de hatırlattım CHP’nin kurultay davasının seyrinin tamamen iktidar partisinin siyasi ajandasına paralel olarak ilerleyeceği yönünde kuvvetli şüphe var. İktidarın olası oyununun bozulması için CHP içindeki iki ayrı kampın uzlaşması kritik önemde olduğuna göre biz kısa vadede bunu dönük bir arka kapı diplomasisi görecek miyiz? Alenen dışarı yansıyan o ikiliğin aşılması için adım atılacak mı?
Bence zaten bunun aşılması parti çıkarınadır. Benim bildiğim Kemal Bey partinin çıkarı söz konusu olduğunda, konuşmaya ve hatta bazı adımlar atmaya yatkındır. Özgür Bey partinin şu andaki Genel Başkanı ve ağır bir sorumluluk taşıyor. Dolayısıyla o da partinin hırpalanmasını, yıpranmasını istemez. Ben zaten bir süredir Cumhuriyet Halk Partisi'nin içiyle ilgili meseleleri konuşmuyorum. Özellikle 19 Mart sonrasında siyasi sorumluluğum gereği konuşmadım. Şimdi siz soruyorsunuz diye konu açıldı. Çünkü benim konuşmamdan bir anlam çıkarılır. Ben konuşmuyorum çünkü partiye yönelik ağır bir siyasi saldırı var. Dolayısıyla partinin yürütmüş olduğu siyasi mücadeleye sahip çıkan bir yerden bakıyorum. Eleştirilerinizi zaman içinde söyleyebilirsiniz, farklı şekillerde söyleyebilirsiniz. Ben muhalifim ama ben müzmin muhalif değilim.
“Ben CHP içinde hâlâ muhalifim ama müzmin değilim”
-Siz bugün Özgür Özel başkanlığındaki Genel Merkez’e hâlâ muhalif misiniz?
Ben genel olarak muhalifim. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi için de bu geçerli. Ama müzmin muhalif değilim.
-Yalnız ikisini aynı cümle içinde kullanmanız şu açıdan anlamlı değil; ana muhalefet partisinin bir üyesi olarak Adalet ve Kalkınma Partisi’ne muhalif olmanız eşyanın tabiatı gereğidir. Oysa sizin söylediğiniz gibi şu an saldırı altında olan kendi partiniz içinde hâlâ kendinizi ‘muhalif’ olarak tanımlamanız bambaşka bir şey. Yani hâlâ ‘parti içi muhalifsiniz’, doğru mu?
Hâlâ muhalifim. Ama orada da müzmin değilim. Müzmin olmanın şöyle bir olumsuz tarafı var; müzminseniz muhalif olma duygusunu her şeyin önüne koyuyorsunuz ve illaki muhalefet etmek için çaba gösteriyorsunuz. Aslında iyi niyetlerle yapılmış bazı şeylerin arkasındaki niyeti bertaraf ediyorsunuz ve sadece şekle odaklanarak hamle yapıyorsunuz. Ben bunu doğru görmüyorum. İşin içinde bir iyi niyet varsa, o iyi niyeti biz anlıyor isek ve ona rağmen eleştirecek isek, o eleştirinin daha düzeyli olması gerekiyor. Daima her şeyi eleştirmek zorunda olma hissiyatı, Türkiye siyasetinde maalesef kötü bir hastalık. İşte o hastalık da bizi kumda oynamaya götürüyor.
Oğuz Kaan Salıcı'nın açıkladığı ''Denge ve Dayanışma Listesi', CHP'nin 21. Olağanüstü Kurultayı'nda PM seçiminde yarışmıştı / 6 Nisan 2025
“Cumhuriyet Halk Partisi badireler atlattı, atlatır ama bölünmez”
-Siz kendi konumunuz nedeniyle tartışmak istemiyor olabilirsiniz ama iktidar medyası çözüm komisyonuna kadar neredeyse sadece CHP’yi tartıştı aylarca. Bu tartışmaların kalbinde de şu soru var; “Mahkemeden 2023’te Özgür Özel’in seçildiği kurultayın yok sayılması kararı çıkar da Kemal Bey yeniden koltuğa oturursa CHP bölünür mü?” Siz 48 senedir ilk defa oylarını bu kadar artırarak ‘birinci parti’ konumuna yükselmiş CHP’nin bugün hakikaten sandığımız gibi bölünmeye kadar gidecek bir türbülanstan geçtiğini düşünüyor musunuz?
Düşünmüyorum. Cumhuriyet Halk Partisi'ni bölmeye kimsenin gücü yetmez. Bunu söyleyenler, Cumhuriyet Halk Partisi’ni şu an egemen olan siyasi kültürle kıyaslama hatasına düşüyorlar. Bugün 40 yaşın altında olan hiç kimse Adalet Kalkınma Partisi dışında başka hiçbir siyasi partinin iktidarını görmedi. Özellikle genç arkadaşlarımızın hayata bakışı da siyasi kültürü de büyük oranda Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde oluştu. Benim siyasi kültürüm ise böyle oluşmadı. Bugün siyasette aktif olan birçok arkadaşımızın da siyasi kültürü Adalet ve Kalkınma Partisi'nde oluşmadı, iyi ki de oluşmadı. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak ayrı bir siyasi hattı temsil ediyoruz. Biz o ayrı siyasi hattı koruduğumuz sürece alternatifiz. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin siyasi kültürüne ne kadar yakınlaşır, onunla ne kadar benzeşirsek biz o kadar siyasi mücadelemizden taviz vermiş oluruz
Cumhuriyeti Halk Partisi badireler atlatır, atlattı da ama bölünmez. CHP, Türkiye’yi tek partiden çok partili siyasi hayata geçirdi. Savaşlar atlatıldı, darbeler atlatıldı, büyük ekonomik krizler atlatıldı…Aynı anda üç Sosyal Demokrat Parti tek bir seçime girdi. Zaten Tayyip Erdoğan o seçimden, 1994 seçimlerinden çıktı. Keza Ankara’da Melih Gökçek çıktı. Biz bunlardan ders çıkarmadık mı? Dolayısıyla buradan bakıp da bugünkü tabloyu analiz ettiğimizde, kimse Cumhuriyet Halk Partisi'ni bölme çabası içine giremez, girmez. Girse de hiçbir sonuç alamaz, tarihe de çok ağır ifadelerle geçer.
“CHP dışında adaptasyon yeteneği kısmen olan tek parti MHP, AK Parti de bu yetenek var mı; henüz bilmiyoruz”
-Gelelim Milli Dayanışma ve Kardeşlik Komisyonu’na… Sizin de aralarında bulunduğunuz beyin takımının da çabaları sayesinde 2019 seçimlerinden bu yana CHP özellikle batıdaki ve metropollerdeki Kürt seçmenlerle ciddi bağlar kurmaya başladı. Hatta HDP-DEM çizgisiyle yaptığınız gevşek seçim ittifakının bedelini belki de 2023 seçimlerini kaybederek ödediniz. Şu anda bu bedeli hâlâ da başta Ahmet Özer ve Resul Emrah Şahan olmak üzere belediye başkanlarınız ve bürokratlarınızın tutukluğu üzerinden ödüyorsunuz. Ve böyle bir anda CHP Erdoğan’ın “Kürt meselesini biz çözer, Kürt oylarını da biz alırız” motivasyonuyla nihayet sahip çıktığı süreç için adeta ‘bu işin dayağını yememişçesine’ masaya oturdu. Çok zor bir şey değil mi bu?
Bence güzel ifade ettiniz. Türkiye'de hayat değişiyor. Sadece Türkiye'de hayat değişmiyor, dünyada değişiyor. Cumhuriyet Halk Partisi'nin güzel taraflarından bir tanesi şu; dünya ne kadar değişirse değişsin Cumhuriyet Halk Partisi uyum sağlıyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir adaptasyon yeteneği var, tam da bu özelliği nedeniyle yüzyıllık bir siyasi gelenek, yüzyıllık bir siyasi parti olabildi. Bu adaptasyon yeteneği diğer partilerde var mı bilmiyoruz. Bu yeteneğin kısmen Milliyetçi Hareket Partisi'nde olduğunu görüyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi hiç muhalefette kalmadığı için onda böyle bir yetenek var mı bilmiyoruz.
-Milliyetçi Hareket Partisi'nde de bir adaptasyon yeteneği olduğunu düşünmenizin sebebi nedir? ‘Terörsüz Türkiye’ sürecinde merkezi rol oynuyor olmaları mı mesela?
Milliyetçi Hareket Partisi de kendine özgü bir siyasi gelenek oluşturdu. Bunun için yeterli zaman geçti, iktidarda ve muhalefette oldu. Ama Adalet ve Kalkınma Partisi sadece iktidarda oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi ne kadar kalıcıdır tartışılır. Bilmiyoruz. Bugün komisyonda olan diğer siyasi partiler açısından da bu belirsizlik geçerli.
CHP İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı ve T24 yazarı Cansu Çamlıbel
“CHP 2019’dan beri metropollerdeki Kürt seçmene alan açtı, bunda o dönemki kadronun hepsinin emeği var”
“Toplumsal barışa ulaşılmasında kritik rol oynayacak noktadayız”
-Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kürt seçmene ulaşmak için yaptığı ve başarılı olan hamlelerinin bu iktidar tarafından cezalandırılmış olmasına rağmen bu iktidarın ‘çözüm’ projesine yekten karşı çıkmıyor olmasını kendi seçmeniniz nasıl okumalı?
Eğer hayat değişiyorsa, yeni fikirler ortaya çıkıyorsa, Cumhuriyet Halk Partisi'nin buna açık olmaktan başka yapacağı bir şey yok. Çünkü tarihsel mirası da bunu gerektiriyor. 2019 yerel seçimlerinden daha da önce ortaya çıkan, daha çok metropollerde yaşayan bir ‘sıkışmış Kürt seçmen realitesi’ var. Sıkışmış çünkü muhalif ve AK Parti’ye oy vermek istemiyor. Bugünkü DEM Parti’ye, o zamanki HDP’ye oy verebiliyor ama siyaseten kendini tam da ifade etmiş hissetmiyor ve tatmin olmuyor. Cumhuriyet Halk Partisi 2019 yılından itibaren tam da bu sosyolojik havuzdaki Kürt seçmenlere alan açtı. Aslında o açılım 2019 seçimlerinden önce başladı ama ilk sonucu 2019 seçimlerinde aldık. Tabii bu başarıda o dönemin kadrolarının hepsinin emeği var. Sayın Kılıçdaroğlu Genel Başkan’dı. Özgür Özel de kadronun içindeydi Oğuz Kağan Salıcı da. Bu tavır 2023 seçimlerinde pekişti ama asıl dalga 2024’te büyüdü. Gelinen noktada o dönemki kadronun hepsinin payı vardır. Bu, Türkiye'nin geleceği için de çok sağlıklı bir gelişme. Ve ben partimizin hâlâ orada olduğu kanaatindeyim. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak toplumsal barışın sağlanması açısından çok kritik rol oynayacak noktadayız. Kürtler bugün ne istiyor? “Kürt kimliğim nedeniyle toplumda ayrı bir yere konmayayım. Çocuğuma Kürtçe isim verebileyim. Kürtçe konuşabileyim. Senin gibi ben de eğer istersem devlet kadrolarında istediğim yere gelebileyim” diyor. Şimdi, bu taleplerin neresi kötü? Bunların hepsi doğal talepler değil mi? Kötü olan bizim hâlâ 2025 yılında bunları konuşuyor olmamız. Türkiye’nin çoktan bunları çözüp ilerlemiş olması gerekiyordu. Benzer bir durum Aleviler için de geçerli. Bugün hâlâ yaptığımız tartışmaya bakın; “Alevi vali var mı yok mu?”, “Alevi emniyet müdürü niye yok?” Bunların çoktan çözülmüş olması gerekmiyor muydu?
“Alevi ya da Kürt kimliğinden dolayı birilerine konum verilmesini doğru bulmam”
-Hazır siz konuyu açtınız, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Cumhurbaşkanı’nın iki yardımcısı olsun, biri Kürt, diğeri Alevi olsun” dediğini öne sürülmüştü, kendisi de sonradan yansıtılma biçimine itiraz etmekle beraber bu öneriyi dile getirdiğini doğruladı. O gün bugündür siyasi kulislerde türlü dedikodu dönüyor ve şu bile deniyor: “Devlet Bey ‘Alevi’ cumhurbaşkanı yardımcısı derken Kemal Bey’i kastetti.” Bu tür bir şey sizin de kulağınıza geldi mi?
Benim kulağıma gelmedi. Doğru da bulmam öyle bir şeyi. Yani Alevi kimliğinden ya da Kürt kimliğinden dolayı kişilerin o konumlarda olmasını asla doğru bulmam. “Bakın Kürtlere bir şey verdik. Alevilere de bir şey verdik” denecekse o zaman ben de sorarım Oğuz Kaan Salıcı’lara ne vereceksiniz peki?
“Neyse ki Devlet Bey o açıklamayı yaptı, yoksa bu tartışma kötü bir yere giderdi”
-Ne açıdan soruyorsunuz bunu?
Ben anne tarafından Osmaniyeli bir ailenin çocuğuyum. Hep “Adıyamanlıyım” derim, baba tarafım Adıyamanlıdır ama anne tarafım da Osmaniyelidir. Benim dedem Fransızlar Adana'ya girdiğinde doğmuş. “Kaç yılında doğdun dede?” derdim, “Kaç kaçta doğdum” derdi. Müslüman ahali Fransız işgali dönemine öyle derdi çünkü. Dedem 96 yaşında rahmetli oldu ve ömrü boyunca Cumhuriyet Halk Partisi'ne oy verdi, Alevi değil, Kürt de değil ama Cumhuriyet Halk Partili. Şimdi bu profildeki insanı nereye koyuyorsunuz, ona ne vereceksiniz? Böyle şey mi olur! Kimlikler insanın şerefidir ama hak, hukuk böyle düzenlenmez. Bu yazılıp çizildikten sonra Devlet Bey bir açıklama yaptı, ben o açıklamayı önemsedim. O açıklama yapılmamış olsa tartışma kötü bir yere giderdi ve bu Türkiye’yi geriye götüren bir tartışma olurdu. Devlet Bey’in açıklaması neyse ki o tartışmayı kapattı. Bir daha da bu tartışmayı açmamak lazım.
Oğuz Kaan Salıcı'nın da yer aldığı CHP temsilcileri, MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın da sunum yaptığı komisyonun 8 Ağustos'taki ikinci toplantısında
“Herkesin CHP’nin o masada olmadığı bir durumun sürecin selameti açısından hayırlı olmadığını görmesi doğal”
-CHP’nin Komisyon’a davet edilmesi noktasında MHP’nin tavrı kadar Öcalan’ın beklentisinin de rol oynadığını düşünmeden edemiyorum. Zira 2025 yılının bahar aylarında DEM heyetinin yaptığı iki ayrı görüşmenin notları kamuoyuna bir şekilde sızdı. Her ikisinde de Öcalan’ın bu süreçte CHP’nin rolüne büyük vurgu yaptığını gördük. Keza Öcalan’ın böyle bir tutum içinde olduğunu ilk kez açık ve net olarak DEM Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ta 10 Mart’ta kendisiyle yaptığım mülakatta anlatmıştı. Size yansıyan bilgiler de Öcalan’ın CHP’ye iktidar medyasının yansıttığından daha hayati bir pozisyon atfettiği yönünde mi?
Birincisi, Cumhuriyet Halk Partisi bugün itibariyle Adalet ve Kalkınma Partisi’nden daha fazla vatandaşın teveccüh ettiği bir parti olduğu için, ikincisi Türkiye'nin kurucu partisi olduğu için üçüncüsü de ana muhalefet partisi olma vasfı nedeniyle önemli. Yani herkesin Cumhuriyet Halk Partisi'nin o masada olmadığı bir durumun sürecin selameti açısından hayırlı olmayacağını görmesi doğaldır. Bu meseleyi çözmek isteyen herkes bunu böyle değerlendirmek durumunda. Daha da önemlisi, herkes bunu sadece Kürtlerin değil tüm Türkiye’nin meselesi olarak görmek durumunda.
-Biraz önce Komisyon’un yapısıyla ilgili konuşurken bir şey dikkatimi çekti; o masada sadece iki tane kurumsallaşmış yapı olduğundan bahsettiniz. “Biri biz, diğeri de kısmen de olsa MHP” dediniz.
Tarihsel bir çerçeveden söyledim onu.
“İktidar bloku betonla birleşmiş bir yapı değil, MHP yöneticilerinden gelen o mesajları önemsememek mümkün mü?”
-Ama yine de sanki onun ötesinde bir şey de anlatmaya çalışıyorsunuz. Zaten sadece sizin değil CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de Ekrem İmamoğlu’nun da MHP ve onun lideri konusundaki ifadeleri çok dikkatli. Şu an Adalet Kalkınma Partisi’nin bu düzeni sürdürmesinde MHP’nin hayati bir rolü olsa da sizler yine de MHP’yi ayrı bir yere koyuyor gibisiniz. Doğru mu algılıyorum?
Evet doğru algılıyorsunuz. Ben iktidar blokunu betonla birleşmiş bir yapı olarak görmüyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi ayrı bir parti, Milliyetçi Hareket Partisi ayrı bir parti. Kökenlerine baktığınız zaman, geldikleri siyasi geçmişe baktığınız zaman, kendi içlerindeki değişimleri okuduğunuz zaman da ayrı siyasi ekoller görüyorsunuz. Bu sizin sorduğunuz çerçeveden bakıldığında ise şöyle bir fark var ikisinin arasında; Milliyetçi Hareket Partisi cenahından demokrasinin önünün açılması anlamına gelebilecek tweetler atılıyor. İktidar cenahından kimseden böyle şeyler duydunuz mu? Bülent Arınç arada bir benzer şeyler söylüyor ama uzun zamandır yönetimde değil. Benim bahsettiğin MHP’liler ise bugün parti yönetiminde ağırlığı olan isimler. Öte yandan Milliyetçi Hareket Partisi kimdir onu da biliyoruz, o yüzden de hiçbir hayale kapılıyor değiliz. Ancak yine de bu şartlarda MHP yöneticilerinden gelen o mesajları önemsememek mümkün mü? Normal koşullarda, Milliyetçi Hareket Partisi'nin siyaset geleneğinde olan cümleler değil bunlar çünkü. Demek ki Milliyetçi Hareket Partisi farklı bir tespitte bulunuyor ve bugünün Türkiye’sine dair bu tespitlerini kamuoyuna açıklama ihtiyacı duyuyor. Belki bunları AK Parti’ye söylemiş oluyorlar, belki topluma söylemiş oluyorlar, ben onu bilemem asıl adres kim. Ama sonuçta ben kendi adıma almam gerekeni alıyorum o açıklamalardan.
“Dünya konjonktürü bugün bu çalışmayı mümkün kılıyor”
-Bir de işin ‘Terörsüz Türkiye’ boyutunda MHP’nin üstlendiği taşıyıcı rol var ki bunu son 7-8 aydır sohbet ettiğim tüm Kürt siyasetçilerden dinledim. Sürecin garantörü olarak Devlet Bahçeli’yi ve MHP’yi görüyorlar adeta. Siz de MHP’nin rolünü böyle mi algılıyorsunuz? MHP’nin süreçteki konumu böyle olmasaydı da işi sadece AKP hükümeti sırtlansaydı da CHP’nin meseleye ‘devlet meselesi’ olarak bakması söz konusu olabilir miydi?
Devlet Bey, takdir edersiniz ki bu meseleye en karşı noktada durmuş partinin başındaki isim olarak sürecin ilk açıklamalarını yaparak herkesi şaşırttı. Kendi partisindekiler dahil herkes şaşırdı. Ve Devlet Bey o çizgiyi bugüne kadar devam ettirdi. Ben o çizginin kırılacağı kanaatinde değilim, o çizginin devam edeceği kanaatindeyim. Tabii şu parantezi de açayım; Devlet Bey’in bu tutumunu teslim etmek her uygulamayı desteklediğim anlamına gelmez. Zaman içinde bu konularda farklılaşmalar olur, tartışmalar olur. Ama bugün biz ana muhalefet partisi olarak iktidarın ilk çözüm sürecindeki hatalarını bilmemize rağmen bugünkü sürecin iyi yürütülmesi için kredi açıyoruz. Ayrıca bizim dışımızdaki tüm siyasi partiler de var Komisyon’da, bir tek parti hariç. Bu önemli bir şey. Bir de tabii, dünya konjonktürü bugün bu çalışmayı yapmayı mümkün kılıyor. Bu ortamı değerlendirmek lazım. Bunu değerlendirirken de buradan bir siyasi rant üretme, bir siyasi partiye oy devşirme, bir kişinin tekrardan cumhurbaşkanı seçilmesi gibi bir devletin ömrü bir devletin geleceği açısından baktığımızda küçük kalan meseleleri geri planda tutmak lazım.
Oğuz Kaan Salıcı
“Bu süreçte sıkıntı yaşarsak Türkiye başladığı yerden daha geriye düşer”
-Cumhurbaşkanı Erdoğan sürecin kendi kişisel kariyerinden azade yürümesine müsaade edebilecek mi ki?
Ettiği sürece bu mesele halisane bir yola girer ve yürür. Umarım birinci çözüm sürecindeki o kötü deneyimler yaşanmaz. Çünkü biz eğer bu süreçte de benzer sıkıntı yaşarsak, Türkiye sürece girdiği gündekinden daha geride bir yere düşer. Biz Türkiye olarak en uzun sınırı paylaştığımız komşumuz Suriye’de rejim değişmemiş gibi davranamayız. İsrail'le İran 12 Gün Savaşı’nı yaşamamış gibi davranamayız. Dış dünyada, bizim dışımızdaki olan şeylere gözümüzü kapatıp meseleyi sadece AK Parti ve MHP’nin ne yaptığı üzerinden değerlendiremeyiz. Bizim artık bu konuları çözüp 2030’un, 2040’ın, 2050’nin Türkiye’sine dair hayallerimizi konuşmamız lazım. Biraz önce toplumsal barışımızı sağlayalım, üzerine Türkiye'yi demokratikleştirelim, bu konuları kapatıp artık daha büyük sorunlarımızı konuşmaya başlayabilelim.
“Öcalan’a gidebileceğimize yönelik bir sinyal gelmedi”
-Bu yeni süreç başladığından beri DEM Partililer Öcalan’ın serbest kalma talebi olmadığını ama İmralı’da ya da tutukluluk halinin bir biçimde devam edeceği başka bir mekânda dilediği kişilerle görüşmesinin önünün açılmasını beklediğini anlatıyor. Bir yandan da parti olarak Öcalan’a ‘umut hakkı’nı gündemde tutuyorlar. İktidara yakın ağızlar son günlerde de Milli Dayanışma ve Kardeşlik Komisyonu üyelerinin Öcalan’ı ziyaret etmesinin gündemde olduğunu söylemeye başladı. Bugüne kadar Komisyon iki toplantı yaptı. Bu toplantılarda Komisyon olarak sizin de Öcalan’ı ziyaret etmeniz için bir hazırlık olduğuna dair bir sinyal aldınız mı?
Yok, olmadı öyle bir şey.
“Öcalan’ın durumu farklı, Demirtaş zaten salıverilmesi gereken bir kişi, bunun neyini tartışıyoruz biz?”
-Takip edebildiğim kadarıyla hem muhalif kamuoyunun genelinde hem de Kürt seçmen tabanında DEM Parti’nin süreci nasıl yönettiğine dair bir takım soru işaretleri var. Bir yandan Öcalan’ın özgürlüğü gündemde tutuluyor ama sanki HDP eski eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ’ın serbest bırakılmaları konusu sanki daha geri planda kaldı gibi bir algı var. Son aylarda birkaç kez “Demirtaş şu tarihte bırakılıyor” gibi haberler yaptırıldı ama AİHM kararlarına rağmen bir türlü o noktaya gelmiyor hükümet. Neden sizce?
Biz CHP olarak, Selahattin Demirtaş'ın derhal serbest bırakılması gerektiğini bu tartışmalar hiç yokken söylüyorduk. Komisyon ortada yoktu biz bunu söylerken, hatta böyle bir süreç dahi başlamamıştı. CHP genel Başkanının değiştiği Kasım 2023 kurultayına bakın, iki genel başkan adayının da konuşmalarında Selahattin Demirtaş'ın serbest bırakılmasının doğru olduğunu söylediğini göreceksiniz. Kemal Kılıçdaroğlu da bunu söyledi, Özgür Özel de. Yani biz bunu bugünkü süreçte hangi aktörün durumunun ne olacağı üzerinden söylemiyoruz. Hukukun gerekleri üzerinden söylüyoruz. Osman Kavala DEM Partili mi? Değil. Ama biz onun da bırakılması gerektiğini söyleyegeldik. Hukuk devletiyse Türkiye, AİHM kararlarını kimin hangi partinin ya da hangi düşüncenin mensubu olduğuna bakmadan uygulamalı. Biz Türkiye’yi böyle kişilere odaklı düzenlemeler yaparak bir yere vardıramayız. Bir düzenleme yaparsınız ondan etkilenecek olan herkes etkilenir. Dolayısıyla da ben bu tartışmaya, Öcalan ile Demirtaş’ı ayrı kefelere koyarak falan katkı vermeyi doğru bulmam. Öcalan’ın durumu farklı. Ama Selahattin Demirtaş zaten salıverilmesi gereken bir kişi. Bunun neyini tartışıyoruz biz? Bunun pazarlığı mı olur? Eğer yargının vereceği kararlar için kişiler üzerinden bir pazarlık yapılacaksa o işte Orta Doğu siyaseti oluyor.
-‘Orta Doğu siyaseti’ diye tanımladığınız siyaset nasıl bir siyasettir?
“Kendi meselelerimizi çözmeyelim, ‘mış’ gibi yapalım, çözüyormuş gibi yapalım.” Budur Orta Doğu siyaseti.
-Siz meseleye kişiler üzerinden bakmıyor olabilirsiniz ama sanki iktidar partisi tam da bunu yapıyor. Hem de bugüne özgü bir durum değil bu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Edirne'deki İmralı'ya hesap verecek” şeklindeki sözlerinin tarihi Ocak 2022. Siz Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu süreci hâlâ Öcalan ile Demirtaş arasında bir ikilik yaratacak şekilde yürüttüğünü gözlemliyor musunuz?
Onu gözlemlemek mümkün mü? Yani okuyoruz. Dediğiniz gibi Tayyip Erdoğan'ın demeçlerinden de okuyoruz, Adalet ve Kalkınma Partili başka aktörlerin sözlerinden de okuyoruz. Bunu gözlemlemek mümkün değil. Ama Selahattin Demirtaş'ın durumuyla Abdullah Öcalan’ın durumu ayrı. Selahattin Demirtaş'ın durumunun çözülmesi için Türkiye'nin sadece “AİHM kararları uyguluyorum” demesi yeterli. Demesine bile gerek yok, uygulayıp geçmesi lazım. Bunun neyini pazarlık konusu yapıyorsunuz, neyini tartışma konusu yapıyorsunuz?
Oğuz Kaan Salıcı, Silivri Cezaevi önünde
“Ekrem İmamoğlu’na halkın teveccühü yeni değil”
-Siz yakın zamanda Ekrem İmamoğlu'nu ziyarete gittiniz. Bu da aslında beklenmedik bir hamleydi. Zira sizin 2023 kurultay sürecinde Özgür Özel’e yönelttiğiniz eleştirilerin asıl muhatabı aslında Ekrem İmamoğlu idi. Bir belediye başkanı olarak partide elde ettiği nüfuzu ve onu kullanma şeklini yanlış buluyordunuz, erkenden cumhurbaşkanı adaylığı topuna girmesini de yanlış buluyordunuz. Fakat İmamoğlu’na Silivri’de yaptığınız ziyaretten sonra dediniz ki, “Halkın Ekrem Bey’e karşı ciddi bir teveccühü olduğunu görüyoruz.”
Tabii. Bu yeni de değil.
“Türkiye’de artık siyasi aktörlerin önce hapse atılması, sonra devlette makama gelmesi dönemi kapanmalı”
“Erdoğan da bunu yaşadı, bugün de aynı şey oluyor”
-Yani aslında Ekrem Bey sizin eleştirdiğiniz şeyleri yaparak halk nezdinde ciddi bir siyasi aktör haline gelmiş. Buradan bakınca ve son söylediklerinizi hesaba katınca, sizin bu süreçte Ekrem İmamoğlu'na bakışınızın değiştiğini düşünebilir miyiz?
Şöyle ifade edeyim; Ekrem İmamoğlu ne kadar büyük bir siyasi aktör olursa olsun, ne kadar tutuklandıktan sonra daha da büyük bir siyasi aktöre dönüşürse dönüşsün, ben Ekrem İmamoğlu'nun hapiste olmasını istemem. Çünkü siyasi aktörlerin artık önce hapse girip ondan sonra devlette bir makama gelme döneminin kapanması gerektiğini düşünüyorum. Tayyip Erdoğan için de geçerliydi. O zaman da oldu. Bugün de oluyor. Ülkemizde başbakanlık yapıp da hapse girmeyen neredeyse kimse yok. Bu defterin kapanması lazım. Bu ülke artık siyasetçisini önce dövüp kamuoyunun önünde itibarsızlaştırmaya çalışıp sonra da ‘pardon’ deyip aynı kişileri devlet yönetimine getirmekten vazgeçmeli. Bu arıza artık giderilmeli. Bu dönem bir türlü kapanamadığı için birçok meselede taraftarlık duygusu üzerinden hareket ediyoruz. Meseleyi çözme duygusu üzerine hareket etmiyoruz. Ya geçen baktım, Türkiye’nin en büyük 1000 sanayi kuruluşunun cirosunun toplamı Amazon'un cirosunun yarısı yapıyor. Ama biz bunları hiç konuşamayalım kendi aramızdaki itiş kakışla taraftar toplayalım, kendi siyasetimizi konsolide edelim. Bu tür bir siyasetin bir anlamı da yok Türkiye’ye hiçbir faydası da yok.
“AK Partililer CHP’ye yönelik tutuklama dalgalarıyla hata yaptıklarını görüyorlar”
-Bugün ne olursa olsun konsolide olmuş bir CHP tabanı var ve nihayetinde iktidar olmanızın yolu da buradan geçmiyor mu? Hayal ettiğiniz tartışmaları yapabilmeniz için önce iktidar olmanız gerekiyor. Ve bu konsolidasyonun önünü de aslında 19 Mart operasyonuna sahip çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan açmış olmadı mı?
Onlar hata yaptıklarını görüyorlar. 19 Mart'la beraber başlayan süreçte, hatta Ahmet Özer’in tutuklanmasıyla beraber başlayan süreçte o tutuklama dalgalarıyla hata yaptıklarını onlar görüyorlar. Adalet ve Kalkınma Partililer bunu görüyor.
“Ben arkadaşlarımızın aklanacağı kanaatindeyim, bu zulüm kimseyi abat etmeyecek”
-Tanıdığınız Adalet ve Kalkınma Partililer bunu size söylüyorlar mı?
AK Parti tabanındakilerle konuşmalarımızda duyuyoruz bunları. Bu siyaset öyle bir şey ki partinin tepesindekilerin yapmış olduğu yanlışlar tabanda karşılık bulmuyor. Zaten iktidar o el değiştiriyor. 2019 yerel seçimlerine giderken bizim İstanbul'u kazanacağımıza kimse inanmıyordu. Ankara'yı kazanacağımızı da inanmıyorlardı, bu kadar büyük şehri kazanacağımıza hiç kimse inanmıyordu. Ama ben tabanda o damarı gördüm o dönemde de. “Ben şu kadar yıllık AK Partiliyim, hatta mahalle temsilcisiyim, bu seçimde size oy vereceğim” demeler 2019’da başladı. Aynı şeyi bugün de görüyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi toplumla ayrışmaya başladı. Bu yapmış olduğu eziyet, bu zulüm onu abat etmiyor, etmeyecek. Kimseyi abat etmedi. Ama işte Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarını korumak için daha da otoriterleşiyor. Ben Ekrem İmamoğlu'nun hapiste olmaması gerektiğini düşünüyorum. Yargılanan tabii ki yargılanır. Hepimiz yargılanırız. Kimse yargılanmadan muaf değil kimse. Ama bir kişi belediyede görevinin başındayken bu yargılama yapılabilir. Buna engel bir durum yok. Ve önemli olan yargılamanın da nasıl yapıldığı. Adil, tarafsız ve bağımsız mahkemeler tarafından yapılırsa, toplum vicdanı kararını verir; “Biz böyle bilmiyorduk, suçu varmış” ya da “Adam aklandı kardeşim” der. Ben arkadaşlarımızın aklanacağı kanaatindeyim. Ama yargılama sürecinin tarafsız, bağımsız, adil yürümediğini de görüyorum.
“Türkiye’de ‘Mümkün değil’in bir haftada ‘Çok mümkün’ olabildiğini gördüm”
-Genel Başkanınız Özgür Özel de zaten tam da buna dönük bir strateji izliyor gibi gözüküyor, Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarını serbest bıraktırmaya dönük pres yapıyor. Tabii ne olursa olsun artık bir hukuki süreç var, daha iddianame yazılacak. Dolayısıyla da herhalde bugünkü strateji en azından tutuksuz yargılamayı sağlamak değil mi?
Yani kanun uygulansın diye press yapıyor!
-İktidarın sözcüsü gibi davranan yorumculara da bakarsak bu mümkün olmayacak ve Ekrem İmamoğlu bir dahaki seçime kadar serbest kalamayacak. Kamuoyunun genelinde de bu kanaat var. Siz yine de aksinin olabileceğini, CHP’nin İmamoğlu ve arkadaşlarının tutuksuz yargılamasını sağlayabileceğine inanıyor musunuz?
Siz de ifade ettiniz, AK Partililere bakarsanız bu mümkün değil. Ama ben Türkiye'de ‘mümkün değil’ cümlelerinin bir hafta içinde ‘çok mümkün’ olduğunu gördüm. Benim için bu bir mücadele. Onların ne dediğine bakmadan biz bu mücadeleyi veririz. Ve vermiş olduğunuz mücadelede beklemediğiniz bir gün, beklemediğiniz bir sonuç alabilirsiniz. Kimsenin “olmayacak” diye düşündüğü bir sonuç alabilirsiniz. Türkiye maalesef bu tür şeylerin olabildiği bir ülke. Cumhuriyet Halk Partisi bir mücadele veriyor, aslında “kanun uygulansın” mücadelesini veriyor. İktidar, adalet konusunda o kadar geriye gitmiş ki ona kanunu hatırlatma ihtiyacı duyuyoruz. Bu mücadele daha da büyür, daha da ete kemiğe bürünür, daha fazla insanı ikna eder. Arkadaşlarımızın haksız yere tutuklu olduğuna yönelik duygu daha da artar, pat diye oluverir.
Cansu Çamlıbel T24 |
Editör: N. Cingirt
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.