
Hakan Fidan sanki Türkiye’nin değil Suriye’nin Dışişleri Bakanı gibi konuşuyor, ödevler veriyor. Halbuki Suriye’de henüz devlet yok, ordu yok, komuta-kontrol zinciri yok, disiplin yok; hele var olan milisten gerilladan, hele yağmacı ganimetçi selefi cihatçıdan düzenli ordu çıkarmak olasılığı hiç yok veya çok güç ve uzun soluklu bir uğraş
AKP’nin Hakan Fidan gibi sözcüleri hep yüksek kürsülerden ders vermeye ve akılları sıra muhalefete ama özellikle CHP’ye not dağıtmaya alışıktır. Neredeyse çeyrek yüzyıldır meydanı boş bulmuşlar, daha doğrusu mıntıkayı hep kendileri temizlemişlerdir.
Önceden kendilerinin hazırlanmadığı hiçbir soruya izin vermezler. Doyasıya çarçur etmekten kaçınmadıkları kamu kaynaklarından Nazi Almanya’sını aratmayacak ölçekte bir propaganda makinasını beslerler. Yargıyı silâhlaştırıp ifade özgürlüğünü boğdukları için incilerini kafalarına göre dağıtırlar. Sürekli hepimizi azarlarlar. Epeydir, halkın arasına girmekten de çekinirler. Bin odalı sarayın labirent gibi karanlık koridorlarında beyhude gezerler, birbirlerini överler ve birbirlerinin kuyularını kazarlar.
Güncel bir örnek olarak, Deniz Kuvvetleri “çağrı” yapar, Teknofest İstanbul’da Cumhurbaşkanının katılımıyla gösteri icra eder, muvazzaf amiral ve mütekait generaller de kendisine şirin görünmek için uçak gemisi maketi taşırlar. Suriyeli cihatçılar karşısında Milli Savunma Üniversitesi’nde selâm durdurulan kurmay subayların acıklı durumu yanında belki bize bu trajikomik manzaraları sineye çekmek, “buna da şükür” demek düşer.
Güvenceye almak için Leonardo’ya satılan damadı şehriyarinin şirketi Baykar kamu şirketi Aselsan’la haksız rekabete girer, Avrupa pazarında önünü keser. Yaygın iddialara göre Roketsan’dan mühimmat almak için yine Baykar “işaret” edilmektedir. Herhalde yabancı yatırımcıya kolaylık için “one-stop-shop” denilen tek imzalı çağdaş uygulama, “yerli ve milli” tek adam düzeninde savunma sanayisinde böyle bir tekel yaratılmak için uyarlanmıştır.
Tabiatıyla, halkın Cumhuriyet döneminde hanedandan hazzetmediğini Osmanlı tarihinden örneklerle vurgulayan Fatih Altaylı da bu bağlamda cezalandırılır. Erdoğan’ın laik Cumhuriyetin kurucusunun huzuruna “ümmetin umudu” nidalarıyla çıktığı yerde bu tür hak ihlâlleri vakayı adiyeden sayılsa gerektir.
Erdoğan’ın aklına eser, PKK’lıları dağdan indirecek bir yasayı, bir de cezaevlerindeki PKK’lıları çıkaracak bir diğer yasayı, yılsonuna dek ısmarlama çıkartmak üzere bir komisyon kurulur. Ama daha yolun başında haşmetmaabın uzayan tartışmalardan canı sıkılır, başlar Suriye konusunda “bir gece ansızın gelebilirim” yollu uyarılara.
Cihan lideri (!) Ahlat’a da gider, yalnızca 30 Ağustos Zafer Bayramı layığınca kutlanmasın ve Atatürk’ün kurucu önderliği unutulsun diye takvime koydurulan Malazgirt anmasında alelusul yine “Arap-Kürt-Türk…” diye söze girer. “Kılıç kınından çıkarsa kaleme kelama yer kalmayacağını” o bilinen belagat şehvetiyle buyurur. Bu çıkış herhalde komisyonun sırtına da -deyim yerindeyse- değnek vurmak anlamına gelir. Hükümet etmek, hüküm sürmek demek değil midir?
Hakan Fidan’ın da vakti müsait yahut ayna karşısında kendine hayran olacak ki neredeyse her hafta bir başka yandaş kanalda, amirinin dış seyahatlerinde uçağa yüklediği zabıt katibi mürettebata hazırlanan “muhteşemsiniz”, “şahanesiniz” yollu sorulara (!) muhatap olur. “Fahrettin gitti, Burhanettin geldi” heyecanıyla tabasbusun usul ittihaz edilmesinden vazgeçileceğini sananlar da daha çok bekleyeceklerini böylece anlar.
Fidan, tek kaşı gökte tek kaşı yerde karanlıkların derin prensi rolünü oynar. Ancak gün ışığına çıkınca yaldızları dökülür, kekeler, bocalar. Bir yandan Dışişleri Bakanlığı’nda istihbarat teşkilatı standartları yerleştirmeye çabalar, aynı zamanda sürekli sahne ışığını almaya çalışır. Deyim yerindeyse, konuştukça batsa da konuşmadan da duramaz. Üstelik tek adam rejimlerinde prenslik bir yere kadardır, “veliaht prenslik” iddiası akılları çelince böyle yukarıdan aşağıdan yolun sonu görünür.
Oysa, Dışişleri bakanlarının susmayı da bilmesi, ne zaman nerede ne konuşacağını iyice ölçüp biçmesi gerekir. Zira, Yunanistan’a ilişkin “ucuz siyaset yapmak” örneğindeki gibi bir çuval inciri berbat etmek işten değildir. İç kamuoyuna söyleyeceği varsa Dışişleri Bakanı yılda bir, haydi bilemediniz altı ayda bir konunun uzmanı medya mensuplarının karşısına çıkar. Konuk bakanlarla ortak basın toplantılarında ve gittiği ülkelerdeki seçkin STK, üniversite vb. yerlerde mesajlarını verir.
Önceki güzide Dışişleri bakanlarımızdan Davutoğlu ile tarih derslerine dönüşen sohbetlerin, o döneme ilişkin otobiyografi ve anı kitaplarında nasıl aktarıldığını okumuştuk. Bakalım Fidan’ın Amerikan özentisi tavırla ilk isimleriyle “Steve’e (Witkoff) dedim ki…”, “geçen sabah yine Ceyhun’la (Bayramov) laflıyoruz…” yollu aktardığı sohbetler ileride benzer kitaplarda nasıl konu edilecek? Bu arada, uzaktan bitirilen ABD üniversitesinden alınan diplomanın ve YÖK denklik belgesinin ibrazıyla doktora tezinin erişime açılmasını da halen beklemekteyiz.
Suriye’de nereye nereden bakıp neyin ne kadar görüldüğü belirsiz. Ulusal ekonomi bu haldeyken ve mevcut askeri varlığın gideri nasıl karşılanacak bilinmezken nasıl vurdumduymazca yeni askeri harekatlardan söz ediliyor, anlamak mümkün değil. Sanki Fidan Türkiye’nin değil Suriye’nin Dışişleri Bakanı gibi konuşuyor, ödevler veriyor. Halbuki Suriye’de henüz devlet yok, ordu yok, komuta-kontrol zinciri yok, disiplin yok; hele var olan milisten gerilladan, hele yağmacı ganimetçi selefi cihatçıdan düzenli ordu çıkarmak olasılığı hiç yok veya çok güç ve uzun soluklu bir uğraş.
Dolayısıyla, Şara’nın kendini güvenceye alması ve (varsa) kendi gelecek tasarısının gerçekleştirilmesi ancak bir tür “vakayı hayriye” yoluyla olası. Erdoğan ve Fidan için de bu seçenek haliyle komisyonda demokratikleşme konuşulması kadar ana tema. Dolayısıyla, şimdi yine harekât yapmaktan, uçak gemisi denize indirmekten hatta aya gitmekten (!) söz edilir oldu. Kasa tamtakır, daha Şam’da sunulacak askeri eğitim başlayamadı.
Ayrıca, Fidan Dışişleri Bakanı değil adeta vaiz gibi konuşarak Türkiye’ye “erdem mücadelesi” rolü biçmekten, “mum ışığı verecek deniz feneri” olmaktan bahsediyor. Nasıl durmadan çalıştığını, “başka da bir iş yapmadığını” neredeyse yemin billah ederek herhalde bize değil amirine anlatıyor.
Aynı sıralarda mahpusluğu neredeyse sekiz yıla varacak Osman Kavala’nın eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra onun adına Goethe Madalyası’nı alıyor. Avrupalı belediye başkanlarından oluşan grubun İmamoğlu’nu ziyaretine izin verilmiyor.
Bu arada Fidan “enayi değiliz” çıkışını canlı yayında tevil edip ılımlı yahut sağduyulu imaj çizmeye çalışıyor. Ama saraydan dağıtılan bültenleri aynen paylaşmasıyla tanınan kalemşörlerden biri Erdoğan’ın nasıl sözünün eri (!) olduğunu, gerekirse ne Rusya’nın ne ABD’nin gözünün yaşına bakmadan Suriye’ye gireceğini belirtiyor. Herhalde, Fidan, havaya göre değişen konuşma notlarından habersiz olacak ki kendi profilini tamir edeyim derken bir kez daha boşa düşüyor.
Sonuç olarak, hariciye bir tarafı spotlar altında, diğer bir tarafı da sessiz ve derinden yürütülen bir meslek. Sahne ışıkları altında olmayı iç siyasette ve kendi siyasi ikbalinde dış politikanın ekmeğini yemek için kullanmak, aynı zamanda da esrar perdesine sarılı bir karanlıklar prensi pozu kesmek çelişkili bir tutum. Kendi kendine yakıştırılan istihbaratçılığın kökeni de çakma olduğu yolundaki iddiaların henüz cevaplanmadığı diplomayla olunca ortaya çıkan böyle bir şark opereti.
Trump’tan Erdoğan’a yolu nicedir gözlenen davet bir türlü gelmiyor. Ayrıca, Trump Netanyahu’yu dizginlemek bir yana BM Genel Kurulu’na katılacak Filistin temsilcilerinin Mahmut Abbas dahil vizelerini iptal ediyor. El Şara ayrı, Aliyev ayrı İsrail’le doğrudan ilişki kuruyor. Sorulduğunda Fidan da Netanyahu’yu yalnızca Trump’ın dizginleyebileceğini teslim ediyor.
Bu bağlam ve ortamda, Erdoğan’a da atlayıp Putin’le resim çektirmek için Çin’e Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısına gitmek düşüyor. Ne Ukrayna’ya destek veren gönüllüler koalisyonunda olduğumuzu ne müttefik olarak altına Ukrayna konusunda altına imza attığı NATO zirve bildirgelerini Fidan Erdoğan’a hatırlatabiliyor.
Namık Tan |
Editör: N. Cingirt
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.