
Sosyalist teoriler, peygamberlerin elinden çıkma kutsal tebliğler değildir. Sosyalistler için kutsanası bir şey varsa o da yaşamdır —insanların ve doğadaki tüm varlıkların uyum içinde ve özgürce yaşamı. Her şey bu ideal içindir. Sosyalizmin teorik değeri de bu menzile ulaşmada bize yardımcı olup olmayacağında saklıdır. Sosyalist teorinin nihayetinde bir praksis felsefesine tekabül etmesi işte bu niteliğinden kaynaklanır.
Bilimsel sosyalizm olarak da nitelediğimiz Marksist düşünce, enternasyonalizm/ezilen halkların ve sınıfların birliği ve dayanışması şiarı üzerinde yükselir. Marx, kurtuluş tabirini iki anlamda kullanır: Siyasal kurtuluş ve toplumsal kurtuluş. Ya da ikisi birden. Siyasal kurtuluş derken cumhuriyetin, demokratik cumhuriyetin tamamına erdirilmesi çerçevesinde konuşur. Ama onun yetmediğini gördüğü yerde aynı zamanda sosyal cumhuriyet tabirini kullanır. Mevcut dünya-tarihsel koşullar bir demokratik cumhuriyetin ayakta kalabilmesi için onun aynı zamanda sosyal cumhuriyete doğru evrilmesi gerektiğine işaret etmektedir.
Lenin, Rosa ve Gramsci; Marx ve Engels’in açtığı yolda ilerler —determinist-teleolojik değil, ‘ucu açık tarih’ anlayışı çizgisinde konumlanırlar. Kendiliğindenci ilerlemeciliği reddeder, ‘verili koşullar altında kendi kaderini kendisi çizen’ eylem ve iradeyi ön plana çıkarırlar. Gramsci’nin düşüncesi, hem kendi zamanının siyasal zorunluluklarını karşılamaya çalışan, hem de kendinden önceki Marksist gelenekle eleştirel bir alışveriş içerisine giren zengin bir teorik miras bırakmıştır geride. Bana göre Gramsci, bugün, ezilen sınıfların yeni bir ‘medeniyet’ kurma çabası kapsamında, bir ‘dünya düşüncesi’ olarak Marksist geleneğin dinamik bir biçimde sürdürülmesi, dönüştürülmesi ve yeniden canlandırılmasına katkıda bulunan bir düşünür olarak üretken bir biçimde yeniden yorumlanabilir. Onun hegemonyaya değgin yaklaşımı Türkiye solunun bazı kesimlerinin püriten ‘yeni’ söylemlerinin de panzehiridir kanımca. Bu temelde devrimci mücadele, karşı hegemonya odakları yaratabilmenin kurucu siyasetini oluşturma programını elden bırakmamalıdır.
Yeni Bir Sosyalizm Tahayyülü ve Barış Süreci
Solun bir bölümünün, bilhassa yeni çözüm süreciyle birlikte yeniden devreye soktuğu, etliye sütlüye karışmayan steril “sosyalizm” anlayışı, onu bir kez daha olgusal düşünmekten uzaklaştırıp sinizm batağına çekiyor. Ezilenlerin gerçek gündemi ile içinde yaşadığı steril-ideal ve ‘net çizgilerle bölünmüş’ dünya arasında ortak bir zemin oluşturamayan sol, pratik politika açısından bir anlamı olmayan ‘protest’ çıkışlar yaparak adeta ezilenleri azarlıyor.
Küresel ölçekli bu çoklu kriz ortamında Kürt hareketinin teorik-ideolojik ve politik düzlemde sosyalizmi boyutlandırarak aşma çabası karşısında Türkiye solu muhafazakar bir endişeye kapılıyor. Oysa kendisi de söz konusu krizin sonuçlarını nereye oturtacağından, nasıl bir çıkış yolu önermesi gerektiğinden emin değil.
Nitekim, Türkiye sosyalist hareketinin yaşadığı yenilgi 20. yüzyıl sosyalizminin dünyanın her yerindeki serencamından ayrı olarak değerlendirilemez. Çünkü Türkiye sosyalist hareketi, bütün ekolleriyle, dünya çapında etkili olan sol hareketlerin birer izdüşümü ve parçasıdır. Ve kendisini bu küresel yenilginin dışında tutabilecek ya da bu durumu aşabilecek özgün bir praksis ortaya koyamamıştır bugüne dek. 12 Eylül’ün o ağır baskıcı yıllarından sonra yeni bir politik söylem ve eylem repertuarı geliştirememiş, kitlelerle ilişkilerini geliştirmeye elverişli bir yordam bulup ayağa kalkmayı becerememiştir. Bugünkü baskıcı-otoriter siyasal rejim karşısındaki durumuna bakıldığında da solun durumunun hâlâ iç açıcı olmadığı söylenebilir.
Eleştiri dosta yapılır, ancak eleştiri birbirimizi geliştirmek, hataları düzeltmek için yapılırsa değerli olur. Eleştiride kantarın topuzunu kaçırmamak, birleşik mücadele için ortak kesenlerde buluşmanın olmazsa olmazıdır. 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde bulunduğumuz şu günlerde, Abdullah Öcalan’ın son yayımlamış olduğu ‘Perspektif’ başlıklı yazının beraberinde getirdiği tartışmalar, eleştirilerin de dozunu arttırdı. Söz konusu tartışmaların bağlamı ve çerçevesini belirleyen temel öğe şüphesiz ki Kürt sorunudur, Kürt sorununa ilişkin olarak benimsenecek sosyalist tutumdur. Ne yazık ki Türkiye’deki kimi sosyalistler Öcalan’ın sosyalist kamuoyuna sunduğu yazının içeriğini yeterince Marksist teoriye uygun bulmayarak, yazıda dile getirilen tezlerin zenginleştirici yönüne dikkat etmek yerine yekten reddederek cephe almayı benimsedi, sunulan bu perspektifle verimli bir tartışmaya girmek varken. Öcalan’ın ezber bozan yaklaşımı, yeni arayışları ve akıl yürütme sistematiği, kalıplarla düşünmeye alışmış sosyalist bakışlar için sarsıcı oldu. Açıkça söylemek gerekir ki Öcalan sosyalistleri, Marksistleri solun esaslı meseleleri hakkında yeniden düşünmeye sevk etti.
Türkiye çeşitli kırılmaların yaşandığı tarihi bir süreçten geçmektedir. Kürt sorunu; tarihsel, sosyolojik, ekonomik, politik ve ideolojik veçheleriyle yaşamın bütün alanlarına nüfuz etmiş bir sorundur. 20. yüzyılın başından itibaren çözümsüz bırakılan bölgesel ve küresel bir sorundur. Bu sorunu çözmenin, demokratik değişim ve dönüşümün hayata geçirilmesinin yolu keyfiliğe, zorbalığa, hukuksuzluğa ve adaletsizliğe karşı, bu ülkenin ve halklarının yaşadığı çoklu krize ve vazgeçilmez/zorunlu diye sunulana karşı toplumsal ve siyasal muhalefetin birleşik bir mücadele vermesinden geçiyor. Kürt sorunu Türkiye’nin güncel siyasi hayatının tartışmasız düğüm noktasıdır. Kürt sorunu bağlamında son günlerde yaşanan yoğun trafik ve gelişmelerle birlikte, ‘olağanüstü olanın olağanlaştığı, anormal olanın normalleştiği’ bir döneme girmiş bulunuyoruz.
Öcalan, özellikle yirmi yılı aşkın süredir ulusal ve toplumsal sorunların çözümünde gelenekselleşmiş yöntemlerin dışında farklı çözüm önerilerinde bulunuyor. Bu önerilerin merkezinde ‘Demokratik Toplum’ var. Sadece Kürtler için değil, tüm Türkiye halkları için adil ve eşit bir toplumun inşasını öneriyor. Bu bağlamda geliştirdiği demokratik modernite ve demokratik ulus kavramları, geleneksel sol anlatılardan esaslı bir kopuşa işaret ediyor.
Öcalan, uzun süredir şiddet olgusunu denklemin dışına çıkartarak Demokratik Toplum mücadelesinin gelişmesine ivme kazandırmak istiyor. Ülkenin şiddetsiz bir topluma dönüşmesi için öncelikle bugünden yeni bir toplumun inşa edilmesini savunuyor. Kürt halkını, denenmiş yöntemlerle aynı çıkmaz sokaklara sokmak yerine, farklı ve yeni yollardan farklı kavşaklara ulaştırmak istiyor. Bu yaklaşımda devleti çözüme çekmenin yolu, onun çözümsüzlükte ısrar etmesine yol açan bahanelerini ve silahlarını elinden alarak güçlü bir toplumsal mücadele geliştirmektir. Bir yol açmak için ilk adımı atıyor, böylece yeni bir başlangıca zemin hazırlamak istiyor. Kürt meselesinin doğrudan/fiziki şiddetten arındırılarak siyaset ve hukuk zeminine taşınmasını sağlamayı amaçlıyor.
Sol-sosyalist siyaset, hem kısa vadeli günlük mücadeleyi hem de ideolojik tartışmaları aynı anda sürdürebilir, sürdürmelidir de. Dünyayı anlayan, ondan daha da zor olanını yani Kürdistan’ı ve Türkiye’yi değiştirme çabasını ayakları yere basan tahlillere dayandıran, toplumu ve hayatı yeniden örgütlemek için bütün alanlarda örgütlü ve dinamik bir faaliyet içinde olan bir sosyalist hareket, Kürt halkının eşit yurttaşlık talebini ve Türkiye’nin demokratikleşme sorununu kendisine dert etmek, görev bellemek zorundadır. Devrimci, demokratik, sol ve sosyalist güçlerin bu tarihsel süreçte inisiyatif alarak toplumsal hareketi ileri bir düzleme taşımaları pekala olasıyken, bunu yapmak yerine, etkisiz kalmalarını, pasif izleyici olmaktan çıkmamalarını, insanları endişe ve kaygıya sevk edecek bir dil ve tutum benimsemelerini haklı gösterecek bir neden olabilir mi? Harekete geçmenin, ana müdahale etmenin tam da sırası değil mi?
Fırsatları değerlendirmek için ideolojik netlik, örgütsel esneklik ve eylemsel kararlılık şarttır. Sürecin başarısı, sosyalist solun mücadele azmine ve stratejik yaklaşımına bağlıdır. Bugün Türkiye’de bu durumun yeterince ivme kazanmadığı, aktif eyleyen ve örgütleyen bir tutum yerine bekle-gör pozisyonunda kalan, iktidarın adımlarına göre süreci okuyan ve asıl fırsatı kaçırma riski taşıyan bir pozisyonun benimsendiği gözükmektedir.
Bugünlere gelindiyse, imha ve inkârcı siyasetin kalbinde devasa bir gedik açılmışsa, bu, şüphesiz halkların kardeşliği için büyük bedeller ödeyen sosyalist mücadelenin de başarısıdır. O halde bu kazanıma en başta barışı örmek ve büyütmek için yaklaşılmalı. Barış ve çözüm süreçleri, özellikle Türkiye gibi otoriter eğilimlerin güçlü olduğu ülkelerde demokratikleşme için bir alan açar. Bu alan bugün tam olarak sahiplenmiş değil. Sürecin risklerini (devletin direnci, belirsizlikler) gerekçe göstererek aktif bir rol üstlenmemek devrimci bir duruş olarak görülemez toplum nezdinde. Bu, solun mücadeleci kimliğine aykırıdır ve tarihsel sorumluluktan uzak bir tutumdur.
Barış süreçlerine karşı aşırı kuşkucu bir pozisyon almak, devletin ve egemen güçlerin iç çelişkilerini, olası taktik değişikliklerini veya toplumsal basınç sonucu ortaya çıkabilecek açılımları doğru okuyamama tehlikesini doğurabilir. Bu durum, müdahale etme ve süreci halklar lehine yönlendirme imkanlarını ortadan kaldırabilir. Sol ve sosyalist yapılar, barış ve çözüm sürecini bir yük değil, bir fırsat olarak görmelidir. Bu, hem kendi varlıklarını güçlendirecek hem de halkların özgürlük ve adalet mücadelesine öncülük etmelerini sağlayacaktır.
Her barış ve çözüm süreci kendine özgü dinamikler içerir. Her süreç yeni bir bakış ve mücadele hattını, yenilenmeyi gerektirir. Bunu kaçırma lüksümüz yoktur.
Arabayı Atın Önüne Koşmayalım
“Lasalle’in dediği gibi, yüksek sesle, neyin ne olduğunu söylemek, en devrimci eylemdir ve en devrimci eylem kalacaktır.”
Rosa Luxemburg
Fakat bu süreçte ne görüyoruz?
Sorunu nasıl tanımlıyorsanız, çözümü de ona göre belirlersiniz. Nitekim Türkiye sosyalist hareketinin Kürt sorununa tutum üzerinden belirginleşen ayrışması bu süreçte büyüyerek devam ediyor. Sosyalizm, “yurtseverlik” ve şovenizm çizgisine saplanan bir çizgi, bu süreci “Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” bildirisiyle etnik ayrım yapılmadan, Türkiye’de her ne sorun yaşanıyorsa yaşadığımız her melanetin müsebbibi emperyalistlerdir diyebiliyor. Kürt sorunu yoktur, varsa da sınıf birliği ve mücadelesiyle çözülebileceğini savunan, ama bu savunuyu Kürt sorununun farklı veçheleriyle ilgilenenlere ‘kimlikçi’ sıfatını yapıştırmaya vardıran, bugüne kadar barışın imkânı ve yöntemi üzerine tek söz söylememiş, barışa ulaşabilecek patikaya hiçbir taş döşememiş olanların sözü muteber olabilir mi?
Marx’ın mührünün kendilerinde olduğunu sanan Türkiye sosyalist hareketinin bu damarları adeta ‘sosyalizm bizden sorulur’ havasında. Ellerinde kriterlerini kendilerinin belirlediği doğru-yanlış cetveli ahkam kesiyorlar. Bir Kürt’ün sosyalist olabileceğini, kendisi kadar onun da sosyalizm ideali için mücadele eden bir siyasal harekette yer alabileceğini kabul edemiyorlar. Oysa toplumsal düzlemde hayat böyle akmıyor. Bugün bu memleketin cezaevleri devrimcilerle dolu; yüzlerce Kürt devrimci cezaevinde, verdikleri mücadelenin bedelini ödemeye devam ediyorlar. Onların teorik-ideolojik bagajları hala Marksist müktesebatla yüklü. Sosyalizmin, enternasyonalizmin ürünü olan değerlerin Kürt devrimciler için de geçerli olduğunu düşünmeyecek miyiz?
Türkiye tarafında olunca sosyalizm bu demokrasi mücadelesi içinde var olabiliyor, ama Kürt tarafında olunca —ve haklı olarak ulusal sorunun çözümünü programında merkezi bir yere koyunca— Kürtlerin sosyalist mücadele ruhsatı iptal ediliyor! Son parlamento seçimlerinde ‘Sosyalistler uzun yıllardan sonra yeniden mecliste’ diye bir söz duymuştuk. Peki, bu uzun yıllar boyunca parlamentoda mücadele eden Kürt vekiller hangi ideolojik formasyona sahipti? Aralarında hiç mi sosyalist yoktu? Bu sosyalizm sadece Türklere zimmetli olan bir şey mi?
Türkiye sosyalistleri demokrasi mücadelesinin neresinde olursa olsun sosyalist, ama Kürtler demokrasi mücadelesinin en temel alanı olan ulusal sorunun çözümü içinde olursa milliyetçi!
Türkiye sosyalistleri faşizme karşı mücadele ederken sosyalist, Kürtler Ortadoğu’nun en baskıcı otoriter rejimlerine kafa tutarken milliyetçi, öyle mi?
Türkiye sosyalistleri anti-faşist, anti-emperyalist, anti-şovenist —ya da bunlardan bir-ikisini temel alıp— politikalar üretirken sosyalist oluyorlar, ama Kürtler ‘Kürt halkının eşit yurttaşlık hakları ve Türkiye’nin demokratikleşme sorunu’ üzerinde politika üretirken milliyetçi oluyorlar, öyle mi?
Sosyalizm mücadelesi toplumun sadece işçilerini ve köylülerini kapsamaz. Dillerinden, dinlerinden, ırklarından dolayı ezilenleri de kapsar. En önemli demokrasi sorunu olan ırk, dil, din imtiyazının kaldırılması, sosyalist hareketin güncel mücadelesinin öncelikleri arasındadır.
Siz ne zaman mevcut rejimin imtiyaz üzerine kurulmuş temellerine itiraz etseniz, gündeme alsanız, ‘sosyalistlerin bu siyasal sorunlar için mücadele edip bunu programlarına almaları gerekir’ deseniz, kendisine sosyalist diyen kimi çevreler hemen karşınıza ‘Cumhuriyetin değerleri’, ‘emperyalizm’, ‘laiklik’, ‘ekonomik/sınıfsal mücadelenin ne kadar önemli olduğu ve bunu temel almayan bir mücadelenin hep eksik kalacağı’ yönünde argümanlarla çıkmaktadırlar.
İşin ilginç kısmı şu ki ezilenlerin, dil ve kimlik hakları temelindeki hak iddialarını hemen negatif algılayıp hedefe koyan bu Türk sosyalistlerinin sensörleri, kendi ulusalcı ve milliyetçilerinin söylem ve pratikleri söz konusu olduğunda hiç çalışmamaktadır. Hatta kendi dünyalarında bunun adı “cumhuriyet değerleri” olmaktadır.
Yalnızca cumhuriyet döneminden konuşursak Şark Islahat Planı’ndan çöktürme siyasetine, Sur’a, Cizre’ye, kayyımlara uzanan politikalarla, devletin tüm zor aygıtlarını işleterek yok etmeyi, başarılı olamayınca yok saymayı denediği Kürtler, bugün ülke siyasetinde demokrasi, eşitlik, adalet, hak ve özgürlükler ve barış konularında en güçlü mücadeleyi yürüten kesim değil mi?
Öte yandan Türkiye Sosyalist hareketinde Marksist ve sınıfsal analiziyle enternasyonalist bir yaklaşıma sahip olan ikinci damar; Kürtleri kendi kaderini tayin hakkının mutlak ve tek sahibi olarak görüyorlar. Türkiye sosyalist hareketinin Devrimci, demokratik, damarları, tarih boyunca hep ezilmiş bir halk olan Kürt halkının mücadelesine destek vermek, uygulanan baskılara ve şovenizme karşı çıkmak basiretini göstermiştir. Kürt halkının mücadelesini gücü oranında desteklemiştir. Hatta kimi sosyalist çevreler, bireyler, ortak bir mücadeleyi stratejik birliğin ana unsuru olarak görmüştür. Bu yaklaşıma sahip olan sosyalist çevreler ve bireyler Öcalan’ın konjonktürel olanla evrensel olanı iç içe geçirmesine, kendi repertuvarlarından konuşmadığı için olup biteni farklı saiklerle ama endişeyle izledikleri bir ‘süreçten geçiyorlar.
Ancak görmek isteyene her şey ortada. Kürtler Ortadoğu’daki güçler dengesinde bir olanak yakalamış, Türk milliyetçisi parti eliyle devlet ‘gel seninle müzakere yapalım’ demek zorunda kalmıştır. Şimdiye kadar Kürtlerle kader birliği yaptığını söyleyip kendilerine enternasyonalist sıfatını yakıştıranlar, bu süreçte Kürt yoldaşlarının elini güçlendirmek için çaba harcamak varken uzun süredir siyasette arabayı atın önüne koşuyor. Bırakın, bir masada oturulsun, çözüm konuşulsun. Başarılı olur ya da olmaz; ama biz sosyalistler Kürt halkına diyelim ki: ‘Biz sizin yanınızdayız; başarınızda da, yenilginizde de.’ Başarılı olunmazsa, Türkiye sosyalistlerinin ezilen bir halkın gönlünde sökülüp atılamayacak denli sağlam bir yeri olacak. Sosyalistler için insanlığın kurtuluşu rekabetten değil, enternasyonalist bir ruhla dayanışmadan geçmiyor mu?
Yazgımız Ortaktır
Türkiye, Kürt meselesinde tarihsel bir dönemeçten geçiyor. Silahların sustuğu, PKK’nin kendini feshettiği bu eşikte, Türkiye sosyalistlerinin Kürt meselesine dair aktif bir siyaset üretmesi, tarihsel bagajıyla yol açmak için bir adım öne geçmesi gerekirken yükünün altında eziliyor. Bu tutum, sorunun etrafında dolaşarak görünmez olma çabasından başka bir şey değildir. Bugün önemli olan sadece neyi eleştirdiğimiz değil; hangi talepleri yükselttiğimiz, hangi vaatleri taşıdığımızdır.
Barış sadece bir sonuç değil, bir tutumdur. Barış ihtimalini doğuran her siyasal moment, sosyalist hareketin çözüme olan pozitif bakışının günceldeki yansımasıdır. Bugün yaşananlar yalnızca silahların susması değildir. 11 Temmuz 2025’te Süleymaniye’de yapılan tören yalnızca örgütsel bir açıklama, silah bırakma değildir. Aynı zamanda Ortadoğu siyasetinde tarihsel bir kırılma anıdır. Kürt Özgürlük Hareketi, ‘Barış ve Demokratik Toplum Grubu’ aracılığıyla silahlı mücadeleyi sonlandırma iradesini ilan etmiş; bu kararı ideolojik, tarihsel ve siyasal argümanlar bütünü içinde temellendirmiştir. Sosyalist hareket buna bir geri çekilme olarak değil, mücadele araçlarının stratejik yeniden inşası olarak bakmalıdır.
Bu da bir bitiş değil. Yeni bir başlangıçtır. Yeni dönemin mücadelesini kurucu siyasetle örme çağrısıdır. Türkiye’nin bütünlüklü, herkesi kapsayan bir demokrasiye kavuşması, adaletin, özgürlüklerin, hak ve hukukun aranır olmaktan çıkartılıp yaşanır hale getirilmesi için barış ve demokratik toplum, demokratik siyaset mücadelesi büyütülmelidir.
Restorasyon Hamlesi Karşısında Demokratik Dönüşüm
Demokratik müşterekleri oluşturan siyasi çevreleri ve toplumsal dinamikleri, tarzları farklı da olsa, tarihsel olarak aynı mücadele yatağına akıtan, o yatağı büyütüp genişleten, birbirini tamamlayan ve birbirini içererek ileri taşıyan bir Demokrasi İttifakı’yla yeni bir başlangıç yapma fırsatı yaratan, farklı gibi duran tüm mücadele gündemlerini ortak bir siyasal hatta doğru yönelten, ideolojik hegemonya mücadelesinde ısrar eden bir perspektif kurmak Türkiye solunun önünde ödev olarak duruyor.
Barış talebi sahiplenilmedikçe kazanımlar zayıf olacak, barış ve demokrasi talebi yükseltilmedikçe iktidarın oyununu bozmak mümkün olmayacak. Kenarda durarak, kendini destekçi olarak konumlandırarak bu süreçten kazanımla çıkmak mümkün değildir. Barış ve çözüm süreci, sol ve sosyalist yapılar için tarihsel bir fırsattır. Bu süreç, demokratikleşme, toplumsal adalet, anti-militarist mücadele, ideolojik yenilenme ve örgütlenme kapasitesini artırma açısından benzersiz bir zemin sunar.
Barış imkânı Kürt sorunu üzerinden egemen sınıflar ve onların iktidarlarının yıllardır sürdürdüğü ırkçı-şoven propaganda ve saldırganlığa karşı, bütün milliyetlerden ve inançlardan sömürülen ve ezilen halkların birleşik mücadelesinin ilerletilmesinin olanaklarını güçlendirecektir.
Savaş ve baskı dönemlerinde emekçiler, gündelik hayatta güvenlik ve geçim derdiyle siyasetten uzaklaşır. Çözüm ve barış süreçlerinde, kısmen normalleşme şansı doğan dönemlerde; sol örgütlerin gündemlerini kitlelere taşımak için eşsiz bir “boşluk” vardır; yani siyasallaşma penceresi yaratır.
Ekonomik eşitsizlik, kamusal hizmetler, işçi hakları gibi başlıklar görünür hâle gelir; ideolojik alan genişler. Sol-sosyalist yapılar için hegemonik alan gücü doğar. Böylesi süreçlerde sol-sosyalist yapılar “halkın barış özleminin sözcüsü” rolüne yerleşerek meşruiyetini pekiştirir. Böylece öncülük elde eder.
Barış ve çözüm anlarında örgütlenme olanakları da en iyi fırsata dönüşür. Sendikal faaliyet, mahalle çalışmaları, kadın-gençlik ağları nispeten kolaylaşır; kriminalize edilme riski düşer.
Böylesi dönemlerde böl-yönet tuzağı görece zayıflar ve sol-demokratik yapılar için kimlikler arası diyaloğu daha da büyütme olanağı çıkar.
Toplumsal psikolojide umut coşku dalgasına dönüşür ve kültürel moral üstünlüğü şansı doğar.
En önemlisi de böylesi süreçlerde krizlerin şiddetten çok siyasetle çözülme ihtimalinin artması gerçeğinden hareketle, siyasalı büyütme imkânı doğar.
Dolayısıyla sol ve sosyalist hareketler barış ve çözüm süreçlerine “dışarıdan destek”, “dayanışma” değil, “içeriden kurucu özne” yaklaşımıyla katılmalı; hem sürecin ilerlemesini garanti altına almalı hem de kendi stratejik büyümelerini hızlandırmalıdır.
Önümüzdeki mücadele döneminde toplumsal dinamikleri açığa çıkarmaya daha fazla kafa yormak, gidişattan rahatsızlık duyan ve değişimi kaçınılmaz gören her örgütlü yapı, çevre ve kişilerle bu temelde bir araya gelmekte ısrar etmek, direniş/inşa/alternatif oluşturma bağlamında önemli ve önceliklidir.
Bugün sosyalist harekete düşen; toplumsal barışı ve hayatı savunacak, iş ve aş mücadelesiyle barış mücadelesi taleplerini genişletip ileriye taşıyacak ve siyasallaştıracak bir mücadele hattını inşa etmektir. İktidar blokunun ‘Terörsüz Türkiye’ söylemi/retoriği karşısında Kürt halkıyla dayanışma içinde olmak, Kürt sorununu kolektif haklar temelinde toplumsal ve demokratik bir çözüme kavuşturmak için uğraş vermek, Kürt halkının kültürel-siyasal haklarının tesisi yolunda verdiği örgütlü mücadelenin önündeki engelleri kaldırmak için çalışmak, oligarşi blokunun restorasyon hamlesine demokratik dönüşüm hamlesiyle yanıt vermek gerekmez mi? Oligarşi bloku dışında toplumsal ve siyasi projelerini sınıfın ve yoksulların temel gündemleriyle toplumsal sınıf ve kesimlerle buluşturmak; Türkiye halklarının kendi kimlikleriyle, kültürleriyle, dilleriyle, inançlarıyla eşitçe, özgürce ve insanca birlikte yaşayabilecekleri bir ülke alternatifini hedeflemek; bunun için mücadeleyi yükseltmek gerekmez mi?
Sosyalistler, Saray tarafından önümüze konulan gündemlere göre ve onun gösterdiği sınırlar içinde, taraftar ya da karşı-taraftar olarak konumlanmayı kabul etmemeli, yeni bir yol açmalıdır. Mevcut merkeziyetçi, otoriter, anti-demokratik siyasal sisteme/düzene itirazı olanların gücünü açığa çıkarmayı ve bu gücü örgütleyerek, demokratik ve özgürlükçü bir siyasal düzen yaratmayı hedeflemelidir. Bu temelde önceliğimiz Türkiye toplumunun demokratik yeniden kuruluşunu esas alan, halkların ve ezilenlerin öfkesini ve ortak mücadelesini örgütleyecek bağımsız, sosyalist, devrimci bir siyasetin örgütlenmesidir.
Türkiye’de silahlı çatışmaların durduğu, müzakere ve diyalog kanallarının açıldığı ve toplumsal muhalefet için görece daha geniş bir alanın oluştuğu bir dönemde sosyalist hareketin önceliği, savunduğu mücadele değerlerini toplumsallaştırmak ve ayrı duran mücadele alanlarını birbiriyle buluşturmak; demokrasi, eşitlik, özgürlük ve adalet zemininde bir araya gelmeye, toplumsal muhalefetin parçalı yapısının giderilip güçlendirilmesine çabalamak, Türkiye halklarının geleceğinde söz ve karar sahibi olmasını sağlamaktır.
Unutmayalım, Rosa Luxemburg’un mezar taşında ‘Ölüler bizi hep uyarır’ [Die Toten mahnen uns] diye yazıyor!
**
Emirali Türkmen
Editör. Dipnot Yayınları Genel Yayın Yönetmeni. Türkiye Sosyalist Solu Kitabı 1: 20'lerden 70'lere Seçme Metinler, Türkiye Sosyalist Solu Kitabı 2: 70'lerden 80'lere Seçme Metinler, Türkiye Solundan Portreler, Behice Boran Kitabı adlı eserleri derleyip yayıma hazırladı. İnsan Hakları Derneği'nde bulundu. Birleşik Sosyalist Parti'de, Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nde siyaset yaptı. Dem Parti MYK üyesidir.
https://praksisguncel.org/kurt-ozgurluk-hareketinin-yeni-perspektifi-karsisinda-turkiye-sosyalistleri/?fbclid=IwY2xjawMlLOdleHRuA2FlbQIxMQABHotF-6xz4mAolBpHYyX3qvX6s81rKCZmiOsGku1yiR3Otkpveip3iNAJX9jC_aem_YsMInNTE5oaWN9FoSVHYfQ
Editör: N. Cingirt
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.