
‘Erken seçim’ tartışmaları tüm hızıyla devam ederken, bu yıl içinde erken seçim olacağını düşünen ve MHP liderine yakınlığıyla bilinen Türköne, Euronews Türkçe’ye verdiği röportajda, Bahçeli’nin ‘yeni çözüm süreci’ni kemale erdirmek için kararlı olduğunu vurguluyor.
Türk siyaseti uzun yıllardır gergin ve bir o kadar enteresan bir dönemden geçiyor.
Bir yanda Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) cumhurbaşkanı adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın, altı CHP’li İstanbul ilçe belediye başkanı ve menajer Ayşe Barım’ın cezaevinde olduğu bir süreç yaşanırken, diğer yanda iktidar ortaklarından Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de yaptığı “Abdullah Öcalan meclise gelsin, konuşma yapsın” çıkışıyla başlayan ve kimilerinin “Yeni Çözüm Süreci,” kimilerinin ise “İmralı Süreci” olarak adlandırdığı bir tablo duruyor önümüzde.
İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla tekrar alevlenen erken seçim tartışmaları da gündemde yer ediniyor.
Siyasetbilimci ve yazar Mümtaz’er Türköne, yaşanan bu süreçlerle ilgili düşüncelerini Euronews Türkçe'ye yorumladı.
Bahçeli’yle uzun yıllardır yakın olduğu bilinen ve hatta “Bahçeli’nin gizli metin yazarı” olduğu dahi iddia edilen Türköne, bu iddiaları reddediyor ve Bahçeli’yle uzun süredir görüşmediğini ifade ediyor.
Bununla beraber, kendisinin tutukluluk sürecinde Bahçeli’nin yaptığı “Dileğim bir haksızlık varsa bunun acilen düzeltilmesidir. Osman Kavala’nın, Altan kardeşlerin, Nazlı Ilıcak’ın ve daha pek çok sorunlu kişinin masum gösterilmeye çalışıldığı bir yerde şehit ağabeyi Mümtaz’er Türköne’nin davası tekraren ve titizlikle değerlendirilmelidir” çağrısı hafızalarda yerini koruyor.
Türköne, Bahçeli’nin yeni çözüm sürecine olan bağlılığının ve ısrarının altını çiziyor.
Henüz İmamoğlu tutuklanmamışken, siz Esenyurt Belediyesi'ne kayyum atanmasını ‘demokrasinin iffetine müdahale’ olarak tanımlamıştınız. Sizin uzun süredir bahsettiğiniz dikotomi, MHP Genel Başkanı’nın devlet kanadını temsil ettiği, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da hükümet kanadını temsil ettiği ve bu iki güç arasında ufak yahut büyük fark etmeksizin belli başlı anlaşmazlıklar olduğu. Sizce Devlet Bey de, sizin gibi bu olaylardan rahatsız oluyor mudur, bilhassa İmamoğlu meselesinden?
Öncelikle şunu ifade edeyim: Dört yıldan fazla zamandır Devlet Bey'le hiçbir irtibatım yok. Dolaylı veya direkt irtibatım yok kendisiyle. Ama talebelikten beri tanırım Devlet Bey'i.
Beraber de çalıştık. Sonrasında da ilişkimiz devam etti. Sayarım kendisini. Politik duruşu dışında kişiliği, beyefendiliği, nezaketi dillere destandır. Devlet Bey’in politik pozisyonları itibarıyla söylediği lafların nereye vardığını, ne sonuçları doğurduğunu kestiremem.
Ama geçen de “Ya bu politika gereği bazı şeyler söylüyoruz, çok takılma” diye, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e.
Şimdi anladığım, yorumladığım şu: Cumhur İttifakı çok hassas bir denge üzerinde gidiyor ve Devlet Bey bir stratejiye ikna olmuş.
Bu strateji ise şu: Türkiye; İngiltere, Amerika, Fransa ile birlikte Ortadoğu'da yeni bir düzen kuruyor. Ortada iki ihtimal vardı: biri kaos ihtimali, bir de kozmos, düzen ihtimali. Bir düzen oluşturuyorlar ve Türkiye'yi de bu konuda önemli bir partner olarak görmüşler. Suriye'deki operasyon öyle başlamış. Bunun mütemmim cüzlerinden yani vazgeçilmez parçalarından biri de Türkiye'deki çözüm süreci.
Bütün bunların hepsini bir bütün olarak algıladığını, Devlet Bey'in, ve o konuda ısrarlı, kararlı bir tavır sergilediğini görüyorum.
Gündelik politika kısmıyla alakalı, politikanın geçici dengeleri ile alakalı sözlerini yorumlayacak durumda değilim. Çözüm sürecindeki ısrarının sebeplerini ise anlayabiliyorum.
Sarayla bir çatışma içinde olduğunu da görebiliyorum.
Varsa böyle bir çatışma, sizce sebepleri nedir?
Devletin çıkarları, başka bir sebep yok. Bahsettiğim projenin hedefi, devletin çıkarları. “Kürtlerle barış olmazsa vatandan kopma olur” düşüncesi hakim.
Zira bütün nüfuz alanını, hinterlandını kaybetmiş oluyorsun.
Gazze krizi bir seneyi aştı. 2023'ün Ekim ayından bu yana korkunç bir katliam gerçekleşti Gazze'de. Fakat devletler oradan politik sonuçlar devşiriyorlar.
İsrail tam anlamıyla “kasabanın şerifi” rolünde dolaşıyor.
Türkiye için tehlikeli olan İsrail'in bölgede istikrarsızlığı bir statüko olarak benimsemesi.
Buna karşı, bu proje İngiltere'nin, Amerika'nın ve Fransa'nın devrede olduğu bir düzene bağlıyor bölgedeki dengeleri. Devlet de bu konuda tam anlamıyla ikili bir tercih ile karşı karşıya: ya yok olacak, mahvolacak, kayıplara uğrayacak İsrail'in kaos ısrarı sürerken; yahut bölgesel projenin aktif bir partneri olarak kendi işine bakacak, kendi çıkarına bakacak. Devlet bey bunu temsil ediyor diye düşünüyorum.
22 Ekim'de Devlet Bey'in yaptığı o ileri çıkış, sarsıcı çıkış, bana öyle geliyor ki HTŞ'nin Suriye'deki ileri harekatını da mümkün kıldı.
Öbür taraftan da AK Parti kanadı, saray kanadı bu süreçten, bu tartışmalardan gündelik politikaya yönelik, iktidar dengelerine yönelik, iktidar hesaplarına yönelik sonuçlar çıkartıyor ve bu sonuçlar Bahçeli'nin istikametiyle uyuşmuyor. Yani 22 Ekim'de Öcalan gelsin konuşsun dedi Bahçeli; hemen ertesi günü Ahmet Türk'ü hiçbir soruşturma geçirmediği halde görevden alıp kayyum atadılar. O da Devlet Bahçeli'ye yakın bir figür olduğu için. Yani bu şekilde karşılıklı bir restleşme veya diyalog devam ediyor. Fakat Erdoğan, Bahçeli'ye muhtaç. Bu durum gayet gerçek.
Türkiye'de özellikle iki farklı ses çıktığını duyuyoruz bu günlerde. Aslına bakarsanız biraz İstanbul seçimlerinin yenilendiği süreci andıran bir ton var. İstanbul seçimlerinin yenilenme kararı alındıktan sonra bir kesim demişti ki “Erdoğan kaybedeceği seçimi tekrarlatır mı?” Bir kısım da “Hayır kardeşim demokrasi var, sandık var. Gideceğiz oy vereceğiz. Aldırmayacağız” dedi ve ikinci seçenek gerçekleşti. Bu sefer de aynı sloganlar, aynı cümleler aynı figürler tarafından serdediliyor. Yerel seçimde bir de şöyle bir cümle eklemlendi “umutsuz kesim”in argümanına: “Yerel seçimde muhaliflerin biraz gazını almak için verdiler belediyeleri, koca ülkeyi verirler mi sanıyorsunuz?” Şu süreçte de “Bu yıl erken seçim olacak” diyen herhalde tek kişi sizsiniz. Bildiğiniz bir şey mi var?
Hayır. Ben hiçbir zaman istihbari bilgiye itibar ederek analiz yapmam. Her zaman yanıltır. Ben nesnel şartlardan çıkartırım sonuçları. Nesnel şartların politikacıların tercihlerini ve kararlarını da belirlediğini bilirim. Bu ekonomiyi sürdürmek mümkün değil.
Erken seçim kararı alınır alınmaz Türkiye'nin ekonomisi birden bire rahatlayacak, bu kesin. Dolar düşecek, euro düşecek. CDS (“Credit Default Swap” – Kredi Risk Primi) puanı düşecek, borsa yükselecek, herkes umutlanacak. Eğer erken seçim kararı ile ekonomi rahatlayacaksa ve ekonomi de siyaseti belirliyorsa erken seçim dışında bir yol yok. Benim analizim bundan ibaret.
2002 seçimlerinde MHP lideri Bahçeli götürdü ülkeyi erken seçime. 2015'teki Haziran - Kasım süreci yine Bahçeli'nin eseri. Şimdi de benzer bir beklenti olduğu konuşuluyor Ankara kulislerinde. Siz de bu yıl erken seçim beklediğinize göre, bu kararın yine Bahçeli'den mi çıkacağını düşünüyorsunuz?
Bu karar kimden çıkar… Benim muhakeme tarzım şuna dayanıyor: Türkiye, 2016'dan sonra çok güçlü bir otokrasiye evrildi. Bu otokrasi hukuku yok etti. Hukuksuzluk ekonomiyi de batırıyor. İktidarın oluşturduğu bir statüko var. Kendisi de bu statükoyu değiştirecek güce sahip değil.
Lakin geniş toplum kesimlerinde “Erdoğan bugün istese anayasayı lağveder, laikliği kaldırır” gibi bir düşüncenin olduğu da sıkça dillendiriliyor.
Bunun gerçek hayatta bir karşılığı yok. Hukuka dönmesi, otokrasiden vazgeçmesi demek Erdoğan'ın. Ekonomik kriz de bu durumdayken otokrasinin sağladığı olan her türlü yetkilerden vazgeçerse zaten iktidar kendiliğinden sona erer. Öteki türde halk desteği kaybolduğu için sona eriyor. Kısacası iki ucu kirli bir değnek var elinde Erdoğan'ın.
Erken seçimin bir mecburiyet olarak Türkiye'nin önünde olmasının gerekçesini de buna dayandırıyorum.
Bahçeli bütün siyasi pozisyonunu çözüm sürecinin devamına göre belirledi. Bu konuda çok kararlı, çok ısrarlı.
Burada çok açık ve net olarak siyasi çıkarlarını, siyasi hesaplarını gözetmediği de belli. MHP'nin doğasına, kimyasına aykırı bir şey yapıyor. Buna rağmen ısrar ediyor. Vazgeçmiyor, geri dönüş yapmıyor.
Çözüm sürecinin selamete ulaşması, neticesini vermesi, Türkiye'nin bu meseleyi o bölge dengelerini belirleyecek tarzda çözmesi, hukuka dönüşle mümkün. Kürtler de bu konuda çok istekli.
Nüfusun yüzde 10’unu temsil eden bir siyasi hareketin iktidara gelme şansı olmaz. Hep muhalefette kalacaklar. Muhalefetteyken de onların gücü hukuka dayanıyor. O yüzden hukuk üzerinde ısrar edeceğiz. Erdoğan'ın otokratik pozisyonu ile çözüm sürecinin selameti birbiriyle çelişiyor.
Bir otokrasi düşünün, o ülkenin bir vatandaşı sabah kalkıyor, duyuyor ki Bahçeli çıkmış, “Öcalan gelsin mecliste konuşsun” demiş. Hemen [Cumhurbaşkanı Erdoğan] diyor ki: “Gidin Ahmet Türk’ü görevden alın.” Bu adeta bir şablon gibi tekrarlanıyor. Hukuk yok, anayasa, kanunlar… Hiçbir şey yok. Tek bir kişinin tasarrufu.
Bu şekilde, “Çözüm Süreci” denen şeyi neticelendiremezsiniz. Kürt sorununu çözemezsiniz.
Nitekim Bahçeli, de Türkgün’de yayınladığı makalelerde haklar, özgürlükler üzerinde ısrar etmiştir. Son derece tutarlı bir tavır bu. Zira başka türlü bir çözüm yok; Kürtleri ikna edemezsiniz. Hukuksuzlukta Erdoğan ısrar ederse, ki, vazgeçmesi çok kolay görünmüyor; çözüm sürecinin devamı neticelendirilmesi için Bahçeli her şeyi yapar. Erken seçimi de getirir.
“2016'dan sonra Türkiye çok yoğun bir otokrasi sarmalına girdi” dediniz. Eğer öyleyse, Bahçeli de Erdoğan'la birlikte bu ortamın oluşmasında pay sahibi demektir iktidar ortağı olarak. MHP lideri Bahçeli, otokraside bu aşamaya gelinene kadar “Ülkede bir Fethullahçı tehdit var, bu tehdidi yok edene kadar biz güvenlikçi politikaları öne çıkarmalıyız” mı diyordu, şimdi ise “Artık tehdit temizlendi, demokrasiye dönme vakti geldi” mi diyor?
Böyle bir mantığın işlediğini düşünmüyorum. Politik pozisyonlar pek çok farklı faktörlere dayanır. MHP ve Bahçeli o pozisyonuyla siyasette çok ciddi ağırlık kazandı.
Kazandığı bu ağırlığa rağmen bu çözüm sürecinde ısrar ettiğine göre demek ki başka bir şey devreye giriyor. Çok indirgemeci bakmamak lazım ama aldığı pozisyon itibariyle, bugün siyasi çıkarlarını, siyasi hesaplarını değil; devlete yönelik, devlet adamı olarak pozisyonunu besleyen bir tavır alıyor.
https://tr.euronews.com/2025/04/18/mumtazer-turkone-devlet-bahceli-cozum-surecinin-tamamlanmasi-icin-erken-secimi-de-getirir
Editör: N. Cingirt
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.