
Florasında çam ormanı olmayan bir araziyi yüz yıldır çamlandırıp sonra “Yaktılar mukaddes topraklarımızı” diye feveran ediyoruz. Yakmadılar efendim. Biz yaktık. Doğayı ve tarihi dinlemedik, orayı ağaçlandırırken bilimsel verilerle çalışmadık, büyük yangınlardan sonra sakin ve rasyonel bir kafayla çözüm planı oluşturmak yerine dikiverdik kızılçamları ve sonuç böyle oldu
"Bu ülkeye ve bu hayata dair hiçbir şeyin, hiçbir zaman benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor, artık bundan acı duymuyorum."
Yazıya Zeki Demirkubuz’dan bu alıntıyla başlamak istiyorum.
Benzer hislerdeyim. Tek farkla: Belki de Zeki abiyle aramızdaki 15 yaş nedeniyle ben hala acı duyuyorum.
Yazıyı yazarken tam arkamdan dumanlar yükseliyor. Gelibolu dün akşamdan bu yana yanmaya devam ediyor.
Önümde ise iki önceki yangının yorgunu kapkara topraklar…
Öfkeliyim.
Ve biz koca bir ülke olarak istiyoruz ki, üzerinde deri kıyafetler, ellerinde kamçılar ve zincirlerle kötü adamların arabalardan inip ellerinde benzin bidonlarıyla ormanları bir ucundan tutuşturduklarına dair bir video izleyelim.
Öyle rahat edeceğiz çünkü. Öyle olunca sunturlu bir küfür sallayabilecek ve rahatlayacağız.
Siz sanıyor musunuz ki, ormanları yakan bir çete olsa iktidar gündemi değiştirmek için her mecrada bas bas bağırmaz?
“E ama buraları ileride yapılaşmaya açmak için yakıyorlar.”
Sizi, iktidarın bir yeri yapılaşmaya açmak için sizden meşruiyet dilenmek zorunda olduğuna inandıran nedir kuzum?
Ormanları birileri yakıyor elbet. Biz yakıyoruz.
Arabanın camından fırlatmayı uygun gördüğümüz bir sigara izmaritiyle. Saatte 50 km esen poyrazda anız yakma inadımızla. Ağaçların arasında unuttuğumuz bir cam şişeyle. Bahçede kaynak yapma hevesiyle çalılığa kaçırdığımız bir kıvılcımla…
Yahut sadece varlığımızla!
Evet, varlığımızla!
Misal, Çanakkale’de Sarıcaeli yangını elektrik tellerine konan bir şahinin tutuşmasıyla başlamış.
Şahinler mi aptallaştı yoksa her boş araziye yerleşmeyi uygun gördüğümüzden yerküreyi elektrik telleriyle donatarak biz mi onun yolunu kestik? Ne dersiniz?
Şimdi o yangını biz başlatmış olmadık mı yani? Allah’ın işi deyip geçelim, “kasıtlı yakıyorlar” deyip yangın yerini değil ama içimizi soğutalım.
Böylesi pek zahmetsiz, pek kolay. Öyle değil mi?
Bakın, size 1924 tarihli bir makaleden bahsedeyim ve görün bakın Gelibolu neden yanıyormuş.
Makalenin ismi “Gelibolu Yarımadası'nın Florası Üzerine / On the flora of the Gallipoli Peninsula.” Yazarı William Bertram Turrill. Ünlü İngiliz botanikçi.
Turrill'in makalesinden Gelibolu'nun yükseklik haritası. Turrill 500 ft (yaklaşık 150m) üzerinde ağaç olmadığını özellikle belirtiyor
Gelibolu’ya ilgisi İngiliz ordusunda askerlik yapmış olmasından. Bu bölgenin bitki örtüsünü anlamak için 1924’te geriye dönük 300 yıllık arşivi inceliyor Turrill. Buranın bitki türlerine referans veren tüm metinleri tek tek analiz ediyor.
Özellikle 1923’te Gelibolu’da görev yapan Yüzbaşı Martin Ingoldby’nin çalışmalarından faydalanıyor.
Ve bakın neler buluyor:
- “Gelibolu’da ormandan eser yok” diyor. Tam olarak bu ifadeyi kullanıyor. Sadece Kilitbahir tarafında Halep Çamı olarak bilinen ağaçlardan oluşan küçük bir çamlık olduğunu söylüyor.
- Büyük ve süreklilik arz eden bir orman bloğu yerine genellikle tekil ağaçların olduğunu belirtiyor.
- Çam dışında yine yamaçlarda bodur meşe türlerine rastlandığını söylüyor.
- Bunun dışında meyve ağaçlarına vadilerde ve yerleşim bölgeleri civarında rastlandığını tespit ediyor.
- Yüksek bölgelerde ağaç yetişmesine engel olunduğunu (burası önemli), bunun da su kıtlığından ve bu alanların otlak olarak kullanılmasından dolayı tercih edildiğini vurguluyor.
- Bir başka çarpıcı bulgu daha: 150 metre rakımın üzerinde ağaç yok Turrill’in makalesine göre. Bilin bakalım neresi 150 metrenin üzerine? Evet, son yanan bölge. Ve geçen yıl yanan kuzey yamaçları.
- Peki ne var? Maki, çalılar, otsular… Bölgede o yıla kadar kaydedilen 472 türün 315’i bunlardan oluşuyor.
Sonuç: Gelibolu bundan yüz yıl önce ağaçlı, ormanlı bir coğrafya değil.
Değil çünkü burası yılın büyük bölümünde şiddetli rüzgâr alıyor. Yani böyle olduğu için yüz yıl öncesinden çok daha eski zamanlarda var olan ağaçlar bile insanın araziye adım atmasıyla zamanla azalmış.
Bu gerçeğin üstüne ilerleyen yıllarla birlikte daha da artan nüfusu ve turistik tesisleri ekleyin…
Yangın çıkmayacak da ne olacak ki? Bu arazinin ormanlarla kaplı olmaması gerekiyor. Nokta. Tarih de, doğa da bize bunu söylüyor.
Ayrıca Gelibolu’nun birincil ağaç türü kızılçam da değil. Meşe. (Okan Yaşar’ın 2001 tarihli makalesi bu konuda epey aydınlatıcı.)
Gelibolu her yandığında kızılçamı biz dikmişiz. (Bu yangında Eceabat Belediye Başkanı da isyan etti her defasında araziye kızılçam dikilmesine.) Meşe birkaç açıdan yangına daha dirençli ve söndürmesi daha kolay.
The Daily Telegraph'ın Savaş Haritaları çalışmasından 1915 tarihli Gelibolu yarımadasından bir kesit. Gelibolu da az miktardaki ağaçlar haritada işaretlenmiş
İşte basit nedenler bunlar. Maskeli psikopatlar değil. Diğer yangın çıkan bölgelerde de kötü ağaçlandırma, yangınla doğru mücadele edememe, yangından önce gerekli önlemleri almama gibi onlarca etken var ve bunların her biri koca koca ormanların kaybıyla neticeleniyor. Ama biz “doğru çözüm nedir” yerine “kim yaktı lan burayı”nın peşinde koşmayı seviyoruz.
Gelibolu’yla ilgili yukarıda anlattıklarımı Çanakkale Savaşı’nın izini sahada ve arşivde süren Gürsel Göncü ve Şahin Aldoğan (maalesef geçen yıl kaybettik Şahin Ağabeyi) gibi tarihçiler de yıllardır söylüyor. Araziyi ağaçlandırarak tarihi savaşın izlerini de birer birer yok ettiğimizi ısrarla dile getiriyor ve anlatıyorlar.
Ama biz ne yapıyoruz? Florasında çam ormanı olmayan bir araziyi yüz yıldır çamlandırıp sonra “Yaktılar mukaddes topraklarımızı” diye feveran ediyoruz.
Yakmadılar efendim. Biz yaktık.
Çanakkale Gelibolu'da yanan ormanlar
Doğayı ve tarihi dinlemedik, orayı ağaçlandırırken bilimsel verilerle çalışmadık, büyük yangınlardan sonra sakin ve rasyonel bir kafayla çözüm planı oluşturmak yerine dikiverdik kızılçamları ve sonuç böyle oldu.
Yazı bitti. Epey okuması olduğu için yazması neredeyse beş saat sürdü.
Sabah saatlerinde söndürülür gibi olan yangın öğlene doğru Ilgardere ve Beşyol civarında yeniden alevlendi.
Beş saattir o bölgeden dumanlar yükseliyor. Tam arkamdan.
Şimdi sessizce dağılıp, bir sorun karşısında oturup etraflıca düşünüp bilimsel veriler ışığında, tarihin ve doğanın bize gösterdiği yolu hesaba katarak bir çözüm planlamak yerine sosyal medyalarımıza gömülerek birilerini suçlamaya devam edebiliriz.
Haydi herkes klavye başına!
Eray Özer |
Editör: N. Cingirt
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.