Süreç karşıtları: Çözümün alternatifi çözümsüzlük mü?
Süreç karşıtları: Çözümün alternatifi çözümsüzlük mü?
22.07.202506:09
Haber Merkezi
125

Düşman terörist olsa bile devlete yakışan onun onurunu kırmadan bir entegrasyon yolu açabilmesinden geçmektedir. Tamamen boyun eğdirme veya kırma modeli ne kadar sürdürülebilir ilgili siyasi hedeften bir insan ütopyası ne kadar vazgeçer ayrı bir tartışma

TERÖRİSTLE KONUŞMAK

Masamda Jonathan Powell’ın Teröristlerle Konuşmak adlı kitabı duruyordu. Bilindiği gibi Powell, “Hayırlı Cuma” diye anılan ve IRA sorununun çözümüyle sonuçlanan süreçte İngiltere’nin baş müzakerecisiydi. Powell, etnik talepler ya da kolektif kimlik üzerinden yürütülen silahlı hareketlerin bastırılarak değil, taleplerinin meşru zeminlere çekilerek çözülebileceğini savunmaktaydı. Bu görüşüne IRA ve Sinn Féin deneyimini örnek gösterir. Powell’a göre teröristlerle konuşmak bir zayıflık değil, stratejik bir gerekliliktir. Diyalog kapısını erken açmak, şiddetin maliyetini azaltır; her çatışmada siyasi talepler vardır ve bu talepler muhatap alınmadan barış sağlanamaz. Diyalog, empatiyle değil stratejik akıl ve uzun vadeli planlamayla yürütülmelidir.

Powell’ın dünya çapındaki saha ve diplomasi deneyimlerine dayanan temel tezleri bugün de geçerliliğini korumaktadır: “Her silahlı çatışma, ne kadar karmaşık ve ahlaki olarak sorunlu görünse de diyalog ve müzakereyle çözülebilir.” Ona göre, hiçbir hükümet “teröristlerle konuşmayacağız” şeklindeki sert tutumunu uzun süre sürdüremez. Tarihsel olarak neredeyse tüm silahlı gruplarla — IRA, ETA, FARC, Taliban vb. — sonunda müzakere masalarında buluşulmuştur. Bu görüşmeler genellikle başta inkar edilir, gizli yürütülür ve kamuoyuna açıklanmaz.

Powell bu yaklaşımı nedeniyle, ülkemiz de dahil olmak üzere bazı çevrelerce “terörü meşrulaştırmakla” suçlansa da o pragmatik bir pozisyonda durur: “Terörizm bir yöntemdir; biz düşmanı değil, yöntemi reddetmeliyiz.” Demektedir.

Kitabın sayfaları masamda açıkken, bir zamanlar Ergenekon’dan mağdur olmuş emekli albay dostumdan bir mesaj aldım. PKK-YPG’nin samimi olmadığını, sürecin bir göstermelik olduğunu iddia ediyor, öfkeli bir çıkış yapan genç milliyetçi bir siyasetçiyle PKK yöneticilerinin videolarını paylaşıyordu. Hak vermemek elde değildi.

Dayanamayıp Cengiz Çandar’ın önsözünü yazdığı Powell’ın kitabının fotoğrafını gönderdim ve okumasını tavsiye ettim. Nezaketini koruyarak tartışmayı uzatmadı ama önyargılı sert tutumunu da belli etti.

KÜRT VE KÜRT SORUNU YOK MUDUR?

Yıllar önce CHP Genel Merkezi’ne giderken eski bir milletvekili, Risale-i Nur öğrencisi hemşerim dostumu da yanıma almıştım. Kabul beklerken o, “Kürt diye bir unsur yoktur” şeklinde bir ifade kullandı. Bunu duyan, yakındaki bir kişi yüzü kızarmış ve yanakları şişmiş şekilde yanımıza yaklaştı ve “Kürt diye bir halk vardır Sayın Vekilim, ben de onlardan biriyim” dedi. İşini sorduğumda, Şırnak il başkanı olduğunu söylemişti.

“Kürt sorunu yok” diyenleri bazı kategorilere ayırabiliriz:

1. “Sorun yok, sadece adalet ve yurttaş sorunu var” diyenler: Bu grup en makul ve diyaloğa açık kesimdir. PKK ve Öcalan’ın muhatap alınmasına karşıdır. Ancak gizli müzakereler konusunda bir açık kapı da bırakmaktalar.

2. “Sadece terör sorunu vardır” diyenler: Ulusalcı ve popülist milliyetçi siyaset çevrelerinde bu söylem yaygındır. Kürtlerin kamusal alandaki varlığını yeterli görerek daha fazlasına gerek olmadığını savunurlar. Bu kesimin toplumsal tabanını çoğunlukla Balkan savaşları ve 93 harbi göçmen kökenliler teşkil eder. Bu kesimde empati yetersizliğinin nedeni, göçmen kökenli toplulukların mekânsal travmalarından kaynaklı anlam kargaşasından kaynaklanmaktadır.

3. “Kürt sorunu lafı fitnedir” diyenler: Özellikle mahalleli bazı ağır ağabeyli kesimde bu düşünce yaygındır. Sorunun adının sadece “Güneydoğu sorunu” olarak adlandırılmasının bile fitneden koruyucu olacağı kabul edilir. Fazla kurcalamadan kardeşlik yapalım modu yaygındır. Gizli müzakereler içinse çok gizlilik şartıyla göz yumma eğilimlerindedirler.

Bu üç kesimde de milyonlarca DEM parti veya AK Kürt oy desteğinin nedenini ise merak konusunda hiçbir duyarlılık veya merak söz konusu değildir.

SADECE TERÖRLE MÜCADELE: ÇÖZÜMSÜZLÜK MODEL

Geçenlerde silah bırakma örneği olarak ulusalcı veya seküler milliyetçi üst düzey değerli bir siyasetçi bir PKK’lının zelil halde dizleri çökmüş halde silah teslim görüntülerini göstererek, silah bırakacaklarsa böyle bırakmalılar diye belirmekteydi. Önce sormak gerekir bu şekilde teslim alınan insanlar ileride tehdit olmayacak normal bir entegrasyon sürecine girebilirler mi acaba? M. Kemal Paşa bile yerden Yunan bayrağını toplamadı mı? Düşman terörist olsa bile devlete yakışan onun onurunu kırmadan bir entegrasyon yolu açabilmesinden geçmektedir. Tamamen boyun eğdirme veya kırma modeli ne kadar sürdürülebilir ilgili siyasi hedeften bir insan ütopyası ne kadar vaz geçer ayrı bir tartışma. Ancak bu yaklaşım da bir şekilde Terörle mücadelenin sürdürülebilirliğinin belirsizliği altında bir şekilde çözümsüzlüğü işaret etmektedir.

Terör ile mücadele sorunu vardır düşüncesinde olanlarda genel tutum, devletin sadece güvenlik eksenli yaklaşmasının yeterli olduğu yönündedir. Bu tutum seküler tepkisel negatif milliyetçiliği ve hiyerarşik vatandaşlık anlayışını besleyen bir modeldir. Ayrıca bu ısrarın devlet sert gücü açısından sürdürülebilir bir gerçek tarafı da mevcuttur

Sadece Güvenlikçi politikalarda kör ısrar iyi niyeti barındırıyorsa da asker şehitlerin sadece profesyonel olması acıyı dindirmeyecektir. Siyasi ve toplumsal çözüm olmadan Terör yapılanmaları mutant yapıda her zaman içeride-dışarıda karşımıza çıkacaktır. Belki bu ısrar ancak yeni kuşaklara seküler yeni milliyetçilik tipini ve hiyerarşik vatandaşlık modelini benimsetecektir. Ne yazık ki süreç karşıtı genel yaklaşıma artık “çözümsüzlük çözümdür” yaklaşımı diyebilmekteyiz.

BÜROKRATİK PERSPEKTİF

Cumhuriyet bürokrasisi, 1921’den bu yana Kürt meselesinin potansiyel tehdit boyutunun farkındaydı. Ancak zaman içinde bu farkındalık sadece demografik gözlemlere sıkışmıştı. Turgut Özal gibi siyasetçiler vizyonerliğiyle bu soruna yaklaşsa da devlet bürokrasisi yeterli destek veremedi. 2013-2020 arasında ise Suriye merkezli riskler nedeniyle çözüm girişimi donduruldu. Şimdi ise 7 Ekim süreci ile oluşan yeni Ortadoğu’da Sayın Bahçeli’nin temsilinde devlet aklı bu çözümün zamanlamasının tecelli ettiğini göstermektedir. Sayın Erdoğan’da bu süreci sahiplenmektedir. Ancak Suriye istikrarsızlığı, hukuk üstünlüğü tartışmaları ve kutuplaşmada siyasi ısrar nedeniyle bu sürecin kolay gerçekleşmeyeceği de ortadadır.

SONUÇ

Sayın Demirtaş’ın da ifade ettiği gibi, bu ülkenin çocuklarının hayatı, “çözümsüzlük çözümüdür” diyenler için ne kadar anlamlı? Sürece karşı çıkmak, çözüme karşı çıkmak anlamına gelmemeli. Süreç Karşıtları dünyadaki gibi “Terörist ile konuşmadan” nasıl terörü bitirebileceklerini izah edebilmelidirler. Herkes, bu ülkenin refahı ve birlikteliği adına, adını koymaktan imtina etse de bu sorunun çözümüne dair samimi bir tezi sunabilmelidir.

Süreci sadece politik oportünizm, eksik altyapı ya da metodoloji sorunuyla eleştirenlerin kaygıları dikkate değerdir. Ancak süreci eleştirenlerin bu tutarlılığı sürdürebilmeleri, sıradan karşı çıkışların ötesinde alternatif bir çözüme dair tarihsel ve toplumsal bir tez sunmalarına bağlıdır.

Sadece güvenlikçi yaklaşım gösterenlerin, sorunun özünün tarihsel geçmişinden geldiğini görmeleri gerekmektedir. İlgili aktörler sürece karşı olabilirler ancak artık toplumsal ve siyasal ilgili gerçeğin inkarı üzerinden çözümsüzlük fikrinin ısrarından da vaz geçebilmeliler.

TARIK ÇELENK KİMDİR?

Ekopolitik Düşünce Merkezi’nin kurucusudur.


Editör: N. Cingirt
Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.