Öcalan partisi yolda...
Öcalan partisi yolda...
14.09.202512:07
Haber Merkezi
21

Gazeteci Sedat Bozkurt, PKK lideri Öcalan'ın adında 'Türkiye' geçen yeni bir siyasi parti kurma hazırlığında olduğunu öne sürdü. Bozkurt, "İçinde Türkiye olan bir yeni adla Öcalan, yeni bir parti kurma hazırlığında. Parti programını da kendisi kaleme alacakmış. Kafasındaki genel başkan ise doğal olarak Selahattin Demirtaş değil, Pervin Buldan" dedi.

Gazeteci Sedat Bozkurt, bugün kaleme aldığı yazısında PKK lideri Öcalan'ın yeni bir siyasi parti kuracağını belirtti. Bozkurt'un yazısı şöyle: 

Hepimizin ekonomist ve hukukçu olduğu bir ülke haline döndü Türkiye. Bu kadar ekonomist ve hukukçunun olduğu memlekette ekonominin bu kadar kötü hukukun ise yok olması da ayrı bir ironi.

“Hak, hukuk, adalet” sloganı galiba ilk olarak İran’da kullanıldı. Türkçe’de hemen hemen üçü de aynı anlamı ifade ediyor. Çok rahat birbirlerinin yerine kullanılabilir kavramlar. Kılıçdaroğlu’nun gerçekleştirdiği Adalet Yürüyüşü’nde politik hayatımıza iyice yerleşti. CHP’den çıkan ama toptan muhalefetin sloganı artık o.

Hukuk kelimesi Arapça “hak” kökeninden geliyor. TDK’ya göre, “toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü” olarak tanımlanıyor. Hukuk “sahip olunan hakların tamamı” olarak da günlük hayatımızda kullanılır.

Hukuk kavramı medeniyetle birlikte başlıyor. Milattan önce 3000’li yıllarda antik Mısır’da hukuk meselesinin ilk adımı atılmış. Antik Mısır hukukunun, medeni yasalar da içeren 12 levha ile hayata geçirildiği belirtiliyor.

İlk mahkemelerin de eski Mezopotamya’da Sümerler tarafından yine milattan 3000 yıl önce kurulduğu var sayılıyor. Sümerlerin ilk yazılı hukuk kurallarına sahip topluluk olduğu da biliniyor.

Kısmen kayıt altına alabildiğimiz ve içinde yaşamaya devam ettiğimiz milattan sonrası dönemle birlikte hukuk kavramının insan hayatına girmesinin üzerinden tam 5000 yıl geçmiş. Geldiğimiz nokta ülkemiz açısında tam bir facia olsa da Gazze’de yaşananlara bakınca toptan insanlık açısından da durum hiç de 5000 yıl öncesinden daha parlak değil.

Filmi yapılamayan hukuksuzluklar

Ülkelerin medeniyet göstergelerinden en önemlisi yargı sistemleridir. Yani hukukun uygulandığı alandır. Bize göre hayli karışık bir devlet sistemi olan ABD’nin yargı sistemi de hayli karışıktır. Sistem, Başkan’ın ataması, Senato’nun onaylaması ve seçimlerle belirlenen hâkim ve savcılardan oluşuyor. Yargı sisteminin en önemli unsurlarından birisi de jüridir. Sıradan vatandaşlardan oluşan jüri sistemi yargıya güvenin en önemli unsurudur.

Birçok temel üzerine inşa edilmiş bu sistemin “tıkır tıkır” işlediğini ileri sürmek doğru değildir. Güçlü bir devlet, içerisinde “mutlak bağımsız” bir yargıyı barındırmaz. Güçler ayrılığına dayalı bir sistem olduğu için ABD’de denge denetleme, yargının abartılı hata yapmasına çok olanak tanınmaz. Yargının iyi ya da kötü kararları anında Hollywood tarafından sinema filmi olarak tüm dünyanın izlemesine sunulur. Amerikan sinemasında çok başarılı onlarca mahkeme salonlarında geçen ya da yargı kararlarını eleştiren filmler ve diziler vardır. Bu bir özgüvenin de ürünüdür. Aynı zamanda da tekrarlanmasını önlemenin, itirazı, tepkiyi toplumsallaştırmanın da en etkili yoludur. Jüri üyelerinin, bir odada geçen tartışmalarının 1,5 saat süren ve bir tiyatro oyunundan uyarlanan “12 Öfkeli Adam” filmi bir baş yapıttır. Yapım tarihi 1957’dir.

Bizim ülkemizde mahkeme salonunda geçen bir tane sinema filmi göremezsiniz. Eskinin Yeşilçam filmlerindeki “babacan” hakimler bu kategorinin de dışındadır.

Hukuksuz verilmiş kararların filminin bile yapılarak tekrarlanmasının önlenemediği bir ülke burası. Hukuk olmamasının nedeni ne ise hukuksuz yargılamaların filminin yapılamamasının nedeni de odur, demokrasinin olmaması.

Yargı hep devletindi

Ana muhalefetin mitingleri bir mahkeme salonu haline dönüştü. Sürekli memleketteki yargı sistemine yönelik eleştiriler dillendiriliyor. Bu tavır doğrudur ama yeterli değildir. Deniz Feneri yargılaması ile başlayan, Ergenekon, 17/25 Aralık soruşturmaları ile devam eden, 15 Temmuz davalarında da kendisini gösteren bir iktidar yargısı tablosu var ortada. AB üyelik sürecinin en önemli aşaması olan “Kopenhag kriterlerinin” uygulaması aşamasında başlıyor yargının iktidarın kontrolüne girme tartışmaları da.

Türkiye’de yargı hiç bağımsız olmadı. Hep devletin yargısı oldu, taraftı yani. Şimdi devlet yerine geçmiş politik bir yapı hatta bir kişi var. Yargının pozisyonunda bu anlamda teknik olarak bir değişiklik yok. Eskiden devletin “faydasına” kararlar veriyordu, ya da devleti “koruyordu”, şimdi devlet yerine konulan ne veya kim varsa onu. (Devletin elindeki yargı, güçler ayrılığının bir niteliği değildi. Ya da demokrasi içindeki dengeleyici unsur. Öyle olsaydı memleketin hikayesi buralara gelmezdi.)

İstiklal mahkemelerinde, Yassıada yargılamalarında, kapatılan Kürt ya da Millî Görüş partilerine kadar karşımızdaki yargı tam da bugünkü yargıydı. Devlet, partilerin siyasi rakibi olmadığı için amacı sadece onları kendisine “tâbi, bağımlı” kılmaktı. Siyasete, demokrasiye, özgürlüklere alan çizmekti. Şimdi devlet, siyasi partilerin rakibi. Farklılık burada başlıyor, devlet olan siyasi yapı kendisine alternatif olacak güçlü rakip istemiyor. Mesele bu kadar yalın.

AKP’nin programı ne diyor?

İktidarda iken kendisi de bir kapatma davasına muhatap olan AKP kurulurken, vatandaşlara parti olarak yapacaklarını belirttiği ve içinde bolca “milli irade, demokrasi ve hukuk” kavramları geçen parti programında, Ülkemiz bugün hukuk devletinden ziyade kanun devleti görüntüsü vermektedir. ‘Devletin hukuku’ yerine ‘hukuk devleti’ anlayışının esas olması gerekir. Kanunları hukuka, hukuku evrensel adalet ve insan hakları esaslarına dayandırmadıkça, Türkiye gerçek bir hukuk devleti olamaz ve uluslararası camiada saygın bir yer edinemez” diyor.

AKP’nin parti programı bugün AKP’nin en büyük muhalifi. Ama bu mesele değil. Aynı muhtelif yasalar ve muhtelif anayasa maddeleri gibi o da sadece yazılı bir metin. Uygulanmaya, dikkate alınmaya bilir.

Partilerin programlarına bakmamak lazım, ne yapıyor ona bakmak lazım. Benzer durumları şimdilerde de yaşıyoruz. Baskıcı rejime karşı demokrasiyi savunmak adına her taraf “düşün peşime” diyenlerle dolu. Bu söylemle AKP’nin peşine düşenler akınıza gelsin bu gibi durumlarda.

HDP kapatılmayacak gibi

Devlet Bahçeli dillendirmeyince HDP’nin kapatılma davası da unutuldu. Ama dava devam ediyor. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı “isteksizce” açmıştı davayı, Anayasa Mahkemesi de “gönülsüzce” bakıyordu. Ülke iklimi, MHP’nin iktidardaki pozisyonu, devlet içindeki gücü nedeniyle dava hızlanmıştı, kapatma kesin gibiydi ve sayıları yüzlerle ifade edilen isim hakkında getirilecek siyasi yasaklar değerlendirmeye alınmıştı.

“Terörsüz Türkiye” süreci mahkemeyi çok rahatlattı. Geçtiğimiz günlerde raportörler üyelere sunum yaptılar. Değişen iklim nedeniyle yapılan sunumun temeli hukukiydi. Üyelerin hemen hemen tamamı da daha önce “kapatmaya neden olan suçları” bireysel görerek parti kapatmakta hukuki gerekçe olamayacağını bir biçimde, Bahçeli’yi de kızdırmak pahasına dile getirmişlerdi. Raportörün görüşü de şimdi bu yönde. Dava devam edecek ama acele etmeyecekler. Karar çıkması biraz zaman alacak gibi. Bir yıl içinde değişen politik iklimin etkilediği yüksek yargıdaki rahatlama HDP’nin kapatılmasını önleyecek kadar önemli. Bu sırada da “normal” hayatına devam eden HDP 6’ncı olağan büyük kongresini geçtiğimiz hafta toplayarak yeni yönetimini de belirledi.

Asıl komik olan bugün AYM, HDP hakkında kapatma kararı verirse başta Bahçeli, süreci baltalamakla suçlar mı AYM üyelerini? Hayır diyemediniz değil mi?

Öcalan partisi yolda

Öcalan’ın Selahattin Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışına tepki gösterdiği biliyoruz. Bunu son görüşmelerinin birinde de “Bizim işimiz birisinin başkan olmasını engellemek değil ki, çok yanlış bulmuştum, bulduğumu da Sırrı’ya da söylemiştim. O da yanlış yapmıştı” diyerek hatırlattı.

Öcalan ile Demirtaş arasındaki politik ayrışmayı göstermesi açısında bu açıklamalar çok önemli. 23 Şubat 2013 tarihli görüşme notlarında Öcalan, “Biz Tayyip beyin başkanlığını destekleriz. Biz temelde AKP ile bir başkanlık ittifakına girebiliriz” demişti, Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” açıklamasından yıllar önce. Bu çok temel bir ayrışma noktasıdır.

Sırrı Süreyya Önder bunu bana da anlatmıştı. Arabada giderken Demirtaş ile yaptıkları bir görüşmede “Seni başkan yaptırmayacağız” cümlesini kendisinin önerdiğini. Ve bu konuşma bir sonraki görüşmede Öcalan tarafından da eleştirilerek önlerine konulmuştu. Bu bilgi Öcalan’a kadar ulaşmıştı yani.

Suriye’de Bahçeli ile Erdoğan’ın kurgusu çok yolunda gitmiyor. SDG meselesi de öyle kolay çözülmeyecek noktada. Bu koşullar altında başlatılan sürecin devamı da çok kolay değil. Hem devam ettirmek hem de şu saatten sonra sonlandırmak hayli politik risk barındırıyor.

HDP kapatılmıyor ama DEM kapatılacak gibi. İçinde Türkiye olan bir yeni adla Öcalan yeni bir parti kurma hazırlığında. Parti programını da kendisi kaleme alacakmış. Bu bilgiler ikinci kaynaktan elde edilmiş kulis bilgileridir. Yeni parti Öcalan partisi olacak, yörüngesindeki, ona sahip çıkan parti değil. Kafasındaki genel başkan ise doğal olarak Selahattin Demirtaş değil, Pervin Buldan.

HDP kapatılmazsa ve Demirtaş dışarı çıkabilirse Öcalan da yeni partiyi kurarsa siyasetin Kürt cephesi de hayli hareketlenecek.

İnsanın aklına da gelmiyor değil, burayı da bölmeyi başaracaklar mı?

Öcalan partisi yolda


Editör: N. Cingirt
Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • suat aydın

    suat aydın

    3.08.2013 17:03

    Hayırlı günler sayın editörüm 1990 model hurda bir otom var biraz paraya ihtiyacım var bunu hurdacıya vermeyi düşünüyorum kimi tanıdıklarım vermememi beklememi söylüyorlar ne yapacağımı bilemiyorum sizce ne yapmalıyım bana yardımcı olurmusunuz

Öcalan partisi yolda...
Her Taraf
14.09.2025
Öcalan partisi yolda...