Bekir AĞIRDIR
Dünya uzun zamandır hızın esiri. Son kırk yılın teknolojik sıçraması zaman ve mekandan bağımsız bir gündelik hayatı mümkün kıldı. Zaman ve mekan kısıtından kurtulmuş, sürtünme katsayısı sıfır olan gündelik hayatın esası hız. Çok katmanlı, çok boyutlu, çok aktörlü yeni gündelik hayat ritminin belirsizlik ve karmaşıklık esaslı oluşunun da asıl sebebi yine yaşanılan bu hızlı ritim.
Eskiden “gelecek” dediğimiz bir şey vardı. Türkiye gibi gecikmiş ve telaşlı bir kentleşme, modernleşme yaşayan toplumun gelecek algısı değişiyor. Artık toplumun ortak gelecek algısı 10 yılın altında, toplumun üçte birinin gelecek algısı 36 ayın da altında.
Belki de gelecek ayları, yılları beklemeden her gün telefon ekranımıza düşen yeni bir güncellemeyle geliyor. Neredeyse her gün kullandığımız uygulamalar geliştiriliyor, değiştiriliyor. Her bir güncellenen uygulamayla gelecek de şekilleniyor, yarın sabahki gündelik pratiklerimiz, tutum ve davranışlarımız da değişiyor. Sonra, bir gün, o küçük görünen güncellemelerin, geliştirmelerin, değiştirmelerin birikimiyle bir sıçrama yaşanıyor.
Bir zamanlar bilim kurgu olan yapay zekâ, artık gündelik hayatta sıradan bir nesne olarak cep telefonlarımızın içinde duruyor. Ekranlarda kullandığımız hemen her uygulamanın bir biçimde içinde, bankacılık hareketlerimizde, haber takiplerimizde, alışverişlerimizde, konuştuğumuz çağrı merkezlerinde, karşılaştığımız müşteri hizmetinde, makale özetlerinde, hatta okul ödevlerinde.
Ve sürekli olarak şunu dinliyor, şunları okuyoruz, "yapay zekâ tüm ekonomiyi, işleri, meslekleri değiştirecek." Ama asıl soruyu unutuyoruz. Teknoloji sıçrar, yapay zekâ hayatı ve ekonomik işleyişi tümden değiştirirken insan, toplum ve asıl devletler başta kurumsal yapılar da onunla birlikte değişiyor mu?
Birey kalabalıkların içinde yalnızlaşıyor
Metropollü hayatın mahallesi, sokağı, binaları, evleri değişti. Bu değişim aileyi, haneyi değiştirdi. Daha da çarpıcı değişim, ilişki, iletişim, örgütlenme, dayanışma gibi yaşam biçimleri mekan değiştirerek dijital ortamlara kaydı. Her iki dünyada da kalabalıklar halinde ama yalnız yaşıyoruz. Birbirimize dokunmadan, birbirimizi duymadan geliştirilen ilişkiler tedirginleştirdi hepimizi. Kapılarımızdaki alarmlarla korunan bireysel alanlarımız, tüm mekanlarda kameralarla dikizlenen hayatlarımız endişelerimizi çoğalttı. Haber, bilgi, deneyim bombardımanı altında kaldık. Bugün herkes daha çok şey duyuyor, okuyor, biliyor ama çok azına inanıyor. Çünkü bilgi çoğaldıkça, doğruyu bulmak zorlaşıyor. Yalan haberi, doğru olmayan bilgiyi yayarak algılarımızı, korkularımızı yönlendirmek isteyen kötülük daha örgütlü, becerikli, daha çok kaynağı var.
Eskiden bilgi kıttı, kıymetliydi, şimdi sınırsız ama şüpheli. Aklımızda, algımızda, ruhumuzda bir gölge büyüyor, gerçeklik aşınıyor. Tüm araştırmalar gösteriyor ki, insanlar dijital dünyada daha çok zaman geçiriyor ama kendini daha yalnız, daha güvensiz, daha kırılgan hissediyor. Teknoloji sıçrayarak ilerliyor ama onun hızına ayak uydurmaya çalışırken yoruluyoruz.
Dijital deneyim, hayatın ana sahnesi artık. Ama bu sahnede herkes var, kimse gerçekten yok. Kendimizi teyit eden, öfkemize tercüman olan videolarla, kendimizi şımartan markaların kişiselleştirilmiş kampanyalarıyla küçük mutluluklar ediniyoruz.
Bugünün insanı, yalnız ama dokunmadığı, görmediği milyonlarla bağlantılı. Güvensiz, endişeli, kabuğuna çekilmiş ama dışarıda olanlara karşı son derece meraklı. Bireysel yaşamına sıkışmış ama dış etkilere açık.
Öte yandan dijital dünyada büyük duygular eksik güven, aidiyet, samimiyet ve hatta sevgi ve aşk. Muhatap olduğumuz sesler, sözler çoğalıyor, hızlanıyor ama “insan sesi” azalıyor, kısılıyor. Hız samimiyeti yutuyor, insani bağ, duygu ve ilişki kopuyor. Bir zamanlar reklamlar ne diyorsa oydu, şimdi reklamın da yapay zekâ tarafından yazıldığını, üretildiğini, seslendirildiğini anlatıyorlar. Artık bir cümlenin arkasında insan mı var, bilgisayar mı, belli değil. Şimdi yapay zekâ ile akıllı cihazlar daha da güçleniyor ama insanın anlamı zayıflıyor.
Kurumsal yapılar köklü bir dönüşümle karşı karşıya
Artık kurumlar yalnızca insanlardan değil, insan ve yapay zekâ karakterlerinden ve robotlardan oluşur hale geliyorlar. Sınırlı insan müdahalesiyle ve hatta hiç insan müdahalesi olmadan otomatik görevleri gerçekleştirmek için yapay zekâ araçlarının olduğu iş modelleri, örgütlenme, kurumsallaşma formları mümkün hale geliyor. İş akışları hiyerarşiden kurtulup ağ yapısıyla yürüyecek. Bir kurum, şirket, sivil toplum örgütü artık “organize insan emeği” temelli değil, “organize insan ve makine zekâsı” temelli olacak.
Ama çok temel bir sorun var, yapay zekâyı yanlış tanımlıyoruz. Öyle bir anlatı var ki yapay zekâ her şeyin sonu, olumlu veya olumsuz. Bu anlam karmaşası hep insansız bir anlatıya bağlanıyor. Halbuki yapay zekâ 200 IQ’lu bir çocuğunuz olması gibi. Bu IQ ile ne yapabileceği, sizin ona öğreteceğiniz marifete, vereceğiniz şahsiyete bağlı. Siz onu eğiteceksiniz. En büyük marifeti milyonlarca veriyi çok kaynaktan aynı anda ve saliseler içinde derlemesi, özetleyebilmesi, analiz edebilmesi, sizin önünüze modellemeler çıkarabilmesi. Bu kulağa büyüleyici geliyor. Daha hızlı, daha verimli, daha ucuz. Ama insan bu hikayede nerede duracak?
Geleneksel yöntemle “olan olduktan sonra” öğrenilen, denetlenen, düzeltilen çalışma sonuçları, süreçler bu hız sayesinde “olurken, anlık” olarak öğrenilecek, düzeltilebilecek. Kısaca yapay zekâya dayalı iş modelleri ve süreçlerinde yapay zekâ icracı, insan denetleyici olacak. Yasal, ahlaki ve etik kuralları insan koyacak. Bugüne kıyasla daha küçük yönetim ekipleri, daha küçük iş takımları, onlarca yapay zekâ karakterininyönettiği süreçleri senkronize edecek.
Öte yandan yapay zekâ anlatılarının büyük kısmında bir çelişki var. Kurumlar yapay zekâlı organizasyonel tasarımlara, iş süreçlerine geçecekler, ama hâlâ insani dokunuş eksik. Çünkü yapay zekâ karar verebilir, tahmin edebilir, sınıflandırabilir, hatta konuşabilir. Ama hâlâ hissedemez, sorumluluk üstlenemez, adalet duygusuna sahip olamaz.
Tehlike şurada ki hız ve verimlilik uğruna örgütlerin ve kurumların içindeki “insanlık payı” azalıyor. Ve bu yeni düzenin büyük riski insani anlam kaybı.
Yapay zekâya dair anlatıların en büyük kısmı ekonomiye dair. Şirket ve iş örgütlenme modellerine dair öngörüler ağırlıklı. Bugün yapay zekâ kullanmak için hazırlanmayan hatta kullanmaya başlamayan iş insanlarını, yöneticilerini dövecekler neredeyse. Ama önemli bir gerçek ıskalanıyor. Yapay zekâ kullanmak, kendi başına dönüşüm demek değil. Asıl şirketlerin ve hatta ekonominin, üretimin, hizmetin yapay zekâ imkanlarını dikkate alarak yeniden tanımlanmasına, yapılanmasına, dönüşüme ihtiyaç var.
Şimdilik duyduğumuz yapay zekâ araştırmalarına, geliştirmelerine çılgın kaynaklar ayrıldığı. Buna bağlı olarak veri merkezlerine yatırımlar büyüyor. Yapay zekâ ile iş yapmaya çalışan binlerce belki de milyonlarca girişimci finansal kaynak arıyor ve buluyor. Makro düzeyde manzara daha da karmaşık. Yaşadığımız bir “yapay zekâ balonu” olabilir mi diye sormadan edemiyor insan.
Bazı rakamlar korkutucu, bir rapora göre dünyada 2024–25’te 750 milyar dolar veri merkezi yatırımı yapılmış, 2026–29 için 3 trilyon dolar planlanıyor. Türkiye’deki sayıları bilmiyoruz henüz ama hangi iş toplantısı, konferansı, zirvesine gitsek yapay zekâ dinliyoruz. Yapay zekâya para akıyor, elektrik tüketiliyor, veri merkezleri büyüyor. Bu büyüklükte araştırma geliştirme beş teknoloji şirketinin, bu büyüklükte finansal fonlama beş fon şirketinin, tüm bu teknolojiye ve yönlendirme kabiliyeti iki ülkenin başkanının elinde ve denetiminde.
Gerçekte hayatımız ne kadar değişiyor? Bu tablo bize iki gerçeği hatırlatıyor. Birincisi teknoloji tek başına refah üretmiyor. Refah, ancak teknoloji insana dokunduğunda oluşuyor. Dünyanın en güçlü bilgisayarları da olsa, toplumsal güven eksikse, gelir dağılımı bozuksa, fırsat eşitliği kalmadıysa, insan hayatı ve emeği değersizleşiyorsa, umut azalıyor. Ve umut olmadan hiçbir ekonomi sürdürülebilir değil.
İkincisi reel üretim olmadan bu anlatıların hiçbir anlamı yok. Yarın sabah bu ülkede 85 milyon insana 85 milyon ekmek, 170 milyon litre temiz içme suyu ulaştırmamız gerek. Sanayisizleşerek, ekonomiyi yalnızca finansal operasyonlara indirgeyerek, dijital dünyadaki ekonomiyi yalnızca aracılık, komisyonculuktan ibaret görerek ne ekmek ne su var.
Ortak kesişim noktası insanın eksilmesi
Bireyler yalnız, devlet dahil tüm kurumlar bu çağ değişimi içinde yeni bir anlam arıyor. Teknolojik sıçrama ve yapay zekânın hayatımıza girdiği süreçte bireyler, örgütsel yapılar ve ekonomi, üçü birleşince ortaya şöyle bir tablo çıkıyor. Bireysel hayatlarımız dijitalleşiyor ve hızlanıyor ama güven eksiliyor. Örgütlenmeler, kurumsal yapılar yapay zekâ temelli yeniden yapılanırken anlam kaybediyor. Ekonomide teknolojiye özellikle de yapay zekâya çılgın yatırımlar yapılıyor ama gerçek üretim unutuluyor.
Yani yapay zekâ çağı, çelişkili bir çağ. Bilgi çok ama hakikat az, araç çok ama amacı kaybettik, iletişim çok ama ilişkiler kırılgan. Bu yüzden asıl kriz teknoloji krizi değil, insanlık krizi. Bu nedenle yapmamız gereken, teknolojik sıçramaya uyumlanmaya, aynı zamanda teknolojik sıçramaya hükmetmeye çalışırken insanı merkeze geri koymaktır.
Belki de bütün mesele şu, yapay zekâ çağının en değerli malzemesi bilgi değil, bilgelik. Eğer geleceği sadece hızla kurarsak, sonunda insanı kaybederiz. Ama geleceği insanla kurarsak, teknoloji gerçekten işe yarar. Gerçek dönüşüm insan daha iyi yaşayabilsin diye yapılırsa, yapay zekâ başta, teknoloji bu amaçla kullanılırsa başarılabilir. Ancak o zaman herkes için onurlu bir yaşam mümkün olabilir.
Oksijen'den alınmıştır.
Yazarlar
-
Nevzat CİNGİRTYASAK… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargıda HSK sorunu 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyar dolarlık bataklık! 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciNe çocuğu… 9 doğuruyoruz ya! 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHeidegger’in Kulübesi’nin Heidegger’in Felsefesi ile ilgisi var mı? 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGülümsemeyi unuttuk; siyasiler unutturdular… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESüreci kim, neden istemiyor? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİAtatürk için mevlit okutulmasından niye rahatsızlar? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBu evlerde kaç çocuk yaşar? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKokan tuzdan memlekete bir hayır gelmez 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Sosyal medya olsaydı Hayırlı Cumalar olmazdı” 10.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyasetteki durgun-durağan tablo ile anlamı 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuk siyasetçinin kucağında uyuyor... 7.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇEREnflasyonla mücadelede Milei ve Şimşek 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.11.2025
27.10.2025
20.10.2025
6.10.2025
29.09.2025
8.09.2025
1.09.2025
25.08.2025
18.08.2025
11.08.2025