Bekir AĞIRDIR
Enflasyon ve işsizlik meselesi kadar önemli bir başka ekonomik dip dalga dikkat çekiyor. Ekonomi giderek nakit kullanımından uzaklaşıyor. Bu değişimin ekonomideki etkilerini, sonuçlarını analiz etmeyi ekonomist köşe komşularıma bırakayım. Benin ilgilendiğim kısmı değişimin toplumsal tutum ve davranışlardaki etkileri.
Ekonomide nakit kullanımının azalması ve kredi kartı ile dijital ödeme yöntemlerinin yaygınlaşması, tüketim alışkanlıklarının yapısal bir dönüşüm geçirdiğini gösteriyor.
Nakit; iz bırakmayan, sınırlı bir ödeme aracı iken, kart ve dijital işlemler hem kolaylık sağlıyor hem de harcamayı psikolojik olarak kolaylaştırıyor. Dijitalleşen ödeme sistemi yalnızca teknolojik bir yenilik değil, aynı zamanda borçlanma ve harcama davranışlarını şekillendiren yeni bir ekonomik gerçeklik.
Kredi kartı limitleri, görünürlüğü ve tüketim performansını sürdürmenin aracı olurken, “kazanmadan harcama” normunu yaygınlaştırıyor. Bu durum bir yandan finansal erişimi kolaylaştırıyor, diğer yandan borçlanmayı meşrulaştırıp görünmez kılıyor. Sonuç olarak dijital ödeme sistemleri, sadece ekonomik davranışları değil, toplumsal değerleri ve harcama psikolojisini de dönüştüren bir sosyal etki yaratıyor.
Bankalararası Kart Merkezi’nin (BKM) ağustos ayı kartlarla yapılan ödemelere dair verileri sayılardaki büyüklükleri ve artış oranlarındaki hızı gösteriyor. Türkiye’de kredi kartı sayısı 138 milyon, banka kartı sayısı 216.6 milyon, ön ödemeli kart sayısı ise 105.5 milyon. Toplamda kart sayısı bir yılda yüzde 10 artmış.
Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Risk Merkezi’nin temmuz verileri ise hem harcama hacmindeki artışı hem de borçlulukta ulaşılan endişe verici boyutları gösteriyor. TBB Risk Merkezi’ne göre, bireysel kredi veya kredi kartı borcu bulunan kişi sayısı 42.4 milyona ulaşmış. Bu rakam, yetişkin her üç kişiden ikisinin bankalara borçlu olduğu anlamına geliyor. Bu kişiler içinde borcunu düzenli ödeyenler bulunsa da yasal takibe düşenlerin sayısı meselenin toplumsal ve ekonomik yanını gösteriyor. 2025’in ilk yarısında bireysel kredi kartı veya kredisini ödeyemeyenlerin sayısı 1 milyon 200 bini aşmış.
![]()
Çoğu zaman çaresizlikten kimi zaman dayanışma için…
Özetlediğim bu ekonomik göstergelerde gördüğümüz sayılardan anlıyoruz ki ülke topluca kartlar üzerinden borçlanıyor. Bu sayılar aslında insanların gündelik hayatlarındaki eksilme ve çoğalma hikâyelerini de anlatıyor. Kimi zaman bozulan buzdolabını yenilemek, kimi zaman çocuğunun okul ücretini ödeyebilmek, kimi zaman da ay sonunu getirebilmek için alınan kararların toplamı bu. Borç, artık bir yaşam biçimi, yaşamı savunma ve zorluklara dayanma stratejisi.
Veri Enstitüsü’nün Ekim Veri Pusulası araştırması Türkiye toplumunun borçla kurduğu ilişkiyi anlamaya odaklanıyor. Kimler borçlanıyor, neden borçlanıyor? Borçlanma ihtiyacı bireylerin tutunma çabalarından mı, maceraperest naturalarından mı kaynaklanıyor? Bu soruların yanıtlarını ararken hem ekonomik verileri hem de insanların duygusal ve zihinsel dünyalarındaki yansımaları analiz ediliyor raporda. Çünkü borçlanmak yalnızca cüzdandaki açığı kapatma meselesiyle sınırlı kalmıyor, geleceğe duyulan inançla da ilişkili.
Fakat sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim, gerek araştırmanın bulguları gerekse kamu verilerinin gösterdiği temel gerçek şu: Borçla ayakta kalmak, toplumun yeni normu haline gelmiş. Bugün Türkiye toplumu için borç, sınıf atlamanın değil, sınıfta kalmamanın yolu. Odak nokta, borcun artık finansal bir araç değil, gündelik yaşamın sürdürülebilirlik mekanizması haline gelmiş olması.
Veriler, gençlerde borçlanmanın hızla arttığını, ancak bu borçların geleceğe duyulan güvenden ziyade bugünü kurtarma kaygısıyla alındığını gösteriyor. Kredi kartı limitleri artık birer “nefes aralığına”, vadeler ise bir tür “zaman uzatma oyununa” dönüşmüş.
Veri Pusulası ekim raporunda ayrıca, Ogilvy–Brandwatch’ın sosyal dinleme analizleri dijital dünyadaki borçlanmaya dair konuşmaları mercek altına alıyor. Ogilvy’in analizi, sosyal medyada borç ve borçlanmanın, utançla mizahın, çaresizlikle dayanışmanın iç içe geçtiği bir dil oluşturduğunu söylüyor. Bu bulgular, ekonominin duygular, dayanışma biçimleri ve toplumsal yaralar üzerinden de okunması gerektiğini gösteriyor.
Yeni normalin sessiz hikâyesi
Araştırmaya göre toplumun yüzde 70’i borçlu. Kredi kartı borcu en yaygın olanı; yüzde 77’nin cari kart borcu var. Gelirinin en az yarısını borç ödemeye ayıranların oranı yüzde 52. Borcu olanların yüzde 48’i sık sık veya sürekli ödeme zorluğu yaşıyor. Her 5 kişiden 2’si ihtiyaç kredisi, 1’i eş-dosttan borç alıyor.
Hane gelirleri harcamaları ancak karşılayabiliyor. Araştırmaya katılanların yarıdan fazlası son bir yılda maddi durumunun kötüleştiğini söylerken, iyileştiğini belirtenlerin oranı yalnızca yüzde 15’te kalıyor. Öte yandan, önümüzdeki bir yıl için finansal iyileşme bekleyenler yalnızca 4 kişiden yaklaşık 1’i. Hayat pahalılığının artacağı beklentisi ise neredeyse ortak kanaate dönüşmüş durumda.
Türkiye sadece ekonomik bir daralma değil, toplumsal bir sıkışma yaşıyor. Eskiden gelir, bir insanın emeğinin karşılığıydı; şimdi gelir değil, kredi limiti yaşamı belirliyor. Bu değişim yalnızca cüzdanlarda değil, zihinlerde ve kalplerde de derin izler bırakıyor. Borç, artık bir finansal araç değil; var olmanın, dayanmanın ve görünür kalmanın stratejisi.
Borç gündelik yaşamın bir parçası. Katılımcıların yüzde 38’i son bir yılda temel ihtiyaçları için borçlandığını söylerken, yüzde 32’si mevcut borcunu kapatmak için yeni borç almış. Bugün yeni borçlanma niyetinde olanlar yüzde 29. Gelir azaldıkça bu oranlar yükseliyor. En alt gelir grubunda her 2 kişiden 1’i geçinmek için borçlanıyor.
Gençler artık “kazanarak” değil, borçlanarak hayatta kalıyor. Çünkü geleceğe dair umut azaldıkça, bugünü kurtarma refleksi güçleniyor. Raporun gösterdiği gibi, 18–29 yaş arası gençlerin yüzde 74’ü borçlu; yüzde 60’ı borçlanmayı hayatın olağan parçası olarak görüyor. Bu oranlar, sadece ekonomik kırılganlığı değil, gelecek algısının çöküşünü anlatıyor. Emek artık sınıf atlatmıyor; o yüzden borç, sınıfta kalmamanın yolu haline gelmiş durumda.
Öte yandan gençler (18–29 yaş) arasında sosyal etki çok yüksek. Gençlerin yüzde 32’si çevresinin fikirlerinin alışverişlerinde etkili olduğunu söylüyor. Yüzde 34’ü “insanların sahip olduklarına sahip olma” baskısı hissediyor.
En düşük gelir grubunda “Çocuğumun sahip olmaması beni rahatsız eder” ifadesini onaylayanlar yüzde 50’nin üzerinde.
Bir yandan toplum “geçinemediğini” söylüyor, öte yandan sosyal hayatta da sosyal medyada da “geri kalmamayı” önemsiyor. Bu, çelişki değil çaresizliğin yeni dili. Borç, yoksulluğu görünmez kılan bir maske işlevi görüyor. Çünkü yoksulluğun kendisi değil, görünürlüğü ayıp sayılıyor. İnsanlar “yok”ken “varmış gibi” görünmenin maliyetini kredi kartı ekstrelerinde ödüyor.
Büyük indirim günleri borçlanmayı meşrulaştıran bir zemin hazırlıyor. Araştırmaya katılanların yarısından fazlası, indirim ve promosyonları alışveriş kararında belirleyici buluyor. Kadınların yüzde 47’si, üniversite mezunlarının yüzde 48’i indirim gördüğünde plan dışı alışveriş yapıyor. Üniversite mezunlarının yüzde 38’i, büyük indirim günlerinde kredi kartıyla borçlanmayı göze alıyor.

Anı yaşa, sonra öde
Her 5 kişiden 2’si borçlanmayı hayatın olağan parçası görüyor ve benzer bir kesim uzun vadeli planlardan çok bugüne odaklanıyor. 18–29 yaş grubunun yüzde 61’i borçlanmayı normal buluyor. “Deneyimi kaçırma korkusu” borçlanma kaygısından daha baskın görünüyor ve borç kimi zaman deneyime erişmenin bir yolu olarak algılanıyor.
Borcun normalleşmesi, tehlikeli bir sessizliğe işaret ediyor. Çünkü bu sessizlikte, ekonomik kırılganlık yavaş yavaş psikolojik kırılganlığa dönüşüyor. Araştırmada odaklanılan Dünya Sağlık Örgütü'nün WHO-5 ölçeğinin “psikolojik iyi olma haline” dair bulguları gösteriyor ki, “iyi oluş” puanı toplum genelinde düşük. Özellikle borçlu gençlerde daha da düşüyor. Yani mesele sadece faiz oranı değil; yaşam enerjisinin faizle erimesi.
Veri Enstitüsü’nün araştırma bulgularından yola çıkarak hesaplamasına göre, toplumun yüzde 39’u “hayatta kalmalıyım» şiarıyla yaşayabilen bir küme oluşturuyor. Bu küme en zorlu finansal koşullarda yaşamaya çalışan küme. Bu kümenin yüzde 61’inin borçlarını ödemekte oldukça zorlandığı ve “en ucuzu hangisiyse o” mottosuyla hareket ettiğini görüyoruz. Bu küme için tutumluluk, rasyonel bir tercihten ziyade bir mecburiyet olarak ortaya çıkıyor. Harcama davranışlarını, yaşam tarzları tamamen ekonomik zorunluluklar şekillendiriyor.
Bu küme dahil Türkiye’de artık hanelerin üçte ikisi gelirleriyle değil, kredibiliteleriyle yaşıyor Bugün Türkiye’de borç, bir “geçim stratejisi” olmanın ötesinde, toplumsal bir ruh halinin de aynası. Ve o aynada, sadece ekonomik yorgunluk değil, duygusal tükenmişlik de görünüyor.
Bir başka gerçekliğimiz, yeni kuşak artık emeğiyle refah üretemiyor. Çünkü emekle refah arasındaki bağ kopmuş durumda. Fakat bu kuşak aynı zamanda refahın simgelerini taşımak zorunda hissediyor. Üstelik “ileride kazanırım” diyemiyor ve geleceğe değil, bugüne bakarak yaşıyor. Bu yüzden borçlanmak, onlar için bir tüketim tercihi değil, hayatta kalmanın yanı sıra görünürlüğü sürdürebilmenin de suni aracı haline dönüşüyor.
Bu tablonun ekonomik, toplumsal ve siyasal boyutları var. Elbette ahlaki boyutu da. Bugün karşı karşıya olduğumuz toplumsal çaresizlik, gençlerdeki geleceksizlik ve öfke, her geçen gün belirgin biçimde artmakta olan maddi ve manevi şiddete yatkınlık gibi çok meselemizin emareleri bu araştırmada da görülüyor. Bu tabloyu tersine çevirmek için çok köklü ekonomik politikalara ve sosyal adalete, sosyal devletin yeniden inşasına ihtiyacımız var.
Kabul edelim ki aynı zamanda sadece ekonomik değil, duygusal ve ahlaki bir yenilenmeye de ihtiyacımız var. Borcu ayıplayarak değil, yalnızca siyasi tercihlerin gerekçesi olarak da değil, anlamaya çalışarak konuşmalıyız. Çünkü borçlanma, bireysel bir hata değil, toplumsal bir dayanma biçimi. Siyasetin, iktidarın, kamunun, piyasanın ve markaların bu dayanma biçimini sömürmeden, yeniden umutla bağ kuracağı bir zemine ihtiyacımız var.
Oksijen'den alınmıştır.
Yazarlar
-
Nevzat CİNGİRTBİRİNCİ PARTİ KARASIZLAR... 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATOPLUMSAL BARIŞIN HUKUKSAL TEMELLERİ; DEMOKRATİK TOPLUMUN İNŞASI... 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanErdoğan siyaseten hata mı yaptı? 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan, DEM Parti, dağda kart kurttan Kürde 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALAnton Çehov’un silahı gibi… 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞHUKUKTAN UZAKLAŞAN NEYE TUTULUR? 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRVerilerle toplumsal sıkışma: Kredi limiti artık yaşamı belirliyor, halk borçlanarak hayatta kalıyor 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMuhsin Batur’un utanıp anlatamadığından gururlananlar... 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKendi yaptığınla muhalefeti suçlama yeteneği 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTCMB'den gelen itiraf 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTotalitarizmin meşrulaştırılması Müslümanların adalet tasavvurunu zedeledi 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBu kadar şirket kanunsuz iş yaparken ‘devlet’ neredeydi? 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.11.2025
3.11.2025
27.10.2025
20.10.2025
6.10.2025
29.09.2025
8.09.2025
1.09.2025
25.08.2025
18.08.2025