Doğu Ergil

Doğu Ergil
Doğu Ergil
Tüm Yazıları
Fanatizm ve inancın siyasallaşması
24.09.2025
229
Türkiye bugün laik-seküler birikimi ile siyasal İslam arasında gerilim yaşayan bir ülkedir. Siyasal İslam’ın etkisi özellikle devlet yönetiminde artmış, bu da iç siyasette kutuplaşmaya, dış siyasette ise Batı ile güvensizlik ve Ortadoğu’da çatışmalı bir rekabete yol açmıştır.

Fanatizm nedir?

Fanatizm, belirli bir inanç, ideoloji, kimlik ya da lidere körü körüne bağlılık hâlidir. Rasyonel sorgulamayı dışlar, eleştiriye tahammülsüzdür.

Fanatik kişi için hakikat tek, mutlak ve değişmezdir; farklı fikirlere düşmanlıkla yaklaşır. Fanatizm siyasal, dinî ya da ideolojik olabilir. Ortak noktası, mutlak doğruya sahip olunduğu inancıdır.

Fanatizm, inançların sorgulanamaz dogmalara dönüşmesi ve farklı olanın düşman ilan edilmesidir. Tarih boyunca din, ideoloji ya da milliyetçilik üzerinden beslenen fanatizm; şiddeti, kutuplaşmayı ve özgürlüklerin kısıtlanmasını beraberinde getirmiştir. Günümüzde ise bu olgu en çok “siyasal İslam” kavramı etrafında anlam bulmaktadır.

Siyasal İslam nedir?

Siyasal İslam, İslam’ın yalnızca bireysel inanç alanında değil, devletin yönetiminde, hukukun işleyişinde ve toplum düzeninde (yönetimde) de belirleyici olmasını savunan bir 20.yy ideolojisi/siyasal akımıdır.

Mısır’daki Müslüman Kardeşler (Hassan el-Benna, Seyyid Kutub) ve İran devrimi bu akımın yayılmasını ve üye devşirmesini sağlamıştır. Amacı, modern ulus-devlet, laiklik, Batılı hukuk yerine şeriat ya da İslamî referansların yönetime hâkim olmasıdır. Örnekleri fanatizm skalasının iki ucunda da görülebilir. Örneğin daha ılımlı, demokratik süreçlere katılan versiyonları (AK Parti’nin ilk dönemi gibi) ile radikal/cihatçı versiyonları (El Kaide, IŞİD gibi) vardır.

Türkiye siyasal İslam’ın etkisinde midir?

Kısa cevap: Evet, belirgin ölçüde… Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi laikliktir, fakat özellikle 1980 sonrası siyasal İslam giderek güç kazanmıştır. 1980’lerde, 12 Eylül Darbesi sonrası, “Türk-İslam sentezi” devlet politikası olmuştur. 1990’larda Refah Partisi ve Necmettin Erbakan önderliğinde siyasal İslam Türkiye siyasetinde varlığını gösterir hale gelmiştir. 2002 sonrasında AK Parti iktidarı, bu görünürlüğü kurumsallaştırmaya başlamıştır. Oysa başta kendisini “muhafazakâr demokrat” olarak tanıtmış, toplumun laik kesimleriyle de uzlaşarak AB reformları ve demokrasi istemiyle daha özgürlükçü ve temsilî bir siyasetin öncülüğüne talip olmuştu. Fakat iktidarda yerini sağlamlaştırıp, ciddî bir muhalefetle de karşılaşmayınca dinî-milliyetçi bir siyasal çizgide karar kıldı. Bu çizgi, yine vesayetçi, yine devletçi, yine hukukun üstünlüğünden uzak, otoriter bir yönetim biçimi (Cumhurbaşkanlığı yönetimi) halini aldı.

Ne değişti?

Eğitimde dinî referanslar arttı,

Diyanet İB, bir siyasi örgüt gibi çalışmaya başladı,

Kamu alanında dinî kavramlar çok sık kullanılmaya başlandı; dindar görünümlülere ayrıcalıklı davranıldı (örneğin işe alımlarda yazılıda yüksek not alanlar sözlüde elendi)

Toplum, inanç veya dinî semboller üzerinden kutuplaştırıldı. “Onlar” ve “biz” ayırımı toplumsal dayanışmayı ve birlik ruhunu zayıflattı. Ulus, kavramının içi boşaldı, onun yerini alan cemaatleşme (ümmet) , toplumu böldü. Bu doğrultuda uydurulmuş bir tarih tezi geliştirildi ve TV dizileriyle tarih yeniden yazıldı. Geçmişe özlem, geçmişin yenilenmesi gibi yapay bir siyaset gündemi oluşturuldu.

Laiklik her fırsatta eleştirildi ve böylece siyasette ve sosyal yaşamda çoğulculuk, farklılıkların bir arada yaşaması ilkesi silikleşti. Yanlış anlaşılmasın, Türkiye’nin tümü siyasal İslam çizgisine kaymış değil. Toplumda güçlü bir seküler damar da var. Ancak devletin tepe yönetiminde söylem ve eylem düzleminde siyasal İslam belirleyici bir ideolojik çerçeve hâline gelmiş bulunuyor.

Pekiyi, bu durumTürkiye’nin uluslararası ilişkilerinde zorluklar yaratıyor mu?

Kesinlikle. Siyasal İslam’ın etkisi, Türkiye’nin dış politikasında hem avantajlar hem de zorluklar doğuruyor: Siyasal İslamcı söz ve duruş, Ortadoğu’da halkların bir kısmıyla “İslam dayanışması” yaratacağı beklentisini taşıyordu. Ama öyle olmadı. Devletler-arası ilişkiler dinsel eğilimler değil, güç ve ekonomik araçlar üzerinden üzerinden kuruluyor. O yüzden hiçbir Ortadoğu ülkesi, Türkiye İslam ülkesidir diye onunla ayrıcalıklı bir ilişki geliştirmedi, geliştirmiyor. Örneğin birer teokrasi olan İran ve Suudi Arabistan, bölge liderliği konusunda Türkiye’ye hasmane davranıyor. Geriye kullanım değeri kısa erimli olan radikal dinî örgütler kalıyor. Onların da yarardan çok zarar getirdiği giderek anlaşılıyor.

Zorluklara gelince: Batı dünyası, Türkiye’nin otoriterleşme ve İslamcılaşma eğilimleri nedeniyle güven sorunu yaşıyor. Bu güvensizlik, AB üyelik sürecinin tıkanmasına yol açtı. Türkiye’nin laik-demokratik standartlardan uzaklaşması onun üyelik perspektifini olumsuz etkiledi. Ama Türk tarafı bunu dile getirmiyor; islamofobiye bağlıyor. NATO ve ABD ile ilişkilerde, İhvan ve Hamas gibi İslamcı hareketlere verilen desteğin yarattığı gerilimler yaşanıyor. Turizm, yatırım ve uluslararası işbirliklerinde Türkiye’nin imajı “İslamcı-otoriter ülke” algısıyla zarar görüyor. Birçok ülke Türkiye vatandaşlarına vize ambargosu uyguluyor.

Özetle:

Türkiye bugün laik-seküler birikimi ile siyasal İslam arasında gerilim yaşayan bir ülkedir. Siyasal İslam’ın etkisi özellikle devlet yönetiminde artmış, bu da iç siyasette kutuplaşmaya, dış siyasette ise Batı ile güvensizlik ve Ortadoğu’da çatışmalı bir rekabete yol açmıştır.

Diğer yandan, devlet yönetiminde dini referansların artışı, toplumun büyük kısmında “kültürel kimlik savaşı” algısını besliyor. Bu, sadece iç siyaseti değil, Türkiye’nin uluslararası itibarı ve güvenilirliğini de doğrudan etkiliyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar