Doğu Ergil

Doğu Ergil
Doğu Ergil
Tüm Yazıları
Din demokrasiyle bağdaşır mı? Dindarlık otoriter olmayı gerektirir mi?
14.10.2025
114
Sonuç olarak, din demokrasiyle bağdaşır; ancak dini mutlaklaştıran, dinî nitelik atfedilen iktidarlara mutlak itaat talep eden bir siyasal kültür demokrasiyle asla bağdaşmaz. Daha öz bir deyişle, "siyasallaşan din demokrasiyle bağdaşmaz!"

Giriş

Din, insan topluluklarının en eski ve en güçlü bağlayıcı unsurlarından biridir. Demokrasi ise modern çağın en kapsayıcı siyasal yönetim biçimidir. Bu iki kavram, yüzeysel bakıldığında zıt kutuplar gibi görünür: Biri inanca, diğeri akla; biri itaate, diğeri sorgulamaya dayanır. Ancak tarihsel ve ampirik veriler, bu karşıtlığın her zaman geçerli olmadığını gösterir. Sorulması gereken temel soru şudur: Dindar bir toplum demokratik olabilir mi, yoksa dindarlık doğası gereği otoriterliği mi besler?

Dinin ve Demokrasinin Doğası

Demokrasi, bireysel özgürlükler, eşitlik ve çoğulculuk ilkelerine dayanır. Dinin ise temelinde mutlaklık, kutsallık ve değişmezlik bulunur. Bu farklılık, din ile demokrasinin ilişkisini problemli hâle getiren ilk teorik gerilimi oluşturur.

Bu konuya bilim insanları şöyle bakar:

-Max Weber, Protestan ahlakının kapitalizm ve dolaylı olarak liberal demokrasinin gelişiminde belirleyici rol oynadığını ileri sürer.

-Émile Durkheim, dinin toplumsal dayanışma üretme gücüne dikkat çeker.

-Samuel Huntington ve Alfred Stepan gibi çağdaş siyaset bilimciler ise, dinin tek başına demokratikleşmeye engel olmadığını, önemli olanın dinin nasıl yorumlandığı ve kurumlarla nasıl ilişkilendiğini (nasıl yaşandığını) vurgularlar.

Bu yaklaşımın anlamı şudur: Dinin demokrasiyle bağdaşabilirliği, teolojik metinlerden çok, onları yorumlayan ve günlük hayata taşıyan zihniyetin demokratik olup olmamasına bağlıdır.

Tarihsel Perspektif: Batı ve İslam Dünyası Karşılaştırması

Batı Avrupa’da Hristiyanlığın siyasal gücü zamanla sınırlanmış, laikleşme süreciyle birlikte din bireysel alana çekilmiştir. Bu dönüşüm, hem kilisenin otoritesine karşı özgür düşüncenin gelişmesine, hem de demokratik kurumların güçlenmesine zemin hazırlamıştır.

Buna karşın birçok İslam toplumunda din, siyasal iktidarın meşruiyet kaynağı olmaya devam etmiştir. Yani inanç, siyasetten kopamamıştır, dolayısıyla bireyin özerkliğinin sınırlanmasına yol açmıştır.

Ancak bu tablo homojen değildir:

Endonezya, Tunus ve Senegal gibi ülkeler, Müslüman nüfus yoğunluklarına rağmen demokratik kurumları nisbeten yaşatabilmişlerdir.

Suudi Arabistan veya İran gibi teokratik modellerde ise dindarlık, (siz günlük yaşamın tanzimi ve yönetimi diye anlayın), iktidarın mutlak kontrol aracına dönüşmüştür. İslam kelimesine “siyasal” sıfatının eklenmesi, inancın bir iktidar aracı olmasından çok siyasal iktidarca nasıl kontrol edildiğine ve iktidarın meşruiyet aracı haline getirildiğine ilişkin bir tasarruftur.

Bu durum, dinin inanç hanesinden nasıl siyasal bir kurum olmasına evrildiğini de açıklar. Özetle, inancın bir siyaset aracı olması, dünyevî/siyasî (sosyo-politik) bir tercihtir ve güç mücadelesinin doğal sonucudur. O güç mücadelesi ve tarafları ki siyasî müfuzlarını mutlak hale getirmek için otoriterliği sistemin kalbine yerleştirmek için her şeyi yapmışlardır. Dinin itaat ve kuşku duymamak beklentisinden sonuna kadar yararlanmışlar ve bunu ‘kutsal’ın ayrılmaz bir parçası olarak sunmuşlardır. Başka bir deyişle, dindarlık otoriterliği zorunlu kılmaz; fakat güç sahipleri, dindarlığı iktidarlarının meşrulaştırıcı bir aracı olarak kullannaktan hiç kaçınmamışlardır.

Dindarlık ve Otoriterlik Arasındaki Bağlantı

Dindarlık, bireysel düzeyde ahlakî bir rehberlik sağlayabilir, ancak siyasal düzeyde kutsal olduğu iddia edilen otoriteye dayalı bir hiyerarşi oluştuğunda, itaat zorunlu hale gelir.

Araştırmalar, yüksek dindarlık düzeyine sahip toplumlarda:

-Otoriteye boyun eğme eğiliminin daha yüksek olduğunu (Altemeyer & Hunsberger, 1992),

-Farklı inançlara hoşgörünün görece düşük kaldığını (Norris & Inglehart, 2011),

-Cinsiyet ve kimlik eşitliği konularında daha muhafazakâr tutumların benimsendiğini göstermektedir.

Özetle, dindarlık otoriterliği zorunlu kılmaz; fakat otoriterler, dindarlığı iktidarlarının meşrulaştırıcı bir aracı olarak kullanabilirler, kullanmışlardır.

Sekülerlik, Dindarlık ve Demokrasi

Demokratik sistemlerin istikrarı, kamu alanının seküler karekterinin korunmasıyla mümkündür. Sekülerlik, din karşıtlığı değildir:

-İnançlar arasında resmî bir tercih yapılmamasıdır (yani devletin dini olmaz)

-Toplumun farklı inançları/dinleri olabilir (kültürel çoğulculuk) ilkesinin benimsenmesi,

-Tüm dinlere ve inançlara devletin ve kamu kuruluşlarının eşit mesafede durması; ayırım yapmaması; ayrıcalık tanımaması,

-İnananların, inançlarına ilişkin eğitim, hizmet ve ibadethane ihtiyaçlarını kendilerinin karşılaması, böylece dinin resmî (siyasî-idarî) alandan kültürel alana alınıp sivilleşmesi.

Resmen tercih edilen her inanç siyasallaşır ve otoritenin bir parçası olur. Ona bağlılık, siyasal otoriteye baş eğmek anlamına gelir.

Laiklik ilkesi hukukî bir yapıya kavuşturulduğu taktirde adaleti, resmî otoritenin tarafsızlığını ve hukukun üstünlüğünü korumak mümkün olur. Devlet, herhangi bir dini/inancı dayatmaz; şu ceya bu dinsel grubu ayrıcalıklı ve güçlü hale getirmez. Vatandaş, inancını veya inançsızlığını özgürce ve ahlâk kurallarına bireysel olarak uyma sorumluluğuyla yaşar.

Kamusal kararlar, akıl, bilim ve evrensel hukuk ilkelerine göre alınır. Dindar bireylerin demokratik bir sistemde varlığı, bu ilkelerle çelişmez; aksine, inancın vicdani boyutu daha öne çıkar, demokrasi zenginleşir.

Demokratik dindarlık, itaati değil sorumluluğu, dogmayı değil vicdanı, emir almayı veya zorunluluğu değil ortak aklı ve sorumluluğu yüceltir.

Sonuç

Din ile demokrasi arasında özsel bir çatışma yoktur; çatışma, dinin siyasal alandaki yorumu ve devlet-yurttaş; yurttaş-yurttaş ilişkilerinin nasıl kurulduğu ve işlediği ile ilgilidir.

Dindarlık, eğer bireysel bir ahlakî tutum olarak yaşanıyorsa, demokrasiyi besler; fakat iktidarın kutsallaştırılması ve mutlaklaştırılması biçiminde yaşanıyorsa, otoriterliği üretir ve yüceltir.

Bu nedenle bir toplumun demokratikleşmesi, sadece anayasa veya seçim sistemiyle değil, dinin nasıl anlaşıldığı, nasıl yaşandığı ve devletle (siyasetle) ilişkisinin niteliği ile de ilgilidir.

Sonuç olarak, din demokrasiyle bağdaşır; ancak dini mutlaklaştıran, dinî nitelik atfedilen iktidarlara mutlak itaat talep eden bir siyasal kültür demokrasiyle asla bağdaşmaz. Daha öz bir deyişle, “siyasallaşan din demokrasiyle bağdaşmaz!”

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar