Fehmi KORU
Türkiye’de hemen her alanda dinin merkezi belirleyici olduğu bir dönemden geçiyoruz, ancak etrafımızda gelişen olaylar bugüne kadar hiç görülmemiş yeni bir olumsuzluğu gündeme dayıyor: İslâm Dünyası dışındaki coğrafyada İslâm-karşıtlığı zirve yaptığı gibi, İslâm Dünyası’nın yerli unsurları arasında İslâm’dan toplu uzaklaşmalar görülüyor...
Bir süredir yazı hayatından uzak kalmam gelişen olaylara biraz daha serinkanlı ve günlük hayhuydan uzak bir genişlikte bakmamı sağladı. Yazısız geçen sürenin bir bölümünü seyahatlerle değerlendirmem ise, daha önce pek farkına varamadığım global trendlerle beni tanıştırdı.
Şunu söyleyebilirim: Fark ettiklerim ve hissettiklerimden hiç memnun değilim.
Dünyamız ABD’nin ekonomik, askeri ve siyasi gücünü temsil eden hedeflere karşı girişilen 11 Eylül (2001) uğursuz eylemlerinden sonra yeni bir sürece girdi. Bu sürecin kendini hemen belli eden özelliği, tartışma gündeminin en ortasına ‘İslâm’ konusunun oturmasıdır. İslâm, din ve inanç sistemi olarak, daha önce hiç konu edilmediği kadar insanların dikkatini çekiyor.
Her yerde.
Müslümanların çoğunluğu teşkil ettiği ülkelerde de, azınlıkta bulundukları ülkelerde de... Hayatlarında tek bir Müslüman ile tanışmamış kişiler bile İslâm konusunda fikir ifade edebilecek halde bugün...
İfade edilen fikirler olumlu olsa, başarılar üzerine otursa sevinebilirdik; ancak başarılı başlayan gelişmeler bile, bir süre sonra, maalesef rahatsız edici bir mâhiyet kazanıyor...
Türkiye bir istisna teşkil edebilirdi; ülkemiz de giderek İslâm Dünyası’ndaki olumsuzluklardan --maalesef-- etkileniyor, bazen de farkına varmadan yayılan olumsuz imajı pekiştirici katkılarda bulunuyor.
Kaygılarım gerçek oluyor
11 Eylül uğursuz olayları ertesinde kaleme aldığım sonradan kitaplaşan (11 Eylül: O Kader Sabahı’, Timaş Yayınları, 2002) yazılarımda, bir alt motif olarak işlediğim ‘kaygılar’, aradan geçen 15 yılda elle tutulur bir hale dönüşmüş bulunuyor. İslâm Dünyası ‘terör’ ve fanatizm üreten, kendi kendini yönetemeyen, insanlarının rahat ve huzuru İslâm’ın etkisinden uzak ülkelerde aradığı bir coğrafya görüntüsü veriyor.
Son birkaç gün içerisinde, biri ABD’nin (Washington Post), diğeri İngiltere’nin (Guardian) önemli gazetesinde çıkan haber-değerlendirmeler, içinde bulunduğumuz halde pek farkında olamadığımız gelişmelerin vahim yöne doğru olduğuna ışık tutucu.
Washington Post’un (WP), bir Alman kasabasında yaşananlardan hareketle, Avrupa’da hâkim çizgi haline dönüşen bir eğilimi haber veren yazısı (‘Avrupa sağı İslâm karşıtlığına hız veriyor’, 7 Haziran 2016) ile, Guardian’ın ondan bir gün önce çıkan değerlendirmesi (‘Avrupa’nın dört bir tarafındaki kiliseler Müslüman mültecilerin kitleler halinde Hıristiyanlığı kabul ettiğini bildiriyor’) sürecin en vahim yan etkisini gözler önüne seriyor.
ABD’de başkanlık yarışına ilk başladığında herkesin fantezi gözüyle baktığı Donald Trump’ın ‘Müslüman karşıtı’ söyleminin, zaman içerisinde, ülke tabanında destek bulabilmesi dikkat çekiciydi.
Daha vahimi ise, yüz yıllar boyu dine dayalı hoşgörüsüzlüğün ceremesini çekmiş Avrupa’nın demokratik ülkelerinin, Almanya’nın, Fransa’nın, Avusturya’nın, Danimarka’nın, Hollanda’nın ‘İslâm-karşıtlığı’ zemininde buluşan akımların etkisi altında düşmeleridir.
Fransa’da Le Pen’in partisinin son seçimlerde gösterdiği başarıyı doğuran şartlar, Almanya’da da ‘Almanya için Alternatif’ partisini (AfD) her 6 seçmenden 1’inin oyunu alır duruma getirdi. AfD Almanya’da uzun yıllardır yaşayan Müslüman vatandaşların cami ihtiyacını karşılama amaçlı çabalarına karşı çıktığı gibi, okullara ve üniversitelere başörtüsü yasağı getirilmesini de talep ediyor.
WP, iki Alman üniversitesinin, mescitlerini, ‘lâiklik’ bahanesiyle kapatma kararı aldığını kayda geçirmekte.
Londra’da belediye başkanlığı seçimini İşçi Partisi’nin Müslüman adayı Sadiq Khan kazandı; hepimiz “Ne hoşgörülü halk” dedik İngilizler için... Oysa, bir Müslüman politikacıyı aday gösterdiği için İngiliz İşçi Partisi ve lideri ile aday Sadiq Khan’a karşı diğer partilerin yürüttüğü kampanyanın dili bayağı yaralayıcıydı. WP, “Başbakan David Cameron bile Khan’ı aşırılar arasına yamamaya çalıştı” demekte.
Polonya’da, Danimarka’da, Hollanda’da yükselen İslâm ve Müslüman karşıtı havanın yol açtığı yeni sıkıntılar da büyük.
Ne oluyoruz?
Tarihin şu ana kadar kaydettiği belki de en yaygın ‘ilhad’ hareketinin içine doğru evriliyoruz.
İlhad, İslâmi terminolojide ‘dinden çıkmak’ demek. En son din olduğu için başka dinlerden İslâm’a gelenlerin varlığına alışkın olan bizim dünyamız, tek tük örnekler dışında, kendi kültür çevresinden insanların başka dinlere ilgi duymasına pek alışık değildir.
Öyle toplu din değiştirme olaylarıyla da karşılaşmamıştır İslâm Dünyası...
Guardian gazetesinin değerlendirmesi bir ilkin başlamakta olduğunu haber veriyor.
Vaktiyle entelektüelleri arasında İslâm’a geçme yarışına sahne olurken şu yakınlarda ‘İslâm-karşıtı’ havanın etkisini en fazla hissettirdiği ülkelerde...
Geçen haftayı geçirdiğim Berlin’de görüşme imkânı bulduğum kişilerden İslâm ve Müslüman karşıtı havanın giderek yayılmakta olduğu haberini almıştım; ancak Hıristiyanlığa geçişteki artıştan haberdar olabilmem için Guardian’da çıkan yazıyı okumam gerekti: Berlin’in kenar mahallerinden Steglitz’de, Trinity kilisesinin cemaati iki yılda 150’den 700’e fırlayıvermiş...
Yeni gelenler Müslüman iken Hıristiyanlığa geçenlermiş...
Berlin ve Hamburg’taki kiliseler toplu din değiştirme töreni (vaftizm) için belediyenin yüzme havuzlarını kullanmak zorunda kalmışlar.
2016 yılının ilk üç ayında Avusturya’daki Katolik kilisesi 300 dine kabul başvurusu alınca cemaat şaşırmış.
Gazetede başka ülkelerden de bunlara benzer geçiş öyküleri var; daha fazla canınızı sıkmamak için onları aktarmayayım.
Din değiştirenlerin bir bölümünün ana hareket noktası, zar zor yol bulduğu ülkenin kendisine ‘mülteci’ statüsü sağlamasını kazanmak amaçlıdır, hiç kuşku yok; ancak hepsinin öyle olmadığı anlaşılıyor. Kaldı ki, ne kadar zorda kalırsa kalsınlar, insanların din değiştirme yoluna gitmeyi hazmetmesi kolay değildir.
Özellikle de Müslümanların...
Zorda kalmalarının sebebi üzerinde de düşünmek lâzım.
Vebali büyük
11 Eylül uğursuz eylemlerinin ‘İslâm’ ile terörü eş-değerde görmeyi kolaylaştırması üzerinden geçen 15 yıl içerisinde, Müslümanlar, dünyanın çeşitli köşelerinde terör eylemleriyle gündeme geldiler. Bugün bölgemizdeki bir çok ülkede Müslüman kimlikli insanlar kan döküyor; hem de yine Müslümanların kanını...
IŞİD’i ve yaptıklarını düşünün...
Beğenilecek bir nokta yok bugünkü tabloda; ancak mevcut tabloyu başkalarını suçlamakta da kullanamayız. Terörü yöntem olarak benimseyenleri kınamakla yetinemeyiz; onların böyle bir yola başvurmalarını sağlayan zemini oluşturmak, çok daha farklı yöntemlerle çözülebilecek iç ve dış ihtilâfların sona erdirilmesinde silâhlı çatışma seçeneğini tercih etmek, tercihin yanlışlığı iyice ortaya çıktığında bile bunda ısrarcı olmak...
Kimin kabahati?
Hep teröristi suçlayarak bir yere varamayız, terörü üreten şartlarda pek çok kişi ve kesimin payı var.
Suriye bugün tek başına terör üreten bir ülke durumunda; iyi de bu durum sadece Suriyelilerin mi eseri?
Ülkemizi de vuruyor terör, bizim insanlarımız da hem bölgedeki başıbozukluktan hem de şiddetle sonuç alınabileceği yanlışlığını sürdüren içimizdeki örgütlerin eylemlerinden etkileniyor. Yetkililer terörü lânetlemede, teröristleri kınamada lâflarını hiç esirgemiyorlar; ne deseler haklılar da. Ancak, günlük hayhuy onları her gelişmeye tek taraflı bakmaya sevk ettiği için, büyük fotoğrafı göremiyor ve özellikle WP ve Guardian’ın gündeme getirdiği türden gelişmelerin yan etkilerini yeterince değerlendiremiyorlar.
Türkiye’yi ve bölgeyi terör sarmalından çıkarmak şart.
Aksi halde, 11 Eylül uğursuz eylemleriyle açılmış olan çığır, AK Parti iktidarı döneminde, siyasilerimizin en fazla değer verdiklerini kendi ağızlarından duyduğumuz İslâm dininin imajının onulmaz yaralar almasıyla devam edebilir.
Bunun vebalini hepimiz düşünelim.
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Trump çizmelerini giydi, savaşa girme hazırlığında…
20.06.2025 - Nil’den Fırat’a nüfusu yetmez, güç hakimiyeti peşinde İsrail…
19.06.2025 - İsrail’in İran’a saldırısına serinkanlılıkla bakarsak…
16.06.2025 - Aç ve susuz bırakarak, zulümle payidar olmak…
10.06.2025 - ABD günlerdir ‘ciddi bir iş’ ile çalkalanıyor
8.06.2025 - İktidarın üzerinde düşünmesi gereken hayati soru
5.06.2025 - CB Erdoğan en iyi bildiği işi yapıyor; adaylığını tartıştırıyor…
29.05.2025 - Ülkeyi sıradanlaştırma girişimine seviyeli üniversite direniyor
26.05.2025 - ‘Milli irade’ yeniden tanımlanıp Meclis güç kazanınca…
22.05.2025 - Gazze üzerine ölüm yağarken Trump’ı ayakta alkışlayanlar…
18.05.2025
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
Mourat
Sizin gibi insanlarin bol oldugu bir dunya cok daha guzel olurdu, Ergun bey! Tanri size uzun ömurler versin!