Hasan CEMAL
NUSAYBİN
O annenin yüz hatlarına sinmiş hüzün ifadesi kolay kolay gözümün önünden gitmeyecek.
Nusaybin’in bir sokağı.
“Silah seslerinden uyanmasın diye her gece küçük kızımın kulaklarına pamuk tıkıyorum” dedikten sonra ekliyor:
“Yoksa zıplayarak uyanıyor yavrucak, tir tir tiremeye başlıyor, ağlıyor.”
1 Aralık Salı günü öğle vakti.
Sabah vakti Mardin’den Nusaybin’e doğru yola koyuluyorum.
Mezopotamya Ovası, güneşin altında parlayan sonbahar renkleriyle o kadar güzel uzanıp gidiyor ki.
“Yazdan kalma bir hava...”
“Ama içimiz soğuk... Artık barış lafı da soğumaya başladı. Bu halk her şeyini vermeye hazır. Bize yaşatılan acılar, bizi bu hale getirdi.”
İpek Yolu’na çıkıyoruz.
Sağ taraf, Suriye sınırı, mayınlı arazi.
Amude şehrini geçiyoruz, uzaktan Nusaybin gözüküyor.
Karşısında Kamışlı ya da Qamışlo.
Geçen yıl on gün kadar dolaştığım Rojava’nın fiili başkenti.
Birinci Dünya Savaşı sonunda emperyalistler şehri ikiye bölüp öyle çizmiş sınırı. Bir yanda Nusaybin, öbür yanda Qamışlo kalmış...
“Kamışlo, Kürdistan’ın Paris’idir, aşkın şehridir” diyor gülerek...
Nusaybin’de kepenkler kapalı.
Bir tek eczaneler açık.
Ara sokaklarda kimsecikler yok.
El ayak çekilmiş...

Yasağı protesto ederek öğle vakti Newroz Meydanı’nda toplananlar yeni dağılıyordu.
Dedi ki:
“Nusaybin halkı çok onurlu, çok gururlu bir halktır.”
Dicle’de ağla tuttuğu nehir balıklarını kaldırımın üstündeki sepetlerden neşeyle satıyor.
Önce, ‘Barış Parkı’nı geçiyoruz.
Sonra, ‘Demokrasi Parkı’nı...
Kaymakamlığın önünde zırhlı polis araçları. Hemen yanında Nusaybin Belediyesi, Kürtçesiyle:
Şaredarıya Nisêbînê.
Belediye binası çok tenha.
Anlatıyor:
“Dört mahallede, Fırat, Dicle, Yenişehir, Abdülkadir Paşamahallelerinde pazar akşamı sokak yasağı tekrar kondu. Pazartesi gecesi silah seslerinden uyuyamadık.”
“14 günde 9 ölü var.”
“Biri, intihar etti. Dışarı çıkıp hasta annesini hastaneye götüremediği için...”
“Fırat Mahallesi’nde 54 yaşındaki Ahmet Sönmez, ailesini güvenli bir yere götürüp teslim ediyor. Ve hayvanlara bakmak için evine geri dönüyor. Bir patlamayı merak edip dışarı çıkınca, kapının hemen önünde bir keskin nişancının kurşunuyla kapının eşiğinde ölüyor.” “44 yaşındaki Selamet Yeşilmen. Beş çocuk annesi. Bahçede oynayan iki çocuğunu eve sokmak için dışarı çıkınca, çocuklarının gözü önünde vurulup ölüyor. Dokuz yaşındaki çocuğu yaralı, tedavi ediliyor İstanbul’da...”
Sokaklarda hendek, mevzi kalıntıları.
Çöp birikintileri, bol sinek...
Papatya Sokağı ilgimi çekiyor.
Yan yana dükkanlar, camekanlarında renk renk, boy boy gelinlikler, alımlı mankenlere giydirilmiş halde.
Ne güzel.
Savaş görüntülerinin yanında, barış ya da yaşama sevincinin simgeleri gibi duruyorlar.
Nusaybin’deki Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) binasında sohbet.

Beyaz yemenili nur yüzlü bir anne:
“Dört oğlum, iki kızım var. Bir oğlum dağda, bir oğlum zindanda... Sekiz de torun...”
Bir başka beyaz yemenili ana.Adı Perihan Altuğ, Türkçe bilmiyor.
Yüzünde en ufak bir kıpırtı olmaksızın anlatıyor:
“11 çocuğum var. 6 erkek, 5 kız. İki oğlan şehit, dağda öldü. Kocam işkencede gitti. 22 de torunum var.”
Siyasete de giriyor:
“Eskiden Kürtler başkalarının hilesine, yalanına kanıyordu. 1990’lardan sonra artık hükümetin yalanlarına itibar etmiyor Kürtler...”
Nusaybin’de özyönetim ilanından dolayı görevinden alınan, hapis yatan Nusaybin Belediyesi Eş Başkanı Sara Hanım ya da Sara Başkan.
Özyönetimi ilk ilan eden DBP’li belediye Nusaybin olmuş, üstelikKandil’in açıklamasından da önce. KCK’nın özyönetim açıklaması 13 Ağustos, Nusaybin’inki 9 Ağustos.
Bu yüzden Sara Başkan, önce Mardin Cezaevi’nde, sonra da Ankara Sincan Kapalı Cezaevi’nde 2,5 ay hapis yatmış...
Sara Hanım eski bir belediye çalışanı.
Kocası doktor, dahiliye uzmanı.
İki kızı var, 11-12 yaşında; iki de ikiz oğlu, 8 yaşında.
“Dün gece 8 yaşındaki erkek oğlum silah seslerinden uyandı, tir tir titriyor. Koynuma aldım, bir daha uyuyamadı sabaha kadar” diye anlatıyor, “Bu işkencedir. Kendi toprağımızda büyük bir işkence. Bu savaşın en büyük mağdurları çocuklar...”
Öbür Eş Başkan Cengiz Kök’le özyönetim konusunu konuşuyorum.
“Pratikte özyönetim nedir, nasıl işliyor?”
“Evet, pratikte ya da bugünün koşullarında pek mümkün değil özyönetimi uygulamak...”
Devam ediyor Cengiz Başkan:
“Ama bakın, diyelim taziye evi... O mahalle buna kendi karar veriyor. Özyönetim için önce şartların düzelmesi lazım. O zaman demokratikleşme açısından karar alma sürecinin tabana yayılması elbette güzel olacak.”
“Bu beyaz yemenili analara, ak saçlı babalara nasıl anlatılacak özyönetim?”
Gülümsüyor:
“Zor tabii, zaman alacak anlatmak...”
Sokak aralarına giriyoruz.
27 Mayıs ya da Midyat Caddesi’nde, Devrim Mahallesi gençleriyle sohbet koyulaşıyor.
Bir dükkanın merdivenlerine oturuyoruz.
Kepengin üstüne HPG İNTİKAM yazmışlar.
Biri 24 yaşında, işsiz, ortaokuldan terk.
Diyor ki:
“Devleti tanıdığımdan itibaren okulu bıraktım.”
Soruyor bana:
“Nusaybin Suriye olur mu?”
Bir diğeri tamamlıyor soruyu:
“Yani Nusaybin Kobanê olur mu?..”
Devam ediyor:
“Sizce Cerablus’u Kürtler alır mı? Yani Kobanê ile Afrin kantonları birleşir mi?”
Cevap yine kendisinden geliyor:
“Birleşir ve Akdeniz’e kadar uzar gider Rojava, Kürt şeridi...”
“Nasıl olacak bu?..”
“Amerika’nın da, Avrupa’nın da, Rusya’nın da, hatta İran’ın da çıkarı burada. Petrol ve doğal gaz hatları Türkiye’nin tekelinden çıkar. Bu işi Kürt halkı için değil, kendi çıkarları için yaparlar. Petrol, ille de Türkiye’ye ihtiyaç duymadan Akdeniz’e akar yani...”
Ekliyor:
“Çünkü en güvenli bölge, Kürtlerin hakim olduğu bölgedir.”
Bir başkası söze giriyor:
“Bu arada Putin-Erdoğan kapışması da Kürtlerin işine yarar.”
Bir başkası, Diyarbakır-Suriçi’nde kulağıma çalınan bir noktaya değiniyor:
“Millet henüz ayaklanmadı. Ama bıçak kemiğe dayanmış durumda. Ayaklanırsa, hükümet falan vız gelir, kimse tutamaz.”
Bir ara sözü ‘özyönetim’e getiriyorum.
Samimi konuşuyor:
“Özyönetimi ben anlıyorum ama...”
Durup devam ediyor:
“Ama halka anlatmak zor... Bu sadece sokakta hendek kazmakla olmaz. Su ne olacak? Elektrik ne olacak?.. Hastane ne olacak?. . Bunlar kesildi mi nasıl özyönetim yapacaksın ki?...”
Biri aradan kafayı uzatıyor:
“Kürtlerin birliği ve bağımsızlığı tek hedef olmalı. Adam beni eşit görmüyor ki... Dört parçanın birleştiği bağımsız, tek Kürdistan tek çare...”
Soruyor:
“Dört parça birleşir mi abi?”
36 yaşında. İlkokul mezunu. Her türlü işte çalışmış.
Dilsiz şeytanlar diye söze başlıyor.
Soruyorum:
“Ne demek dilsiz şeytanlar?..”
“Ne mi demek? Kürdistan’daki gerçekleri yazmayanlar demek... Havuz medyası yani... Ama yalnız o da değil. Tek tük istisnalar dışında TC medyası... Yazıklar olsun TC medyasına... Ölen sivil vatandaşları terörist ilan eden medya, dilsiz şeytanlar...”
Oradan ayrılırken slogan atıyorlar Kürtçe:
“Biji serok Apo, biji serok Apo!”
“Size güle güle anlamında...”
Fırat Mahallesi...
Girişi, pazar gecesinden beri fiilen yasaklı mahalle.
Sokağın köşesinde bir kirpi, zırhlı bir özel harekat otosu.
Arabadan inip yürüyorum ‘kirpi’ye doğru.
Hiçbir hareketlilik yok.
Yaklaştıkça, hafif tedirgin oluyorum.
Tam önüne gelince, kapı aralanıyor.
Biri sakallı ve üniformalı, biri gözlüklü ve sivil iki özel harekatçıya kendimi tanıtıyorum.
“Girebilir miyim?” diye soruyorum.
Kapıyı tam açmadan konuşuyor sakallısı:
“Bizim için dert değil ama hem yasak, hem de tehlikeli sizin için... Tavsiye etmeyiz. Bir bomba patlar, bir kurşun atılır.”
Bisikletli bir çocuk, galiba benden cesaret alıp yanaşıyor:
“Şu yandaki okula girebilir miyim?”
Sakallı olanı sert çıkıyor, öfkesi burnunda konuşuyor:
“Çek git şimdi, yasak dedik ya...”
Zeynel Abidin Mahallesi, Bostancı Sokak.
Duvar yazılarını okuyorum.
“İntikam!”
“YDG-H intikam timi!” (PKK’nın yan kuruluşu olarak şehirlerde örgütlü Yurtsever Devrimci Gençlik-Hareketi)
Pencerenin içinde iki üç yaşlarında güzel mi güzel bir kız çocuğu.
Saçları bukle bukle.
Bacaklarını demir parmaklığın arasından sokmuş neşeyle sallıyor.
Üstündeki duvara renkli yazmışlar:
RAPERİN.
Kürtçe ayaklanmak anlamına geliyor.
Üstelik kızın adı da Raperin...
Köşede Suriyeli bir aile.
Kadın, “Buradan da gideceğiz” diyor kederli yüz ifadesiyle...
Genç bir kadın, yol kenarındaki tandırda ekmek pişiriyor. Bizi görünce, tandırdan çıkardığı dumanı tüten, mis gibi kokan bir somun ekmeği bizimle paylaşıyor.
Gençler yanıma geliyor.
Birinin sözlerini not ediyorum:
“Silah seslerinden çocukların psikolojisi bozuldu. Dün akşamonlar da, biz de uyuyamadık patır kütür çatışma sesinden... Nusaybin belki yalnız Türkiye’nin değil, dünyanın en büyük açık hava hapishanesi...”
Uyarıyor:
“Bize sahip çıkılmazsa, yazın bir kenara, Nusaybin’de büyük bir katliam yaşanacak, katliam... Kalemi adalet üzerine yazan da kalmadı. Yazanı da alıp cezaevine koyuyorlar.”
Fırat Mahallesi’nin bir başka sokağı.
Koca bir TIR sokağın girişine enlemesine yerleştirilmiş, böylece en büyük barikat kurulmuş...
TIR’ın arkasında, biraz uzakta, evin önünde oturanlara sesleniyorum:
“Gazeteciyim, gazeteciyim, Hasan Cemal.”
Biri koşarak geliyor yanıma, “Abi gel, TIR’ın bu tarafından içeri gir” diye yol gösteriyor.
TIR’ın yüz metre ilerisinde barikat kurulmuş, hendek kazılmış, kumdan ve parke taşlarından. Onun arkasında, köşede PKKbayrakları seçiliyor.
“Abi gel şu kenara oturalım” diyor tedirgin bir havada, “Şu kaba inşaatta bazen keskin nişancılar oluyor. Geçen gün bizim tavuklara ateş açıp birkaç tanesini öldürdüler.”
Simsiyah giyinmiş, esmer, kocaman ama alımlı bir kadın anlatıyor:
“Susuzluk canımıza tak etti. Tam 14 gün bizi kıpırdatmadılar.Sokağa çıkmak yasaktı. Bir keresinde şu karşıdaki okulun kazan dairesine girdik, su deposuna... Elimize büyük ve beyaz renkli su bidonlarını aldık, onları sallayarak iki sefer yaptık. Üçüncü gün ateş açtılar, geri kaçtık, alamadık su... 10 nüfusa su dayanır mı, söyle Allah aşkına?..”
Çat çat, silah sesleri geliyor.
“Bak yine başladılar” diye yakınıyor, “Silah seslerinden uyanmasın diye her gece küçük kızımın kulaklarına pamuk tıkıyorum.”
İçim fena oluyor.
‘Barikat’ın öbür tarafından müzik sesi.
“Devrimci şarkılar çalıyorlar” diyor, “Biri, Kobanê’de şehit düşen Viyan Peyman’ın anısına... Kobanê îro Xemgîne...”
Türkçesini de söylüyor şarkının:
“Kobanê bugün hüzünlü...”
Yazılara buralardan devam.
1) Diyarbakır’dan: Farkında bile değilsiniz, yaşattığınız acılarla bu ülkeyi bölüyorsunuz!
Yazarlar
-
Eser KARAKAŞŞimşek, ÖTV, cari açık ve gümrük birliği 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTürkiye terörsüz olacak, bölünmeyecek.. Amenna.. Ya Suriye’den gelecek tehdit? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSon vatanı Türkiye olanlar ilk vatanı Türkiye olanlara vatanseverlik dersi veremez 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazBöyle mahkemenin hükmüne adalet denir mi? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni çözüm süreci komisyonuna dair 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Karamsarlık yaymak’ 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİYargıda yine mi temizlik başlamış? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasBakü ve Erivan başardı, Türkiye kazandı 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUŞakülünden çıkmış bir ülke: Türkiye 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.03.2025
28.02.2025
20.02.2025
13.02.2025
28.11.2024
12.11.2024
24.10.2024
27.08.2024
20.04.2024
9.04.2024