Cemil KOÇAK
Basında zamanında ünlü fizikçi Albert Einstein’ın da Türkiye’ye iş başvurusunda bulunduğuna dair haberler yayınlandı. Gerçekten de ortada bir mektup vardı; lakin öykü öyle anlatıldığı gibi değildi.
1933 yılının eylül ayında Sami Günzberg, başbakanlığa yazdığı bir yazıda, Yahudi yardım kuruluşu sayılabilecek bir örgütün kendisine müracaatta bulunduğunu ve Almanya’da artık çalışma imkânı kalmayan pek çok doktorla bilim adamının Türkiye’de çalışmak istediğini haber verdiğini açıklamıştı. Günzberg, muhataplarına doğrudan Türk hükûmetine başvurmakta yarar olduğunu söylemiş; fakat bu gibi “yüksek insanî müracaatlar”ın Türkiye tarafından “din farkı” dikkate alınmadan değerlendirildiğini de eklemişti. Kendisi “Almanya’daki siyasî buhrandan dolayı insaniyet namına Türk hükûmeti nezdinde vasıta olabileceği”ni de belirtmişti ve bunun üzerine Albert Einstein’ın başkanlığını yaptığı kuruluş, bizzat Einstein’ın imzasıyla ve Günzberg’i yine aracı kılarak başbakanlığa resmî yazıyla başvurmuştu. İngilizce metin Günzberg tarafından tercüme edilmiş ve onun aracılığıyla başbakanlığa sunulmuştu. Günzberg, yanıtın doğrudan verilebileceği gibi, yine kendi aracılığıyla da verilebileceğini bildirmişti. Eğer hükûmetin başka arzu ya da koşulu olursa, Günzberg bunları bildirmekten de kaçınmayacağını hükûmetine hizmet edeceğinden emin olarak açıklıyordu. Yazısının ekinde otuzbir Alman bilim adamı ile doktorunun isimlerini ve iş tecrübelerini de eklemişti. Yani başvuru sahiplerinin önemli bir kısmı belli olmuştu bile. Günzberg, ayrıca yazdığı özel bir mektupla bu girişimden Cumhurbaşkanı Atatürk’ü de haberdar etmişti. Dönemin bazı gazeteleri bu başvurudan söz ediyordu, bundan yaklaşık seksen sene önce. Yani Einstein’ın mektubu sır değildi, hiç olmamıştı ki.
Einstein’in dilekçesinde kırk doktor ve bilim adamının Türkiye’de çalışmasının mümkün olup olmadığı soruluyordu. Enteresan nokta, iş başvurusunda bulunanların hiçbir ücret talep etmeksizin bir sene müddetle çalışmak arzusunda bulunmakta olmasıydı.
Yanıt mektubu atamadan sonra!
İsmet İnönü, okuduktan sonra mektubu Millî Eğitim Bakanlığına vekâlet eden Refik Saydam’a iletti. Reşit Galip çok kısa süre önce görevinden ayrılmıştı ve yerine yeni bir atama henüz yapılmamıştı. Yanıt mektubu ise Hikmet Bayur’un atanmasından sonra hazırlanacak ve hayalkırıklığı yaratacaktır. Öneri nâzik fakat kesin bir dille reddedilmişti. Zaten kısa süre önce Türkiye’de kırka yakın yabancı bilim adamı ve doktor işe yerleştirilmişti ve daha fazlasının kabulüne imkân yoktu. Bu bakımdan başvuru kabul edilemiyordu. Yazının altında İsmet İnönü’nün parafı bulunuyordu.
İmzadan hareket ederek Einstein’ın İnönü tarafından reddedildiğini, buna karşılık daha sonra Atatürk’ün girişimiyle Alman hocaların davet edildiğini söylemek de gerçekçi değildir. Zaten mektupta da belirtildiği gibi, kırk civarında hoca çoktan işe yerleştirilmiş ve İstanbul Üniversitesi sadece birkaç gün önce reform sonrasında eğitime yeniden başlamıştı. Reform ve bütün süreç bizzat Atatürk tarafından dikkatle ve yakından özenle izleniyordu; ardından yeni hocaların da gelişi sürecektir. Cumhuriyet tarihinin bu erken döneminde olan bütün olumsuzlukları İnönü’ye, geri kalanları da Atatürk’e aitmiş gibi göstermek, tarihçilik değil, olsa olsa politik bir gelenektir!
Sarayın diş hekimi Sami Günzberg
Sami Günzberg, enteresan bir kişilikti; sadece sarayın diş hekimliğini yapmakla kalmamış, cumhurbaşkanının da diş hekimi olmuştu. Yani önde gelen yöneticilere ulaşmak için kritik önemdeydi. Belgelerle Heyeti Mahsusalar kitabımda yazdığım gibi, millî mücadeleye karşıt ve mücadeleye davet edilip de katılmamış olan askerlerin tasfiyesi amacıyla kurulmuş olan Bursa askerî heyeti mahsusası’nın kararı ile emekli bahriye subayı olarak askerlikle ilişkisi daha 1925 yılında kesilmişti bile. Kararın nedeni, mondros’tan sonra İngiliz karargahında İngiliz subaylarıyla ilişki kurmak, Damat Ferit Paşa’nın sadrazamlığı sırasında sarayın adamı olmak, Vahdettin’in amacına hizmet etmek, İtalyanlar adına casusluk ve siyonizm propagandası yapmaktı. Buna rağmen Atatürk’ün çok yakınında bulunabilecektir.
Basındaki meşhur efsaneler
Basında yer aldığının aksine, Einstein Türkiye’de çalışmak için herhangi bir talepte bulunmamıştı! O işsiz kalmış olan meslekdaşlarını işe yerleştirmek konusunda yalnızca aracıydı. Murat Bardakçı’nın Hürriyet gazetesinde (29 Ekim 2006) yazdıkları ise, sadece gönlünden geçenlerden ibaret. Sonradan hikâye edileceği gibi Einstein’ın ülkeye gelmesi için bir davet söz konusu olmadığı gibi; sözü edilen bakan da Reşit Galip değildi. O kısa süre önce 13 Ağustos’ta görevinden ayrılmıştı ve yerine 27 Ekim’de Hikmet Bayur gelecektir. Bardakçı, yazısında iftiharla sözünü ettiği şekilde resmî yazıda yer alan el yazısı düzeltmelerden bakanın kim olduğunu keşfetmeye çalışacağına, basitçe dönemin hükûmet atamalarına baksa idi, bu türden amatörce yanlışa düşmezdi. Einstein’ın mektubu geldiğinde bakanlığa Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Dr. Refik Saydam vekâlet ediyordu. Yanıt mektubu ise 14 Kasım tarihlidir ve
Bayur’un döneminde kaleme alınmıştır.
Bardakçı, kendisine anlatılan ve iletilenle yetinmese ve arşivdeki belgelere bir zahmet erişse, belki de doğru şeyler yazabilirdi. Anlaşılan bir başka yazısında (28 Mart 2011) olduğu gibi Cumhuriyet tarihçilerini tembellikle suçlamak kolay; ama orijinal kaynaklara ulaşmak ise hayli zor! Oysa kendisine
bilgi veren Mesut Ilgım’ın yazısında bütün
bu bilgiler gayet doğru bir şekilde sıralanmaktadır. Kulaktan kulağa bilgi aktararak oynanan çocukların telefonculuk oyununun komik sonuçları Bardakçı’nın gazete yazısına kadar ulaşmış.
Ama Ilgım da kantarın topuzunu kaçırmakta kararlı: Toplam bin Alman hocanın Türkiye’ye geldiğinden söz ederken.
Almanca konuşan ve Türkiye’ye gelen
bütün hocaların isimleri hayli ayrıntılı yaşam öyküleri ile birlikte ilgili literatürde bulunmaktadır. Ayrıca arşivdeki dosyada Ilgım’ın bulamadığından şikâyet ettiği isim listesi de vardır. Sanırım Ilgım bu dosyayı hiç görme fırsatı bulamamış.
Bardakçı’nın 2006 tarihli yazısında
yer alan ve Mesut Ilgım’ın Fritz Neumark’ın 1980 yılında yayınlanan almanca Türkiye anılarını tercüme etmekte olduğu yolundaki bilgi de talihsiz olmuş; çünkü Bardakçı’nın yazısından tam 24 yıl önce anılar çoktan Türkçe’ye çevrilmişti bile: Şefik Alp Bahadır’ın İstanbul Üniversitesi tarafından
yayınlanan 1982 tarihli Boğaziçi’ne Sığınanlar tercümesi masamda duruyor! Nitekim Bardakçı da anıların daha önce yayınlanmış, fakat az sayıda basılmış olduğunu
belirtiyor. Arka arkaya iki cümlenin böylesine birbiriyle tezat oluşturması yazarın
okuyucuda uyandırmak istediği merak
hissinden olsa gerekir!
Tarihten esinlenmiş romanlar
ZÜLFÜ Livaneli son romanı Serenad’da yakın tarihimizden esinlenmiş; Bardakçı’nın yazısından yola çıkarak olayları kurgulamış. Fakat sadece bir gazete yazısından tarihsel roman yazılırsa, sonuç böyle olur tabii. O yazıdaki yanlışları aynen yineliyor: Bakan Reşit Galip değil tabii ki. Yabancı bilim adamlarının gelişi çoktan başlamış, ilgili anlaşmalar çoktan imzalanmış iken, nasıl olur da başbakan ve hükûmeti bu süreçte olumsuz bir tutum takınabilir? Mantık hatası var. Livaneli’yi de Bardakçı yanıltmış; tarihsel romanların araştırmasında da ciddi özen göstermek gerekir. Üstelik romanda tutarsızlıklar da göze çarpıyor. Önce doğru olarak mektubun başbakana yazıldığı belirtiliyor; sonra Einstein’ın Atatürk’e mektup yazmasından gurur duyuluyor!
On yıl sonra
(ON yıl sonra yazılacak bir kitaptan alıntı:) Livaneli bu romanında akademisyen genç bir kızın iftiraya uğraması sonucunda hayatının nasıl karartıldığını hayli kritik ederek anlatıyor. Ne var ki, genç kuşaklar 2010 yılı sonlarında Sabancı Üniversitesi’nde bir profesörün iftiralara maruz kalarak hakkında kirli bir kampanya açıldığında, Livaneli’nin de bu kampanyaya katılmakta hiç tereddüt etmediğini hatırlatıyorlar. Romanlarında kahraman yaratan yazarların gerçek hayatta romanlarındaki kötü kişiliklerden etkilenebildiğini belirtiyor ve belki de yazarın romanlarının artık basılmamasını bu basit gerçeğin sonucu olarak görüyorlar.
Okuma önerisi
RIFAT Bali’nin Sami Günzberg kitabıyla başlayıp; Horst Widman’ın Atatürk ve Üniversite Reformu kitabıyla devam etmek yararlı olur; anılarla ilgilenenler Ernst Hirch’in Anılarım kitabını kaçırmamalıdır (TÜBİTAK’ta yayınlar daire başkanlığı yaparken anıların yeniden basılmasını sağlamıştım); Neumark’ın Boğaziçi’ne Sığınanlar yeniden basıldı. Emre Dölen’in devasa yeni kitabı Türkiye Üniversite Tarihi 4 İstanbul Üniversitesi (toplam beş ciltlik bir seridir) bu alanda meraklılar için dahi yeterli gelecektir.
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Sovyetler boğazlarda imtiyaz talep etmişti
9.02.2016 - Sovyetler Montrö Antlaşmasını değiştirmek istedi
3.02.2016 - Türk sovyet anlaşması 1945 yılında feshedilmişti
26.03.2016 - Sadece donanmayla mı? Çok zor...
19.03.2016 - Sıkıyönetim bildirilerini hatırlarken
13.03.2016 - Sosyalistlerin hatırlamak istemediği tarih
5.02.2016 - Başarısız bir ‘ihtilal’ daha var
28.02.2016 - Bitmeyen Halkevleri meselesi
20.02.2016 - İttihat ve Terakki Cemiyeti CHP’ye sesleniyor
13.02.2016 - CHP ‘propaganda bürosu’nun önemini keşfediyor!
7.02.2016
Yazarlar
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
Mehemmed zaza
Gecmisin karanligina saplanip kalan Bir cahil(bu basbakan da olabilir)halkina karanliktan baska Bir sey veremez.gecmis ne kadar güzel olursa olsun kurtulus gelecektedir.gecmise dönük umut edebilir mi insan?hayir cünkü umut gelecektedir.kurtulus gelecekte.
Ad Soyad Giriniz...
altandan harika bir yazı daha
Ad Soyad Giriniz...
Almanlarin bir sözü var. Bu tamda Recebe T. Erdogana cok denk düsüyor. Almanlarin söyledikleri su Türkler patates gibi hep kökleri ile övünürler.Bence topragin alt ile övünmektense(yane gecmisimizle) gelecege (topragin üstüne) bakmasi gerekir.Cünkü gelecege bakmak toplumlari ileri götürür. yoksa topragin altinda görunmeyen(Bize su anda hic bir faydasi olmayacak) kökümüzle bosuna zaman harcariz.Birakin onla asiri milliyetciler övünsün. gelecege bakin.