Cemil KOÇAK
Türkiye’nin iki dünya savaşı arasındaki dönemde Avrupa’da kurulan diktatörlüklerden hayli etkilendiği kabul edilir de, tarihsel sıralamada Avrupa’daki dördüncü tek parti diktatörlüğü olduğu nedense hep göz ardı edilir.
Bir an için durup düşünelim; iki dünya savaşı arasında Avrupa’da kurulan tek parti diktatörlükleri öylesine sıralanıp geçilir; Türk tek partisini meşrulaştırmak için de, zaten o dönemde her yerde diktatörlerin cirit attığı söylenir ve mesele kapatılır. İsterseniz bu defa da, biraztarihsel bir sıralama yapalım. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da kurulan diktatörlüklere kuş bakışı göz atalım.
İlk deneyim Rusya’da
Bilmem Rusya’yı da bu sıralamaya katacak mısınız? Eh, ne de olsa daha savaş devam ederken, Rusya’da önce Şubat, ardından da Ekim ihtilâli oldu. Neredeyse göz açıp kapayıncaya kadar Rusya’da parlamenter demokrasi kurma denemesi, Bolşeviklerin iktidara gelmesiyle yerini komünist bir diktatörlüğe bıraktı. Proleterya diktatörlüğü, Sovyetler Birliği’nde tek parti yönetiminin adı oldu. Böylece Sovyetler, Avrupa’da kurulacak olan tek parti diktatörlüklerinde ilk sırayı aldı. Belki de tuhaf olan nokta, savaşın bitimiyle birlikte Avrupa’da liberal parlamenter demokrasinin patlama yapmasıydı. Tıpkı ikinci dünya savaşı sonrasında olacağı gibi. İmparatorluklar çökmüş; Rusya, Almanya, AvusturyaMacaristan ve Osmanlı savaşı kaybederek devasa imparatorluklarını yitirmişlerdi. Şimdi monarşilerin yerini her yerde cumhuriyet ve demokrasi alıyordu. Rusya cumhuriyetle yetinmiş, ama demokrasiden uzak kalmıştı.
İkinci sırada da İtalya vardı
Bir zamanlar Trablusgarp’a asker çıkardığı için hükûmetini şiddetle eleştiren ve bu nedenle hapis cezası da alan Benito Mussolini’nin savaş sonrası kurduğu faşist parti, siyah gömlekliler ihtilâlini başararak, ülkeye hâkim olduğunda, İtalya siyasal ve ekonomik kaos içindeydi. Komünistler de tıpkı Rusya’da olduğu gibi aynı yöntemlerle iktidara gelmeyi denemişler, ama bunu başaramamışlardı. Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşuna tam bir yıl kala, millî ordu İzmir’e girdikten neredeyse bir aysonra, 22 Ekim 1922’de Mussolini başbakan olmuştu bile. İtalya ikinci sırayı kapmıştı.
Hitler her dedigini yaptı
Almanya, Weimar Cumhuriyeti döneminde bu romantik kentte hazırlanan anayasanın öngördüğü düzeni ve istikrarı hiçbir zaman yaşayamadı. Komünist ihtilâl hazırlıkları bir yanda; Versay barış anlaşmasının neredeyse kaçınılmaz bir şekilde yarattığı rövanşist duygular diğer yanda; sokak çatışmaları ve siyasal istikrarsızlıklar içinde çalkalandı durdu.
1918’in sonbaharından itibaren Nasyonal Sosyalistlerin iktidara geldikleri 1933 yılının Ocak ayına kadar Almanya ekonomik sorunların yarattığı cenderinin içinde sıkışıp kalmıştı. Bu tarihten sonra Hitler, neredeyse bütün vaatlerini hiç sektirmeden gerçekleştirdi. Almanya da, tıpkı İtalya gibi, içinde bulunduğu bütün sorunların faturasını demokrasiye, parlamenterizme, liberalizme ve özgürlüğe kesmişti. Versay’a karşı rövanşist duygu ve düşünceler, Almanya’ya hâkim olmuştu.
Ama Avrupa, Almanya ile İtalya’dan ibaret değil
Nedense Avrupa’nın diğer ülkelerindeki benzer siyasal gelişmeler gözden kaçıyor, unutuluyor. Şimdi dikkatimizi vermenin zamanıdır. Portekiz, bizde pek bilinmez ama, 20. yüzyılın başında otoriter bir monarşiden sıyrıldı; daha 1911 yılında ülkede cumhuriyet ilân edildi. Demokratik bir rejim kurulmaya çalışıldı. Neredeyse on beş yıl içinde dokuz başkan, kırk dört hükûmet, yirmi beş ayaklanma ile üç diktatörlük, Portekiz’in üstesinden gelebileceği bir durum değildi.
1926 yılının yazında askerî bir darbe, bütün bu sürecin sonunu getirdi. Ekonomik ve malî güçlüklerle başa çıkamayan askerî yönetim sonunda 1928 yılında bir üniversitede ekonomi profesörü olan Salazar’ı Maliye Bakanı olarak atadı. Pek gönülsüz olarak bu işe giren Salazar, müthiş bir başarı sağladı ve ardından 1932 yılında başbakan olarak atandı. Bu görevde tam otuz altı yıl kalacaktır.
Ya İspanya’nın başına gelenler
İspanya da trajik gelişmelerden kendisini kurtaramadı. Bizim tarihimizle olan parallelliği bazen şaşırtıcı düzeydedir:
Tıpkı Osmanlı gibi ilk anayasasına 1876 yılında kavuştu. Üstelik bizdekinin aksine çok uzun yıllar anayasal rejimini sürdürebildi. Türkiye’de cumhuriyetin kurulduğu yıl, İspanya’da parlamenter sistem çöktü. Ve ardından askerî bir darbeyle krallık yeniden kuruldu. Bu tarihten itibaren Madrit siyasal istikrarı hiçbir zaman yakalayamadı. Zaten daha önceleri de yakaladığı pek söylenemezdi. Bir yandan ayrılıkçı milliyetçi hareketlenmeler, Katalan ve Bask bölgelerini için için kaynaştırmaya devam etti. 1930 yılına gelindiğinde askerî yönetim zayıflamış hâldeydi, kral da güç durumdaydı.
Bizdekinin tersine İspanya’da cumhuriyetçi akım çok güçlüydü. Monarşiye karşı solun desteğini de alıyordu. Bu bakımdan İspanya’da da safların şiddetle ayrılması ve İspanyolların iki büyük siyasal gruba bölünmesi için her türlü neden vardı. Öyle de oldu. Cumhuriyetçiler, liberaller ve solcular bir cepheyi oluştururken, geriye kalan tüm sağ ve muhafazakâr gruplar karşıt cepheyi oluşturdular.
5 yılda 26 hükümet değişti
1931 yılında cumhuriyetçilerin seçimi kazanmasıyla İspanya’da yeniden cumhuriyet ilân edildi. Bazıların kulakları çınlasın, buna 2. Cumhuriyet denildi. Tabiî Fransa’dan esinlenilmişti. Cumhuriyetçiler ve solcular ülkeyi iki yıl yönettiler.
Askerî darbe girişimlerini de engellediler; fakat bir sonraki seçim yenilgisinden kurtulamadılar. Sağ yeniden iktidara geldi. Bütün bunlar olurken, İspanya yaklaşık beş yıl içinde yirmi altı hükûmet ve yetmiş iki bakan gördü. 1936 yılında yapılan son seçimde seçmenlerin neredeyse ikiye ayrıldığı görüldü ve hemen ardından General Franco, seçimi kazanan cumhuriyetçi Madrit hükûmeti’ne karşı ayaklandı. Kanlı ve uzun bir iç savaş Franco’nun zaferi ile tamamlandığında, İspanya uzun yıllar sürecek bir başka diktatörlükle baş başa kalmıştı. Franco da ölümüne kadar İspanya’yı yönetmeyi başardı.
Avrupa’nın kalanı ne oldu peki?
Avrupa’daki neredeyse bütün ülkeler bu girdaba kapıldılar. Avusturya 1933/1934’de Dollfuss’un diktatörlüğüne girdi.
Eski imparatorluğun bakiyesi Macaristan, önce Bela Kun önderliğindeki komünist rejime kayar gibi olduysa da, bu iktidarın ömrü çok kısa oldu. Rusya’nın ardından gidecekmiş gibi görünen Macaristan birden bire yörünge değiştirdi; Amiral Horthy diktatörlüğünü erkenden ilân etti. Daha 1920 yılında. Polonya azıcık direndi. Ama çok değil. General Pilsudski 1926 yılında bir darbeyle iktidara el koydu. Bu o kadar da zor olmamıştı; nihayet o ulusal bir kahraman sayılıyordu. Rusya’ya karşı askerî direnişin lideriydi.
Sovyetler Birliği’nden ayrılmış üç ülke, Estonya, Litvanya ve Letonya’ya gelince; sonuncusu daha erken bir tarihte 1926’da, diğer ikisi 1934’de diktatörlüğe sığındılar. Nasıl başka türlü olabilirdi ki? Rusya’nın hâkimiyetinden kurtulmuşlardı savaş sonunda, fakat ya sonra? Estonya on dört yılda on yedi hükûmet gördü. Letonya aynı dönemde on altı tane. Litvanya yedi yılda on bir tane. Siyasal fırtınalar bütün bu rejimleri silip süpürdü.
Balkanları soran var mı?
Arnavutluk 1925 yılında Zogu’nun önderliğinde önce cumhuriyet ilân etti; ardından cumhurbaşkanı da seçilen Zogu, 1928 yılında kendisini kral ilân etti ve ülke yeniden monarşiye döndü. Bulgaristan, savaşı yitirmiş bir ülke olarak kendi dertleriyle baş başa kalmıştı zaten. 1934 yılında Kral Boris’in ülkesi askerî diktatörlüğü kabullendi. Savaş sonrasının yeni oluşturulan ülkesi Yugoslavya, daha 1921 yılında kralın ılımlı sayılabilecek diktatörlüğünden 1931 yılında yeniden parlamenter demokrasiye döndü. 1941 yılında Alman işgaline uğrayınca kadar da istikrarsızsiyasal rejimini sürdürdü.
Romanya da General Antonescu’nun diktatörlüğüne tosladı. Komşumuz Yunanistan da hayli badireden geçti; sonunda 1926 yılında General Pangalos’un askerî darbesi geldi. Ardından yeniden seçimlere ve demokrasiye geçildiyse de, bu süre hayli kısaydı. Askerî darbe gecikmedi. Sonunda monarşi General Metexas’ın otoriter rejimine izin verdi. Alman işgaline kadar da böyle gitti. Metexas’ın ömrü ise işgali görmeye yetmemişti.
REJİMİN DÖNÜM NOKTASI: 4 MART 1925
Bazen sanıldığının aksine, Türkiye’de tek partili rejim cumhuriyetle kurulmadı; Türkiye, bir tek parti yönetimi olarak doğmadı. Samet Ağaoğlu’nun deyimiyle “Kuvayı Milliye Ruhu”nu temsil eden birinci meclisin demokratik ve çoğulcu yapısı süreç içinde bir tek parti diktatörlüğüne dönüştü. Eğer kesin tarih vermek gerekirse, 4 Mart 1925 tarihli Takriri Sükûn Kanunu, dönüm noktasını oluşturdu. Bu tarihten itibaren Türkiye’de cumhuriyet bir tek parti idaresine dönüştü.
Tam yirmi yıl boyunca devam etmek üzere. Eğer tarihsel sıralamaya katarsak, Rusya’dan, İtalya’dan ve Macaristan’dan sonra Türkiye Avrupa’da diktatörlüğe geçen dördüncü ülke oldu. Türkiye’yi diğerleri izledi. Avrupa’da 1920 yılında sadece iki ülkede demokrasi yoktu; 1940 yılının sonunda sadece İngiltere’de, İrlanda’da, İsveç’te, Finlandiya’da ve İsviçre’de demokrasi kalmıştı. Yirmi yıl içinde demokrasi tarumar olmuştu
Yazarlar
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.02.2016
3.02.2016
26.03.2016
19.03.2016
13.03.2016
5.02.2016
28.02.2016
20.02.2016
13.02.2016
7.02.2016