Cemil KOÇAK

Cemil KOÇAK
Cemil KOÇAK
Tüm Yazıları
Hâkim parti, geldiysen ÜÇ DEFA VUR!
19.06.2011
2565

Siyasal bilim literatürü “hâkim parti” kavramını Duverger’e borçlu. Şimdiye kadarki seçim sonuçları, Türkiye’de hâkim parti yaratmaktan hep uzak kalmıştı. Ya şimdi?

Önce “hâkim parti” kavramını tanımlamak lâzım gelir: Çoğulcu ve demokratik bir siyasal sistemde, seçim sisteminin bir azizliği olmaksızın, her defasında seçmenlerin çok ağırlıklı desteğini kazanarak iktidar olan parti, hâkim parti olma yoluna girmiş demektir. Hiç olmazsa üç kez seçimi açık ara önde kazanan partinin hâkim parti olduğu söylenebilir. Burada önemli olan, söz konusu partinin seçmen desteği oranının kendisinden sonra gelen diğer partilerle karşılaştırıldığında asla kapatılamayacak mesafede bulunmasıdır. Ancak baş farkıyla kazanabilen partiler asla hâkim parti tanımına giremezler. Buradaki çıta; hâkim partinin her seçimde seçmenlerin ağırlıklı bir kesiminin desteğini alabilmesi; kendisinden sonra gelen muhalefet partilerinin ise, bu orana yetişmelerine asla imkân olmaması; seçim yarışında iktidarın ve muhalefetin daha seçimden önce kesinlikle belli olması; seçmenlerin bu beklentiyi korumaları; muhalefetin açık arayı kapatamayacağının kesinleşmesi ve hâkim partinin uzun zaman için bu avantajını kullanabilmesidir. Seçmenler, hangi eğilimde olurlarsa olsunlar, aslında ne yönde oy kullanıyor olurlarsa olsunlar, kimin iktidar ve kimin muhalefet olacağı konusunda seçim öncesinde farklı bir beklenti içine girmeyeceklerdir; muhalefet ise konumuna razı olarak hayatını sürdürebilecektir. Acaba bu modele Türkiye de katılıyor mu?

DP neden hâkim parti olamadı?

Elbette üç kez üst üste seçim kazanan DP’nin de çok daha eski bir tarihte hâkim parti olduğu ileri sürülebilir; fakat doğru olmaz. Şunun için: DP, 1950 seçimini kazandığında % 55 oy oranını yakalamıştı. Ardından gelen CHP % 40 idi. 1954 seçimlerinde oran % 57’ye 35’e kadar yükseldi. DP, hâkim parti olma yolunda hayli ileri bir virajı dönmüştü. Fakat 1957 seçimleri bu imkânı ortadan kaldırdı; muhalefet partileri bu kez iktidarı burun farkıyla geçmişti: % 48’e 49. Oy paylaşımı neredeyse eşitti ve CHP % 41’i yakalamıştı yeniden. DP, ilk hâkim parti olma fırsatını böylece yitirdi. Muhalefet kazanma şansını geri almıştı ve bu ihtimal söz konusu olduğunda; seçmen kitlesinin çok önemli bir kısmı bu ihtimali geçerli saydığında, hâkim parti modelinden söz edilemezdi.

Ya Adalet Partisi (AP)?

1961 seçimleri olağanüstü koşullar altında gerçekleşti ve DP’nin seçmen tabanı parçalandı. AP ile aynı siyasal çizgideki partilerin oy oranı, muhalefet olarak tanımlanabilecek partilerinki ile neredeyse eşitti. Fakat bir sonraki seçimde AP % 53 civarındaki oy oranı ile muhalefeti açık ara ile geçmeyi başardı. Kendisinden sonra gelen CHP’nin oy oranı yalnızca % 29’du. 1969 seçiminde de % 56’ya karşılık CHP’ninki ancak % 27 kadardı. AP de ikinci seçimde hâkim parti olma yoluna girmişti bile. Ne var ki, sonraki seçim bambaşka siyasî gelişmelerden sonra gerçekleştiğinde artık böyle bir modelden söz etmek imkânsızdı. Bütün 70’li yıllar boyunca da aynı eğilim sürdü.

Anavatan Partisi

Anavatan Partisi hiçbir zaman hâkim parti modelinde yer alamadı. Yine de 1983 yılındaki seçimde % 45 oy oranı kendisinden sonra gelen ile karşılaştırıldığında, ki sadece % 30’du, açık ara öndeydi. İkinci seçimde ise sadece % 36 oranla birinci geldiğinde, artık böyle bir iddiası kalmamıştı.

Adalet ve Kalkınma Partisi

AKP, ilk seçimde sadece % 34’tü; arkasından gelen ana muhalefetin oranı % 20 dahi değildi. Yine de kapanabilir bir ara vardı. Sadece bu seçim sonucuna bakarak AKP’nin hâkim parti olacağını söylemek kehanet olurdu. İkinci seçimdeki % 47 oranı, ardından gelen parti yine aynı oranda kaldığından, hâkim partiye gidişte çok önemli bir viraj anlamına gelmişti. Bu kez kritik önemdeki virajın alındığını görüyoruz. Almış olduğu oy oranı çok yüksek; fakat daha önemlisi ardından gelen ana muhalefetin olsun, diğer muhalif partilerin olsun, kazanabildikleri oy oranı ile bu açık arayı kapatabileceklerini öngörmek mümkün değil. Evet; doğru bildiniz; siyasal tarihimizde ilk kez bir parti, hâkim parti modelini gerçekleştiriyor, gerçekleştirebilir. AKP, bundan sonra da oy oranını o denli açık ara tutabilir ki, bir dahaki sefere de muhaliflerinin de başından kabulleneceği kesin iktidar adayı olarak ortaya çıkabilir.

2011-2015: Neler olabilir?

Siyasette psikolojik üstünlüğü yakalamış bir AKP var karşımızda; % 36 oranı bir an için sadece küçük bir yol kazası olarak görülmüş ve ardından önlenemeyen yükselişine başlamış olan bir parti. Sadece bir parti de değil; Türkiye’nin her alanında görülen, izlenmesi ve değerlendirilmesi dahi güç olan başkalaşımın hem ittirdiği, hem de itici gücü olan bir hareket.

Peki, geleceğe bakalım: Önce yerel seçim çıka gelecek. Hâkim parti modeli bir kez daha sınanacak. Sonra da cumhurbaşkanı seçimi yolumuzu gözlüyor. Muhtemelen 2014 yazında. İlk kez cumhurbaşkanının doğrudan seçilecek olması partiler arasındaki rekabetin daha da sert ve canlı olmasına neden olabilir. Dahası, iddialı her partinin bir cumhurbaşkanı adayı ileri sürmesini gerektirir ki, aday belirlemek bile muhalefet partilerini dara sokabilir, eğer hâkim parti modelinin yarattığı psikolojik baskı ve ağırlık sürüyorsa. Kaybedilmesi muhtemel ve belki de kaçınılmaz bir siyasî rekabete girecek isimler bulmak, muhalefet arasında daha da sıkıntılı süreçlere neden olabilir. İktidara gelince; hep kazanabilecek olma duygusu, onun elini rahatlatır. Hâkim parti olmanın bütün avantajlarından yararlanır. Ona karşı olanlar da yayılan bu kaderci havanın etkisinde kalabilirler ve nihayet siyasî rekabetten çekilmeler ya da uzaklaşmalar başlayabilir. Eğer iktidara gelinmeyecekse, niçin insanlar politikayı muhalefet çevrelerinde arasınlar ki? Bu basit ve sıradan soru, iktidar partisinin kadrolarının dolmasına neden olurken, muhalefet yeterli ve donanımlı kadro bulmakta daha da zorlanmaya başlayabilir. Bu psikolojik darlık, muhalefetin cumhurbaşkanlığı seçiminde seçmen desteğini kazanması mümkün adayları bulmasında da güçlük yaratabilir. Olağan koşullarda rekabete girmekte sakınca görmeyecek pek çok potansiyel aday, kazanılmasına imkân görmediği bir yarışa hiç katılmamayı tercih edebilir ki, bu da şaşırtıcı sayılamaz.

Yeni seçimden çıkan bir ülkede dört yıl sonrasının seçimine geldik bile. 2015 yazında yeni bir seçime varıldığında, dört yıl içinde anlattığım süreçte devamlı kaybeden olursa, muhalefetin bir sonraki seçimde de hâkim parti modelinin yarattığı eziklikten kurtulabileceğini düşünmek iyimserlik olur. Hele geniş seçmen kitlesinde ne olursa olsun iktidarın değişmeyeceğine yönelik kuvvetli bir beklenti yaratılmışsa, muhalefetin bu beklentiyi ve psikolojiyi dağıtması için çok çaba ve gayret harcaması lâzım gelir; sonuç alınıp alınamayacağı ise ayrı bir tartışma konusu olmak üzere.

Evet; hâkim parti modeli bir kez kurulunca, bunun yaratacağı siyasal etkilerden ve sonuçlardan kurtulmak öyle kısa vadede mümkün olamayabilir; muhtemelen de olmayacaktır! Belki de sanılan tersine, bütün bu başarı aslında AKP’nin değildir. Başarı, daha doğrusu başarısızlık, çok uzun yıllar boyunca mevcut sistemin bütün imkânlarından yararlanarak şişirilmiş bir balonu sahiciymiş gibi uçurmaya çalışan o sistemin gerçek sahiplerinindir. Yani sivil ve asker bürokrasi, yüksek yargı, üniversiteler, siyasal sistemin payandaları olan siyasal partilerin tümü, hepsi birden kredi kartlarını özellikle de son yıllarda o kadar cömertçe harcadılar ki, AKP bütün bunların üstünde yükseldi. Sistemin bütün dayanak noktaları, ellerinde kalan son kredileri de o kadar fütursuzca ve siyasî meşruluktan uzak olarak harcamaya kalktılar ki, kadrolarının da yeteneksiz ve yetersiz olmasıyla birlikte, tamamen berhava olmaya yöneldiler. Aslında topluma geleceğe ilişkin hiçbir ümit sunamadılar. Geçmişleri ise pek de övünebilecekleri başarılardan kurulu değildi. Hızla meflûç hale geldiler ve kırıldılar. Dahası aralarındaki dayanışma duygusunu da yitirdiler. Kendilerine olan güven sona erdi. Muktedir olmanın verdiği güç, pek çok kadroyu kendilerine çekmeye yetiyordu; o olmayınca yeni yeni kadrolar bulmak bir yana, eski kadrolarını bile yanlarında tutmakta zorlanmaya başladılar. Psikolojik siyasî yenilgi, ağır travmalara da yol açtı. Geleceğe ilişkin hiçbir umut vaat etmeyen bir sürece kimler, niçin katılsın ki?

Havada bulut, yeni anayasayı unut!

Seçim sonuçları, eğer gönülden geçenleri bir kenara bırakırsak, yeni anayasa ümidinin de sonuna gelindiğini göstermektedir. AKP, bu süreçte tamamen yalnız kalmıştır; elindeki üye sayısı da yetersizdir. AKP, 1977 yılında seçim zaferi kazanan Ecevit’in konumunu hatırlatmaktadır; eli kolu bağlıdır; muhalefetin onunla anlaşması ve uzlaşması için hiçbir neden yoktur; bu yöndeki beklentiler, iyi niyetli bazı çağrılardan ibarettir ve öyle de kalacaktır. Aksine, CHP ile MHP parti içi iktidar mücadelesinde siyasî iktidara karşı olan hasmane tutumlarını daha da sertleştirerek ayakta kalmak isteyecektir. İç iktidar kavgaları onları dışarıya karşı taviz vermez politikaya zorlayacaktır. AKP de bu nedenle ya da gerekçeyle anayasa değişikliğini gerçekleştiremediğini söyleyerek bu defteri kapatabilir. 2007 seçimleri sonrasında AKP’nin eline geçen yeni anayasa hazırlama imkânını kullanamadığını hatırlayacak olursak, tarihin bir daha aynı fırsatı ne zaman vereceğini asla bilemeyiz. Tabiî eğer verirse.

Muhalefetin imkânları

Yine de muhalefetin bir çıkış yolu bulması gerekir. İmkânlar az olabilir; fakat önemli olan politikada ele geçen fırsatların değerlendirilebilmesidir. Fırsat değerlendirmek ise, öncelikle ele geçenin bir fırsat olduğunu kavramakla başlar. Pek çok gelişme olabilir: Küresel ölçüde patlak veren ve etkilerinden kaçınılamayacak bir ekonomik kriz, ardından sosyal sıkıntılar ve ardından bütün bunların yaratacağı siyasal çatışmalar, iktidarın yıldızlarını kısa sürede söker, sökebilir. Hele bir de siyasal şiddet kendisini gündelik hayatta gösterirse. Sınır ötesindeki olası çatışmalar da buna eklenmelidir. İktidarın beceriksizliklerini beklemek; dahası skandal nitelikte olabilecek ve ortalama seçmenin gözünde fiyasko olarak belirebilecek gelişmelerden de yararlanmak gerekir. Ancak iktidarın yıpranması da yetmez; muhalefetin de onun yerini alabileceğini göstermesi gerekir. İşler kötüye de gitse, muhalefetin işleri daha da arapsaçına çevirebileceğine yönelik bilinçaltı güdülerin seçmen kitlesinden uzaklaştırılması kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Evet, muhalefet açısından bir çıkış yolu daha vardır: O da Erdoğan’ın 2014 yazında cumhurbaşkanı olmasıdır. Erdoğan, AKP’nin muhtemelen en önemli tutkalıdır. Bu tutkal gittiğinde, AKP’nin bütünlüğünü koruyabilmesi ne ölçüde mümkün olacaktır sorusunu bence muhalefet gerçekçi bir şekilde değerlendirmeye başlasa iyi olur. AKP’nin bugünkü devasa yapısıdır ki, ona hâkim parti vasfını kazandırmıştır. AKP parçalanmadan muhalefetin oran olarak ona yaklaşması güç görünüyorsa, o halde ilk yapılması gereken iktidar partisinin parçalanmasına çalışmaktır. Bu bakımdan belki de Erdoğan’ın adaylığını desteklemekte yarar vardır! Sonrasında AKP, belki de kendini hiçbir zaman toparlayamayacağı parçalanma sürecine girebilir ki, bu onun psikolojik üstünlüğünün sonu anlamına gelecektir. Siyasî tarihimiz parçalanan ve bu şekilde güç yitiren partilerle doludur. Neden AKP bu kaderden uzak kalsın ki? Tam ortadan ikiye ayrılması muhteşem olurdu; lâkin önemli bir kesiminin dahi ayrılması yeterli olabilir. Yeter ki bu ayrılık partinin karizmasını çizsin; onu kaybedebilir bir parti görüntüsüne büründürsün.

Bu da olmazsa, hep söylüyorum, Ergenekoncular haklıdır diye, benim de aklıma askeri bir darbeden başka bir çözüm gelmiyor. O halde, sokakların dilinin sertleşmesi ve bağırtısının yükselmesi öncelikli hedef olur; ardından sokak çatışmaları; sonra dinsel-mezhepsel çatışmalar ve onun paralelinde de etnik çatışmalar başlar; bütün bunlar nihayet bir kaos ortamı sağlayabilir; bir darbenin önü açılabilir. Daha seçimlerden önce bu yönde bazı hazırlıkların yapıldığı hissedildi bile. Şimdi bu oluşumların sonuç vermesi sağlanmaya çalışılacak. Yine mi diyecek olanlara sadece şunu hatırlatmak isterim: Çare kalmazsa, evet yine... Bu bakımdan gelecek dört yılın geçmişle kıyas edilebilecek derecede sert siyasal mücadelelere sahne olmayacağını söylemek sanırım aşırı iyimserlik olacaktır.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar