Cemil KOÇAK
Dizi yazımın nihayet dördüncüsüne; sonuna geldim. Bazı okuyucular bu dizinin gereksiz yere uzamış olduğunu düşünebilirler; ancak CHP’nin bugün içinde debelendiği siyasal felsefe, ideoloji, örgüt ve kadro tartışmalarının hiç de yeni bir şey olmadığını anlamak için bu kadar uzun süren bir dizi kaçınılmazdı.
CHP’nin sekizinci kurultayına sunulan reform paketinin son önerilerine sıra geldi. Elbette seçimi kaybetmiş olanların, ideolojinin yanı sıra, partinin yeniden yapılandırılmasıyla da ilgilenmemesi beklenemezdi. Reformcular, özellikle bu konuya önem vermişti denilebilir.
Partinin yönetimi sorunu
Parti tüzüğü, tek parti döneminin bütün özelliklerini yansıtmaya devam ediyordu. Bu bakımdan da “partinin yüksek sevk ve idaresine geniş bir otorite sağlamak hedefi gözetilmişti.” Bununla birlikte, yeni dönemin icabı olarak, bundan vazgeçilmişti. Fakat bu da yarım kalmıştı: “Burada dikkati çeken husus, tüzüğün otoriter hüviyeti bertaraf edilmek istenirken, bazı disiplin mesnetlerinin ve müeyyidelerinin de ortadan kaldırılmış olması”ydı. Hali hazırda partinin “tek elden idaresi”ni engellemek amacıyla konulmuş olan hükümler de, “onun disipline ait temellerini de az çok zaafa uğratmıştı.” Bu cümleden kasıt, partinin ifratla tefrit arasında gidip geldiği gibi görünüyordu.
Ancak reformcuların da anlaşılan kafası -pek çok başka konuda olduğu gibi- bu konuda da karmakarışıktı. Çünkü çözüm yolu olarak gösterdikleri istikâmet de pek sarih sayılamazdı: “Parti demek, siyasî disiplin müessesesi demekti.” “Ancak parti disiplini bir otoritenin baskısına boyun eğmek” de demek değildi. “Hür insanların gönüllü olarak prensiplere sadık kalma ve onun icaplarına uyma kararından doğan” onay demekti. Bunun içindir ki, partide tam bir disiplin kurulmalıydı. Sonuçta, reformcular, “otorite zihniyeti” yerine “disiplin zihniyeti” talep ediyorlardı! Keşke aradaki farkı da bize açıklama fırsatını bulabilselerdi. Ama bu ‘küçük ayrıntı’ nedense atlanmıştı açıklanmamıştı. Belki de, bir zamanlar, sadece birkaç sene önce, “matbuat disiplini”nden anlaşılan şeydi bu. Ya da “disiplinli hürriyet” denildiğinde ne anlaşılmak lâzımsa, yine o anlatılmak isteniyordu. Bilemedim yani!
Tüzük uygulanmadı ki
İlginç olan bir başka talep de, tüzüğün “şaşmadan” uygulanmasının istenmesiydi. Demek tüzük zaman zaman uygulanmamıştı. Neden diye soracak olursanız eğer; bunun da yanıtı hazırdı: “Tatbikatta hükümlerin tefsirleri, tevilleri [yorumları; söze başka bir mânâ vermeleri] yoluyla salâhiyetlerin [yetkilerin] genişletilmesi veya mesuliyetlerin [sorumlulukların] hafifletilmesi yolları”na sapılmıştı; şimdi artık bu yolların tamamen kapatılması isteniyordu. Çünkü, parti “önümüzdeki zamanlarda şahısların arzu ve iradelerine göre değil, programa ve tüzüğe göre işletilecekti.” Daha doğrusu; bu yönde bir talep vardı. Bu cümlenin tek başına kendisi bile, CHP’nin eskiden -ya da o zamana kadar- zaman zaman tüzük hükümlerinin dışında, “şahısların arzu ve iradeleri”ne göre yönetildiğinin açık bir itirafıydı.
Teşkilât da gözden geçirilmeli
Elbette, partinin ana gövdesine sıra gelmişti. Parti örgütü, maalesef zamanın şartların gerektirdiği” etkinlik, çabukluk ve düzgünlükte işlemiyordu. Başarısızlık açıktı. Partinin üst düzeydeki yönetim organları arasında yetki karmaşasının önüne geçilememişti. Artık parti genel başkan vekilliği kaldırılmalıydı. Aktif bir genel başkanla genel sekreter yeterliydi. Parti müfettişlikleri de lüzumsuzdu ve kaldırılmalıydı. Asıl gerekli olan ise, gerçek bir parti örgütünün vücuda getirilmesiydi.
Partinin bucak teşkilâtı gereksizdi; kaldırılmalıydı. Asıl olan ocak örgütlenmesiydi. Halkla sıkı temas, ancak bu şekilde mümkün olabilirdi. Aktif ocaklar kurulmalıydı. Kongreler çok kez cansız ve ruhsuz kalmıştı. Bu durum da değiştirilmeliydi.
CHP’nin adı henüz ‘kurultaylar partisi’ne çıkmadan yıllar önce; reformcular, taşra teşkilâtı ile yakın bağın kurulmasının ancak gerektiğinde -kurultay toplanmasına gerek görülmediğinde- toplanacak ‘küçük kurultay’ fikrini ilk kez ortaya atmışlardı. Geçmişte de, bugünler de zaman zaman telâffuz edilen bu ‘küçük kurultay’ fikri, partinin adeta taşra örgütünün danışma niteliği taşıyan faaliyeti, sanırım ilk kez bu sırada dile getirilmiş oluyordu.
Reformculara soracak olursanız, partinin üye sayısı gerçeği yansıtmaktan uzaktı. Çünkü, üyelerin büyük bir kısmı, kim olursa olsun, bir zamanlar -tek parti döneminde- partiye rastgele alınmış kişilerden oluşuyordu. Onların gerçekten de CHP’li olup olmadığı belli bile değildi. Bu, aslında “hayali” bir kadroydu. Hele parti muhalefete geçince çoğu ne olmuştu, bilinmiyordu. O halde ilk yapılması gereken, ciddî bir üye temizliği olmalıydı. Gerçek rakam bulunmalıydı. Üyeler gerçekten de partinin kadrosunu oluşturan nitelikte olmalıydı. Çıkarcılar hele, artık partide bırakılmamalıydı.
Gençler yok, yok, yok
CHP’nin ana davalarından biri de, kadro sorununda “genç elemanlar”ın kazanılmasıydı. Maalesef “parti saflarına katılanlar arasında gençler” sevindirecek ölçüde değildi. Ne nicelik, ne de nitelik açısından bu böyleydi. Oysa parti gençlerin katılımı ve katkısı olmadan yaşayamazdı. Hele örgüt kadroları “her zaman en dinç, en dinamik ve en ehliyetli unsurlarla” doldurulmamıştı. İtiraf etmek gerekiyordu ki, aslında “bu kadrolarda yorulmuş, enerjisi tükenmiş unsurların yer almaları” da doğru değildi. Partiye bir zamanlar hizmet edenlerin emekli olmaları zamanı gelmişti ve bundan kaçınmak doğru değildi: “Bu gibi muhterem partililerin eski hizmetleri; takatten düştükleri zamanlarda da gayret, dikkat ve enerji isteyen mevkileri muhafaza etmelerine hak kazandırmamalı”ydı. İşte bu noktada parti kadrolarının “taze enerji sahibi, ehliyetli, çalışkan ve bilgili” partililerle doldurulması lâzımdı.
Dikkat edilmesi lâzım gelen bir önemli husus da, “şahsî emeller” güdenlere yer verilmemesi gerektiğiydi. Bu türden kişiler, geniş halk kitlesi karşısında partiyi “sevimsiz bir hâle” sokuyordu. O halde yeni kadrolar oluşturulurken ne gibi kriterler aranmalıydı? Bu sorunun yanıtı açık olarak verilmişti işte: “İntisaplar, dostluklar, şahsî sempatiler de ölçü” alınmamalıydı. Bu hususta kriteryum, “çalışma şevki, mücadele azmi, ehliyet ve bilgi” olmalıydı. Bu olmadığı takdirde, yani “idare kadrolarımız gerçekten çalışkan, azimli, imanlı kimselerin eline geçmedikçe, parti teşkilâtının dinamik çalışması ve tam verimli olması imkânları kolay kolay bulunamayacaktı.”
CHP araştırma bürosu
CHP’de reformcular, partinin davalarının ve meselelerinin şahıslara bırakılmasına karşıydılar. Aksine, gerektiğinde uzmanlara müracaat edilmeli ve hatta “tetkik cihazı” kurulmalıydı. Belki de CHP’nin meşhur “araştırma bürosu”nun kurulmasına gidecek sürecin ilk halkası böyle oluşturulmuştu.
Vazgeçilemezler nelerdi?
Reformculara göre; Halkevleri’nden kesinlikle vazgeçilemezdi. Bu kuruluş yine CHP’nin elinde kalmalıydı. CHP, Halkevleri’ni “sımsıkı” elinde tutmaya devam etmeliydi. Parti “kültür politikası”nı bu suretle yürütmeliydi. Fakat Halkevleri’nin çalışmaları yeniden düzenlenmeliydi. Çünkü, bu hareket yeterince başarılı olamamıştı. Ya partinin meslekî kuruluşlarla teması nasıl olmalıydı? Seçim kazanabilmek için onlarla yakın olmak lâzımdı.
Partinin fikriyatı, “bir sistem içine sokulamadığı için”, dağınık ve flu kalmıştı. Partinin görüşleri ve anlayışı “toplu ve sistemli” değildi. Sonuçta, “inkılâp davası”nın, aradan geçen bunca yıldan sonra, hâlâ “sistemli bir fikriyatına ihtiyaç” vardı. Bu cümlelerin ardı ardına gelmesi, aslında CHP’nin kuruluşundan beri bir fikriyat geliştiremediğini ve ne geliştirmişse de, onu da sistematize edemediğini gösteriyordu. Herkes kendine göre bir şeyler söylemiş ya da yazmıştı. Parti ise, bütün bu gelişmeleri sadece seyretmişti.
Parti, plansız bir propaganda çabası içinde kalmıştı. Basınla ilişkiler sorunluydu; o kadar ki, parti kendi gazetelerini bile iyi idare edememişti. Propaganda “cansız ve heyecansız” olmuştu.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları










































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.02.2016
3.02.2016
26.03.2016
19.03.2016
13.03.2016
5.02.2016
28.02.2016
20.02.2016
13.02.2016
7.02.2016