Cemil KOÇAK
Bu sorunun güncel bir siyasî mesele olduğunu düşünüyorsanız, yanıldınız demektir; çünkü bu soru ilk kez 1949 yılında sorulmuştu. İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu dönemde yani…
Bugünkü anayasa, Cumhurbaşkanına Meclis açış konuşması yapma yetkisi tanımıştır. Bu, aslında yeni bir uygulama da sayılamaz. Aksine, yetki 1924 anayasasından alınmıştı. 1924 anayasası da, Cumhurbaşkanına aynı hakkı tanımıştı. 1961 anayasasına kadar Cumhurbaşkanlarının varsa partileriyle ilişkilerini kesme zorunluluğu olmadığından; tek-parti döneminde Cumhurbaşkanları, gerek Atatürk, gerekse İnönü, aynı zamanda CHP’nin genel başkanı olmayı sürdürdüler. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı olarak yapılan bu konuşma, aynı zamanda parti genel başkanı olarak, Meclis’te kendi partisinin milletvekillerine yönelik bir istikâmet tâyini olarak da görülebilirdi. 1946 sonrasında ise, muhalefet 1949 yılına değin bunun üzerinde hiç durmamıştı.
Ahmet Tahtakılıç’ın itirazı
1 Kasım 1949 Meclis açış konuşması ise, ilk kez siyasî bir soruna yol açacaktır. Muhalefet, İnönü’nün konuşmasında ortaya koyduğu görüşleri yanıtlamak istemişti; ancak bu türden bir uygulama, gelenek ve mevzuat bulunmadığından, yanıtlama isteği karşılıksız kalmıştı. Bu tarihte DP’den ayrılmış bulunan ve kısa süre içinde de Millet Partisi’ne katılacak olan Ahmet Tahtakılıç, Hasan Dinçer ve Ahmet Oğuz’un, Cumhurbaşkanı’nın Meclis açış konuşmasında tek yanlı değerlendirmelerde bulunduğu gerekçesi ile Başbakan hakkında gensoru açılmasını talep etmesi ise, reddedilmişti.
Tahtakılıç, İnönü’nün hem parti başkanı, hem de Cumhurbaşkanı olmasını bir kez daha eleştiriyordu. “Milletin hâkimiyetine ve mukaddesatına bilfiil vâzıülyed olması da; şeflik sisteminin, Meclis nüfuzunun parti merkezinde hayatiyet kazanması, Cumhurbaşkanı’nın aynı zamanda parti reisi olması gibi hâdiselere ebediyen son vermekle mümkündür” diyordu. Tahtakılıç’ı yanıtlayan Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Nihat Erim ise, “Anayasamızda ‘Devlet Reisi parti başkanı olmayacaktır’ diye bir hüküm yoktur. Hatta bunu uzaktan ve yakından icab ettirecek, ima ettirecek bir hükme de rastlanmamaktadır. Yine ifade edeyim; ben şahsen, bugünkü Devlet Başkanımızın tarihî hüviyeti ve şahsî tecrübeleri dolayısıyla parti başkanlığını bırakmasını bir müddet önce müdafaa ettim. Fakat bugün [artık] müdafaa etmiyorum. Çünkü, ondan sonra inkişâf eden hâdiseler, o fikri anayasa değişinceye kadar terk etmenin daha faydalı olduğunu gösterdi.” şeklinde konuşuyordu.
Muhalefetin itirazları sürüyor
Mümtaz Faik Fenik, Cumhurbaşkanı’nın Meclise talimat vermesini eleştiriyordu. O sadece kendi görüşlerini açıklayabilirdi. Ayrıca, Cumhurbaşkanı’nın aynı zamanda parti genel başkanı olması uygulamasına da son verilmesini talep ediyordu. Zaten DP’nin ikinci büyük kongresinde parti tüzüğüne bu konuda açık bir hüküm konulmuştu. Cumhurbaşkanı’nın hükûmetin görüşlerini bildireceği yerde, hükûmete talimatlar vermesi de, eleştirilen bir başka noktaydı.
Samet Ağaoğlu da, uygulamanın anayasaya aykırı olduğuna değiniyordu. Ağaoğlu’na göre, uygulama başkanlık rejimini hissettiriyordu. Cumhurbaşkanı, anayasa göre hem sorumsuzdu, hem de yetkili. Diğer yandan, hükûmet de yetki sahibiydi, Meclis de. Ağaoğlu, bu üç organın olası çatışması halinde neler olacağını soruyordu. Onun önerisi ise basitti: Anayasanın öngördüğü şekilde Cumhurbaşkanı’nın Meclisi açış konuşması kaldırılmalıydı ya da Cumhurbaşkanı’na karşı yanıt hakkı tanınmalıydı. Ona göre, Cumhurbaşkanı, anayasa uyarınca Meclis’te görüşmelere katılamayacağından, soru söz konusu olamazdı. Cumhurbaşkanı ya yetkili ve sorumlu olacaktı ya da yetkisiz ve sorumsuz. Ama ikisi birden mümkün değildi.
Tahtakılıç da, Meclis’teki konuşmasında şu görüşleri ileri sürüyordu: “Memleketteki emniyetsizlik, huzursuzluk, siyâsî buhran, her şeyden evvel tek-parti sisteminde şef sıfatını üzerinde taşıyan şahsiyetin, bugün de yine demokrasi inkılâbına girdiğimiz fikri herkes tarafından ifâde ve müdâfaa edildiği hâlde, bugün dahi, bir taraftan [Cumhuriyet] Halk Partisi Genel Başkanlığı sıfat ve salâhiyetini üzerinde taşımakta olmasından, diğer taraftan da Devlet Başkanlığı sıfatını hâiz bulunmasından ileri gelmektedir.”
CHP içinde farklı bir görüş
Faik Ahmet Barutçu, günlüğünde, bu konuda muhalefetin de haklı olduğu noktalara değiniyor. Barutçu, İnönü’nün Meclis açış konuşmasının parti içinde de pek çok yetkili tarafından görüldüğünü ve muhalefetin gensoru girişiminden sonra da konunun Meclis’te serbestçe görüşülmesinden yana bir tutum içine girildiğini belirtiyor. Önce İnönü de bu konuda Barutçu’nun yanında yer almış, fakat sonradan nedense bu görüşünden vazgeçmiş ve anayasal haklarını kullandığını belirterek, konunun Meclis’te tartışılmasını istememişti.
Barutçu bu gelişmeyi de şöyle anlatıyor: “‘Bugünkü tüzük hükümlerine nazaran istizahı [gensoruyu] kabul edip etmemek, her ne kadar Meclis umumî heyetinin kararına bağlı ise de, biz muhalefet mebusları için kayıtsız izah hakkının tanınmasını prensip olarak kabul etmişizdir. Geçen parti kurultayındaki direktifinize uyarak, Meclis [iç]tüzüğünde bu yolda bir tadil tasarısı da hazırlanmıştır. Bu meselede istizahı kabul etmemek, mevzuun münakaşasına girecek kuvveti kendimizde göremediğimiz zehabını [düşüncesini] uyandırır. Muhalefet propagandasını yapacaktır. Biz cevap vermemiş gibi olmamalıyız. İstizahı kabul etmeliyiz ve konuşmalıyız. Hükûmet konuşmalıdır, mebuslar da konuşmalıdır.’
Paşa, bu fikri kabul eder gibi görünmüştü. Fakat sonradan fikrini değiştirmiştir. Bir prensibi zedeleriz endişesiyle. O da şudur: Bizim anayasamız Reisicumhura, hükûmetin muvafakati olmasa da, fikirlerini Meclise bildirmek ve memlekete yaymak hakkını vermiştir. Anayasanın 36. maddesi, hükûmetin çalışmaları hakkında Reisicumhura fikrini beyan etmek hakkını mutlak olarak vermiştir. Sonra Reisicumhurun yemin fıkrasında kanunların müdafaası da mevcuttur. Bu, aktif bir roldür. Bu, fesih hakkı verilmeyen Reisicumhura müstakilen konuşma, yani icabında hükûmetten Meclise şikâyet ve icabında da Meclis’ten millete bir şikâyet hakkıdır. Atatürk, anayasadaki yemin fıkrasını kendisi dikte etmiştir. Kanunları müdafaa, icabında inkılâp kanunlarını Meclise karşı müdafaa etmek için düşünülmüştür. Binaenaleyh Reisicumhurun konuşmak hakkı münakaşa götürmez ve mutlaktır. Tedbir tavsiye eder, fikir olarak tavsiyelerde bulunur. Tatbik edip etmemekte hükûmet ve Meclis muhtardır. Tatbikattan mütevillid mesuliyettir ki, hükûmete racidir [aittir].
Bence bu mülâhazalar, parlamenter cumhuriyet sistemine uygun değildir. Parlamenter cumhuriyet sisteminde, Reisicumhur, nazırlarıyla [bakanlarıyla] icraî hükûmet eder. Bizim anayasamız icra yetkisini Reisicumhur ile bakanlardan müteşekkil icra kuvvetine vermiştir. Reisicumhurun yetkilerini nasıl kullanacağı da zimnî [kapalı] olarak gösterilmiştir: Mukarreratının başında mesul bir bakanın imzasının bulunmasını, anayasa ayrı bir madde ile göstermiştir. Bir de prezidensiel cumhuriyet sistemi vardır. Amerika’da olduğu gibi. Reisicumhur, icraî hükûmet eder; fakat mesul bir şahıs olarak. Hem gayri mesûl olsun, hem icraî hükûmet etsin veya istediği şahsî fikirlerini Reisicumhur sıfatıyla neşretsin; muasır hukukta ve demokrasilerde böyle bir sistem yoktur. Reisicumhur, manevî nüfuzunu kullanır, fikirlerini yürütür, başka türlüsü düşünülemez. Başka türlüsü diktatörlükte düşünülür. Ben Paşa’ya fikirlerimi söyledim. Kendisi de nutku yazdıktan sonra aramızda münakaşa ederken, ‘hükûmet bu nutkun mesuliyetini kabul etmiştir’ demek suretiyle ve hatta bakanlar kurulunda konuşulduğu zaman bazı noktaların düzeltildiğini söylemesiyle, başka türlü düşünmediğini gösteriyordu.
İnönü, Nihat Erim ile görüştükten sonra değişmişti. İstizaha taraftar olmamıştı. Devlet Reisi’nin sözleri münakaşa edilemez fikrinin onun olduğu anlaşılıyor. Biz grup idare heyetinde konuştuk. Ekseriyet, istizahın kabulü fikrinde bulundu. ‘Devlet Reisi’nin sözleri münakaşa edilemez’ fikrini, Rasih Kaplan, Cumhuriyet rejiminde gayri mesul mukaddes şahsiyet’ kabul edilemez sözleriyle karşıladı.”
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Sovyetler boğazlarda imtiyaz talep etmişti
9.02.2016 - Sovyetler Montrö Antlaşmasını değiştirmek istedi
3.02.2016 - Türk sovyet anlaşması 1945 yılında feshedilmişti
26.03.2016 - Sadece donanmayla mı? Çok zor...
19.03.2016 - Sıkıyönetim bildirilerini hatırlarken
13.03.2016 - Sosyalistlerin hatırlamak istemediği tarih
5.02.2016 - Başarısız bir ‘ihtilal’ daha var
28.02.2016 - Bitmeyen Halkevleri meselesi
20.02.2016 - İttihat ve Terakki Cemiyeti CHP’ye sesleniyor
13.02.2016 - CHP ‘propaganda bürosu’nun önemini keşfediyor!
7.02.2016
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURRojbaş İmamoğlu, geçmiş olsun Evre ve yeni YAE’cilere dostane uyarılar… 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktanİktidar, Bahçeli’nin hukuk uyarılarını dikkate almalı 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciDemokrasi işgal edilirse… 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKomisyon'un çimentosu Bahçeli 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Azerbaycan Turan yolu’ 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur Akgün8 Ağustos mutabakatı… 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSon vatanı Türkiye olanlar ilk vatanı Türkiye olanlara vatanseverlik dersi veremez 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUŞakülünden çıkmış bir ülke: Türkiye 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasBakü ve Erivan başardı, Türkiye kazandı 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞŞimşek, ÖTV, cari açık ve gümrük birliği 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni çözüm süreci komisyonuna dair 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTürkiye terörsüz olacak, bölünmeyecek.. Amenna.. Ya Suriye’den gelecek tehdit? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazBöyle mahkemenin hükmüne adalet denir mi? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
mehmet
bu yazıdaki en büyük hata oniki imam şiiliği ile caferiliği ayrı inançmış gibi lanse etmeniz,zaten caferiler oniki imam şiasıdır,caferi söylemi türkiyede söylenmektedir,çünkü malum mezheplar 6.imam hz.Cafer sadık a.s döneminde çıktığı için türkiyedeki Şialarda kendilerine caferi demişlerdir,diğer mezhepler mezhep kurucularının isimleriyle kendilerini lanse ettiği için_örn,hanefi,hanbeli,maliki v.s_ oniki imam şialarıda özellikle türkiyedekiler bizde caferiyiz demektedirler,bugün ırak,iran,lübnan,bahreyn,başta olmak üzere bütün şiaların hepsi ortak inanca sahiptir,caferilik te tıkpı diğerleriyle aynı inan ve itikat üzerinedir,aralarında hiçbir farklılık yoktur..