Cemil KOÇAK
Günümüzde basın özgürlüğü tartışmalarında kullanılan ikili bile değil, çoklu standartlar, sizi de yormuyor mu? Peki, bir de tek-parti döneminin basın hayatına göz atmaya var mısınız?
Ancak karşımıza çıkacak manzaradan hoşlanmayacak olanları baştan uyarmalıyız. Tek parti rejiminin sona ermesine kadar basın özgürlüğü sadece kâğıt üzerinde kalmıştı; hatta bir süre sonra bundan da vazgeçildi. Kâğıda da ihtiyaç kalmamıştı artık!
İlk basın yasası 1931’de yapıldı
Basın yasası, 25 Temmuz 1931 tarihinde kabul edilmiş ve 28 Haziran 1938 tarihinde de önemli ölçüde değiştirilmişti. Yasanın ilk halinde yayın çıkarmak için sadece beyanname verilmesi yeterli görülmüşken, 1938 yılında yapılan bir değişiklikle yayın çıkarmak isteyenlerin, bulundukları yerin en büyük mülkî idare âmirinden ruhsatname, yani izin almaları koşulu getirilmişti. Bu şekilde hükûmet, yeni bir yayının çıkıp çıkmayacağına karar verme yetkisine sahip oluyordu. Bu yalnızca şeklî bir değişiklik anlamına gelmiyordu tabiî. Aksine, Atatürk’ün hayatta olduğu ve Başbakanlıkta da Celâl Bayar’ın bulunduğu sırada gazete ve dergi çıkarmak isteyenlerin hükûmetten izin almaları gereği gündeme gelmişti bile! On yıla kalmadan Bayar, muhalefet partisinin lideri olarak kendi imzasıyla yayınlanan basın yasasının değiştirilmesi için mücadele vermek zorunda kalacaktır! DP’ye göre bu yasa anti-demokratikti! Politikanın cilveleridir bütün bunlar.
Ayrıca, yasada yapılan son değişiklikle, “siyasî gazete veya mecmua çıkaracakların, nüfusu 50.000 ve daha aşağı olan yerlerde 500, 50.000’den 100.000’e kadar olan yerlerde 1.000, 100.000’den yukarı olan yerlerde [ise], 5.000 Liralık [ve] millî bir bankanın kefaletini havi teminat mektubu vermeleri lâzımdı.” Yani, pamuk ellerini cebine sokabilecek durumda olmayanlar açısından hayat zorlaşıyordu. Tabiî bankaların öyle herkese teminat mektubu vermesi de söz konusu olamazdı; basit bir telefon üzerine talebin reddedilmesi her zaman için mümkündü.
Yasaya göre, gazete ve dergi sahiplerinin Türk, yirmi bir yaşını bitirmiş, yüksek okul ya da lise mezunu, yabancı bir devletin hizmetinde ve resmî bir makama karşı da yabancı tâbiiyeti iddiasında bulunmamış ve Türk Ceza Kanunu’ndaki belirli suçlardan mahkûm olmamış olmaları gerekiyordu. Bu gibi kimselerin, mahcur olmamaları, vatan, Millî Mücadele, Cumhuriyet ve inkılâp aleyhinde bulunup da, herhangi bir mahkeme ve divan tarafından mahkûm olmamış olmaları, ayrıca fiilen devlet memuru ve asker ve ordu mensubu olmamaları ve Millî Mücadele’de işgal altında düşman emellerine hizmet edici yönde neşriyat yapmamış olmaları da zorunluydu. 1931 yılında kabul edilen yasa metninde, Heyeti Mahsusalar’ca devlet hizmetinde kullanılmamasına karar verilmemiş olmak hükmü de yer alıyordu. 1938 yılında yasada yapılan değişiklikle, bu koşullara bir de “sui şöhret eshabından bulunmamak” hükmü eklenmişti. Eğer şöhretiniz kötüyse gazete ya da dergi sahibi olamazdınız. Şöhretin kötülüğünü tanımlayacak olan tabiî ki bizzat iktidardı! Diğer yandan, yasa yayının başyazarı ile genel yayın müdürünün yüksek okul mezunu olmasını da öngörüyordu. Böylece üniversite mezunu olmanın istisna olduğu bir dönemde, havuz hayli daraltılmış oluyordu.
Yasanın 50. maddesi ise, hükûmete yayın organını kapatma yetkisi tanıyordu: “Memleketin umumî siyasetine dokunacak neşriyattan dolayı İcra Vekilleri Heyeti kararı ile gazete veya risaleler, muvakkaten tatil olunabilir[di]. (...) Bu suretle kapatılan bir gazetenin mesulleri, tatil müddetince başka bir isim ile [de] gazete çıkaramaz[dı].” Her ne kadar yasada geçici kapatmadan söz ediliyorsa da, pratikte bu hüküm kapatma kararının kaldırılmasına kadar geçerli olduğundan, kapatma süresi aslında tamamen iktidarın yetkisine bırakılmıştı. Bir günden başlayarak yıllara ve sonsuzluğa yayılabilirdi. Hükûmet, yeni bir yayına izin verip vermemekte ne denli serbestse, görüşlerine ve üslûbuna katılmadığı bir yayını istediği anda ve istediği sürece kapatmakta da o denli serbestti.
Nadir Nadi anlatıyor
“1939 yazında basınımızın durumu şöyle özetlenebilir: Millî Şef’e, hükûmete ve CHP’ye dil uzatmak yasaktı. Hükûmetin genel tutumu hiçbir şekilde tenkit edilemezdi. Bu itibarla gazeteler daha ziyade dünya politikası üzerinde durmaya önem veriyorlardı. Gazetelerimiz genel tutumlarını hükûmet direktiflerine göre ayarlamak durumunda idiler.”
“Hükûmetçe önemli sanılan olaylar karşısında gazetelerin genel tutumu, Basın-Yayın Müdürlüğü’nden gelen direktiflere göre ayarlanıyordu. Arada bir Başbakanın da basın toplantıları tertipleyerek, gazete sahiplerini ya da temsilcilerini emir verircesine uyardığı oluyordu. Bir defa daha yazmıştım; böyle toplantılardan birinde, Refik Saydam, dış politika ile ilgili bir konuya dair ertesi günü yazmamız gerektiğini uzun boylu anlattıktan sonra gözüne kestirmiş olacak, bana bakarak, biraz alaylı sormuştu:
- ‘Anladın mı?’
Yarım ağızla’Anladım!” demem üzerine, sanki beni imtihana çekiyormuş gibi;
- ‘Peki, öyle ise anlat bakalım, yarın ne yazacaksın?’
Meslekdaşlar kalabalığı arasında acemi bir ere emir tekrar ettirmeye benzeyen bu ikinci soruya fena içerlemiş, Başbakana ters bir cevap vermiştim. Yaşlı başlı yazarların bu alışılmamış ters davranış karşısında nasıl şaşırdıklarını, acıyan gözlerle bana nasıl baktıklarını ve ortalıkta esmeye başlayan soğuk havayı Saydam’ın nasıl şakaya vurarak dağıttını hâlâ hatırlarım.” (Nadir Nadi, Perde Aralığından)
Yöneticiler ve Gazeteciler
“’Tenkitten hoşlanmıyorsanız, neden sansür koymuyorsunuz? ‘Tenkitte hürsünüz’ diyorsunuz; biz de görev ve sorumluluğumuzun gereği olarak bu özgürlüğü memleketin yarârına kullanmak zorunda kalıyoruz. Derhâl başımız belâlara uğruyor. Halbuki siz apaçık sansür usûlünü yürütseniz, bizim hiçbir sorumluluğumuz kalmaz, sorumluluk size geçer. Siz de rahat edersiniz, biz de…’ Saraçoğlu’nun yanıtı şöyle olur: ‘Ben sansür koymam, anayasanın dışına çıkmam. Fakat sen haddini bileceksin, bunu aşmayacaksın, aşarsan cezânı göreceksin!..’” (Ahmet Emin Yalman, Gördüklerim Geçirdiklerim).
“Daha iki sene evvel merhum Refik Saydam zamanında Türk basını, dünya matbuat tarihinde misline ancak İran’da rastlanan bir takım keyfî tazyike tâbi tutulmuştur. Hükûmet müdahalesini serlevhamızda kullanacağımız puntolara, havadislerin sayfalardaki yerlerine kadar ilerletmişti. Konuşmak, münakaşa etmek, mütâlaa beyan etmek değil, nefes alamayacak hâle gelmiştik. Yine aynı hâlin avdetini mi temenni edelim?” (Zekeriya Sertel, “Bunda Telâş Etmeyecek Ne Var?”, Tan, (2 Ocak 1944)
Basında Kapatma Kararları (1939-1945)
Gazete veya Toplam Kapatma Kapatma Sayısı Kapatan Makam Derginin adı Süresi
Cumhuriyet 5 ay 9 gün 5 3 kez hükûmet 2 kez sıkıyönetim
Tan 2 ay 13 gün 7 4 kez hükûmet 3 kez sıkıyönetim
(12 Ağustos 1944 tarihinden itibaren süresiz olarak kapatıldı)
Vatan 7 ay 24 gün 9 5 kez hükûmet 4 kez sıkıyönetim (30 Eylül 1944 tarihinden itibaren süresiz olarak kapatıldı)
Tasviri Efkâr 3 ay 8 4 kez hükûmet 4 kez sıkıyönetim
Vakit 12 gün 2 1 kez hükûmet 1 kez sıkıyönetim
Yeni Sabah 6 gün 3 1 kez hükûmet 2 kez sıkıyönetim
Akbaba 47 gün 4 1 kez hükûmet 3 kez sıkıyönetim
Son Posta 11 gün 4 4 kez hükûmet
Haber 10 gün 2 2 kez hükûmet
Sıkıyönetimi de unutmayalım
Ayrıca, 20 Kasım 1940’da İstanbul’un da içinde olduğu altı ilde ilân edilen ve dönem boyunca uygulanan sıkıyönetim, basın üzerindeki denetimin bir başka boyutunu oluşturmaktaydı. Çünkü sıkıyönetimin de yayınları kapatma yetkisi vardı. Bu durumda basın, bir yandan hükûmetin, diğer yandan da sıkıyönetimin denetimi altında ezilip büzülmekteydi.
Gazeteciler zaten CHP’liydiler
Ancak yönetimin denetim yolları bu kadarla da kalmıyordu. Büyük gazete sahiplerinin aynı zamanda CHP milletvekilleri olmaları da bu konuda önemli rol oynuyordu. Örneğin, Cumhuriyet’de Yunus Nadi, Vakit’te Âsım Us, Tanin’de Hüseyin Cahit Yalçın hem gazetenin sahibi, hem de milletvekiliydi. Zaten CHP’nin 1939 tüzüğünde şöyle deniyordu: “Sahibi partili olan gazete ve mecmuaların yazıları ile parti azalarının neşriyatı, parti prensipleri bakımından göz önünde tutulur. Partili gazeteciler, mecmua sahipleri ve muharrirlerle bu yolda görüş birliğine yarayacak temas ve toplantılar yapılır. Partililer, sermayesiyle alâkalı, idaresinde müessir bulundukları gazete, mecmua ve matbualarda, parti programı ve nizamnamesine, iç ve dış siyasetin ana hatları ile yüksek devlet menfaatlerine aykırı düşen yazılar neşrettiremezler.”
Savaş yıllarında basın
BİR etkili denetim organı da Matbuat Umum Müdürlüğü idi. Basının ne zaman, neyi, nasıl, hangi sayfada, ne büyüklükte yazacağını, birçok kez bu organ saptamakta ve tebliğ etmekteydi. Basın iç ve dış politika konularında ancak belli sınırlar içinde yazı yazabiliyor, haber verebiliyordu.
Gazetelerin başyazıları, savaş nedeniyle genellikle dış politika konularıyla ilgiliydi. Ancak bu yazılar hükûmetin saptadığı dış politika çizgisi içinde kalmaktaydı. Bu anlamdaki dış politikadaki dengeli tutum, basına da yansımaktaydı. Bu tür dengelerin ne denli önemli olduğu, gazetelerin baş sayfalarında yan yana ve eşit uzunlukta yayınlanan tarafların savaş tebliğlerinden de kolayca ve kendiliğinden anlaşılmaktadır. Ancak basın tamamen hamojen de değildi. Farklı siyasal tutumlar, farklı eğilimler görülüyordu. Bu türden farklı üslûplara derecesine göre, o andaki dış politika gelişmelerine göre hükûmetçe âdeta göz yumuluyordu. Ancak eğilimin belli bir dereceyi aşması durumunda, bazı sert kararların gazete idarehanelerine ulaşması için çok zaman da geçmiyordu. İç politika sorunları ise, asında hiç yer bulamazdı. Sadece resmî hükûmet, parti tebliğleri ve açıklamaları ile yetinilmek zorunluydu. İstisnaî türden yorumlar ise, ancak son derece üstü kapalı olarak yapılmak zorundaydı. Ancak bu bile, bir hayli cesaret işiydi.
Basında savaşla ilgili haberler, herhâlde panik yaratmamak için olacak, Matbuat Umum Müdürlüğü’nün emiyle ve ancak tek sütun olarak yazılabilirdi. Diğer yandan, basında intihar haberlerinin yayınlanması resmen yasaktı. Bu dönemdeki basın koleksiyonları, gerçekte intihar edenlerin, birbiri ardına son derece garip ve ilginç bir biçimde nasıl kaza ile öldüklerine ilişkin haberlerle doludur.
Öte yandan, basın sadece siyasal değil, fakat teknik sorunlarla da uğraşmak zorundaydı. Savaşla birlikte gazete kâğıdı sıkıntısı baş gösterdiğinden, Millî Korunma Kânunu’nun tanıdığı yetkiyle ve değişik zamanlarda alınan kararlarla, gazete kâğıdı tüketimi sınırlandırılmış ve bu nedenle gazeteler genellikle dört sayfa çıkabilmişlerdir. Bunun tek istisnası, 10 Kasım ve 29 Ekim’in yıldönümlerinde gazetelerin kutlamalar ve anmalarla ilgili yazı ve haberleri için sayfa adedini, o da ancak hükûmetin kararıyla artırabilmeleriydi.
Ceza hükümleri
TCK’YA göre; “millî para”nın değerini düşürmek kastıyla veya içeride ya da dışarıda TL’ye karşı güveni sarsabilecek olayları uydurarak ya da değiştirerek yayınlayanlar ve açıklayanlar, üç aydan üç seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılırdı. Yurt içinde ve dışında gerçekleşen intiharları ve okullarda ve fakülte ve enstitülerde disiplini bozacak içerikteki olayları, gazetenin yayınlandığı yerin en büyük mülkiye âmirinden izin almaksızın yayınlamak yasaktı. Bu madde hükmüne aykırı hareket edenler, bir haftadan bir seneye kadar hafif hapis cezası ile cezalandırılırlardı. Padişahçılık ve Hilâfetçilik yolunda ve komünistlik ve anarşistliğe tahrik eden yayında bulunulamazdı. Aksine hareket edenlere altı aydan üç seneye kadar ağır hapis cezası verilirdi.
Yazarlar
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.02.2016
3.02.2016
26.03.2016
19.03.2016
13.03.2016
5.02.2016
28.02.2016
20.02.2016
13.02.2016
7.02.2016