Cemil KOÇAK
Recep Peker, liberalizmin “devletin hayatı için çok fena ve çok zararlı bir unsur” olduğunu tam bu sırada ilân etmişti. Günümüzde Peker’i izleyenler liberalizm ve liberallerle mücadeleye devam ediyorlar.
1937 yılının hemen başında yapılan bir anayasa değişikliği, CHP’nin altı ilkesini (altı oku) anayasal metin haline getirdi. Partinin ilkeleri ile devletinki özdeşleşti. Sorun değildi; çünkü zaten başkaca bir parti bulunmuyordu. O tarihten 1961 anayasasına kadar geçen dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin ilkeleri cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçı olarak açıklandı. O tarihten bu yana bu ilkelerin nasıl yorumlanması gerektiği, sadece geniş kamuoyunda tartışılmakla kalmadı; fakat belki daha da önemlisi ilkelerin sahibi olan CHP içinde de tartışıldı. Galiba tartışma hala devam ediyor.
Şükrü Kaya değişikliğin nedenlerini ve amacını anlatıyor
Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, mecliste değişikliğin nedenlerini ve amacını anlatmaya çalışıyordu. Bunun için kendisine “büyük şefler”i tarafından görev verilmişti. Kaya, konuşmasının başında birdenbire tarihe atlıyor ve dönemin Türk tarih tezine uygun bir şekilde, “zaten insanlık tarihi Türklerle başlamıştır”, “Türk olmasaydı belki tarih olmazdı ve muhakkak ki medeniyet de başlamazdı” diyordu. “Türkün olmadığı bir tarih karanlık ve kaotik olur”du. Bu romantik girişten sonra Kaya, yeni kurulmakta olan devlet sisteminin ilkelerinin başında devletçilik gelir demekten kendisini alamamıştı. Anayasaya da yazılmakta olan ilkeler, sadece CHP’nin ilkeleri değildi; aksine yeni kurulan devletin ilkeleriydi. Anayasa değişikliği, “Atatürk’ün prensiplerine milletçe beraber bağlılığımızın ve samimi ilgimizin hukukî ifadesi” sayılıyordu. Atatürk’ün ortaya koymuş olduğu ilkeler, Türktü; yani köken olarak ulusun kendi seciyesinden, onun ihtiyaç ve gereklerinden türemişti; aynı zamanda Türkçüydü de. Hepsinin ortak özelliği millî olmasıydı. Halkçılık ise, “halka doğru, halk için değil, halk tarafından ve halkla beraber sistemi”ydi. Ayrıcalık sistemine karşıt bir ilkeden söz ediliyordu. Kaya, laiklikten ne anlaşılmak gerektiğini de şöyle anlatıyordu: “Bizim istediğimiz hürriyet, laiklikten maksadımız, dinin memleket işlerinde müessir ve âmil olmamasını temin etmektir. Bizde laikliğin çerçevesi ve hududu budur.” Kaya şöyle devam ediyordu: “Biz diyoruz ki, dinler, vicdanlarda ve mabetlerde kalsın; maddî hayat ve dünya işine karışmasın; karıştırmıyoruz ve karıştırmayacağız.”
Küçük ve mırıltı halinde eleştiriler
Hakkı Kılıçoğlu, laikliklik ilkesi karşısında bu ilkeye “biraz yan bakan, hatta kafa tutan” bir kurum olduğundan söz etmişti; diyanet işleri başkanlığı. Kendisi “dinlerin ve dindarların hasmı değil”di; ancak bütün dini işleri vicdanlara bıraktıktan sonra bir devletin resmî bütçesinde, bilhassa Teşkilâtı Esasiyemizin bu yeni ikinci maddesi karşısında yeri olmayacağı kanaatindeyim.” demekteydi. Kılıçoğlu, sözünü kesmeye çalışan hatiplere karşı bunu “ölünceye kadar her vakit söylerim” de diyecektir. Ona göre, laiklikle diyanet işleri başkanlığı birbiriyle uyum içinde bulunamazdı; bu bakımdan vakıflar yasasında yapılacak bir düzenlemeyle bu sorun çözülebilirdi. Bir yandan “laikiz diyorsunuz” diyordu, fakat diğer taraftan “ama hala müftüleriniz var diyorlar” şeklinde konuşuyordu.
Halil Menteşe ise, CHP’nin ilkelerinin anayasal ilkeler olarak kabul edilmesi için geçerli hiçbir neden göremediğini açık yüreklilikle savunuyordu. Dahası, devletçilik diyordu, “mesela devletin şekli meyanına giriyor; şimdi ekonomide liberal taraftarı ferdiyatçı bir vatandaş ortaya çıkar da propagandaya başlarsa” şeklinde devam ederken; Rasih Kaplan anında yanıtını veriyordu: “Öbür dünyaya gider deriz.” Bu yanlış arnlamaya imkân vermeyecek yanıt karşısında Menteşe yine de iyiniyetini bozmuyordu anlaşılan: Bunu söyleyen kişi devletin şeklini değiştirmeye kalkışmak suçlamasıyla acaba polisçe yakalanıp mahkemeye mi verilecekti? Milliyetçilik ilkesi de sorunluydu; ona göre, “milliyetçiliği devletin şekli meyanına koyarken”, uluslararası akımlara karşı hükûmetin eline bir “silâh” verilmiş oluyordu. Ancak eğer bir komünist ortaya çıkıp da, komünist faaliyetleri nedeniyle mahkemeye verildiğinde, devletin şekli olarak tanımlanan inkılâpçılıktan yararlanmaya kalkarsa ne olacaktı? Menteşe bu soruyu sorduktan sonra birazcık yanıtını da veriyordu: Komünist kendisinin de inkılâpçı olduğunu, bu nedenle devletin şeklini değiştirmeye çalışmaktan dolayı yargılanamayacağını ve cezalandırılamayacağını ileri sürerse, ne olacaktı? Sonunda komünizm propagandası da inkılapçılık tanımı altına girmez miydi? Bu sorular mecliste “komünistlik istemiyoruz” sesleriyle karşılık bulmuştu.
Savunmada güçlü sesler
Hüsnü Kitapçı, konuyu çok daha sade ele almıştı: CHP’nin ilkeleri anayasaya geçmekle artık “millete mal oluyor”du. Anayasa değişikliğinin pratikte önemli bir fark yaratmayacağı açıktı. Kitapçı, altı ilkenin Atatürk’e ait olduğunu belirttikten sonra, “bu kadar isabetli kararlarını uzun zaman görerek, onun fiiliyat vadisinde, fiiliyat sahasında tahakkuk eden neticelerine baktıktan sonra bize düşen iş” diyordu, “bu işaret ettiği noktalarda yekvücut olarak birleşmek ve onun gösterdiği umdeleri [ilkeleri] hırzıcan edecek şekilde [canı gibi koruyarak] kabullenmektir.” Kitapçı ardından devletçilik ilkesini yorumluyordu: “Bu vasfa istinaden devlet gerek nazımlığını ve gerekse başarıcılığını üzerine aldığı bir işte kullandığı elemanlar eğer bir iş yapan şahsî teşebbüs sahibi kadar o işe kendini bağlamazsa ve huzur ve rahatını feda etmezse, devletçilik vasfına ihanet etmiş olur ve bu vasıf semeredar [verimli] olmaz; aynı zamanda Atatürk’ün devletçilik vasfını haiz bir ferdi olamaz.” Hayli net bir devletçilik tanımıydı; lakin geriye dönüp bakıldığında bu tanıma uygun bir devletçilik uygulamasına ne ölçüde rast gelinmişti sorusunu yanıtlamak pek güçtür. Kitapçı’ya göre, kamu menfaatiyle şahıs çıkarını bağdaştırmak için meclisin inceden inceye çalışması gerekecekti. Kitapçı, o zamana kadar sürüp gelen ve bundan sonra da sürüp gidecek olan devletçilik tartışmalarının kritik noktasına değindiğinin herhalde bilincindeydi.
Menteşe’nin inkılâpçılıkla ilgili olarak ortaya attığı iddiaları da yanıtlamaya çalışan Kitapçı, inkılâpçılığın ne olduğunu ve olmadığını açıklama gayretindeydi; bu, ilerleme ve gelişme için vazgeçilmez bir ilkeydi. İleriye gitmek için inkılâpçılık şarttı. Ayrıca, “Atatürk’ün işaretini bu memleketin hüsnüniyetle kabul etmesi, bu memleketin ve bu milletin menfaatine”ydi.
Anayasa komisyonu başkanı Şemsettin Günaltay; tıpkı Şükrü Kaya gibi, altı ilkenin de Türkün tarihinden kopup geldiğini ileri sürüyordu; Türk milliyetçi ve devletçi olduğu sürece yaşamıştı. Cumhuriyetçilik Türkün ruhuydu. Yaklaşık yirmi yıl sonra Başbakan olacak olan Günaltay; Menteşe’nin sorularını açık yüreklilikle yanıtlıyordu: “Türkün esasları” olarak tanımladığı ilkelere karşı muhalif fikirler ortaya atılabilecek miydi sorusunu, basitçe “hayır” şeklinde yanıtlıyordu. Anayasaya muhalif bir hareket nasıl “cürüm” oluşturuyorsa, bu takdirde “bu esaslara muhalefet de aynı şekilde cürüm sayılacaktı.” Muhittin Baha Pars da, altı oku anayasaya koymakla, “bu memleketin müebbet hayatı için esas ittihaz etmiş olduğumuzu evlatlarımıza da ilân etmiş olduk” diyordu. General Refet Bele’ye göre, aslında “gayet iyi düşünülerse”, “bu memleketin dini olan İslâmlık, laik bir dindi.” Bele’ye göre, devletçilik ilkesi, pek çok kişinin sandığının aksine, yalnızca ekonomik alanla sınırlı kabul edilemezdi; aksine onun siyasî alanı da kapsaması gerekirdi. Çünkü, sınıf mücadelesi denilen bir gerçek vardı ve her ne kadar Türkiye sınıfsız bir milletse de, zaman içinde sınıflar oluşabilirdi. “Bugün sınıfsız, yarın sınıflı” olabilirdik. Servet küçük bir zengin grubun eline geçebilir, fakirin karnı aç kalabilirdi. O halde devletçilik, sınıflar arasında meydana gelebilecek bu türden siyasî çatışmaları da ortadan kaldırma imkânına sahip olan bir ilkeydi.
Recep Peker sahnede
Yaklaşık altı ay öncesine kadar CHP Genel Sekreteri olan Recep Peker de, değişikliğin kararlı savunucusuydu; şöyle diyordu: “Şimdiye kadar CHP’nin şuuru içinde beslenip büyümüş olan ve partinin kendi hususî ve profesyonel politika telâkkisi içinde kalan hayatî esasları, biz bu madde ile Teşkilatı Esasiye Kanunu’na eklemekle yurdun müşterek resmî ve kanunî bir rejimi haline sokmak istiyoruz.” Peker, bu esasların anayasal ilkeler haline gelmesiyle birlikte, “Profesörlerden, günün politikasıyla uğraşmayanlara ve işlerin başında bulunan müdür arkadaşlardan, mesela devlet demir yollarının makasçısına kadar” bütün vatandaşların bu esaslara inanacak, bunları sevecek ve itaat mecburiyeti altına gireceklerini açıklıyordu. Daha da ötesi, Peker’e göre; “herkes kararını verirken kendini bu esasların çerçevesi içinde hissetmek mecburiyeti altına girecekti.” Ve artık bu kanun çıkınca, “resmî hüviyeti olsun olmasın bütün vatandaşların tertip ettiği millî bünye müşterek ana esaslarla beraber inan sarsılmaz, büyük ve daha kuvvetli bir kütle haline gelecekti.” Peker, konuşmasında Menteşe’ye yanıt vermeye devam ediyordu: Altı ilkeye karşı çıkmak, bunları uygulamamak ya da bu ilkelere karşı muhalefet göstermek mümkün değildi; yasaktı ve cezası da vardı. Bu anlamda; milliyetçiliğin karşıtı olan “beynelmilelcilik” (enternasyonalizm) yasaktı; sınıfçılığın ya da devletçiliğin karşıtı olan liberallik yasaktı. Laikliğin karşıtı olan “klerikallik” ile inkılâpçılığın karşıtı olan “irtica” lehinde hiçbir faaliyette bulunulamayacaktı.” Peker’e göre, halkçılık, sınıf kavgalarından memleketi koruyan ilkeydi. Diğer yandan liberalizm, “devletin hayatı için çok fena ve çok zararlı”ydı. Kısaca, liberalizm her görüldüğü yerde ezilmeliydi!
Ya rejim değiştikten sonra
1946 yılında DP kurulduğunda anayasal ilkelerle çatışmamak için o da altı oku benimsediğini açıklamak zorunda kalacaktır; CHP’den tek farkı, onun bu ilkeleri farklı yorumlamasıydı! Yoksa ilkelerin kendisine karşı değildi. Aksi halde anayasaya karşı gelmekten suçlu duruma düşebilirdi. Bu kritik aşamada DP önderleri, bu ilkelere karşı olmadıklarını açık yüreklilikle dile getirdiler; ama bazen sanıldığının aksine takiye yapmıyorlardı. Aksine gerçekten de siyasal hayatlarının önemli bir kısmını bu ilkeleri bayrak yapmış bir tek- partinin içinde geçirmişlerdi ve bu ilkelere onlar açısından da karşı çıkılamazdı. Fakat bazı ilkeleri daha ön planda tutuyorlar; bazı ilkeleri ise farklı yorumladıklarını açıklıyorlardı. Özellikle devletçilik ve laiklik ilkelerinde yorum ve değerlendirme farkları vardı. İnkılâpçılık da zamanında anlaşıldığından farklı yorumlanmalıydı artık. Bu nedenle DP, anayasanın değiştirilmesini hiçbir zaman talep etmedi. Belki daha da tuhaf olan nokta, 1950 sonrasında iktidarda olduğu on yıl boyunca da bu altı ilkeyi değiştirmek için girişimde bulunmamasıdır. DP iktidarında da CHP’nin ilkeleri devletin şekli olarak kalmaya devam etti. Vesayetçi ideolojisinin bu denli uzun yıllar sorgulanmadan ve tartışılmadan ayakta kalmasının nedenlerini ararken, bu tarihsel arka planı unutmak olmaz, olmamalıdır.
İtirazlar sürerken kabul
Menteşe hala itirazlarını sürdürmeye çalışıyordu; bazı endişeleri vardı; devletçilik devletin şeklini tanımlıyordu ve ardından devletçilik aleyhine propaganda da devlet şeklini değiştirmek suçlaması içine yerleşiyordu. Bunun ceza yasasında yeri vardı ve cezası çok ağırdı. Fakat Menteşe bunun anayasanın diğer ilkeleriyle nasıl bağdaşabileceğini anlamış değildi. Devletçilik ilkesini savunan Refet Bele, diğer yandan karşı propagandanın serbest bırakılmasından da yanaydı. Devletçilik aleyhine olan bir kişi acaba anayasanın bu ilkesini değiştirmek için taraftar toplamaya çalışamaz mıydı? Yanıt aslında belliydi ve hatta verilmişti, ama emin olmak için olacak “yapamaz” sesleri meclisi doldurmuştu. Oysa Bele, ikna yöntemiyle yapılacak bu türden faaliyetlerin önünün kesilmesine karşıydı. Yine de eksik kalmasın diye olacak Ali Rıza Türel, söz alarak, devletin ve hükûmetin bu yasaya aykırı bütün faaliyetleri yasaklamak yetkisi bulunduğunu hatırlatmak ihtiyacını hissetmişti. Böyle bir durumda ceza yasasının ünlü 146. maddesi (anayasayı zorla ortadan kaldırma hükmü) gereğince iş idama kadar giderdi.2 Şubat 1937 tarihinde anayasa değiştirildi. Altı ok anayasal ilkeler haline geldi. Artık bu ilkelere karşı çıkmak anayasayı zorla değiştirmek anlamına geldiğinden, ceza yasasına göre ağır suçtu. Tuhaf olan nokta, devletçilik dışında hiçbir ilkeye karşı çıkılamayacağına ilişkin genel oydaşmadır. CHP içinde devletçilik tartışması ana anlaşmazlık konusu olduğundan, bu meselede üyeler daha hassas davranmak ihtiyacını hissetmişlerdi.
Altı ok ve sonraki anayasalar
Altı oktan bazıları sonraki anayasalara da geçti; mesela 1961 anayasasının başlangıç bölümüne “Türk milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak” cümlesi yerleştirildi. Ne hikmetse Atatürk milliyetçiliği tanımı henüz icat edilmemişti. Diğer yandan, aynı anayasada cumhuriyetin nitelikleri sayılırken millî ve laik ilkeler zikredilmiş; “Atatürk devrimlerine bağlılık” cümlesi ile herhalde geriye kalan ilkeler hatırlatılmıştı. Elbette cumhuriyetçilik, cumhuriyet idaresinin değiştirilmesinin dahi önerilemeyeceği formülü altında sıkıca vurgulanmıştı. Sonra sıra 1982 anayasasına geldiğinde, son formül yinelenmiş ve “Atatürk milliyetçiliği” ile laiklik ilkesine özel bir göndermede bulunulmuştu. Elbette bir zamanlar Refet Bele’nin mecliste yaptığı konuşmada özellikle belirttiği şekilde devletçilik, bütün anayasaların ruhuna işlemişti. 1961 anayasasında yer alan sosyal devlet ilkesi, aslında devletin ekonomik ve siyasal alandaki geniş faaliyet alanlarını belirtmek üzere kullanılmıştı. Sonraki anayasa da bu formülü aynı şekilde sürdürdü. 1961 anayasasının aksine son anayasa, devletçiliği daha çok siyasal anlamda benimsemişti. Devletin ön plana çıkışı, kişinin devlet karşısında cüce kalması, aslında bu anayasa anlayışının bariz bir sonucuydu. Devletin siyasal alanda güçlenmesi, buna karşılık ekonomik alanda piyasa ekonomisinin hâkim olmasına gayret, bu anlamda ta 1930’lardan gelen bir uyuşmazlığın ve tartışmanın, devletçi ekonominin sonunu göstermekteydi. Siyasal alanda hâkimiyetin tamamen devlete bırakılmasının getirdiği sonuçların kalıcı olmasına çalışılmıştı. Fakat zaman içinde bu iki alanın kendi içinde bir çatışma yaratıp yaratmayacağı sorusu pek de öngörülmemiş gibidir.
CHP ve altı ok
Çok kez sanıldığının aksine altı ok bir hamlede benimsenmedi. Aksine partinin 1927 yılında yapılan ilk (ama Sivas kongresi ilk kongre olarak kabul edilince otomatik olarak ikincisi haline gelen) kongresinde, parti tüzüğüne partinin üç oku geçirildi. Bunlar, cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve halkçılıktı. Bu ilkeler parti programında yer almıyordu; çünkü partinin o sırada henüz bir programı yoktu! 1935 yılında kabul edilen ilk parti programında geriye kalan üç ilke (laiklik, devletçilik ve inkılâpçılık) ile altı ok tamamlanmış oldu ve bir daha da yeni bir ok ilave edilmedi.
Yazarlar
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞAYM BAŞKANI AĞLIYORSA… 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEÇıkış yolu 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBağımlı finansallaşmanın anatomisi ve Türkiye’nin bitmeyen kırılganlığı 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman dünyada yeni bir fıkhi yaklaşımın önü açılabilir mi? 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTahmin ediyordum, artık netleşiyor galiba (Transfermarkt, karapara) 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNStratejik illüzyon! 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçTürk ve Kürt yalnızca seçmen değil aynı zamanda insan ve yurttaş 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünMonroe Doktrini gibi bir Trump Doktrini… 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTeostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselIMF’in siyaseten can sıkıcı tavsiyeleri 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSürecin “kritik eşikleri” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye siyasetinin hastalığı: İmralı tartışmasında serinkanlılık ihtiyacı ve CHP'nin kararı 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi (7): Simit 27.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları











































































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.02.2016
3.02.2016
26.03.2016
19.03.2016
13.03.2016
5.02.2016
28.02.2016
20.02.2016
13.02.2016
7.02.2016