Ümit KARDAŞ
Yaşadığımız ailenin, çevrenin, ülkenin ve dünyanın ağır yükü. Sanki büyük bir kafes bizi çevrelemekte. Kafesin dışına çıkarak bir masal, bir şiir ya da bir resim ülkesine bir süreliğine göç etmek. Ruhunu kirlerinden arındırmaya, deruni yaraları onarmaya çalışmak. Benim tercih ettiğim ülke ise yorulduğumuzda birlikte gideceğimiz Şiir ülkesi. Şairleri ölmeyen bir ülkede demet demet, renk renk şiirler derlemek. Sonra dönüp yaralı ruhlara şifa dağıtmak.
Farsça’da hezan. Zamanla hazana dönüşmüş. Yaprakların sararıp yere düşmesi. Sonbahar. Güz. Teselli arayan Mehmet Akif, hazanı baharında ağlatır ve hüzne ulaşır. Yani hüzün hazanın özündedir.
Divan şairlerinden Ahmet Paşa’nın Hazaniye Kasidesi’inde hazan, tavus kuşunun kanatlarındaki renklerin aynayla yansıtılması gibi, şadırvanlı havuzdaki su da sonbahar yapraklarındaki renk cümbüşünü yansıtır. Kasidede yanaklara süzülen gözyaşı damlaları hazan yaprağı üstüne düşen yağmur damlalarına benzetilir. Hüzün hazana koşarken, hazan onu özlemle kucaklamaya hazırdır.
Bağdatlı Ruhi dizelerinde iki gün gibi kısa bir süre gül zevki yaşayan bülbüle hazan rüzgarının ettiklerini anlatır. ”Aşiyansuz n’eylesün gülşende bülbül Ruhiya-Derd-mendün eylemiş bad-ı hazan evin harap” (Yuvasız bülbül gül bahçesinde ne yapsın, dertli bülbülün evini hazan rüzgarı harap etmiş) Nabi, hazana bir görmüş geçirmişlikle yaklaşır. ”Bağ-ı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz-Biz neşatın da gamın da rüzgarın görmüşüz” (Biz bu dünya bağının hem hazanını hem baharını görmüşüz, biz sevincin de kederin de zamanını görmüşüz)
Yahya Kemal Hazan Bahçeleri şiirinde hüznü hazanda bulur. “Kalbim yine üzgün, seni andım da derinden-Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden-Ahmet Haşim Bülbül isimli şiirinde gamlı hazanın seherindedir.”Bir gamlı hazânın seherinde-Isrâra ne hâcet yine bülbül?-Bil, kalbimizin bahçelerinde-Cân verdi senin söylediğin gül”
Ahmet Hamdi Tanpınar da Sonbahar isimli şiirinde hazanla kederi buluşturur. ”Yan yana sessizce mevsimle keder-Hicrana aldanmış kalbimde gezin-Esen rüzgarlara sen kendini ver”
Mevsimlerin en şairanesi hazan. Elimizden kayıp gidene duyulan özlem. Hazanla buluşan hüzün. Ahmet Haşim,“Sonbahar Şiirleri” adlı yazısında şöyle demiş:
“Bahçelerde sarı çiçeklerin açtığı; havanın keskin incir yaprağı kokularıyla dolduğu; ufuklarda gümüş ve bakır bulutların anlaşılmaz işler hazırlamakla meşgul olduğu; akşamüstü otları kurumuş tepelerde, yeşil eşarp, kırmızı örtü, beyaz ve lacivert elbiselerle dolaşan genç kızların eteklerinin rüzgârda uçuştuğu ve saçlarının çözülüp dağıldığı bu mevsimde, sonbahar şiirlerinden daha munis bir konuşma konusu olabilir mi?”
Birkaç dize de Eylül Sıkıntısı isimli şiirimden. ”Eylüldü gelen-kederli bir umutla-Çocuk duygularımızla büyüyecektik-sancılı-Yarım şarkılar söyleyecektik-sessiz bir ıslaklıkla üşürken-Ürkek güvercin misali bakışların-tedirgin bir maviliğe sığınacaktı-Eylüldü gelen-çabucak vazgeçtiğin-Bıraktığın bendim-bir başka Eylüle giden”-Hazanın kucağındaki hüzün. Hilmi Yavuz’un şiirinde söylediği gibi. "Hüzün ki en çok yakışandır bize"
Sessiz bir ıslaklıkla gelir Eylül. Yapraklarla yıkanırken tenimiz, hüzün saçlarımızı okşamaya başlar. Kederli bir yalnızlık yerini yavaş yavaş kederli bir umuda bırakır. Ürkek bakışlarımız tedirgin bir maviliğe sığınır. Mazi bir yangının içinden çıkıp gelir. Bir başka Eylül’e doğru yol alırken aklımız zamana takılır. Ahmet Hamdi Tanpınar zamanı değil anı önemsediğini mısralarında anlatır. ”Ne içindeyim zamanın/ Ne de büsbütün dışında / Yekpare geniş bir anın/ Parçalanmaz akışında” Tanpınar, kendisini rüzgarda uçan tüyden hafif hissederken, masmavi bir ışık içinde yüzmektedir.
Sarı sisli akşamlarda yollarımızı kaybettiğimiz sonbaharlar, ayazlarda yalınayak seviştiğimiz yıldızlar. Büyürken çocuk kalan duygularımızın sancısı ve bencil hüznümüz. Cemal Süreya, geride kalan bir aşkın Eylül’ünü anlatır mısralarında. . ”Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız /Adımlarımızın kısalığı bundandı/Bundandı gözlerimin durgunluğu /Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan / Ellerin kadar ıssız / Sen kadar zamansız molalar veriyordum/Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz/Eylül’dü.
Eylül’de her şey zordur, her şey korkutur ve her şey beklenir. Ahmet Altan mahzun ve tehditkar Eylül’ü anlatır. ” Eylülde aşk, eylülde acı, eylülde yalnızlık zordur, / eylülde her şey zordur, ben eylülü onun için severim. / Eylül ışıklarında çırılçıplak ruhlar yıkanır /Herkes her şeye kapısını aralar 'bir aşk oluverir aşinalık'. / Ölüm kıvırcık saçlarını hayatın göğsüne dokundurur. / Aşkı ve ölümü ben hep bu ayda beklerim. / Nasıl da mahzun ve nasıl da tehditkardır. /Ben eylülde bütün aşklardan ve kadınlardan korkarım. ”
Bazen sevgilinin gidişi zamansız bir sonbahardır. Ruhumuzu bir hazana dönüştürür. Hasan Hüseyin Korkmazgil bunu öyle güzel anlatır ki. ” Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç/ Ağaçlar bükmesinler ne olursun boyunlarını/ Neden akşam oluyorum tren kalkınca / Kırlangıçlar birdenbire çekip gidince/ Mendiller sallanınca neden tıkanıyorum/Öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki/Az önceki çiçekler nasıl da diken diken/Gitme, sonbahar oluyorum sonrası hiç”
Turgut Uyar Eylül’ün arkasından seslenir. ”Sevgim acıyor/Kimi sevsem
Kim beni sevse / Eylül toparlandı gitti işte”
Hazan ve Eylül sadece hüznün, vedanın ve karamsarlığın zamanı değildir. Aynı zamanda sevgiyi ve mutluluğu yeniden var etmenin umudunu da barındırır. Özdemir Asaf bu umudu taşır. ” Öyle bir ilkyaz ol ki korkut yaprakları /Öyle bir son yaz ol ki tut yaprakları,
Sararıp dökülürken güz rüzgarlarında / Ardında savrulsunlar, unut yaprakları.
Sevinçlerinde onlar vardı, hüzünlerinde onlar/Seninle yeşerdiler, seninle soldular/
Olsunlar senden sonra da umut yaprakları”
Eylül bülbül gibi, aşığın da sevgiliyle birlikte mutlu olduğu günlerin sona erdiğinin habercisidir. Ayrılık acısının nedeni kısa süren bir zevkin yaşandığı zamandır. Bülbül artık gülşene gelmek istemez, çünkü gülşende artık gül yoktur. Aşık da aynı bülbül gibi sevgilisinin bulunmadığı bir anda mutlu olmaz. Zaman, mutluluğun bedelini istemektedir. Kısa mutlulukların ardından üzüntü gelecektir. Hayatın döngüsü budur. Bu nedenle Tanpınar’ın söylediği gibi an önemlidir ve bu anlar sonsuzluk gibi yaşanmalıdır.
Aşk, sevgi, dostluk. İnsanı var eden bu duygular bizden ne kadar uzak. İnsan olarak anlamımızı kaybettik. Siyasetçisi, bürokratı, askeri, sivili, kadını, erkeği nasıl savrulduk? İçimiz yaşatmanın coşkusuyla yeşereceğine, öldürmenin vahşetiyle kurudu. Ne gelen baharlar içimizde çiçek açtırıyor ne gelen Eylüller ile umutlu bir hüznü yaşıyoruz.
Ölümlere, yıkımlara neden olan savaş kararını alanlar, insanı var eden sevgiyi unutmuş, egolarının, hırslarının tuzağında yok oluyorlar. Ama onlar yok olurken bizim bütün mutluluk çabalarımızı, umutlu beklentilerimizi, sevme ve sevilme arzularımızı örseleyip, yaralıyorlar. Yaralı yüreklerimizi korkulara tutsak ediyorlar.
“Öldür, konuşturma, sustur, yakala, tutukla” emirlerini verenler içlerine dönüp bakabilme yürekliliğini gösterebilirler mi? Ne kaldı içlerinde? Kimlere ne kadar zarar verdiler ve vermeye devam ediyorlar? İçlerinde sevgiyle öten bir bülbül kaldı mı? Bir gülü sevmenin mutluluğunu, bir gülden ayrılışın acısını duyumsayabilirler mi?
Genç insanların ölümleri, yuvaları yıkılan insanların acıları hangi duyguyla meşrulaştırılabilir? Şiddet sevgisizlik demek. Medeniyet kaybı demek. Hayatın bir armağan gibi yaşanmasına karşı çıkmak, aşkın ve sevginin mucizesini inkar etmek demek.
Ruhlarımız körleşerek korku, acı, öfke, hırs ve intikam duygularına teslim oldu. Yalancı baharlarla kandırıldık. Şiddetle, ölümle, tahakkümle, yolsuzlukla kirlendik. Ruhumuzu nasıl arındıracağız? Hangi sağanak, hangi gökkuşağı buna yeter.
Yaşadığımız Eylüller sanki artık diğerlerinden farklı. Daha ağır, daha çökertici. Sevgiliden ayrılmanın umutlu hüznünden farklı. Eylüllerde artık katliamlar, kıyımlar, göçler, ilticalar var. Hakikatten uzaklaşma, empati yoksunluğu, ötekileştirme, sevgisizlik var.
Yine de biz hüzünlü Eylüllere sarılalım. İçimizdeki gökkuşağı bize yeniyi, umudu ve sevgiyi vaat etmeye devam ediyor. Bu umuda sarılırken kaybettiğimiz değerlerimizi hatırlayarak, onların mücadelesinden güç almamız önemli.
Yazarlar
-
Kemal CANSürecin ikinci ve belki de “final” sezonu 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalMüslüman düşmanı Hegseth ve ‘İslami rejimler’in suç ortaklığı 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEHüseyin Kocabıyık’ın sözü 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezAtaerkil pazarlık 2.0 ve cinskırım 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat Sevinç'Belirsizlik' kullanışlı bir idare yöntemidir, yurttaşı iki dudak arasına hapseder! 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHatay’ı haritasına ilk kim koymuştu? 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan da olsan meşruiyet şart 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanErdoğan ve kurmayları acaba neden isteksiz davranıyor? 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUUyuşturucu kullanımı ortaokullara kadar indiyse… 10.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTutuklama tutkusu 10.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni çözüm sürecinde bazı işaretler 10.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuTürkiye neden bu kadar siyasi? 10.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYargıda “Kin” motivasyonu 10.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBorsada vurgun nasıl yapılır? 10.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTOysa Her Şey Çok Farklı Olabilirdi… 10.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilAteş hattında bir ülke: Suriye sahnesinde Türkiye 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAÖzgür Önderlikten , Özgür Topluma; 9 Ekim Komplosuna Karşı Halkların Demokratik Direnişi... 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin geleceği giderek daha az tartışılırken… 8.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRTürkiye yeniden karanlık film günlerine mi dönüyor? 8.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞEnflasyon, bir temel hak olan mülkiyet hakkının ihlali ve öneriler 8.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDevletin sahipleri ve DEM Parti! 8.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman ülkelerde adalet yok ama adalet masalları çok güzel! 8.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇEREkonomide akıldışılık sona erdi mi? 8.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBirinci Yılında Süreç: Olanlar, Olmayanlar 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRHer balkonuna havuz yapılan rezaletin perde arkası! Buna nasıl izin verildi? 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSiyasi değil sosyolojik, hatta psikolojik 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezFenerbahçe'nin Yeni Yönetimine İlk Açık Mektup 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİYapıttan Yapana: Zatî olana yolculuk 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye’nin sosyal devletin rolünün yeniden inşası kaçınılmaz 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“DEVLETİ ZENGİN”,”VATANDAŞI AÇ VE YOKSUL” ÜLKE… 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Trumpizm’in güç gösterisi nereye kadar? 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’dan sonra AKP dağılır 6.10.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.09.2025
1.09.2025
27.08.2025
7.08.2025
4.06.2025
25.05.2025
11.05.2025
24.04.2025
2.04.2025
28.03.2025