Aydın Selcen
Bir dönem maç sonrası futbol yorumu programlarının simge repliği buydu sanki. En azından benim için öyleydi: Şansal Büyüka, boş stüdyoya doğru bakarak “oynat pozisyonu Uğur’cuğum, at topu gelsin…” diye tok sesiyle gürlerdi. Erman Toroğlu da “sevgili Şansal…” diye başlayıp, Pascal Nouma’nın “ahlâka mugayir” gol sevinci örneğinde olduğu gibi, danışıklı biçimde netameli konulara girdiğinde, Şansal Büyüka “aman hocam…” diye sözünü kesmek durumunda kalırdı. Benim gibi aylak tayfa da ekran karşısında, ertesi gün erkenden mesaiye gitme zorunlulukları da olsa, geç saatlere dek “ehe ehe…” diye gülerek izlerdi. Hatta uykusu kaçan izleyici, sabah üçlere dek devam eden hepten geyik programlarına da takılabilirdi.
Doğrusu ısı haritaları, istatistikler, uzmanların yorumlarında kullandıkları terimler ve yeğledikleri üslupla Güntekin Onay gibi isimlerin programları çok ilerledi, başkalaştı. “Ana akım” denilen TV kanallarındaki siyaset ve dış politika tartışma programlarıysa, herhalde o “şimdi yabancı gibi olan” eski günlerden bu yana aksine kahvehane muhabbetine dönüştü. “Alternatif” geniş çatısı altında toplanabilecek medya mecralarındaysa seçenekler daha zengin. Bunlardan, hazırlayıp sunan Prof. Dr. Serhat Güvenç ve Dr. Yörük Işık’ın arkadaşım olduklarını da belirterek, MedyascopeTV’deki haftalık “Havada&Suda” yeni nesil dış politika programlarının nasıl ilgi çekici ve dolu olabileceğine ilişkin bence iyi bir örnek: Tempolu, veriye dayalı, akıl öğretmeyen ve sorgulatan. Benim ArtıTV’deki “Dünya ve Biz” dahil olmak üzere, bunların hepsinde, hepimizde iş siyaset yorumuna gelince belirli bir otosansür olduğunu da teslim etmeli.
Bugün bu sütundaki asıl niyetim, son dönemde Ankara’nın (yinelemek gerekirse Ankara demek epeydir münhasıran Erdoğan demek) bir yanda Ukrayna krizi bağlamında ABD/NATO ile Rusya arasında, geniş yorumuyla Doğu Akdeniz (Kıbrıs, Yunanistan, araştırma gemileri, Libya, Mısır, İsrail ve hatta Suriye) bağlamındaysa AB ile, hamitçi neo-osmanlıcılıktan sonra ittihatçı mavi vatancılıkla da sessizce vedalaşmasının gösterdiği diplomatik sıkışma durumu üzerine ahkâm kesmekti. Sözkonusu pek değerli yorum ve düşüncelerimden yoksun kalacağınızı sanıp, hemen yeise kapılmayınız lütfen. Bunları da, karanlık bir gecede izleri göğü ışıl ışıl aydınlatan birer balistik güdümlü füze misali kızkardeş yayınımız DuvarEnglish’teki Pazartesi köşemde ateşlemeyi öngördüm.
Onun yerine geliniz, bizler de “oynat pozisyonu Uğur’cuğum…” deyip rahat koltuklarımıza yaslanalım ve Perşembe günkü “sert” geçen Çavuşoğlu-Dendias basın toplantısına bakalım. Burada ne denildiği denli, nasıl söylendiği de o denli önemli. Aklım erdiğince söyleyeceklerim de ağırlıklı olarak “nasıl” konusunda. Öyle ki, o “nasıl” da belki sözünü ettiğim diplomatik sıkışma durumunun yarattığı bir patlama zaten. Çavuşoğlu öfkesini dışa vuruyor, sinirden kasılmış bir vücut diliyle konuşuyor. Gergin bölümlerde ne kameraların objektiflerine, ne konuğun gözlerine değil, yere yahut notlarına bakarak, “ezbere”, “oto-pilotta” konuştuğu izlenimi veriyor. Çeviriyi ve izleyicinin takibini zorlaştıracak hızla ve yer yer diksiyonu da bozularak konuşuyor. Bu konuşma tarzı “özgüven eksikliği varmış” ve “acele ediyormuş” izlenimi de yaratıyor. Acele, süratten farklı. Yer yer sesini yükseltmesi, “kendimi kaybetmek üzereyim şimdi” anlamına geliyor.
Uslûp böyle, pekiyi içerik nasıl? İçerik, üslûptan bağımsız değil haliyle. Konuşan aynı kişi. Ünvanı belli: Dışişleri Bakanı. Başka deyişle “başhariciyeci”. Hariciyeci, Büyükelçi Oğuz Demiralp’ın* anımsattığı üzere esasen “pozitiften” anlatmalıdır: “Rahmetli bir büyüğümüz, ‘diplomaside pozitiften söylemek daha iyi olur’ derdi. Zaten bağırıp çağırmak, göz korkutmaya çalışmak yerine pozitiften konuşmayı tercih etseydik, bugün bütün bölgelerimizde başka bir yerde olurduk. Dar alanda kendi kendimize top çevirmek ve birkaç ülkeyle zaman zaman paslaşmak yerine, geniş alanda oyun kurucu olurduk. Dış politikamız tepki değil, etki kavramıyla anlatılırdı.”
Ben bakanlığa aday meslek memuru olarak “intisap ettiğimde” bir meslek büyüğümü, bir yandan omzuyla kulağı arasına sıkıştırdığı telefon ahizesine konuşur, diğer yandan kendi kendine oturduğu bürosunda o malûm (“eril”) hareketle, iki elini yumruk yapmış, dirseklerinden doksan derece kırdığı kollarını koşut olarak ileri geri oynatırken görüp, gülümsemiştim. Kiminle olduğunu bilmediğim ve gayet sakin tavırla yürüttüğü görüşmesi bitip, telefonu kapattığında, karşısında ayakta bekleyen bana bakıp, “böyle tatlı tatlı geçireceksin şekerim” diye öğüt vermişti. Bakın halen unutmamışım, kulağıma küpe olmuş demek ki. Ben bunu başarabildim mi? Hiç sanmam. Ama ben dışişleri bakanı değilim, mesele o.
Çavuşoğlu’nun bana göre yeğlemesi gereken yaklaşım, önce ortamı yumuşatacak ve belki Dendias’ı “boşa düşürecek”, “silahsızlandıracak” bir espriyle yanıtına girmekti. “Bizde bir deyiş vardır…” gibi girizgâh da yapılabilirdi. Ardından, gayet klasik, soğukkanlı diplomasi teamülüne uygun biçimde “tezlerimiz” yinelenebilirdi. Monoton olurdu belki ama daha çok iş görürdü. Zira nasıl ki “Mavi Vatan” gibi sloganlar gerçekte doktrin değilse, politikalar da tezlerle yer değiştiremez. Tezler de gün günden değişmez. Tutarlılık da böyle ortaya çıkar. Tezleri ikna edici biçimde savunmak, statükoculuk olmadığı gibi, uzlaşı iradesiyle oturulan masada çözüm ararken tezleri yinelemek de, “bayrağı diktim, yarım adım geri atmam” demek değildir. Diplomatik üsluba bağlılığın da, özgüven eksikliğinin istemdışı dışavurumu olmadığı gibi: Hatırlasanıza, kot pantolonla gezen Joschka Fischer bile yelekli takım elbise giyer olduydu dışişleri bakanlığı zamanında.
Ayrıca işi “siz-biz” diye karşılıklı atışmaya dökmek yerine, “Türkiye, Yunanistan” diye konuşmak gerekirdi. Dendias sürekli UNCLOS ve onun AB müktesebatının parçası olduğunu savladı, Lozan vurgusu yaptı. Türkiye’nin AB adaylığı, Yunanistan’ın ise AB üyeliği asimetrisine yaslandı. Çavuşoğlu da Lozan’ı, Montrö’yü Ankara’nın UNCLOS’a taraf olmadığı halde istisna olarak kaydettirmesi gibi Ege’de de Montrö benzeri “özel rejim” zorunluluğun haritanın gereği olduğunu öne çıkarabilirdi. Atatürk-Venizelos diplomasisine değinebilir, “onlar başarabildiyse, biz neden geri kalalım?” diye sorabilirdi. Provokatif söylem, oldu-bitti diye söze girince özeleştiri de kaçınılmaz oluyor. AB’ye “üçüncü taraf” yakıştırması ise gerçekten yol tutuşu hiç olmayan bir konuşma notu bence.
Neden böyle oldu? Zira ne Dendias, ne medya; yalnızca tek muhatap, hakem, izleyici vardı Çavuşoğlu’nun zihninde: Erdoğan. Nitekim Erdoğan’ın, herhalde artık “gelenekleşen” diyebileceğimiz Cuma çıkışı yorumu yeterince açıklayıcı: "Öncesinde ben görüşmüştüm. Görüşmemizde gayet sıcak hava içerisinde görüşme yaptık fakat Dışişleri Bakanımızla yaptıkları görüşmede iş farklı zemine kaydı. Dışişleri Bakanımız Dendias'ın bu davranışları karşısında haddini bildirdi. Daha yumuşak olamazdı. Gereken yaklaşımı yapmak suretiyle işi bitirmiş oldular. Bunu doğru bulmuyoruz. Yunanistan'da bizim baş müftümüzü oradaki müftülerimizin, imamlarımızın seçmesi lazım ama Yunanistan buna tahammül edemiyor. Oradaki müftü ve imamlarımıza kendi memuru gibi din görevlisi gibi atama yoluna gitti. Bu uluslararası hukuka da aykırı ilişkimizin zedelenmesine de neden oluyor." İstifham işaretini çengeli zihinlere takıldı: Acaba gergin basın toplantısı sonrasında, yukarıdaki açıklama öncesinde gerçekleşen iftar yemeğinde neler, nasıl konuşuldu?
AB’ye tam üyelik hedefi varsa Türkiye’nin Kıbrıs’ta BM parametrelerine uygun adım atmak durumunda olduğu açık. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkar, “dinimize uygun” Ankara Sözleşmesi hazırlarız. Kopenhag Kriterleri bize uymaz, Ankara Kriterleri en hâlisidir. Kıbrıs’ta BM parametrelerini çöpe atar, iki devletli “çözüm” üzerinden yola devam ederiz. Yunanistan’la NATO müttefiğiyiz ama karşılıklı tehdit algımız en üst düzeydedir. AB’ye üye olurum ama ne yerinden yönetim, ne bağımsız yargı, ne ifade özgürlüğü, ne terörün tanımı vs. hiç birini tanımam yalnızca ticarete, yatırıma bakarım ve Schengen alanında serbest dolaşım hakkı isterim. İstikşafi adı altında ilanihaye süregidecek dön baba dönelim görüşmeler yaparız, karşılıklı bir de liderler ziyareti düzenleriz, döner yine bildiğimizi okuruz. Böyle olunca “balon patlıyor”, iyi de oluyor belki. Balonun patlaması, kazandan istim salınması, gerçek diplomasinin yolunu açabilir. Fırsatçılık yerine, artık akılcılık öncelenecekse. Yukarıda değindiğim üzere, Libya, Mısır, İsrail, hepsi bu girilen diplomatik sıkışmayı anlatıyor. Bu sıkışmışlıktan zoraki bir hayır doğar bakarsınız.
Son olarak, basit bir teknik bir saptama yapmak gerekirse, medyaya ortak toplantıda ne söyleneceği, hangi önceden hazırlanmış soruların da danışıklı alınacağı konularında da bakanlar, heyetler istişareler sonrasında ayaküstü de olsa ilke mutabakatına varır. Bunun yapılmadığı veya atlandığı ortada. İmaj çalışması bakımından da, “Von der Leyen-kanape” hikâyesi zihinlerde henüz tazeyken, getirip Erdoğan’ı ortaya sanki taht gibi konulmuş koltuğa, arkasında devasa cumhurbaşkanlığı forsu, iki bakanı da beşer metre sağa sola aynı kanapelere ötelemek sanılanın aksine öyle “devletlû sultan” çağrışımı yapmıyor. Saraysa örnek olarak Elysée de saray, bakılabilir oradan verilen fotoğraflara. Bugünün dünyasında şatafat ve insan ölçeğinin ötesinde olağandışı hacim iş yapmıyor. Böyle bir dünya yok, kalmadı. Öyle bir dünya belki var da Batı’da yok. Rusya, Orta Asya, Körfez ülkelerinde olabilir. Özenilen ve yakışan o tarafsa, AB konuşmanın da anlamı zaten kalmıyor.
Yazarlar
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.04.2025
23.02.2025
27.01.2025
9.12.2024
19.11.2024
11.11.2024
2.11.2024
1.08.2024
14.06.2024
14.04.2024