Tuncer KÖSEOĞLU

Aylardan Mart’tı. Bir iş için İstanbul’a gelmişti. İşlerini halledip hemen memleketi Rize’ye geri dönmek istedi. Çocukları, “Ne yapacaksın bu karda kışta Rize’de kal biraz daha”dediler ona. Şöyle bir baktı çocuklarına; her Rizeliye özgü heyecanlı konuşmasına başladı. “Uşaklar kalurum kalmasina da, evun altina bir elma ağacı var biliyi misunuz?”Çocuklar şaşkın birbirlerine bakarken aynı heyecanla devam etti , “ İşte o elma ağacini aşladum. Şimdi havalar soğuk gideyi. Gidup oni kontrol etmem lazim. Yeniden sarmam lazim...” dedi ve gitti. Acı tatlı 84 yıllık bir ömür sürdükten sonra üşümesin diye apar topar geri döndüğü elma ağacının hemen yakınında sonsuzluğa uğurlandı Mustafa.
Sıradan bir yaşam süren Mustafa’nın hayatı da ölümü de elbette kimseyi ilgilendirmezdi. İlgilenenler onun ardından bir şeyler yazmak istediler. Yazmak istediler çünkü bir gecede çocukluktan çıkıp büyüdüklerini fark ettiler. Oysa hep babalarının küçük çocuklarıydı onlar…
Zengin bir çocuktum ben…
İki kapılı toprak zeminli bir evde kalabalık ailede büyüdüm. Dede, babaanne, anne, amcalar ve kardeşlerimle. Hep bir gürültü bir karmaşa vardı, mutluyduk. Babam kamyonuyla Erzurum’a Kars’a giderdi. Döndüğünde evde bir bayram havası. Hiçbir zaman o iki kapılı evden içeri eli boş girmezdi. Bir güvendi onun bizimle olması. Çocukluğumdaki o yaşantının etkisi olmalı ki hep kendimi zengin biri olarak hissettim. Oysa babamın hiçbir zaman çok parası olmadı. Hatta o zamanlar fark etmesem de kıt kanaat geçinirdik aslında. Yine de onun varlığı büyük zenginlikti benim için.
Gençlik yıllarımda çok çatıştım babamla. O beni kendi bildiği gibi ‘adam’ etmek istedi, ben ise onun istediği ‘adam’ olmaya direndim. Öfkelenirdi haliyle. Onu anlayabilmek için bir 50 yılı geride bırakmam gerekecekti. Yüzüme karşı asla övücü bir söz söylemese de beni hep takip ettiğini yıllar sonra öğrendim. Bir gazetede köşe yazıyordum, Cuma günleri çıkıyordu yazım. Meğer babam normalde hiç okumadığı gazeteyi her Cuma günü gidip alıyormuş. Bir hafta şehir dışına çıktığım için köşe yazımı yazmamıştım. Beni aradı, merakla sordu “ Uşağum, bu hafta yazin çikmadi, yoksa işi mi bıraktun?” ‘’Hayır, bırakmadım, şehir dışında başka bir haberdeyim” diye cevap vermiştim babama. Şaşırmış, bir o kadar da sevinmiştim…
Başta zengin bir çocuktum demiştim ya; parayla pulla olacak bir zenginlik değildi, babamın varlığının verdiği bir zenginlikti bu. 18 yaşımda gurbete çıksam da, gidecek, sığınacak bir baba evim vardı benim. Onun verdiği güvenle hep zengin gibi yaşadım, eğilmedim… Bir keresinde işsiz kalmıştım ki, bizim meslekte olağan bir durumdu. Hiçbir zaman birikimim olmadığı için parasızdım da. Söylememiştim, bir şekilde duymuş işsiz olduğumu telefonla aradı. “ Ne durayisun orada, gelsene buraya, kaynayan bir tenceremuz her zaman var. Ne bulursak yeruk…” Hangi para, hangi zenginlik bu sözden daha değerli olabilirdi ki?
Aslında gençliğimde birbirimize çok hoyrat davrandık. Sertti, yaşadığı hayat, Karadeniz’in dalgası, dağları gibi… Ben ise Attilâ İlhan’ın “Bir yangın ormanında büyüyen genç fidanlardık, güneşten ışık yontar, sert adamlardık” dizelerindeki gibiydim. Zaman ikimizin de sertliğini yok etti. Birbirimizi geç de olsa tanıdık. Son yıllarda daha çok zaman geçirmeye başlamıştım babamla. Ne zaman memleketten İstanbul’a dönsem ertesi gün hemen arardı “ Ne zaman geleyisun uşağum?”.
Evimizin balkonunda bir çekyat vardı, bu yaz geceleri hep orada yattım. Gündüzleri ise babam yatardı. Sağlık sorunları artmıştı, konuşma güçlüğü çekiyordu. Bütün hayatı boyunca konuşmayı şehvetle seven, saatlerce konuşan adam gitmiş, suskun bir adam olmuştu… Sabahları erken kalkar, üstümü örterdi. En büyük çocuğu olsam da küçüktüm ve çocuktum onun gözünde. Şimdi anlıyorum ki büyük konfordu çocuk olmak… Ölümüyle yoksullaştığımı hissediyorum, en kötüsü de çocukluktan çıkıp, büyümeye çalışmak olmalı. Nasıl olacaksa, bilmiyorum…. Tuncer KÖSEOĞLU
Gitmeyin der gibi bakardı…
Sadece 17 yıl geçirdim yanında. Bu kısacık zamanda bile çok şey öğrettin, çok anlam kattın hayatıma. Yılda bir bile olsa yaptığım ziyaretlerde sevinçle karşılar, giderken hüzünle bakardı yaşlı gözlerin. Gitmeyin der gibi… Hep sen baktın arkamızdan giderken… Şimdi sıra bizde. Uğurladık ebediyete güle güle git babam, nurlar içinde yat… Ümmügülsüm BADIŞ
Kenetlendik baba…
Sevgili babam; benim seninle o kadar çok anım var ki hangisini anlatayım. 18 yaşımda çıktığım baba evinden her gelişimde bizi avluda ayakta karşılamanı asla unutmayacağım. Ömrünün son haftasını seninle hastanede geçirmek, benimle konuşman, adımı söylemen bana en güzel hediye oldu. Sana hizmet etmek en büyük şerefti. Sana nasılsın dediğimde o kadar acıları çekmene rağmen hep ‘iyiyim’ dedin. Sıkıntılarını hiç bize belli etmedin. Elimi tutman, gözlerime çaresizce bakman içimi yaksa da sana hiç belli etmedim. Elimi bıraktığın an anladım ki babam bizden gidiyor. O an anladım sensizliğin ne demek olduğunu. Güle güle baba, rabbim sana rahmet mezarı ile baksın. Bize bıraktığın en büyük miras, dokuz kardeşin birbirine sıkı sıkı sarılması oldu… Sevilay ALTUN
Sırtında ekmek taşıyan adam
1986 yılında çok kar yağmış, yollar kapanmıştı. Köydeki evde erzak bitmek üzereydi. Ekmek yapacak unumuz tükenmişti. Babam göz gözü görmeyen kar ve tipide iki metrenin üzerindeki karı yararak evden çıktı. Beş kilometre uzaklıkta bulunan bir fırından bir çuval ekmek alıp sırtına yüklendi. Yokuş, bayır demeden sırtındaki ekmeği gece yarısı evimize ulaştırdı. Fakat ekmeklerin yarısından çoğu ıslanmıştı. Çocukluğumda beni çok etkilemişti bu olay. Babamın ailesi için yapamayacağı fedakârlık olmadığını o gün anlamıştım. Ah benim fedakâr babam… Songül PAŞALI
Kod adı Ayla…
Biraz saf kalpliydi babam… Bende faydalandım bu saflığından. Gençlik yıllarımda sevgilim vardı, babam bilmezdi. O dönem telefonda yoktu. Uzakta olunca sevgili mecburen mektupla haberleşirdik. Postacı gelmezdi köyümüze, mecburen babamın iş adresini vermiştim. Yıllarca babam taşıdı bana sevgiliden gelen mektuplarımı, deste deste… Hep merak etti kimden gelir bunca mektup diye, ama bir gün dahi açmadı. Özenle getirdi bana o mektupları. Sevgilimin kod adı Ayla’ydı…
Hani derler ya; “Baba çınar gibidir, meyvesi olmasa da gölgesi yeter.” Bu söz yeni anlam kazandı benim hayatımda. Bir babam vardı benim. Belki en pahalı giysileri giydirmedi, en lüks lokantalarda beraber yemek yemedik. Hiç sinemaya gitmedik birlikte… Ama çok uzun geceler geçirdik birlikte huzur içinde. Nice bayramlarımız oldu, sevinçlerimiz, hüzünlerimiz… Bir babam vardı benim. Büyüğüme saygıyı küçükleri sevmeyi, edebi, hayatı öğrendiğim. Çocukluğumu ve gençliğimi kanatlarının altında geçirdiğim. Şimdi uğurladım babamı, keşkelerim olmadan. İyi bir insan, iyi bir evlat olmaya çalışarak geçti yıllarım. Umarım sana layık bir evlat olmuşumdur, nurlar içinde yat babam… Rahime GÜRDAL
Sırtında taşımıştı…
Sekiz ya da dokuz yaşındaydım sanırım. Ayaklarım su toplamış, hastalanmıştım. O zamanlar köyde oturuyorduk, şimdiki gibi ulaşım kolay değildi. Dolmuşla Rize Merkez’e indik. Yürüyemediğim için babam beni sırtına almış, iki kilometre uzak mesafede hastaneye götürmüştü. Şimdi daha iyi anlıyorum, meğerse babam bizim için ne kadar uğraşmış, bizi yetiştirebilmek için emek harcamıştı. Bize sıcak yuva kurmak için çok mücadele etmişti. Hayatı boyunca kendini değil, sadece dokuz evladını düşünmüştü. Seni çok seviyorum, mekânın cennet olsun babam… Hamide TOPTAN
Bizi bekle baba…
Öncesini ve sonrasını kestiremediğimiz şu boş hayatta zevkleri uğruna değil de değerleri uğruna ömür tüketen, bereketin ve cefanın ulu çınarı babam. Gittiğin yeni bir evin anahtarı ile bizi bekle. Yeniden buluşabilmek umuduyla, güle güle… Günay BALOĞLU
Uçak gibi süpürge
Ah dostlar babam gitti… Başı dumanlı dağım gitti, Atam gitti, sırtım gitti, İki kapılı bu handa menzile erişen yolum gitti. Darda yetişen elim gitti. Aklım gitti, canım gitti. Şu dağlanmış yüreğimde, çocuk kalan yanım gitti. Bayram gitti, candan öte canım gitti…
Babam, elektronik aletleri çok severdi, her zaman atölyesine değişik aletler alırdı. Bir gün eve uçağa benzer bir şeyle geldi. Henüz 10 yaşlarındaydım, o getirdiği elektrik süpürgesiymiş meğer. Üzerine bindim, tabii sevinçten çığlık çığlığa. Herkesten koptu bir kahkaha, gülümseme. Ama ben öyle süpürge görmedim ki… Gülmeyin bana ya da gülün, gülmek güzeldir geniş bir ailede olunca. Beni her zaman mutlu etmiştir babamın kanatları altında toplanıp, huzurla çayımızı içip mısırımızı patlatıp gülüp eğlenmek. Artık sensiz hep bir yanımız eksik sohbetler yarım kaldı baba… Melek KÖSEOĞLU
Babam’a…
Hayata dair pek çok şeyi bana öğreten babamın son evladıydım. Ne kadar çok sevse de fiziksel olarak hiçbir zaman bu sevgisini göstermese de ben küçükken bir metre karda bana kolilerce bisküvi taşırdı, ben hastalanınca kilolarca muz alırdı. Çocukken beni sevmiyor diye çok üzülürdüm. Sevdiğini ben büyüyünce anladım çünkü tabutunu 50 metre taşımak ağır geldi. Belki üzüntüden belki yorgunluktan mı bilmem. Babam dört kilometre yolu bana kilolarca yiyecek taşımaktan hiç yorulmadı… Emre KÖSEOĞLU
Yazarlar
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
14.12.2023
20.05.2023
7.03.2022
1.03.2022
14.02.2022
28.01.2022
24.01.2022
12.01.2022
29.12.2021
20.12.2021