Cemil KOÇAK
1924 anayasası tek partili bir meclis tarafından hazırlandı; fakat sanıldığının aksine önemli tartışmalara neden oldu; pek çok madde önerisi reddedildi ya da değiştirildi.
1924 anayasası sadece CHP’lilerden oluşan ikinci meclis tarafından gündeme alındı; hayret edilecek nokta, bu sırada tek parti yönetimi henüz kurulmadığı ve kurulacağına ilişkin bir işaret de bulunmadığı halde, CHP içinde meclise yansıyan tartışmaların serbestliği ve çeşitliliğidir. Yeni anayasanın tartışılmaya başlandığı şu günlerde ilkinin yarattığı bazı görüş ayrılıklarını hatırlamanın zamanıdır.
Günümüzde dillendirilen olağan meclislerin anayasa yapamayacaklarına ilişkin görüş de, ikinci meclisin toplanmasından sonra yapılan bu yeni anayasanın yapım süreciyle çelişmektedir. İkinci meclis, cumhuriyetten önce seçilmiş, cumhuriyeti ilân etmiş ve ardından da yeni bir anayasa yapımına karar vermişti. Bunu yapan bizzat CHP idi. Günümüzde anayasaların ancak kurucu meclisler eliyle yapılabileceğine ilişkin görüşlerin kaynadığı ise, 27 Mayıs sonrasındaki siyasal pratiktir. Zaten eğer öyle olsaydı, 1982 anayasasının da meşruluk temeli tartışmalı olurdu; ne de olsa kurucu meclis tarafından değil, danışma meclisi ile MGK tarafından kaleme alınmıştı! Ayrıca, anayasanın maddelerini değiştiren bir olağan meclisin, daha çok maddeyi niçin değiştiremeyeceği sorusuna verilecek yanıt merakla beklenmeyi hak etmektedir. Acaba olağan meclislerin anayasanın belirli sayıdaki maddelerini değiştirmeye yetkili, fakat daha fazla sayıdaki maddelerini ise değiştirmeye yetkisiz olduklarına ilişkin bir anayasa maddesi mi vardır? O halde soru basittir: olağan meclisler anayasanın kaç maddesini değiştirmeye yetkilidir? Araya belirli süreler konulmak kaydıyla parça parça değiştirmek uygun mudur? Bir kurucu meclis oluşturmaya kalkışmak anayasaya açıkça aykırı olduğuna göre, bu görüşün tek amacının yeni bir anayasa yapımına set çekmek olduğu gayet açıktır.
Güçler birliği ilkesi
1924 anayasası, birinci meclis geleneğini sürdürerek güçler birliği ilkesine göre düzenlenmişti. Zaten Atatürk de birinci mecliste olsun, daha sonra olsun, yaptığı bütün konuşmalarda, güçler birliğinden yana tavır almış; güçler ayrılığını savunan düşünürleri ve görüşleri sert bir şekilde eleştirmişti. Atatürk, 1921 yılının başlarında mecliste yaptığı bir konuşmada, güçler ayrılığı ilkesinden söz eden üyelere karşı çıkıyor ve güçler birliğini savunuyordu. Hayatı boyunca da bu düşüncesine sadık kaldı. Bu bakımdan Atatürk’ün partisi olmakla övünen CHP’nin hali hazırda nasıl olup da güçler ayrılığı tezini öne sürdüğünü anlamak kolay değildir; aslında bu önerinin de yeni olmadığına ve CHP’nin anayasal ilke olarak güçler birliğinden güçler ayrılığı formülüne çok daha eski tarihlerde, daha DP iktidarının sonlarında geçtiğini hatırlamak gerekir. CHP’nin elli yıldan uzun bir zaman önce de tıpkı bugün gibi geçmişine sahip çıkmamayı tercih ettiğini görüyoruz; bunu hiçbir zaman yüksek sesle dile getirmek istemese de. Çünkü, o zaman olsun, bugün olsun parti yönetimi hem Atatürk’ün ilkelerinden vazgeçtiği yolunda bir görüntü vermekten kaçınmaya çalışıyor, fakat diğer yandan da günlük politikanın gerçekleri karşısında daha fazla direnemiyordu.
Bu ilke gereğince egemenliğin sahibi olan millet, vekâlet verdiği temsilcileri aracılığıyla egemenliğini hiçbir güçle paylaşmadan kullanabiliyordu; yani meclisin yapamayacağı hiçbir şey yoktu; bağlı olduğu tek şey anayasanın kendisiydi. Anayasa komisyonu üyesi Celâl Nuri Bey, güçler birliği ilkesine son derece özen gösterildiğini, çünkü meclisi ve cumhuriyeti yaratanın bu ilke olduğunu açıklıyordu. Meclis doğrudan milletti ve “istediği gibi” yürütmeyi tanzim ederdi. Komisyon, anayasanın bir kurucu meclis tarafından yapılması gerektiği yönündeki görüşlere katılmadığını belirtiyordu. İzmir milletvekili Şükrü Bey, güçler ayrılığından yana olan düşünürleri eleştiriyor ve bunun yanlış bir fikir olduğunu açıklıyordu. Hatta Tunalı Hilmi, Türkiye devletinin bir halk devleti olduğunun anayasaya geçmesini istiyordu. Ne var ki bu öneri taraftar bulmayacak ve reddedilecektir. Yine Tunalı Hilmi’nin Türkiye devletinin halk cumhuriyeti olduğu yönündeki önergesi de aynı âkıbete uğrayacaktır.
Atatürk’e bile verilmeyen yetkiler
Anayasa önerisinde Cumhurbaşkanına hükûmetin görüşünü alarak gerekçesini meclise ve millete bildirmek şartıyla meclisi erken seçime götürme yetkisi tanınıyordu. Bu açıkça meclisi fesh yetkisiydi. Ancak daha işin başında madde geniş tartışmalar yaratmıştı; o kadar ki, anayasa komisyonu başkanı Yunus Nadi, daha tartışmalar başlamadan söz almak isteyen üyelerin sayısının fazlalığını görünce komisyonun maddeyi geri almak istediğini açıklamıştı. Bu öneri bile tek başına usul tartışmaları yaratmıştı. Saruhan milletvekili Reşat Bey, bizzat Atatürk’e verilmek istenen yetkiye karşı çıkıyor ve “Gazi paşa hazretleri kat’iyyen emin olsunlar ki, millet yine kendi tabir ve tavsiyeleri veçhile hâkimiyetlerinden bir zerresini ismi ve makamı her ne olursa olsun ve kim olursa olsun hiçbir makama, hiçbir ferde tevdi ve teslim etmeyecektir.” diyor ve bu konuşma mecliste “yaşa” sesleri ve alkışlarla karşılanıyordu! Reşat Beye göre, “ferdi saltanat, ferdi hâkimiyet” görüşünde bulunanlar millet gözünde töhmet altına gireceklerdi. Bizzat Atatürk bir zamanlar hâkimiyeti millîyeden ödün verilemeyeceğini açıklarken, Reşat Bey, şimdi artık bu görüşten vaz mı geçildiğini soruyordu. Bizzat Başbakan İsmet İnönü ile kişisel polemiğinden sonra da, alkışlar arasında devamla, “Allah Reisicumhur olsa, kat’î arz ediyorum, kestiriyorum, (“hâşâ” sesleri) Hâşâ, melaikei kiram heyeti vekile olsa fesih selâhiyetini verecek yoktur.” diyordu.
Bir üye de, bu yetkiden dolayı meclisin özgürce çalışıp karar alamayacağından endişe ettiğini söylemişti. Her an dağıtılmak endişesiyle meclis kendisini serbest hissedemez ve karar alamazdı. Hiç kuşkusuz fesih yetkisi eski günlerin kötü tecrübelerini de çağrıştırıyordu. Sultanlara tanınan yetki çok kez suistimal edilmiş ve demokratik gelişmelerin önüne set çekmişti. Bu tecrübeler hafızalarda yer etmiş iken, yeniden aynı yetkinin gündeme gelmesi, pek çok meclis üyesi için kabul edilemezdi. Karasi milletvekili Süreyya Bey, hâkimiyeti millîye ile cumhuriyet arasında kurulan ve cumhuriyeti, hâkimiyeti millîyenin en yüksek şekli gören anlayışa karşı uyarıda bulunma ihtiyacını hissetmiş olmalıydı ki, pek çok cumhuriyetin hâkimiyeti millîye ilkesinden uzak idareler olduğunu vurgulamaktaydı. Bunlar ancak lâfın gelişi böyleydi; gerçekte ise meclisin fesh yetkisi, aslında güçler birliği ilkesine de aykırıydı. Güçler birliği ilkesi uyarınca hâkimiyeti millîye esasına uygun şeklin bu olmadığını, aksi davranışın olsa olsa irtica olacağını açıklıyordu. Yeniden “taht ve saltanat kurulması” mümkün değildi artık. Milletin yegane egemenlik kurumu olan meclisi dağıtacak yetkinin bir şahsa verilmesi kabul edilemezdi. Eski acı tecrübeler de zaten verilmemesi gerektiğini söylüyordu.
Bütün bu sert eleştiri ve tartışmalardan sonra Recep Peker, vatanın yüksek çıkarları gerektirdiğinde bu yetkinin Cumhurbaşkanında olmasında ısrar ediyordu; onun yeni önerisine göre, fesih kararının yürürlüğe girmesi için kararın meclisin üçte iki çoğunluğunca reddedilmemesi yeterli görülmeliydi. Ne var ki önerge kabul edilmeyecektir. Fesih yetkisi mecliste 130 üyenin katıldığı oturumda 126 üyenin oyuyla reddedilecektir.
Cumhurbaşkanının bugün olduğu gibi yedi yılda bir seçilmesi önerisi de çok tartışıldı. Süre uzun bulunmuştu. Ayrıca meclis tarafından seçilen Cmhurbaşkanı bir sonraki meclise üye olarak seçilemezse ne olacaktı? Yunus Nadi, istikrar amacıyla sürenin uzun tutulduğunu belirtiyordu. Ebubekir Hâzım Tepeyran, “Yalnız Gazi Paşa Hazretlerinin bütün dünyaca ve bizce müsellem fıtrati nadiranelerini göz önüne alarak, tabiî ona göre kanunu esasi yapılmaz. Binaenaleyh ona kemali hürmetimiz, kemali emniyetimiz olmakla beraber biz de düşünürüz. Çünkü maalesef kendilerine hayatı ebediye vermek bizim elimizde değildir.” diyordu. Anayasa komisyonu üyesi Celâl Nuri Bey, sürenin Atatürk’ün şahsı için öngörülmemiş olduğunu vurgulamak istemişti.
Süreye ilişkin uzun görüşmelerden sonra; yedi yıllık süre mecliste dörde düşürülmüştü. Bu suretle güçler birliği ilkesine de uygun bir şekil bulunmuş oluyordu. Cumhurbaşkanının meclisçe seçileceği ilkesi kabul görmüştü; süresi de belirlenmişti; buna karşılık ilk formülde olmayan bir şekil de gündeme gelmişti. Cumhurbaşkanının muhakkak meclis içinden seçilmesi ilkesi. Böylece Cumhurbaşkanı partisiyle ilişkisini devam ettirebilecek, fakat meclis görüşmelerine katılamayacağı gibi, oy da kullanamayacaktı. Yunus Nadi, Cumhurbaşkanına getirilen bu kısıtlamalara karşı çıkmıştı. Bazı üyeler ise meclis dışından da Cumhurbaşkanı seçilebilmesinin yararına değiniyorlardı. Ne var ki, bu öneri yerinde görülmeyecek ve Cumhurbaşkanının dört yılda bir meclisçe ve meclis üyeleri arasından seçilmesi uygun görülecektir. Oysa Hakkı Tarık Us, Cmhurbaşkanının meclisteki görüşmelere katılmasından ve oy da kullanmasından yanaydı. Diğer yandan, gerekirse Cumhurbaşkanının hükûmete başkanlık edebileceği kabul edilecektir. Ancak gerektikçe meclise de başkanlık edebileceğine yönelik öneri kabul görmemişti.
Cumhurbaşkanının meclisten geçen yasa tasarılarını veto edebileceğine hüküm de epey tartışma yaratmıştı; güçler birliği ilkesinin bu suretle göz ardı edildiğini belirten üyeler, meclisin ikinci kez üçte iki çoğunluk bulmasını öngören bu yöntemin doğru olmadığı kanısındaydılar. Feridun Fikri Bey, meclisin yasama yetkisini kısıtlayan bu veto yetkisine karşı çıkıyordu. Nitekim eleştiriler ciddiye alınacak ve Cumhurbaşkanının bugün olduğu gibi yasa tasarılarını ikinci kez görüşmek üzere meclise yeniden iade etmesi uygun görülecek; yalnız meclisin belirli bir çoğunluk aranmaksızın tasarıyı yeniden onaylaması halinde Cumhurbaşkanının tasarıyı onaylamak zorunda kalacağına hükmedilecektir.
Başkumandanlık yetkisinin Cumhurbaşkanına verilmesini öngören madde de hayli tartışma yaratmıştı: Bu maddenin Atatürk’ün özel durumu göz önüne alınarak hazırlandığını belirten bazı üyeler, gelecekte yani Atatürk’ten sonra onun yerine gelebilecek sivil Cumhurbaşkanları da olabileceğini belirterek, başkumandanlık yetkisinin sivile bırakılamayacağını ileri süreceklerdir. Sonunda Recep Peker’in önerisi olan, başkumandanlığın meclisin manevî şahsiyetinde bulunduğu, ancak Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunduğu yolundaki hüküm kabul görecektir.
KADINLAR DA TÜRK MÜDÜR?
Milletvekili seçilme hakkını içeren ilgili madde görüşülürken, birdenbire gözden kaçan küçük bir ayrıntı gündeme geldi; madde, otuz yaşını dolduran her Türkün milletvekili seçilebileceğinden söz ediyordu. Bir milletvekili kadınların da böylece milletvekili seçilebileceğinden söz edince, çünkü kadınlar da Türktüler, tartışma açıldı. Feridun Fikri Bey, zaten amacın da bu olduğunu, kadınların da oy kullanacaklarını söyleyince, bazı üyeler, bu görüşü desteklemekle kalmadılar, ayrıca anayasanın ilgili maddesi gereğince ortaya çıkacağını umdukları seçim yasasında bu durumun gerçekleşeceğini de belirttiler. Hatta komisyon görüşmeleri sırasında da bu konuya değinilmişti; ancak konunun seçim yasasıyla ilgili olduğu söylenmiş ve bu konuda çoğunluk oyu oluşmuş olduğundan, anayasa maddesi bu şekilde kaleme alınmıştı. Fakat başka üyeler aynı görüşte değillerdi ve Recep Peker söz alma gereğini duymuştu. Peker’e göre, bazı ifadelerden kadınların Türk tanımı içinde yer almayacakları gibi bir yoruma gidilebileceğinden endişe ediyordu. Böyle bir görüş ya da değerlendirme tutanakta yer alırsa sakıncalı olurdu. Bir öneri de maddenin kadın-erkek her Türk şeklinde kabulü yolundaydı. Anayasa komisyonu başkanı Celâl Nuri Bey ise, kadınların gelecekte oy kullanmasından ve milletvekili dahi seçilmelerinden yana olduğunu açıklıyor, ancak bunun sırasının henüz gelmediği gibi bir düşünce ile olsa gerek, maddenin “her erkek Türk” olarak değiştirilmesini istiyordu. Nitekim kadın-erkek her Türk şeklindeki değişiklik önerisi reddedilecek ve Peker de, “kadına hak vermediniz; bari alkışlamayın yahu” diyerek, önerinin reddini protesto edecektir. Madde “her erkek Türk” olarak değiştirilmişti!
Sıra yemin metnine gelince
Milletvekillerinin yemin metninde Cumhuriyet esaslarına sadakat de bulunuyordu; fakat bu yeterli bulunmamış olacak ki, milletin kayıtsız şartsız egemenliğine karşı bir amaç izlenmeyeceğine ilişkin bir cümlenin de yemine eklenmesi önerisi kabul edilecektir.
Türkiye kelimeleri Türk olarak değiştirilsin mi?
MERSİN milletvekili Niyazi Bey, yasada yer alan bütün Türkiye kelimelerinin Türk olarak değiştirilmesini istemişti. Niyazi Bey, sadece bunu önermekle kalmamış; Türkiye sözcüğüne de karşı çıkmıştı. Türkeli demek daha uygun olurdu. Türkiye kelimesi İtalyancadan geliyordu ve Arapçaydı. Ancak önerisi reddedilecektir.
Bakan yardımcıları istemiyoruz!
ANAYASA önerisinde bakan yardımcılıkları kurulması isteniyordu; hatırlanacağı gibi, 12 Eylül’deki son anayasa değişikliği ile bugün de bu ilkeye geri dönülmüştür. Fakat bakan yardımcılığı kulağa pek yeni gelen bir öneriydi; o zamana kadar hiç uygulanmış da değildi. Bu bakımdan itirazlar yoğun olacaktır: Hele milletvekillerinin de bakan yardımcılığı yapabileceğini öngören anayasa önerisi iyice yabancı gelmişti. Bakan yardımcılığının tamamen kaldırılması da istenmişti. Karşı görüş, bu uygulamanın “adam yetiştirme” noktai nazarından yararlı olacağı yönündeydi. Anlaşılan bakan yardımcılığı bir nevi çıraklık olarak görülmüştü ya da anlaşılmıştı. Gerçi anayasa önerisinde bakan yardımcılığı değil, muavinlikten söz edilmişti, fakat bunun pratikte ne anlama geleceği belirsiz gibiydi. Kimisi de öneriyi tamamen farklı anlamıştı; bazılarına göre, muavinden kasıt müsteşardı, hatta siyasî müsteşardı. Bir nevi bakanlık işlerinde bakana siyasî bakımdan da yardımcı olacak kişi. Nitekim Celâl Nuri Bey de bu yorumu anayasa komisyonunun da benimsediğini belirtecektir. Bakan yardımcılığı ya da siyasî müsteşarlık önerisi reddedilecektir. Fakat aradan on yıldan fazla zaman geçtikten sonra 1937 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle siyasî müsteşarlıklar yeniden gündeme gelecek ve bu kez üzerinde hiçbir tartışma açılmaksızın kabul de edilecektir. Aradan çok kısa bir süre geçtikten sonra ise İnönü’nün Başbakanlıktan ayrılmasından sonra bu madde yeniden değiştirilecek ve siyasî müsteşarlık kurumuna son verilecektir. Uygulama sadece birkaç ay sürebilmişti!
Meclis süresini uzatabilir mi?
GENELLİKLE hatırlanmaz, fakat 1921 anayasasına göre meclis sadece iki yıl için seçilmişti; bu nedenle 1923 seçimi sonucunda oluşan meclisin ömrü iki yılla sınırlıydı; oysa şimdi anayasa yeniden yapılıyor ve meclisin süresi dört yıla çıkarılıyordu; peki o zaman bu meclis iki yıllık mı olacaktı, yoksa yeni anayasaya göre dört yıl mı hüküm sürecekti sorusu da tartışmalara neden olacaktır. Bazı üyeler, dört yılın etik olarak da, siyasî olarak da doğru olamayacağı kanısındaydılar, onlara göre dört yıllık meclis ancak anayasanın kabulünden sonra gelecek olan yeni meclis olabilirdi, kendileri sadece iki yıl için seçilmişlerdi. Aksi hâkimiyeti millîyeye tecavüz olurdu. Meclis kendi kendine süresini uzatamazdı. Celâl Nuri Bey ise, ortada bir tavır takınıyor ve meclisin isterse iki sene sonra erken seçim kararı alabileceğini belirtiyordu; karar meclisindi. Nitekim yapılan oylamada meclisin süresinin dört yıl olarak kabul edilmesi üzerine meclisin de bu süreyi tam olarak kullanmasından yana bir tavır ortaya çıkınca; meclisin yegane bağımsız milletvekili olan Gümüşhane milletvekili Zeki Bey, “ne oldu hâkimiyeti millîye yahu” diye soracaktır.
Yazarlar
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.02.2016
3.02.2016
26.03.2016
19.03.2016
13.03.2016
5.02.2016
28.02.2016
20.02.2016
13.02.2016
7.02.2016