Cemil KOÇAK
Solun Kemalizm ve milliyetçilikle sınavının pek de parlak sonuçlar verdiği söylenemez; ancak bu ilişkinin derinine inilmeden hüküm vermek de kolaycılık olur; günümüzde yaşananları analiz etmeden de olmaz.
TÜRKİYE’DE sol düşünce, daha spesifik olarak Marksizm, pek çok değişik ideoloji gibi dışarıdan ithal edildi. İkinci Meşrutiyet’ten sonra, fakat esas olarak birinci dünya savaşı sonrasında ve savaş yıllarında ilk solcu gruplar ve fikirler belirgin şekilde ortaya çıktı ve İttihatçı soldan Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) oluşumuna kadar geniş bir yelpaze içinde yer aldı. Türkiye’de Marksist sol büyük ölçüde TKP ile belirlendi. Oluşum, millî mücadele içinde ortaya çıktığından başından itibaren anti-emperyalist söylemi öndeydi. Bu bakımdan Mustafa Kemal’in Anadolu’daki başarılı direniş hareketini destekledi ve içinde yer aldı. Her ne kadar Mustafa Kemal, kendi hareketini bu gruplardan başarıyla ayırt etmiş ve sonunda Anadolu’daki sol grupları tasfiye etmiş olsa dahi. Bu sırada solun bir başka önemli düşüncesi, Ankara’nın Moskova ile yakın ilişkilerini daha da geliştirmesi ve Türk-Sovyet dostluğuna verdiği önemdi. Bu bakımdan Atatürk’ün dış politikası, özellikle de Moskova ile yakın ilişkileri sol tarafından desteklendi. Solun bir başka destek noktası, modern Türkiye’de Kemalist dönem olarak tanımlanan ve Atatürk tarafından gerçekleştirilen modernleşme atılımıydı. Sol, bir yandan Kemalist iktidarı emekçilere karşı aldığı sert tutum dolayısıyla kibarca eleştirmeye devam etmiş olsa da, aynı zamanda onu gerek dış ve gerekse iç politikada büyük ölçüde destekledi.
Tek-parti döneminin sosyalistleri
Solun kendi jargonu içinde burjuva iktidarına karşı içinde bulunduğu bu açmaz, onun Kemalizm ile ilişkisini derinden etkiledi. Sol, adeta Kemalizmin gönüllü destekçisiydi. Hatta TKP’den ayrılan bazı entellektüeller, Kemalizmin ideolojik yapılanmasında yer almak istediler ve 1930’lu yıllarda Kadro dergisinde bunu yapmaya çalıştılar. Amaçları, nispeten erken bir tarihte bir üçüncü dünya ülkesinde gelişme ve kalkınma sorunlarına teorik ve pratik çözüm yolları bulmak ve Kemalizmi solla ve hatta Marksizmle buluşturmaktı. Bu çizgi, sol-Kemalizm olarak bugün de Türkiye’de sürmektedir; hayli marjinalleşmeye başlamış da olsa. Türkiye’de sol, tek-partili diktatörlük döneminde yasa dışına itilmişti. Toplum ölçüsünde de görünür değildi. Siyasette hiç etkisi yoktu. Kendi içine kapanmış, dar bir grup hareketiydi; yasa dışı çalışma koşullarında hiçbir ilerleme kaydetmemişti. Attila İlhan’ın O Karanlık’ta Biz romanı bu dönemi içeriden anlatması bakımından da dikkate değerdir.
60 sonrası sosyalistler
Eğer küçük kesintileri bir yana bırakacak olursak, Türkiye’de solun ve Marksizmin yeniden siyaset alanına çıkışı ancak 1960’lı yılların başlarında, ama özellikle ikinci yarısında olabildi. 1945/1946 dönemecinde sol, rejimin yumuşamaya başlamış olan kabuğunu kırabilmek amacıyla epey çaba harcamıştı; ne var ki 4 Aralık Tan matbaası saldırısına ek olarak DP’nin solla kısa süren flörtünün sona ermesi, 46 sendikacılığı ile başlayan ve bu sırada kurulan yeni sosyalist partilerin hareketlendirdiği alan, sıkıyönetim tarafından önlendiğinde; sol sarsıldı ve yeniden eski kabuğuna geri döndü. TKP’nin legale çıkış çabaları çabuk söndü. Üstelik epey de zayiat verildi; bir de yeni dönemin soğuk savaş koşullarında hayli ses getiren anti-komünizm, ülkedeki sosyalist olsun olmasın bütün sola yakın entellektüel ortamı zehirlediği gibi, kıyıda köşede kalmış bütün diğer aydınları da bulundukları yerden kopardı ve sürükledi. Elbette özellikle üniversite tasfiyelerini kastediyorum. Bir anlamda bütün pozisyonlar yitirilmişti.
60 sonrasında sol, eski geleneğini büyük ölçüde sürdürdü ve Türkiye’nin geçirmiş olduğu tarihsel sürecin bu aşamasında kendisini Kemalizm’den çok da ayırma gereğini hissetmedi. Eğer daha çok işçi sendikalarına dayanan Türkiye İşçi Partisi’ni bir kenara bırakacak olursak, solun geniş kesimi kendisini sadece devrimci, sosyalist ya da Marksist olarak değil, ama aynı zamanda Kemalist olarak da tanımlıyordu. Sosyalizm ile Kemalizm arasında aşılmaz duvarlar olmadığı, dönemin sol hareketlerine derin bir şekilde yansımıştı. Bu görüş, solun önemli kısımlarını ordu ile ittifak arama uğraşı içine soktu, böylece sadece ideolojik değil, fakat siyasette de devletçi, milliyetçi, Kemalist damarlar solun içinde geniş şekilde yer aldı. Gerçi 12 Mart 1971 askeri darbesi, bu düşünceleri sendeletti, fakat tamamen yıkamadı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi ise, solun Kemalizm ile flörtünü ve aşkını derinden yaraladı. Bunun tek yanlı bir aşk olduğu gerçeği yaygınlaştı.
Eski sosyalistler Atatürkçü olurken
Yine de bu aşkın sona erdiği söylenemez; hatta yeniden alevlendi: Sosyalizmin yıkıldığı ve Türkiye’de özellikle ezildiği bir dönemde, sosyalistler ya da genel olarak solcular, kendilerini kabarmakta olan bir karşı-devrim dalgası karşısında hissettiler. Bu dalga 90’lı yıllardan beri çığ gibi büyümekteydi ve 2000’li yıllarda iktidarı tamamen ele geçirmişti. Tek mücadele yöntemi olarak, geride kalan solun büyük kısmı laiklik mücadelesine odaklandı. Bu Kemalizmden geriye kalmış neredeyse yegane kale idi. Elbette bu gelişme sadece Türkiye’ye özgü olmadı; aksine bütün dünyada sosyalizmin çöküşü benzer gelişmelere neden oldu. Eski sosyalistler birdenbire Marksizmin ardından geriye kalan Leninci anti-emperyalizme sarıldılar. Artık yeni bir dünya, sosyalist ya da komünist bir ütopya kalmamıştı; var olan tecrübe yığınların gözünde hiç de ikna edici değildi. Sistemin dışarıdan müdahale olmadan adeta içten kendiliğinden kumdan kale gibi eriyip çöküşü, bütün geleceğe yönelik iddiaları ve ümitleri ortadan kaldırdı. Milliyetçi eğilimler pek çok yerde eski sosyalistleri esir aldı.
Bundan sonrası siyasetin alanını ilgilendirdiği kadar psikolojinin de alanına giriyor. Tek tek eski sosyalistler bu gerçeği farklı şekilde algıladılar. Türkiye’de pek çok eski sosyalist, 90’larda kendi dünyasına çekilmeyi tercih etti. Onlar, eski güzel günlerin anılarıyla eski dünyalarında, ama gerçek olmayan bir hayatı tercih ettiler. Bu hayat, hayli depresif ve sahte olsa da. Buna oldukları yerde kalmak adını verseler de, gerçekte uzaklaşan bir trene arkadan bakarak, artık var olmayan bir istasyonda hiç gelmeyecek bir treni beklemekti yaptıkları. Ne de olsa büyük yenilgiler ve hayal kırıklıkları hayatlarını ortadan biçmişti. İkiye parçalanmış, ayrılmış bir gerçeklik duygusu trajedilerini oluşturdu denilebilir. Bu trajedinin kaynağı, ontolojik açıklama ihtiyacıydı; varoluş nedeni ve varlığını sürdürme gerekçesi bir anlamda kalmamıştı; ama ona şiddetle ihtiyaç vardı. Genellikle bu trajedinin kişisel yansımaları hayli dramatik sonuçlar verdi. Eski alışkanlıklar yeni dünyaya uymuyorsa; alışkanlıklar terk edilmek yerine, gerçeğin terk edilmesi, bu varoluşu yeniden mümkün kılabilirdi; nitekim öyle de oldu. Bundan ötesi kişisel dramlar iken; siyaseten komediye dönüştü.
Gerçekte sol kendisini Türkiye’de evrensel anlamıyla ne kadar gerçekleştirebilmişti sorusu bir yana; günümüzde toplum üzerinde hiçbir etkisinin kalmamış olması da, solun dramatik yönünü hayli artırdı. Hiç olmazsa 80’e kadar yaklaşık on beş yıl boyunca toplum üzerinde kurmuş bulunduğu ideolojik ve siyasî ağırlığını yitirmesi ve bunu bir daha asla kazanamayacağını hissetmesi, bu alandaki bütün grupların benzer bir oluşum içine girmesine neden oldu. Kaybedilenler bir yana; hala kaybedilebilecek şeyler vardı! Bu, Türkiye solunun içinde soluk alıp verdiği alandı; Kemalizm de yitirilirse, nefes alınabilecek hiçbir alan kalmayabilirdi. Bu duygu ve düşünceler, Türkiye solunun eski refleksini olduğundan hayli kalın ve sert bir şekilde yeniden görmemizi sağladı. Kemalizm, sol açısından milliyetçilik, laiklik çizgisinde modern hayat anlamına gelmeye başladı. Siyaset dünyasındaki ve ideolojik alandaki sıkışmışlık, gerçekte varoluş sorunu olarak görüldüğünden, yaşama alanını koruma ve mümkünse genişletme mücadelesine dönüştü. Şehirli orta sınıfların önemli kesiminin, iyi meslek sahiplerinin, kendilerini güvende hissetmeyen bütün grupların AKP’ye karşı tek ortak noktaları aslında bu sıkışmışlık duygusuydu ve gerçekte 28 Şubat’tan bu yana neredeyse son on beş yıldır, bu duygu, aynı zeminde yaşayan eski ve yeni sosyalistleri de içine aldı. O eski sosyalistler ki, kitleyi yönlendirmeleri gerekirken, birden bire ve kolayca kitlenin peşine düştüler. Çok sayıda eski sosyalist kendisini hala sosyalist olarak görüyor olsa da, aslında Kemalizmin milliyetçi, devletçi ve laik çizgisine razı oldu. Yeter ki, bu çizgi de yitirilmesindi. Sosyalizm Kemalizmin bir çeşit desteği oldu; eski gelenek uyarınca. Ona düşen yeni yapılanmanın ideolojik temelini yaratmaktı; eskiden olduğu gibi; mesela Kadrocuların yaptığına benzer şekilde. Ama siyaseten öne çıkmaları mümkün değildi; çünkü bu yerlerin gerçek sahipleri vardı. Eski sosyalistler buna razı oldular; muhtemelen soran olursa, sosyalist jargonda taktik icabı bir ittifaktan söz edeceklerdi. Yol arkadaşları zamanı geldiğinde trenden inecekler ve onlar muzaffer devrime tek başlarına yol alacaklardı. Bu türden eski sosyalist yaklaşımların yıllar önce verdiği sonuçları sanki hiç olmamış gibi yinelemek de trajediyi komediye çeviren bir başka yöndü.
Karanfillerin anımsattığı
- BİR zamanlar bir başka dava adına ölmüş olan gençlerden geriye kalanların bu davayla hiçbir ilgisi olmayan bir başka davanın temsilcileri olarak meclise katıldıkları sırada eski yoldaşlarını bu aşamada yakalarındaki karanfillerle anmış olmaları trajiktir. Eğer eski davalarının siyasî sonucu olarak toplumdan aldıkları destekle meclise gelebilselerdi, o takdirde bu karanfillerin bir anlamı olabilirdi; oysa aksine kendi eski davalarına hiçbir şekilde toplumsal destek yokken, bambaşka bir davanın tabanının temsilcisi olmaları, eski davalarının aslında tamamen tarihe karıştığının acı bir itirafı olarak da kabul edilebilir. Bambaşka bir davanın temsilciliğine soyunmak da, aslında varoluş meselesine bir açıklama getirmek için beşerî bir ihtiyaç olmakla birlikte, politik olarak yolun sonunun sembolik bir anlatımından öteye geçemez. Kendilerine ait olmayan ve hiçbir zaman da olmayacak bir davanın destekçisi olmak, eski sosyalistler açısından olsa olsa emeklilik döneminin yeni bir oyuncağı olabilir. Siyasî bakımdan kendilerine ait olmayan bir davaya elbette hiçbir katkılarının olması mümkün değildir. Bir an için geriye dönüp hatırlayarak düşünmelerini isterdim; gençliklerinde kendi örgütleri dışarıdan gelen önerileri ne ölçüde kabul etmişti de, şimdi dışarıdan kendilerine ait olmayan bir silâhlı örgüte tavsiyelerini dinletecekler? Boş bir çaba. Eski sosyalistler zamanında mesela bir başka sosyalist gruptan gelen öneri ve tavsiyeyi dikkate aldıklarını hiç hatırlıyorlar mı? Kendilerinin zamanında yapmadığını şimdi başkalarından talep etmek pek de anlamlı gelmiyor bana. Milliyetçilik başka bir şeydir; sosyalizm bambaşka bir şey. Dramatik bir gençlikten sonra eski sosyalistleri trajik bir emeklilik çağı mı bekliyor yoksa? Ama zaten romanlar ve filmler bunun için değil mi?
Eski sosyalistler ulusalcılığı seçerken
EVET, eski sosyalistlerin çok büyük bir kısmı adeta kitle halinde Atatürkçülüğün son versiyonu olan ulusalcılığa yöneldi. Sol sadece yenilgiyi kabullenmekle kalmadı, ideolojik olarak da çöktü. Söyleyebileceği hiçbir şey kalmamıştı. Oysa yenilgiyi kabul etmek de bir erdemdir. Tarih boyunca yenilenler hep olmuştur; bazıları yenilginin ağırlığı altında çökmüş, bazıları da yenilgiyle yaşamayı öğrenmiştir. Yenilgiyle yaşamayı öğrenmek güçtür, ama gereklidir de. Türkiye’de eski sosyalistler bunu başaramadılar. Yenilginin verdiği olgunluğu gösteremediler. Yenilgi hissini alt edebilmek için eskiyle olan ilişkilerini gözden geçirmeyi reddettiler; her grup kendi tarihini ve önderini tabulaştırdı. Bu grupların en büyük özelliğinden biri, kendi grubu dışındaki her şeyi kolayca ve acımasızca eleştirebilmesi; fakat buna karşılık kendisine yönelik hiçbir itirazı ve eleştiriyi kabullenememesidir. Efsanelerden kurulu bir tarih yaratmak, bu tarihle sarmaş dolaş yaşamak, eskiye ait ne varsa sorgusuz sualsiz inanmak, bütün bunlar eski sosyalist grupların ortak özellikleri olarak yaşamaya devam ediyor. Dramın asıl yönü de buradadır. Dünyaya eleştirel bakmanın ön adımı olan bir ideolojik yapılanma, kendisine karşı sadece inanç temelli yaklaşabiliyorsa, bu, trajedinin bir başka boyutudur artık.
Milliyetçiliği tercih eden eski sosyalistler
Atatürkçülüğü ya da ulusalcılığı fazlasıyla sıradan bulan epey miktar eski sosyalist de boşlukta kaldı. Gidilebilecek hiçbir yer kalmamıştı. Yeniden işe başlamak eski sosyalistlerin yaşları itibariyle hem yorucu hem de imkânsızdı. Emeklilik çağına gelmiş ya da hızla yaklaşmakta olan eski sosyalistlerin sabırları da, zamanları da kalmamıştı. Bu bakımdan etraflarına baktıklarında yegane direniş odağı olarak Kürt milliyetçiliğini gördüler. Gerçi milliyetçi hareket ile sosyalist hareket, en azından teorik olarak pek bağdaşamazdı; fakat acil pratik gerekçeler, bu türden kâğıt üzerindeki çelişkileri göz ardı etmek için yeterliydi. Bu nedenle geride kalan eski sosyalistler; önce eskilerden kalan ve ruhlarında ve duygularında hala çiçeklenmeyi bekleyen silâhlı örgüt, yasa dışı çalışma gibi eğilimlerini tatmin edebilecekleri bir alan bulmuş oldular. Ama bu alanı onlar yaratmamışlardı; bir zamanlar silâhlı örgütü olanlar, karşılarında buldukları bir başka silâhlı örgütü, kendilerinin devamıymış gibi algılamayı ve görmeyi tercih ettiler. Analizler çabucak eski günlere geri döndü. Devletin şiddetine, haksızlığına, zulmüne karşı romantik bir silâhlı mücadele ve direniş günlerine nihayet yeniden geri dönmek mümkün olabilir miydi acaba? Belki, fakat en azından bu onların savaşı değildi artık. Sosyalistlerin savaşı çoktan bitmişti bile; geriye sadece Kürt milliyetçiliğinin çok daha farklı bir gelenekten aşırıp getirdiği bir silâhlı direnişi vardı; üstelik çok farklı dünya ve Türkiye koşullarında bu hareketin gerekliliği bile tartışma ortamında iken. Her örgüt kendisine dışarıdan destek verebilecek taktik anlamda yandaşlar bulmak ister; genellikle de bulur. Türkiye’de yaşı hayli ilerlemiş eski sosyalistler de, Kürt milliyetçiliğini devrimci bir hareket olarak algılamayı ve görmeyi tercih ettiler. Geçmişteki pek çok yanlış ve temelsiz analize bir katkıda daha bulunmak istermişcesine. Kürt milliyetçiliği de, her milliyetçilikte olduğu gibi, kendi millî kimliğine dokunulmamak kaydıyla, karşısındaki bütün milliyetçiliklere karşı hayli eleştirel davranabiliyordu ve eski sosyalistler açısından bu durum, silâhlı örgütün devlet karşısındaki eleştirel tutumunu yansıtıyordu. Bu bakımdan eski sosyalistlerin bir zamanlar olsun, hali hazırda olsun kendi tarihsel ve siyasî geçmişlerine yönelik efsaneleriyle birlikte tabularına karşı körlükleri, silâhlı örgüt için de geçerli olduğundan, alışılagelmiş bir dünyada kendilerini rahatsız hissetmediler. Bugün kendilerini hala solcu ve sosyalist sayan milliyetçilere, gerçekte sadece milliyetçi olduklarını acaba kim söyleyecek? Dünyaya sınıf açısından bakmayan bir sosyalist nasıl mümkün olabiliyor acaba? Marksizmin bütün temellerini çatlatıp, oradan Kemalist ve milliyetçi bir oluşum yaratmak isteyenler, anti-emperyalizm teorisinden hareketle pratikte bütün bayağı diktatörlerin ve diktatörlüklerin destekçisi haline geldiler. Bir zamanlar Pol-pot rejimini devrimci çizgi olarak görenlerin bugün Kaddafi’yi ve Esat’ı emperyalizme karşı savaşan kahramanlar olarak görmeleri, hep bu şaşı bakıştır. Aslında tutarlı olmak isterlerse, bugün El-kaide ile Talibana neden katılmadıklarını açıklamalarını beklemek hakkımızdır. Günümüzün Che’sinin geçende cesedini denize attılar! Bu grupların neden anti-emperyalist ve Amerikan düşmanı bu akımlara destek vermedikleri açıklanmaya gerçekten muhtaçtır. Mesela İran da maşallah dimdik ayakta durmakta, fakat ilgi görmemektedir. Lâkin ben kimseyi merakta bırakmayayım; laik olmadıkları ve İslamî olduklarından olmasın sakın!
Yazarlar
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.02.2016
3.02.2016
26.03.2016
19.03.2016
13.03.2016
5.02.2016
28.02.2016
20.02.2016
13.02.2016
7.02.2016