Halil BERKTAY
Herhalde hayatımın en kötü günüydü. Hayır, ne 12 Mart’ta yakalandığım ve işkence gördüğüm dönem; sonrasında Mamak. Ne, çok genç yaşında babamı, sonra annemi yitirişim. Ne de, zamanında ne kadar zor gelmiş olursa olsun, sona eren birkaç aşk ve ayrılık.
Hep aklım o uğursuz 19 Ocak 2007’ye gidiyor. Korkunç tesadüf, tam o sabah bir aylığına ders vermek üzere Michigan’a uçmaktayım. Aktarma var; Amsterdam havaalanından Tülay’a telefon ediyorum; rutin şeylerden söz ediyoruz. On saat sonra bu sefer Detroit’e indiğimde, ağlamaktan gözleri kızarmış bir Fatma Müge Göçek. Bütün sözcüklerin ansızın tükenişi. Hayır, gerçek olamaz, gerçek bu değil. Neredeyim, ayda mı? Ann Arbor yolunda duygusuz, bitmek bilmeyen mısır tarlaları.
Altı yıl geçti. O gün ve sonraki günler, galiba çok yaşlanmışım. Havadan sudan konuşamaz oldum. Bir Ölümün Gölgesinde kaldım. Uzun süre böyle yaşadım. Böyle de yazmak istiyordum, aynen bu başlıkla. Hepsi neredeyse bitmiş altı bölüm, altı makale. Duruyor. Elim gitmedi. Tamamlayamadım.
Şimdi anmak, anlamak, anlamlandırmak ve bir yerden sonra da rahat bırakmak. Unutmamak ve unutturmamak. Asla. Ve aynı anda tarihselliğini kabullenmek; çok çekiştirip yormamak.
Hayatı ve ölümüyle, 21. yüzyılın şafağında Türkiye’nin değişmesine herkesten fazla katkıda bulundu. Bazen toplumlar isteriye kapılır. Esen rüzgâr çoğunluğu sürükler; ayak diremek zorlaşır. 1964-1969’da ABD’de, “haklı da haksız da olsa ülkemin yanındayım” (my country, right or wrong) demeyip Vietnam savaşına karşı çıkan bir gençlik vardı. Ben de karşıydım ve o gösterilerde vardım ama benim için daha kolaydı, çünkü Amerikalı değildim. Hep düşünürüm; 1912’de Atina veya Sofya’da, marşlar çalınır ve genç kızlar “millî dâvâ” (Büyük Yunanistan veya Büyük Bulgaristan ideali) uğruna Osmanlı ordularıyla savaşmaya giden genç askerlere çiçek atarken, milliyetçilik karşıtı (belki liberal, belki sosyalist) bir Yunan/Bulgar aydını olarak, ne yapardım acaba? Ya da 1914’te aynı sahneler İngiliz, Fransız ve Alman kasabalarında tekrarlanırken? Ya da çılgın kalabalıklar Sieg, Heil! diye haykırır; İstiklâl Mahkemeleri ortalığı kasıp kavurur; Moskova duruşmalarında grup grup eski Bolşevik işkence altında alınmış ifadelerle idama yollanır; Sovyet fabrikalarından trenler, üretim kotalarını dolduramamanın “karşı-devrimcilik” olduğu gerekçesiyle Gulag’a kalkarken?
Kipling. If you can keep your head while all about you / Are losing theirs and blaming it on you (Bir sen şuurunu koruyabilirsen, etrafındaki herkes / Aklını yitirir ve kabahati de gene sana bulurken).
Hrant Dink öncelikle buydu işte; dar anlamda Ermeni sorununun adamı değildi; her durumda akıntıya karşı kürek çekebilen evrensel bir muhalif aydın tipinin, 1990’lardan 2000’lere giderken ulusalcılık hezeyanları içinde kasılan, çırpınan Türkiye’deki karşılığıydı. Tersten söylersek, “kendi” sorununu benzer sorunlarla birleştirip rezonansa sokabildiği içindir ki, sırf mağduriyet üzerinden değil, çok daha derin ve çok-katmanlı bir empati kuruyor; yerelden evrensel bir söyleme yükseliyor ve kendini her yerde dinletebiliyordu. Yaşarken, o son derece özgün, benzersiz sesinin sırrı buydu. O sese, hepsi değişik önyargıları içinden zorlanarak da olsa, Türklerin, Ermenistan’ın ve Batı’daki Ermenidiaspora’sının kulak kabartmasının sırrı buydu. Ve sonra ölümünün sesine koşmamızın sırrı buydu.
Dürüstlüğü ve pek örneği olmayan yüksek ahlâkıyla karınca ezmez Hrant Dink, yeni çağın bağımsız, her yönde eleştirel aydınlarının öncüsü ve en saf, su katılmadık bir haklılığın simgesi oldu. Onyıllar boyu uğradığımız bütün adaletsizlikler ve 20. yüzyıldaki bütün yenilmişliklerimizin âhı, geldi Hrant’ta ve ölümünde toplandı. Hepimiz onda (bir parçamızla) kendimizi gördük. Cenazesi bu yüzden herkesi birleştirdi; sathın altındaki sivil Türkiye’nin en büyük protestosu, gelmiş geçmiş en muazzam ırkçılık ve milliyetçilik karşıtı gösteri, ulusalcılığı mânen yıkan tek ve biricik kitle hareketi oldu.
Burada bir tehlike de var kuşkusuz yeni bir kutsallık yaratmak. Hrant’ı bölüp parçalamak; kâh o kâh bu yöne çekip, belirli bir duruş veya başka bir duruşa olduğundan daha fazla yaklaştırmaya kalkmak. Ve/ya, ondan, adını bile anmaksızın, şimdiden gizemli, afsunlu bir tavırla “rahmetli” diye söz etmek. “Rahmetli, şunu isterdi, bunu isterdi.” Yaşamaya devam eden bizlerin, bugün, şimdiki somut koşullarda almakla yüzyüze geldiğimiz bazı kararlara âdeta bir “vasiyet argümanı” eklemek: “Bu, en çok istediği şeydi rahmetlinin.” Diyelim ki önüme bir metin geliyor, imzaya açılmış, faraza Türk inkârcılığının yeni bir tezahürünü protesto etmeye dair. Bakıyorum, bir güncel gerekçesi var, bir de “rahmetli isterdi” gerekçesi. Bana güncel gerekçesi yeter; diğerini istemiyorum. Tabii bunu yazan,”Atatürk yaşasaydı” veya “Lenin yaşasaydı” örneklerinden bildiğimiz gibi, kendini ufak ufak “rahmetlinin halifesi” ve “onun ne istediğini en iyi bilen kişi” yerine koymaya da başlıyor.
Brecht’in enfes bir şiiri vardır, Empedokles’in Pabucu diye. Hayat ve ölüm karşısında materyalist serinkanlılığın şiiridir. İlkçağ filozofu, Sicilya’nın Agrigentum kentinden Empedokles, yaşlılığında kendini Etna kraterine atmadan önce, bulunsun da ölümsüzlüğüne dair efsanelerin türemesini önlesin diye, sandallarından birini çıkarıp oracığa bırakır.
“Yıpranmış, deri, dünyevî” der Brecht. Hrant’ın da içinde vurulduğu eski, altı delik ayakkabıları, gerçekliğinin, yaşanmış insanlığının tanığı.
Yazarlar
-
Mehveş EVİNBu bir haber değildir: Türkiye, doğal alan kaybında birinci 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciFaizi MB’mi yoksa Adliye mi belirliyor? 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİİmamoğlu'na casusluk tutuklamasının akla getirdikleri 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇözümün kolaylaşması isteniyorsa… 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞHamdi Ulukaya (Çobani) en zengin Türkiyeli seçilmesi üstüne... 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZPKK’nın son açıklaması: Süreç devam ediyor, ama nasıl ? 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“İnsanın ümüğüne bu kadar çökülmez…” 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTrafik, yargı ve casusular 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFed mi, TCMB mi? Çetrefilli bir soru, ironik bir cevap 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Süreç’te yeni safha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselMerkez Bankası zor bir viraja girdi 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBürokrasi, tarımın gerisinde kaldı 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları


















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024