Halil BERKTAY
[20 Mart 2017] Tek el şaklamaz (it takes two to make a fight). Dünyada ve Avrupa’da siyaset darmadağın. Evrensel bir vizyon ve buna uygun bir liderlik sıkıntısı hâd safhada. Herkes kendi küçük çöplüğünde horoz kalmanın derdinde.
Bunun en son örnekleri gene Almanya’dan geldi. 18 Mart’ta iki şey birden oldu. PKK’nın bütün legal kolları ve uzantıları, Frankfurt’ta güya Newroz diye büyük bir miting düzenledi. Çok sayıda PKK bayrağı ve posteri taşındı, sloganları atıldı. Ana tema ise referandumda “hayır” oldu. Bu da hem PKK’nın Almanya’da “terör örgütü” sayılması, üstelik yakın zamanda bayrak ve sembollerinin sergilenmesinin Alman hükümetince tekrar yasaklanmış (veya yasaklı olduğunun tekrar tebliğ edilmiş) olması açısından, hem de AKP liderliğinin düzenlemek istediği “evet” mitinglerine izin verilmemesi açısından, herkese bir kere daha bu nasıl bir çifte standartlılık dedirtti.
Aynı gün, Alman dış istihbarat örgütü BND’nin (tam adıyla Bundesnachrichtendienst’in ya da Federal Haberalma Servisi’nin) başkanı Bruno Kahl’ın, Der Spiegel dergisine verdiği bir mülâkat yayınlandı. Kahl’ın, 15 Temmuz darbesinin ardında Gülen örgütünün olduğuna inanmadıklarını (Türk hükümetinin kendilerini buna “inandıramadığını”) söylediği görüldü. Kahl’a göre Gülen Cemaati (tam da görülmek istediği gibi) eğitim hizmetleri sunan “sivil bir dernekleşme”den ibaretti. Bu da, Almanya’nın FETÖ’yü sistematik olarak himaye ettiğine dair bütün diğer belirtilerin üzerine tüy dikti. BBC’nin son krizle ilgili hemen her haberinde, 15 Temmuz darbesinden sonra 100,000 kadar insanın devlet sektöründen çıkarılması, gözaltına alınması veya tutuklanmasını bilhassa Almanya’nın “şüpheyle” karşıladığı ve/ya “çok aşırı” bulduğuna dair cümleler yer almakta. Murat Yetkin de bugünkü Hürriyet’te çıkan yazısında kritik bazı bilgileri özetlemiş (bkz Ankara’da korkunç şüphe, 20 Mart 2017). Buna göre, Türkiye’ye dönmeleri emrini reddedip Almanya’dan sığınma isteyen TSK mensuplarının sayısı 40’ı buluyor. Haklarında Fethullahçılık şüphesine dayalı mahkeme kararları bulunan bir kısım polis şefleri ve istihbaratçılar da Almanya’da. Ayrıca, Ergenekon ve Balyoz dâvâları ile 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın sorgulanması girişiminde kilit rol oynayan Gülenci savcı ve yargıçlar da Almanya’da barınıyor (ve herhalde hepsi, kendilerini suçsuz, AKP’yi suçlu göstermekle meşgul). -- Bir yanda, Almanya’nın tavrına ilişkin bu tür ipuçları var; diğer yanda, Türkiye’deki 15 Temmuz dâvâlarının açıklanmaya başlayan belgeleri. Sadece “Çatı” iddianamesi hakkında, sadece Yıldıray Oğur’ın Türkiye ve Serbestiyet’te yazdıkları yeter. Kabul ederim ki basında bu tür sistematik okuma ve çözümleme çabaları çok nadir; hele bunlardan hareketle, dış dünyayı aydınlatmaya yönelik, bilgilendirici ve ikna edici (İngilizce, Fransızca, Almanca vb) yayınlar, galiba yok mesabesinde. Gene de BND’nin çok iyi Türkçe bilen ve hızla çeviren uzmanları vardır kuşkusuz. Dolayısıyla Bruno Kahl’ın söyledikleri, hele mevkiinin Şansölye Merkel ile ilişkisi düşünüldüğünde, şaşırtıcı ve ürkütücü bir önem kazanıyor.
Özetle, ben Alper Görmüş’ün gene bugünkü Alman istihbaratının çok şey söyleyen çıkışı yazısında ortaya attığı “iki ihtimal”i mevcut görmüyorum. BND’nin elindeki bilgilerin, 15 Temmuz’un ardında Gülencilerin olduğunu göstermediği (ya da Gülencilerin olmadığını gösterdiği?) kanısında değilim. Gerçekten ellerindeki bilgiyi çarpıtıp yalan söylediklerini düşünüyor, başka türlüsünü inanılır bulmuyorum. Biraz önce de değindiğim gibi, evet, Türkiye hükümetleri Batının kültürel kodlarına uygun, dolayısıyla kendini dinletebilir bir şekilde konuşmak ve derdini anlatmak kapasitesinden kronik olarak yoksun. 15 Temmuz sonrasında bile, ne darbeyi doğru dürüst anlatan yayınlar yapılabildi, ne de Gülen’in ve Gülencilerin nasıl başlayıp, kendilerine nasıl bir misyon peydahlayıp, hangi dönemeçlerden geçip, “dış çehre” ve “iç realite”lerini nasıl birbirinden ayırıp, adım adım nereye geldiğini. Oysa bu Cemaat zaten başlıbaşına çok garip, kendine özgü, (artık) Batı’da pek örneğine rastlanmayan bir ucube. Dolayısıyla Almanların, Fransızların, Amerikalıların bakıp da anlaması her halükârda çok zor. Bir de üzerine Türkiye’nin sakarlığı, acemiliği, iletişim özürlülüğü, bu işlere “elinin ve dilinin dönmemesi,” sırf kendi kendine konuşma ve “zaten imana gelmişlere vaaz vermeyi sürdürme” alışkanlığı (ya da, Batı ile kültürler-arası diyalog kurma kapasitesine sahip, faraza Mustafa Yeneroğlu benzeri iki üç insanının bile aynı işlevsiz ezberleri harfiyyen tekrarlamıyorlar diye “en öz hakikî reisçi”lerin saldırılarına hedef olması gibi acayiplikler) eklenince, konunun iyice içinden çıkılmaz bir hal almasını belki yadırgamamak gerek.
Ama bütün bunlar yetmez, yetmiyor, Bruno Kahl’ın samimiyet ve iyi niyetine inanmama. Bu mülâkat herşeyden önce istihbarat örgütlerinin ve bilhassa Alman istihbaratının alışılmış ketumiyetine, hattâ anonimliğine, çehresizliğine ters. Ne kadar ilginç, tam şu sırada, Türkiye ile Almanya (ve Hollanda) arasında bu kadar derin bir kriz sürerken, bir de BND başkanının ortaya fırlayıp (belki sessizce başarısını ummuş, belki başarısızlığına içten içe hayıflanmış oldukları) 15 Temmuz darbesinin ardında Gülencilerin olduğuna “inanmadıklarını” belirtmesi -- ve bu suretle, bir çırpıda Gülencilerin Türkiye hakkında söylediklerine inandırıcılık kazandırması! Şimdi bu nedir? Giderek tırmandırılan bir İslamofobi ve Türkofobinin yeni basamağı mı? Referandumda “evet” toplantılarına izin vermemekle başlayan krizde, temelde haksızken bir yolunu bulup üste çıkma çabası mı? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meydan okuyuşu ve özellikle (benim de hatâlı bulduğum) “Nazizm” suçlamasının intikamı mı? Almanya’nın (ve genel olarak Batının) ideo-politik cephaneliğinde Türkiye’ye karşı kullanılabilecek bu tür daha pek çok silâh bulunduğunun hatırlatılması mı? Yeni bir kuşatma ve taarruz dalgasının işaret fişeği mi?
İki komplo teorisi duyuyor, okuyorum bu son krizin başından, hattâ biraz öncesinden beri. İlki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batı ile çıkan her anlaşmazlığı kasten tırmandırdığı, bilerek özellikle sert bir dil kullandığı, çünkü Avrupa’yı ve Avrupalılığı, ya da Batı demokrasisinin normlarını ve etik bağlayıcılığını Türkiye toplumunun gözünde ve kalbinde tamamen değersizleştirmek istediği şeklinde. İkincisi bunun zıddı: İslamofobi ve Türkofobinin üstüste binmesi sonucu, Avrupa’da giderek çoğalan ve güçlenen kesimlerin de artık (mealen) “şu Türkiye’den bir kurtulsak da biz kendi kendimize kalsak” noktasına geldiği, bu yüzden olabildiğince itici ve aşağılayıcı davranmaya başladıkları şeklinde.
Uzun süre inanmadım, her ikisine de. Gene de, ayrı ayrı ele aldığımda, yani her birini tek başına düşündüğümde, bir yığın karşı-argüman bulabiliyorum, neden geçerli olmamaları gerektiğine dair. Ama ikisi bir araya geldiğinde, yani meselâ (i) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın (son günlerde de ısrarla sürdürdüğü) sert ve kırıcı, hırpalayıcı, düşmanlaştırıcı üslûbu, bu bağlamda “Nazizm” ve benzeri suçlamaları ile (ii) BND başkanının 15 Temmuz darbesinin ardında Gülencilerin olmadığı (= Türkiye hükümetinin bu konuda gerçek dışı şeyler söylediği?!) iddiası ve aynı zamanda (iii) Alman hükümetinin “evet” toplantılarını engellerken hem de PKK üzerinden “hayır” toplantıları ve gösterilerine izin verme tavrı birleştiğinde... Ya bu, yanıcı ve patlayıcı bir kombinezonsa? Ya, biri diğerini tahrik edip tetikliyorsa? Önce Batının (ii) ve (iii) benzeri tavırları, Türkiye’nin (i) tipi reaksiyonunu, sonra Türkiye’nin o (i) tipi reaksiyonu gene Batı’nın daha da keskin (ii) ve (iii)’lerine fırsat veriyorsa...
Nasıl çıkılacak, herkesi yutan ve aşağı çeken bu girdabın içinden? Nereye gitmekte olduğumuz; Avrupa’nın da Türkiye’nin de nereye gitmekte olduğu konusunda, o kadar serinkanlı olamıyorum artık. Herşeyin çivisi çıkıyor; bütün zeminler kayıyor; ülkeler, partiler, platformlar yer değiştiriyor. Katı görünen herşey buharlaşıp havaya karışıyor (all that is solid melts into air), Marx ve Engels’in, Marshall Berman’ın ünlü kitabının daha da popülerleştirdiği deyişiyle.
Geç Modernite ya da Post-Modernite, bize bunu da yaşatacakmış, demek.
Buna rağmen, bu karışık ve anlamanın, anlaşmanın zor olduğu ortamda dahi, ne kadar aykırı gelirse gelsin, şu Faşizm ve Nazizm meselesini yazmaya devam edeceğim...
Yazarlar
-
Nevzat CİNGİRTBürokrasi, tarımın gerisinde kaldı 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Süreç’te yeni safha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTrafik, yargı ve casusular 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞHamdi Ulukaya (Çobani) en zengin Türkiyeli seçilmesi üstüne... 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİİmamoğlu'na casusluk tutuklamasının akla getirdikleri 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBu bir haber değildir: Türkiye, doğal alan kaybında birinci 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“İnsanın ümüğüne bu kadar çökülmez…” 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZPKK’nın son açıklaması: Süreç devam ediyor, ama nasıl ? 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇözümün kolaylaşması isteniyorsa… 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselMerkez Bankası zor bir viraja girdi 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciFaizi MB’mi yoksa Adliye mi belirliyor? 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFed mi, TCMB mi? Çetrefilli bir soru, ironik bir cevap 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları










































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024