Halil BERKTAY
Ahmet Altan’ın 13 Mayıs Pazar günkü “Bizim solcular” yazısını okudum. Düşündüm; sanki ben aydan geliyorum. Tutuklanmadım, işkence görmedim, iki buçuk yıla yakın hapis yatmadım. Ömrümün büyük bir kısmını sola vermedim. O yüzden (mi), “duygusuzca” (mı) yazıyorum. Ve (duygusal değil) duygulu olmak, kalbi olmak, vicdanı olmak, insanın geçmişine hiç toz kondurmaması demek.
İyisi mi ben gene kaldığım yerden devam edeyim. Devlet hep tertip yapar, işte o dönem de yapıyordu (Ferdan Ergut’un bağlam dediği), öyleyse burada da tertip vardır –demekle olmaz. Bunu somut olarak göstermek gerekir.
(5) SONUÇTA, TERTİP NEYMİŞ ? HANGİ UNSURLARDAN İBARETMİŞ ?
Bu soru, iki ayrı tür arayışa yol açabilir. Birincisi, “Üçlü Blok” Saraçhane’den meydana girmeye çalışırken açılan ateş ve sonra bunun tetiklediği, meydanda(n) (havaya, etrafa, her yere, rastgele) açılan ateş üzerinde durulabilir. Kitlesel paniğe yol açan bu ateşin (a) önderlik anlamında ve (b) taban –bilfiil silâhın tetiğini çekmek anlamında sorumluları, sırf iyi niyetli, inandığına ne kadar yanlış olsa da inanmış, belirli durumlara hep belirli refleksleri veren (ve bu yüzden, ateş ediliyor diye ateş eden) solcular mıydı ? Ya da, aralarında şu veya bu ölçüde, o örgüte sızmış ajanlar da var mıydı ? Yani, (biri polis, kurşunla ölen toplam 3 kişi hariç) diğer 31 kişinin ezilerek ölmesine yol açan paniğin yaratılmasında, sol gruplara sızmış ajanların ateşinin, hem diğer solculara da ateş ettirtmek, hem toplam “ateş hacmi”ne eklenmek suretiyle, başlatıcı ve/ya büyütücü bir rolü oldu mu ?
Buna benim cevabım kısaca şöyle : pekâlâ olmuş olabilir; hattâ bir devlet tertibi olmuşsa esas böyle olmuştur diyor ve son tartışmada da, başından beri bunu söylüyorum. Ama bir, 35 yıl sonra bugün bunu ortaya çıkarmak, MİT ve kontrgerilla arşivleri, her neyse, açılmadan ve (i) sol örgütlere sızdırılmış ajanların listeleri; (ii) bunlardan o gün Taksim’de olanlarının listeleri; (iii) bunlardan da bilfiil ateş açanların listeleri (veya âmirlerine sunmuş olabilecekleri raporlar) gözler önüne serilmeden, çok çok zor. İkincisi, polis kaynakları olmadan, belki şu yoldan ilerlenebilir : sol örgütler içinde, o gün ister kendisi ateş etmiş, ister kendi grubundan veya diğer gruplardan ateş edenlere ve hele yere yatarak, hedef gözeterek ateş edenlere tanık olanlar varsa; bunlar da bunca yıl sonra dürüstçe ortaya çıkar ve icabında bugünkü hayatlarına zarar vermek pahasına, şüpheli buldukları gözlemlerini apaçık dile getirirlerse, bu da bir başlangıç olabilir kuşkusuz.
Üç. Hemen söyleyeyim, böyle bir birikimin varlığı da kendini hissettiriyor, çünkü son iki hafta içinde tek tük böyle anlatılar da dolaylı-dolaysız ulaştı bana. Çok özel manevî destek mesajlarında yer aldıkları için aktarmam tabii olanaksız; kendilerinin çıkıp konuşması lâzım. Nitekim dört, şimdiden tam böyle bir örnek ortaya çıktı bile : Mehmet Tav’ın Taraf’ta, 13 Mayıs Pazar günkü tanıklığı. Dönün, okuyun.
Gene de beş, kabul ederim ki bu modelin yaygınlaşması çok güç. İnsanın, artık o tür bir solcu olmasa bile, o günkü hayatı ve örgütsel aidiyetini bu gözle tekrar sorgulaması; biz ne yapıyorduk ve ne kadar provokasyona açıktık gibi genel soruların da ötesinde, 1 Mayıs 1977 öncesi, sırası ve sonrasında benim gözüme çarpan şüpheli şeyler, iyice canhıraş, çığırtkan ve tahrikçi tavırlar var mıydı diye kafa yorması, sonra da (belki bütün ilişkilerini dinamitlemek pahasına) çıkıp konuşmaya cesaret etmesi söz konusu.
Ve altı, son iki haftada tekrar görüldüğü gibi, solun genel zihniyeti böyle bir sorgulama ve araştırmaya son derece karşı. Sanırsınız ki (o zamanki çeşitli grupları ve onların bugünkü uzantı veya kalıntılarıyla) solun, kendi içindeki ajanların ortaya çıkması olasılığından memnun olması, bu yöndeki arayışlara destek vermesi gerekir. Hayır, hiç de öyle değil. Bunca yıldır böyle bir soru sorulduğunu; “1 Mayısın katilleri bulunsun” sloganı yükseltilirken, sola sızmış olabilecek ajanların (da) vurgulandığını ve açığa çıkarılmaları yönünde ciddi bir talebin dile getirildiğini; bunun inat ve ısrarla üzerine gidildiğini hiç hatırlamıyorum.
Çünkü yedi, böyle bir tavır çeşitli grup ve fraksiyonlarıyla solun öncelikle kendisine bir bakmasını, kendisiyle hesaplaşmasını içeriyor. Derin devletin ajan provokatörleri boşlukta, her ortamda faaliyet göstermez; her zaman her istediğini yapamaz. Barışçı, demokratik, silâhsız; herhangi bir anlamda şiddete dayalı ihtilâl hedefi gütmeyen; teorik bakımdan bir “düşmanlık kültürü”ne de oturmayan ve başka akımları şeytanlaştırmayan; karşıtlıklarını ölçülü tutan ve hiçbir nefret söylemine, hiçbir “haklı şiddet” gerekçesine yer vermeyen; bu çizgiye sımsıkı tutunup rayından çıkarılmayı reddeden bir sol örgütte, yapabileceği ne vardır ajan provokatörlerin ? Olsa olsa “bilgi” taşırlar; taşısınlar, ne olur ? Ve bunun dışında, silâhı, şiddeti, düşmanlığı körüklemeyi içeren ne yaparlarsa, dımdızlak ortada kalırlar.
Oysa hepimiz biliyoruz, bir bütün olarak ve hemen her grubu ya da fraksiyonuyla, bundan inanılmaz derecede farklıydı, 1970’lerde solun durumu ve tutumu. 1 Mayıs 1977’ye giden yolda ve o gün, bir devlet tertibinde yer alan ajanlar vardıysa, bu sayede vardı ve onlar yaptıysa, yaptıkları “solun yaptığı”ndan farksız hale geldiği, arada hiçbir ayırım kalmadığı için yapabildiler. Bu tür bir tertibin üzerine gitmek, solun, buna imkân veren kendi halinin üzerine gitmesi demek. Herhangi bir devlet tertibinin, varsa, kendi üzerinden gerçekleşmiş olmasıyla yüzleşmesi ve dolayısıyla, son tahlilde kendi sorumluluğunu kabullenmesi demek.
Onun için duymak istemiyorlar, bu olasılık veya analizi. Geriye ikinci olasılık : o gün de, bugün de yeğledikleri bir tür “dışarıdan saldırı” senaryosu kalıyor.
(Ve ben bu yazı dizisini bitirdiğimde, asıl bağlamın ne olduğu da, asıl olgusal temeli zayıf değil sıfır tezin ne olduğu da, dolayısıyla asıl tahlil yapamayan ve –evet– “yararcı” tarihçinin kim olduğu da ortaya çıkacak.)
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSarkozy hapiste 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkumuş hainler ülkeden kaçıyor! 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENVe casusluk hikâyesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMuhalefetin gerçeklikle bağı koparsa… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon yerli ve demokratik çözümün yol haritasını hazırlamalı 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Türk soylu yabancı” mı, “herkes Türktür mü (vatandaş?) daha doğru? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTGöbeklitepe… Urfa İzlenimleri – 2 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDem Parti’ye çullanmanın hafifliği 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNMadencilik yasasının gölgesinde hasat: Çatalağaç zeytin taşınamaz 21.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÇifte hukukta son perde: Ünsal Ban nasıl kaçtı? 16.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları












































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024