Halil BERKTAY
Bir tür “sol”un ve “solcu”nun, gerek AKP ve gerekse Taraf’la olan sorunlarını yazdım (17 Mart). Oradan PKK’ya geçtim; onların Taraf’la neyi alıp veremediklerine değindim (19 Mart). Şimdi, asıl AKP’yle olan dertlerine geliyorum. Geliyordum (ve bu yazının başlığı “PKK’nın AKP sorunu” olacaktı) ki…
Düşündüm de; bu bağlamda PKK’nın bir değil üç sorunu var aslında. Bir, başlıbaşına şeffaflık diye bir sorunu var. İki, barış diye bir sorunu var çünkü en azından bir kesiminin, gerçekten barış isteyip istemediğine, ya da ne olursa olsun barışla yaşamayı içine sindirip sindiremediğine, ben de pek emin değilim, daha birçok insan gibi. Üç, AKP diye bir sorunu da var ki, bunu ilk ikisinden bağımsız olarak değerlendirmek yanlış; hepsini birlikte ele almak gerekiyor.
PKK’nın şeffaflık sorunu, 2002-2011 arasındaki gelişmenin ilginç ve öngörülmeyen sonuçlarından biri. (AKP’nin de içinde olduğu) geniş bir demokrasi cephesi, Kürt meselesinin asıl kaynağı olan milliyetçi-devletçi, militarist vesayet rejimini gerilettikçe, Türkiye’de her şey tartışılabilir oldu ve 1990’ların sonlarında askerî bakımdan ağır hasar görmüş bulunan PKK da bu bağlamda, eskisinden çok daha fazla konuşmak, sesini duyurmak imkânına kavuştu. Bir yönüyle, kamuoyunda varlığını adamakıllı hissettiriyor.
Bir bütün olarak Kürt meselesi açısından, bu tabii iyi bir şey. Ne ki, madalyonun diğer yüzü diye bir şey de daima mevcut. Familiarity breeds contempt (yüzgöz olmak, horlamayı da beraberinde getirir). Tersten söylersek, ister bir kişinin, ister bir örgütün idealize edilmesi, yüceltilmesi, kahramanlaştırılması, belirli bir gizemin, bir mystique’in korunmasına bağlı. Nitekim yüksek görünürlük, PKK’nın geçmiş “efsane”sini yok etti; moda gençlik argosuyla, “karizmayı çizdirme”sine yol açtı. Şimdi artık tamamen göz önünde, PKK ve bütün nüfuz alanı. Öcalan, Kandil ve BDP ilişkilerindeki her gaf, her tutarsızlık derhal yazılıp çiziliyor. DTK ile BDP, iki farklı “demokratik özerklik” metni mi üretti ? Fark ediliyor ve didik didik ediliyor. HPG sitesindeki veya Diyarbakır’da açılan bazı pankartlardaki açık-örtük tehditler, ânında gazete sayfalarına yansıyor. Avukat görüşü notları, İmralı’nın “çizgi budur” demesini sağlıyor belki. Lâkin bir yığın zigzagı; daha önemlisi, taktik önermelerin ardındaki sığ ve sakat düşünce dünyasıyla birlikte, bir şeflik megalomanisini de gözler önüne seriyor.
Kürt siyasetinin söz konusu varyantına gönül vermiş çevreler, bu aleniyete hazır değil. Onlar hep haklı, başkaları hep haksız; aksini tasavvur dahi edemiyor gibiler. Dışarıdan nasıl görüldüklerini herhalde algılayamıyor; kendi paradigmaları dışında ifade tarzları bulamıyor, “iç dil”leriyle “dışa dönük” dilleri arasında bir fark yaratamıyorlar. Birileri ile (insanî ilişki kurarak) konuşmak ve birilerine (faraza pasif bir dinleyici kitlesine) nutuk atmak (veya parti kararlarını tebliğ etmek) biraz farklı şeylerdir. Dimitrov’da, işsizlerle adam gibi konuşacağına onlara Komintern’in son bildirisini okuyan bir komünistle ilgili, ağır bir hiciv olmalı. Bugün de birçok BDP’li, (Alper Görmüş’ün 25-30 yıl önce kullandığı harika deyimle) “küçük harflerle, küçük sesleriyle” konuşmayı hiç öğrenmemiş gibi. İnternette, bazı BDP liderleri veya Günlük yazarlarının her yazdığı bağırgan, buyurgan, canhıraş. “Türkün Türke propagandası”ndan “Kürdün Kürde propagandası”na sıçramışlar. İkna çabası değil, habire pozisyon tekrarı var. Uluslararası toplantılarda, muhataplarıyla diyaloga girmek yerine habire devletin kırmızı çizgilerini vurgulayarak risk almamayı marifet sanan Türk diplomatlarını andırıyorlar.
İyi kötü bir eylemsizlik sürecinin devam ettiği, her şeye rağmen barış umutlarının sönmediği bugün, bu katılık ve duyarsızlıklar büsbütün göze batıyor ve bu da beni ikinci soruna, yani PKK’nın gerçekten barış isteyip istemediğine getiriyor. Şimdi havalara uçup, gene ağızlarına geleni söylerler, eminim. Ama temeldeki sorun çok ciddî. PKK ayrılıkçı bir örgüt olarak yola çıktı ve bu uğurda silâhlı mücadeleye sarıldı. Her iki tercihe de zerrece katılmıyorum ama, bir tarihçi olarak şunu belirtmek isterim ki, bunun bir içsel tutarlılığı söz konusudur. Herhangi bir ülkede, nihaî olarak ayrılma hedefi güden bir milliyetçiliği benimsemişseniz, şiddete yönelmeyi daha kolay gerekçelendirebilirsiniz. Buna karşılık, eğer sırf o ülke içinde demokratik reformlar talep ediyorsanız, silâhlı mücadele kendi mantığı bağlamında bile daha bir eğreti kalır.
Lâfı nereye getireceğim aşikâr olsa gerek. PKK geçmişte ayrılık hedefinden vazgeçtiğini açıkladı. Bunun yerine hangi somut talepleri koyduğu pek belli değil (ve bu yüzden de çok eleştiriliyor). Ama genel olarak “Türkiyeci” bir mecraya girdiklerini söyleyebiliriz. Ne ki, bu “Türkiyecilik” silâhlı mücadeleyi taşıyacak bir “nihaî hedef” olamaz.
PKK’nın yöntemi ile nihaî hedefi, artık geçmişten çok daha tutarsız. Silâhlı mücadele burada politik değil ontolojik bir tercih gibi. Bir varoluş haliyle, “hareketin bekası”yla ilgili bir sorun. Bu da PKK’yı, evet, eskimiş bir örgüt haline; henüz çok net görülmese de içten içe eskiyen bir örgüt haline getiriyor.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024