Halil BERKTAY
[30-31 Temmuz 2020] Çocukluğumdan beri bir istatistik takıntım var. Sayılara meraklıyım ve kolay da aklımda tutuyorum. 13 yaşımdaydım. 1960 Roma Olimpiyatları öncesinde, bir aile dostumuz iki Fransızca kitapçık hediye etmişti. Biri, geçmiş bütün olimpiyatların bütün branşlarının kazananlarını, derecelerini, ülkelerini, dünya ve olimpiyat rekorlarını içeriyordu. İkincisi ise sonuçlar defteriydi. Roma’da yapılacak her bir müsabaka altalta üç boşluk içeriyordu. Altın, gümüş ve bronz madalya sahiplerini siz dolduracaktınız.
Sonraki haftalarda, elimde bu defter “sanal” biçimde izledim, yok, hepsini değil, sadece atletizm yarışmalarını. Gayet düzenli bir şekilde yazdım, kaydettim bütün sonuçları. Evin bir yerinde olmalı. Şimdi bulamam ama altmış yıl sonra bugün bile bazıları hep aklımda. Öyle başladı ve sonra giderek genişledi bu rekorlar ve şampiyonlar merakı. Atletizmin yanı sıra yüzmeyi ve satrancı da içine aldı. Öğrendiğim her yeni bilgi kırıntısını babama da taşırdım. Ben senin gibi aklımda tutamam, tutamıyorum derdi. Neden baba? Çünkü kafam başka şeylerle dolu. Sen de büyüdüğünde, aklına başka bilgi ve düşünceler üşüştüğünde, benim gibi olacaksın.
Öyle de oldu gerçekten. Hem yaşlandıkça, hem de dünya kolay izlenemeyecek kadar hızlanıp karmaşıklaştıkça, kendiliğinden zayıfladı bu “koltuk uzmanı” (armchair expert) olma tutkum. En son Usain Bolt’la yeniden harlanmıştı. Ama bir şeyi iyi yapacak veya iyi izleyeceksem sayma ve/ya kaydetme alışkanlığım geçmedi. Bugün bile, herhangi bir konuşma veya konferansı ancak not alırsam gerçekten dinlemiş olurum. Rutinleri severim. Rutinler insanı disipline eder. Kaytarmak istediği(m) şeyleri yapmaya zorlar. Tatilde, deniz kıyısında, maske ve şnorkelle uzun yüzerken mutlaka kulaç sayarım. Kendime hedef koyarım. Öyle rastgele, nereye gittiğimi bilmeden kâh oraya kâh buraya yüzemem. Belirli bir yönde, meselâ kıyıya paralel şu karşıdaki buruna veya üçüncü iskeleye gidip dönmem lâzım. Saymak, tempodur aynı zamanda. 55 yıl önceki havuzda antrenman günlerimden bilirim. 25 metre eşittir 10 kulaç. Dolayısıyla 500 kulaç eşittir yaklaşık 1250 metre. 1000 kulaç eşittir 2500 metre. Saymazsam, sıkılırım bir süre sonra. Ritmi kaybederim. Nerede bıraktığımı bilmeden, yarı yolda bırakırım. İçimi tarif edemediğim bir hoşnutsuzluk kaplar.
* * *
COVID-19 salgını bu komplekslerime yeni bir alan açtı kuşkusuz. Daha başından, korkuyla karışık bir merak duydum. Dehşete kapıldım, bu iş nereye varacak diye. Hayat memat meselesiydi ve hâlâ da öyle. Kendimin, ailemin, arkadaşlarımın, ülkemin başına neler gelebileceğini biraz olsun öngörebilmek istiyorum. Galiba ikinci haftada, bir doküman açıp çeşitli kritik göstergeleri kaydetmeye başladım. Türkiye verilerinin ilk vakanın resmiyet kazandığı 10 Mart’tan itibaren 6. haftanın sonuna kadar ürkütücü bir şekilde tırmanmasını ve sonra inişe geçmesini izledim. Günlük vaka sayıları 2-3-4-5 bine çıktı ve 20 Nisan’dan itibaren tekrar 4-3-2 bine çekildi. 2 Mayıs’ta 1983 oldu ve Mayıs sonlarında 1000-1100 aralığına düştü. 20 Mayıs – 2 Haziran aralığında yedi defa 900’lerdeki, bir defa 800’lerdeki, hattâ bir defa da 700’lerdeki rakamlar gözlendi. Bu vartayı atlatabileceğim/iz noktasında biraz umut duymaya başladım.
Fakat derken 1 Haziran dönemecine girdik. Felâket bağıra bağıra geldi. Hükümet büyük bir yanlış yaptı. Ekonomi ve özellikle turizm uğruna, sosyal medyada çok yazılıp çizildiği gibi (bakanlık düzeyinde temsil edilen) turizm şirketlerinin de doğrudan baskısıyla, çeşitli yasaklar ve karantina önlemleri çok erken gevşetildi. Olumsuz etkisi kendini göstermede gecikmedi. Daha önce de yazdım. Yeni vaka sayısı hemen 3 Haziran’dan; yoğun bakımdaki hasta sayısı 6 Haziran’dan; entübe edilen hasta sayısı 8 Haziran’dan itibaren tekrar yükselmeye başladı. İlk ağızda, özellikle yeni vaka sayısındaki artış çarpıcı bir hal aldı. 4-11 Haziran’da 900’lerde, 12 Haziran – 13 Temmuz arasında ise hep 1000’lerde seyretti. Ancak 14 Temmuz’dan itibaren, yani son iki haftada, tekrar 900’lere dönebildi.
Döndü ama, açık söylemek gerekirse çok da güven vermeyen bir dönüş oldu bu. Çünkü günlük vaka (ve dolayısıyla toplam vaka) sayılarının nasıl elde edildiği konusunda giderek büyüyen şüphe ve tereddütlerle elele gitti. Günlük vaka sayısı, mutlak bir nesnelliğe hiç ulaşmamıştı. Çünkü daima günlük test sayısı, kapsamı ve kalitesine bağlı kaldı. Gerçi Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın “filiyasyon” (affiliation) yönteminin son derece sıkı bir şekilde uygulandığına — yani koronavirüs için pozitif çıkan bir kişinin yakın zamanda temas ettiği saptanan istisnasız herkese test uygulandığına ilişkin ısrarlı açıklamaları, bir dereceye kadar rahatlatıcı oldu. Gene de, yoğun bakımdaki hasta ve entübe edilen hasta sayıları her zaman çok daha güven vericiydi. Çünkü herhangi bir sübjektivite payı içermiyordu. Olabileceği kadar nesneldi. Doğrudan doğruya hastane kayıtlarından kaynaklanıyordu.
* * *
1 Haziran gevşeme kararları sonrasında, vaka sayıları ile yoğun bakım ve entübasyon sayıları arasındaki güvenilirlik açığı, giderek daha fazla vaka sayılarının aleyhine ve hastane kayıtlarına dayalı kesim göstergelerin lehine döndü. Zira birincisi, filiyasyonun eskisi kadar sıkı bir şekilde izlenmediği ortaya çıktı. Hattâ bir ara, Sağlık Bakanlığı’nın yazılı olmayan bir talimatıyla, klinik belirtileri olmayan kişilere test yapılmaması dahi istendi. İsterseniz yapmayabilirsiniz denmedi; gayet net bir şekilde yapmayın dendi. Doktorlardan büyük tepki geldi ve geri çekildiği söylendi. Ama test uygulaması ve günlük vaka sayılarının üzerine, bir kere böyle bir şüphenin gölgesi düşmüş oldu. Asıl ikincisi, daha birkaç gün önce Türkiye’de kullanılan testlerin doğruluk payının ancak yüzde 40 olduğu ortaya çıktı. Bu yüzden Sağlık Bakanlığı’nda ve Bilim Kurulu’nda bir üst düzey istifa oldu. Gene iki üst düzey yönetici de görevden alındı.
Bu ve benzeri nedenlerle, haftalardır tıp çevrelerinde gerek günlük ve gerekse toplam vaka sayılarının güvenilir olmaktan çıktığı konuşuluyor. 14 Temmuz’dan bu yana günlük vaka sayısının manipüle edilmek suretiyle 900’lerde tutulabildiği imâ ediliyor. Artık yeni vaka sayısının her gün kaç “düşeceği”ni önceden tahmin edebiliyor; 992 – 947 – 933 – 926 – 918 veya 931 – 928 – 902 gibi kısmî diziler üzerinden, bir sonraki basamağın kaç olacağı hakkında bahse girip kazanıyoruz esprileri dolaşıyor. Daha bugün, 31 Temmuz günü sosyal medyaya düşen, başlık resmi yerine aldığım bir karikatürde, “Bayram İznine Ayrılan Sağlık Bakanı Koca, Önümüzdeki 4 Günün İstatistiklerini Toplu Olarak Paylaştı” yazıyor.
Aynı şekilde, toplam vaka sayısı ile iyileşen hasta sayısı arasındaki fark demek olan aktif vaka sayısına da pek itibar edilmiyor. Halen toplam vaka sayısı 229,981. İyileşen hasta sayısı ise 213,539. Buna göre, aktif vaka sayısının ancak 16,442 olması gerekir. Haydi 17,000 olsun. Uzman hekimler dudak büküyor bu verilere. Herhalde en az beş, muhtemelen on misli aktif vakanın, yani 85 – 170,000 taşıyıcı ve bulaştırıcı hastanın ortasında yaşadığımız vurgulanıyor.
Tarih
Günlük vaka sayısı
Yoğun bakımdaki hasta sayısı
Entübe edilen hasta sayısı
Günlük ölüm sayısı
14/7
992
1204
396
20
15/7
947
1206
401
17
16/7
933
1213
394
21
17/7
926
1226
402
18
18/7
918
1231
394
17
19/7
924
1246
398
16
20/7
931
1243
385
17
21/7
928
1246
379
18
22/7
902
1244
381
19
23/7
913
1251
378
18
24/7
937
1248
379
17
25/7
921
1252
386
16
26/7
927
1249
387
17
27/7
919
1263
392
17
28/7
963
1280
403
15
Bir başka sorun, günlük vaka sayıları ile yoğun bakım ve entübasyon sayıları arasındaki çelişki. Yukarıdaki tabloda, ilk sütunda 14-28 Temmuz arasındaki iki haftanın günlük vaka sayılarını; ikinci sütunda, yoğun bakımdaki hasta sayılarını; üçüncü sütunda, entübasyondaki hasta sayılarını görüyorsunuz. Birinci sütun başka, diğer iki sütun başka bir hikâye anlatıyor. Buna göre, günlük vaka sayıları kötü de olsa 900’lerde salınır ve artmazken (artmaz görünürken), özellikle yoğun bakımdaki hasta sayısı hem daha yüksek, hem de 1204’ten 1280’e düzenli artıyor. Entübe edilen (yani en ağır durumdaki) hasta sayısı ise ortalama 400 civarında dolanıyor ama 23 Temmuz’dan bu yana birer ikişer de olsa sürekli tırmanma eğilimi gösteriyor.
Nasıl oluyor da günlük vaka sayıları hiç olmazsa “kontrol altında” dedirtebilirken, diğer iki gösterge tam tersine işaret ediyor? Herhalde bu genel manzaradır ki, bazı ünlü profesörleri, yoğun bakımdaki hasta sayısı ile entübasyon altındaki hasta sayısı dışında güveneceğimiz gösterge kalmadı demeye götürüyor.
* * *
Hal böyleyken, şimdi, yani yukarıdaki tablonun sona erdiği 28 Temmuz sonrasında, neler geldi bu “en güvenilir, tek güvenilir” yoğun bakım ve entübasyon verilerinin başına? En başta anlattığım (astrolojiye inananların Başak Burcuna yakıştırdığı) takip, düzenlilik, istatistikçilik, sayısallık saplantılarım çerçevesinde, 29 Temmuz Çarşamba akşamı da gece saat 21’e doğru girdim Sağlık Bakanlığı web sitesine; günün “yeşil tablo”suna bakıyor ve temel verileri kendi izleme dokümanıma kaydediyorum. Fakat tuhaf bir şey var bu son tabloda; yoğun bakım ve entübasyon verilerini bulamıyorum bir türlü. Allah Allah. Nerede bunlar? Ancak zamanla, olanca inanmazlığıma, artık bu kadarına da inanmak istemeyişime karşın kafama dank ediyor ki, kaldırmışlar tümden. Onun yerine, (a) zatürree oranı; (b) ağır hasta sayısı diye iki yeni veri koymuşlar.
Hemen göze çarpan bir problem şu ki, bu “ağır hasta sayısı”nın objektif ölçüsü, neye göre belirlendiği zerrece belli değil. Yoğun bakımda olmak nesnel bir ölçüt. Keza entübe ediliyor olmak da nesnel bir ölçüt. Ama “ağır hasta” olmanın böyle, genel kamuoyunun hemen anlayabileceği bir tanımı yok. Doktorların yorumuna bağlı. O yana da yazılabilir, bu yana da. Dolayısıyla nesnellikten çıkıyor; “günlük vaka sayısı” sorununu andıran öznellik boyutları peydahlıyor.
İkinci problem de şu ki, istatistikî zaman serilerinin kesintisizliği kalmıyor, bu kırılmayla. Şu âna kadar, 10 Mart’tan bu yana Türkiye’nin bütün serüvenini görebiliyorduk belirli bir bütünlük içinde. İyiye mi kötüye mi gittiğini söyleyebiliyorduk, şöyle böyle. Artık göremeyeceğimiz, söyleyemeyeceğiz. Çünkü en kritik ve en güvenilir iki veriyi bilme hakkımızı kaldırdılar ortadan.
Öyle duruyorum birkaç dakika. Sonra o gün ve ertesi gün, bakanın düzenli basın toplantılarının tamamını açıp bakıyorum, neden ve bu iş nereye varacak diye. Günahını almayayım; 30 Temmuz’da Sağlık Bakanı Fahrettin Koca “bir süre 900’e doğru inen” günlük yeni vaka sayısının “giderek artıyor” olduğunu söylemiş dobra dobra. Önceki demeci ise biraz daha sıkıntılı. “… [B]undan sonra, salgın boyunca oluşan uluslararası standarda uygun olarak, ‘ağır hasta sayısı’ da verilecek” demiş bir yerinde.
Ek bir veya iki veri; iyi, güzel. Ama yoğun bakımdaki ve entübasyondaki hasta sayılarının neden kaldırıldığını hiç açıklamamış. Zerrece değinmemiş bu konuya. Hattâ yeni “ağır hasta” verisi ile önceki “yoğun bakım” ve “entübasyon” verilerinin ilişkisini de kurmamış. Çünkü o zaman bu son iki verinin neden kaldırıldığına değinmesi gerekirdi. Anladığım kadarıyla, kimse de sormamış. Sormuyor.
Yazarlar
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkumuş hainler ülkeden kaçıyor! 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENVe casusluk hikâyesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSarkozy hapiste 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMuhalefetin gerçeklikle bağı koparsa… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon yerli ve demokratik çözümün yol haritasını hazırlamalı 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Türk soylu yabancı” mı, “herkes Türktür mü (vatandaş?) daha doğru? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTGöbeklitepe… Urfa İzlenimleri – 2 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDem Parti’ye çullanmanın hafifliği 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNMadencilik yasasının gölgesinde hasat: Çatalağaç zeytin taşınamaz 21.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÇifte hukukta son perde: Ünsal Ban nasıl kaçtı? 16.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları





































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024