Halil BERKTAY
(8) Gelmeyen devrimin diğer ikameleri: Krizcilik, devirmecilik, darbecilik, boykotçuluk, ayaklanmacılık
[5-6 Eylül] Gelmeyen veya gelmeyeceği düşünülen devrimin, soldan sağa büyük kaçışlara yol açması ilk defa gerçekleşmiyor. Faşizm böyle doğdu zaten, Mussolini’nin İtalyan Sosyalist Partisi’nden ve Avanti! (İleri) gazetesi editörlüğünden Uluslararası Devrimci Eylem Grupları’nın (Fascio) örgütleyiciliği ve Il Popolo d’Italia (İtalyan Halkı) gazetesinin editörlüğüne sıçramasıyla. Ardından Hitler de Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi’ni kurup, emeğin eşitlikçi ve özgürlükçü özlemlerini aşırı milliyetçiliğe ipotek etmenin benzer bir formülünü buldu. Dolayısıyla Doğu Perinçek’in İşçi Partisi aşamasında emekli generallerle başlayıp Ergenekon’dan tahliye olmasının ardından Vatan Partisi aşamasında Cumhur İttifakı’na kapılanmakla devam eden serüveni şaşırtıcı sayılmamalı.
Fakat tabii benim asıl derdim bu tür eksen ve şuur kaymaları değil; benim derdim, siyaset ve düşünce yelpazesinin sol kanadında yer almakla birlikte, kendini (1 Eylül’deki yazımın en sonunda kullandığım bir ifadeyle) “gelmeyen devrimin reel veya psikolojik ikamelerini” aramaktan kurtaramayıp, politikaya böyle arkaik bir kültürün içinden bakanlarla. Telâfi mekanizmalarından biri, demiştim, başlı başına Marksist teorinin azameti. Her türlü başarısızlık hissini silip, olguların sarsamadığı bir kibiri hâkim kılmaya yarıyor. Öte yandan, bu ezelî ve ebedî haklılık gururu kendini bazı somut siyasî duruş ve tavırlarla açığa vuruyor. O tavır ve duruşların da kökeninde, eklektik, karmakarışık, çarpıtılmış, süper radikalizmin biçimsel jestleriyle hokkabazlık yapmayı marifet sayan bir solculuk mirası yatıyor.
Burada içiçe geçmiş, örtüşen ve birbirini tamamlayan bir dizi düşüncesiz refleks söz konusu. Bu yazının başlığına çıkardığım terimlerle: krizcilik, devirmecilik, darbecilik, boykotçuluk, ayaklanmacılık; hepsi geçişimli bir yumak oluşturuyor. Bu tipik sol duruş karmaşasının kalbinde, merkezinde, demokrasiyi, seçimleri, çoğulculuğu, genel oy hakkını sindirememişlik yatıyor. Devrimci bir kültürden gelen solcu, reel anlamda devrimci olamıyor (devrimci bir pratiğin içinde yer almıyor) ama devrimseverliği sürüyorsa, devirmeci oluyor. Yönetimin, hükümetin kötü bir sınıf karakteri var. Şu veya bu şekilde hâkim sınıfların: ülkesine göre, “burjuvazi”nin, “tekelci büyük burjuvazi”nin ya da “işbirlikçi burjuvazi ve yarı-feodal toprak ağaları”nın iktidarı. Öyleyse onlardan her yolla kurtulmak gerekiyor.
Geçmişte de çok yazdım; bu anlayış, Türk solculuğunun vokabülerinde “devirme” sözcüğünün önemli bir yer tutmasına yansıyor. İngilizce karşılığı overthrow. Kâh Demokrat Parti, kâh Adalet Partisi, kâh ANAP, kâh AK Parti… İngiltere’de ve sair Batı demokrasilerinde, karşı oldukları bir parti (veya koalisyon) hükümetteyse, insanların how to ovethrow them (bunları nasıl devirmeli) veya let’s overthrow them (hadi bunları devirelim) diye konuştuğuna rastlayamazsınız. Zira bu, başlı başına ihtilâlci bir terimdir; 1640-48’den veya 1789-92’den, monarşilerin büyük isyanlarla devrildiği çağ ve olaylardan kalmadır. Hükümetlerin düzenli seçimlerle değiştiği normal demokratik politika işleyişinde artık modası geçmiştir; kendine yer bulamaz. Ama Türkiye’de bir türlü geçmiyor böyle deyimlerin modası. Sanki hâlâ Osmanlı sultanlığındayız. Genç Osman’ın, (Deli) İbrahim’in, IV. Mehmed’in, II. Mustafa’nın, III. Ahmed’in, III. Selim’in, IV. Mustafa’nın, Abdülaziz’in, II. Abdülhamid’in tahttan indirilmelerinde yaşıyormuşuz gibi, “devirme” ve “alaşağı etme” hevesleri dinmek bilmiyor. Benim bu fenomeni algılamam, AK Parti iktidarının ilk (en olumlu) dönemine, 2002-2010 arasına rastlar. Fark ettim ki seçimle gelen seçimle gitsin diye bakmıyor Türk solcusu politikaya. Normalize edemiyor; demokratik sabır ve hoşgörüyle yeniden terbiye edemiyor kafasını. Başka heyecanlar, başka süreç ve yöntemler arıyor. AKP’ye de, o sırada sırf dindar-muhafazakâr olduğu için, ne yapsam etsem de bir an evvel kurtulsam diye bakıyor. “Devirmeci/lik” (overthrow/ism) kavramını o zaman kullanmaya başladım. (Fakat ne ilginç: 31 Mart ve 23 Haziran 2019 yerel seçimlerinden bu yana, aynı devirmeci tahammülsüzlük AK Parti’nin kaybettiği büyükşehir belediyelerine, özellikle Ekrem İmamoğlu’na muamelesinde de gözleniyor.)
AKP’yi bırakalım ve gene solculuğa dönelim. Başlıkta sıraladığım bütün diğer nevrozlar, bu köklü patolojiden, anti-demokratik devirmecilik patolojisinden kaynaklanıyor. Krizcilik — elbette, çünkü seçilmiş, demokratik meşruiyete sahip bir iktidarı devirmek büyük bir krizin patlak vermesine bağlı. Zaten teorinin öngörüsü: kapitalizm er ya da geç krize girecek; ekonomik kriz derinleşecek; üretim duracak; siyasî krize dönüşecek. Üstelik, 1950’ler ve 60’lardan itibaren, habire yeni ilâveler de yapılmış bu kriz corpus’una: “Emperyalizmin üçüncü bunalım dönemi” ve “sürekli kriz” teorileri. Dolayısıyla her işçi hareketi, her grev, her büyük gösteri (meselâ Gezi), “hah işte… sonun başlangıcı… bu sefer giderler artık…” diye karşılanıyor. Mesele konu değil, içerik değil, protestonun doğruluğu-yanlışlığı, haklılığı-haksızlığı değil. Mesele krizin derinleşmesine katkıda bulunup bulunmayacağı. Dolayısıyla ayaklanmacılık — her fırsatta ayaklan ki kriz iyice derinleşsin; (Lenin’in ifadesiyle) “yönetenler yönetemez, yönetilenler yönetilemez” hale gelsin. Barikatlar kurulsun — Paris 1789, 1830, 1848, 1870 gibi. 1830’dan 2013’e, yani 183 yıl sonra İstanbul’un, Nişantaşı’nın ara sokaklarında, kendimizi gene Délacroix’nın ünlü tablosundaki gibi hissedelim (bkz en yukarıdaki başlık resmi). Ya da Komüncüler gibi veya Rosa Luxemburg gibi, üstelik ikinci örnekte ayaklanma kararının yanlış olduğunu bile bile, gene “gökyüzünü fethetmeye” cesaret edelim ve icabında dövüşerek ölüp devrim şehitliği mertebesine erişelim. (Nitekim 2013’te Gezi’nin makul ölçüler çoktan tüketildikten sonra da illâ sürdürülmek istenmesinin temelinde, şehitlik özlemi değilse bile, her nasılsa elimize düşmüş bu “devrimci kriz”den ve Taksim Meydanı’nda “ayaklanma” halinden bir türlü vazgeçemeyiş; geri çekilmeksizin sürekli o olağanüstülük heyecanının ve “her şey mümkün” hissinin içinde yaşamayı sürdürmek isteyiş yatıyordu.)
Darbe ve darbecilik — zira “ne olursa olsun, nasıl olursa olsun gitsinler” takıntısına çok yakından bağlı. Başka bir deyişle, devirmecilik ister istemez buraya da varıyor. Biraz önce “kafasını normalize edemediği; demokratik sabır ve tahammülle yeniden eğitemediği”nden söz ettiğim yenik solcu tipi açısından, gayet mantıklı bir sıçrama. “Ben yapamıyorsam, kim yaparsa yapsın; yeter ki ilerlemenin önü açılsın biraz daha.” 1969-70’te Ankara sokaklarında İşçi Köylü sattığımızı hatırlıyorum. “İşbirlikçi AP iktidarı diken üzerine oturmuştur” diye bağırıyorduk. Neden ki? Açık ara kazanmışlardı 1969 seçimlerini. Ama yok, bu “diken üzerine oturmuşluk” bir şekilde gidicilik imâsında bulunuyordu. Bir yandan da, özellikle şiddet ve silâhlı mücadele yanlısı, Millî Demokratik Devrim yanlısı fraksiyonlar olarak, 1960’lar ve 70’lerde çok nefes, çok mürekkep tüketiyorduk, darbeci değil devrimci olduğumuzu ispatlamak için. Devrim ile darbe arasına çok kesin sınırlar çizmeye çalışıyorduk. Bunu da daha ziyade aşağıdanlığa, kitleselliğe, halkın katılımına dayanarak yapıyorduk.
Bugün, biraz zorlamaydı, biraz nafileydi diye bakıyorum. Bu kitlesellik ölçütü daima görelidir, bir kere şiddete dayalı anormal siyaset mecrasına girdiğinizde. Bütün devrimci öncüler (vanguards) daima “bütün halk” ya da en azından “ezici çoğunluk” tarafından desteklendiklerini iddia eder. Bu retoriktir, ideolojidir, propagandadır. Gerçekte ise hemen hiçbir devrim çoğunluğa dayanmaz; tersine, hemen daima aktif azınlıkların eseridir. Zaten söyledikleri kadar büyük kitle desteğine sahip olsalar, şiddete ve silâha ihtiyaç duymazlardı (1989-90’da Doğu Avrupa komünist rejimlerini yıkan barışçı, silâhsız halk ayaklanmaları, bildiğim tek gerçek çoğunluk devrimleri — ve tam da bu hipotezimi kanıtlıyor). Rus işçi sınıfı ve halkı adına silâhlı ayaklanma düzenleyip Geçici Hükümeti devirerek Moskova ve Petrograd’da iktidara el koyan Bolşevikler ile, bütün Osmanlı milletleri adına harekete geçip Rumeli’de ellerindeki garnizonları ayaklandırarak Abdülhamid’i deviren İttihatçılar, ne kadar farklı bu açıdan? Her ikisinde, aşağıdan ve yukarıdan yöntemlerin, ya da klasik “darbe” ve klasik “devrim” karakteristiklerinin bir karışımı söz konusu. Dolayısıyla buradan objektif bir kıstas, genelgeçer bir tanım çıkarmak olanaksız. Aslında tek mesele var: kimin hegemonyası? Leninizm-Stalinizm açısından, komünist partisinin hegemonyasıysa devrim; diğerlerinin (Nasırcıların, Baasçıların, 27 Mayısçıların) hegemonyasıysa darbe denebilir. Yani ez kaza “biz” yapsaydık (maazallah) devrim olacaktı; Doğan Avcıoğlu yapsaydı darbe olacaktı. Ama tabii, o diğerleri de devrim diye bakıyordu — ve bakacaktı — yaptıklarına. O da başka.
Ve nihayet, boykotçuluk. Ahh, boykotçuluk. İllâ boykot. Aman boykot. Zaman boykot. Canım boykot. Haydi onu da yarın anlatayım.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024