Ümit KARDAŞ
Uluslararası literatürde “enforced disappearance” zorla kaybetme/kaybedilme olarak ifade edilen suç, Türkiye’de genellikle kayıp veya gözaltında kayıp şeklinde niteleniyor.
Kalıcı barışa ve demokrasiye doğru yol alabilmek, geçmişle kapsamlı bir yüzleşmeyi gerektirmekte. Geçmişle hesaplaşmak, ancak hak ihlallerinin ortaya çıkarılarak faillerin yargılanması ve onarıcı adalet mekanizmaları yaratarak ihlallerin oluşturduğu maddi ve manevi zararın telafi ve tazmin edilmesiyle mümkün.
”Bir daha asla” yaklaşımının benimsenebilmesi için ihlallerle bugün arasında ilişki kurarak toplumsal hafızayı yeniden inşa etmek gerekiyor. Hakikat, Adalet ve Hafıza Merkezi bu konuda insan onurunu en önemli değer olduğunu hatırlatan çalışmalarıyla umut ve cesaret veriyor.
Hannah Arendt de bize unutturulmak istense bile, hafızanın bize yaşananları hatırlatacağı umudundan söz ediyor. .”Totaliter tahakkümün iyi veya kötü bütün edimleri yutan bu nisyan boşluklarını yerleştirmeye çalıştığı doğrudur. Ama Haziran 1942’den sonra katliamların izini canla başla yok etmeye çalışan Nazilerin bu girişimleri nasıl başarısızlığa mahkum olduysa ,muarızlarının ‘adsız, sansız, sessiz sedasız ortadan kaybolmasını’ sağlamaya yönelik çabaları da boşunaydı. İnsana özgü hiçbir şey bu kadar kusursuz değil, nisyanı mümkün hale getirebilecek çok fazla insan var bu dünyada. Ama her zaman geriye hikayeyi anlatacak biri kalacaktır.”
Türkiye’de devlet iktidarı ve onun siyasi temsilcileri, kaybetme stratejisi ile adalet, hakikat ve vatandaşlık gibi kavramların içini boşaltarak değersizleştirmiş, insanlık onurunu çiğnemiş durumda.
İnsan Hakları Derneği, zorla kaybedilenlerin sayısını 940 olarak açıklarken, ayrıca tespit ettikleri 253 toplu mezarda 3 bin 248 kişinin gömülü olduğunun tahmin edildiğini belirtiyor.
Yasal gözaltı prosedürüne uyulmaması, gözdağı vermek amacıyla vahşi öldürme yöntemleri uygulanması, mezarların tespit edilememesi, cesetlerin ailelere teslim edilmemesi, etkin, hızlı ve bağımsız soruşturma yapılmaması, adalet beklentisinin kaybolmaya başlaması, hak aramanın psikolojik ve fiziksel engeller oluşturularak zorlaştırılması durumun vahametini göstermekte.
Zorla kaybetme, kişilerin hukuki meşruiyetini kaybeden devletin kolluk ve asker güçlerince ya da devletin resmi olmayan illegal para-militer yapılarınca gözaltına alınıp, tutuklanıp ya da kaçırılıp, daha sonra bu kişilerin özgürlüklerinin yok edilmesi ve akıbetlerinin inkâr edilmesi anlamını taşırken, amaç toplumu korkutarak sindirme ya da gözdağı verme.
Devletlerin, zımnî emirlerle oluşturdukları zorla kaybetme stratejisi tarihsel olup, ilk kez 2. Dünya Savaşı sırasında “Gece ve Sis Kararnamesi” ile Nazi Almanyası'nda ve Stalin dönemi SSCB’de yaygın olarak kullanılan bir devlet şiddeti olarak ortaya çıkmıştır. İnkarın da suçun ayrılmaz bir unsuru haline geldiği zorla kaybetme sistem muhalifleri ve azınlıkları hedef almıştır.
Bu yöntem, 1970’lerde Latin Amerika ve Asya diktatörlüklerinde,1980 ve 90’larda Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde, Türkiye’de ise 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte özellikle OHAL döneminde sistemli hale gelmiştir.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın raporuna göre, Türkiye’de sadece 1980-2000 arasındaki yirmi sene içinde 757 kişi gözaltında kaybedildi. Ancak bu rakam medyada yer alanları kapsarken, devletin inkar politikası nedeniyle pek çok zorla kaybedilen insan medyada hiç yer almadı.
1994’de çoğalan zorla kaybetmeler özellikle 2004 yılında Diyarbakır’da yoğun bir şekilde yaşandı. Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde toplu kaybedilme stratejisi uygulandığından pek çok kayıp yakını aynı akıbetle karşılaşmaktan korktukları için resmi makamlara başvuruda bulunamadı.
Zorla kaybetmelerin uluslararası hukuk içinde yer alması BM Genel Kurulu tarafından 1992 yılında kabul edilen “Herkesin Zorla Kaybetmelere Karşı Korunmasına İlişkin Bildirge”yle mümkün oldu.. Bildirge hukuksal bağlayıcılık taşımamakla birlikte sonraki sözleşmelere temel oluşturdu.
Bu sözleşmelerden ilki Amerika Devletleri Örgütü tarafından gerçekleştirilen ve 1996 yılında yürürlüğe giren “Kişilerin Zorla Kaybedilmesi Hakkında Amerikalılararası Sözleşme”’ oldu.
17 Temmuz 1998 tarihinde, Roma'da gerçekleştirilen Uluslararası Ceza Mahkemesi Kurulmasına Dair Birleşmiş Milletler Roma Diplomatik Konferansı sonucunda, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Statüsü yüz yirmi ülkenin desteğiyle kabul edildi.
Böylelikle, soykırım, insanlık aleyhine suçlar ve savaş suçları işleyen bireylerin bir uluslararası ceza mahkemesince yargılanıp, cezalandırılmaları gereği ortaya konuldu. Zorla kaybetmeler de insan hakları hukuku ve insani hukukun yanı sıra uluslararası ceza hukukunun da konusu haline geldi.
Ancak Türkiye, 139 devletin imzaladığı,122 devletin taraf olduğu “Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü”nü imzalamadı.
En kapsamlı adım ise BM Genel Kurulu’nca 20 Aralık 2006 tarihinde kabul edilen “Herkesin Zorla Kaybetmelere Karşı Korunması Hakkında Uluslararası Sözleşme”si oldu. Bugüne kadar 90 devlet tarafından imzalanan Sözleşme 2010’da yürürlüğe girdi.
Uluslararası Sözleşme’nin 2. ve 3. maddeleri, taraf devletlerin yetki, destek veya zımni muvafakatı ile hareket eden kişiler ya da gruplar veya devlet mensupları tarafından bireyin gözaltına alınması, tutuklanması, kaçırılması veya herhangi başka bir şekilde hürriyetinin kısıtlanmasını, akabinde bunun inkârı veya kaybedilen kişinin akıbetinin veya nerede olduğunun gizlenmesi fiillerini soruşturmak ve sorumluları adalete teslim etmek için gereken tedbirleri almakla yükümlü tutmakta.
Sözleşmenin en önemli maddelerinden olan 5. madde; sistematik olarak uygulanan gözaltında kaybedilmeleri, net olarak “insanlık suçu” olarak tanımlıyor ve faillerin beynelmilel hukukta belirlendiği şekilde yargılanmasından devletleri sorumlu tutuyor.
Uluslararası Sözleşme’nin 7. maddesinde zorla kaybetmelerde “ister savaş hali, ister savaş tehdidi, isterse iç siyasal istikrarsızlık ya da herhangi bir başka kamusal tehlike hali olsun, hiçbir koşulun kendisini meşrulaştırmak üzere ileri sürülemeyeceği” yine 8. maddede “ mülki, askeri ya da herhangi bir resmi makam emrinin ya da talimatının kendisini meşrulaştırmak üzere ileri sürülemeyeceği” belirtilmekte.
12. madde “devlet sırrı”, “gizlilik” kararlarını ve askeriye gibi teşkilatların alan yasaklarını bertaraf ediyor ve soruşturmayla ilgili bilgi, belge ve kaynaklara ulaşabilme yükümlülüğünü devlete yüklüyor.
21. madde “Her taraf devlet, özgürlüğü kısıtlanmış kişilerin, gerçekten salıverildiklerini gösteren güvenilir bir doğrulamayla salıverilmelerini sağlamak için gerekli tedbirleri almalıdır.” düzenlemesini getiriyor.
24. madde kayıp yakınlarını da “kurban” olarak tanımlıyor ve taraf devlete akıbetleri açığa çıkıncaya kadar onların sosyal imkânlarını sağlamak ve bunları destekleyecek teşkilatlar oluşturmak, teşkilatlarla çalışma hakkını garantiye almak mecburiyeti yüklüyor.
Sözleşme’yi Yunanistan’dan Tunus’a, Uganda’dan Tanzanya’ya kadar birçok ülke imzaladı. Ancak Türkiye kaybetmelerden sorumlu bürokrat ve siyasetçileri korumak ve söz konusu yöntemi sürdürmek için Sözleşme’yi imzalamadı .
27 Eylül 2009 günü dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, bir gazeteye “Devlet, ‘devlet politikası olarak’ adam öldürür” açıklamasını yaptığı; Koramiral Atilla Kıyat’ın 2 Ağustos 2010 günü bir televizyon programında “Faili meçhuller, gözaltında kayıplar bir devlet politikasıydı” dediği, dönemin emniyet genel müdürü Mehmet Ağar’ın Susurluk Komisyonu'na “Devlet adına bin operasyon yaptık,” beyanında bulunduğu, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın da “bir bildiğimiz var ki imzalamıyoruz” diyerek konuyu kapattığı bir ülkede yaşıyoruz.
Cumartesi Anneleri bağlamında konuya devam edeceğim.
Yazarlar
-
İbrahim KahveciÖzel: Erdoğan zengin sever… 26.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBugün FETÖ yargısı yok, kim var? 26.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİSavcı Bey size söylüyor iktidar zenginleri 26.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZRojava çözüm süreci zorluyor mu? 26.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUÖyleyse… Yaşıyor demektir! 26.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜROperasyonlar neden silah tüccarlarına yöneldi? 26.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUAKP+MHP ‘koalisyonu’ da bozuluyor mu? 26.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyolİslam düşüncesi nereye? 26.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİsrail masasında HTŞ’ye Rus ruleti 26.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTuhaf yasa maddeleri 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanGenel Yapay Zeka aslında bir büyük yalanın mı adı? 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelTek adama alışmış bir ülkede CHP'de ‘çift lider’ stratejisi ne kadar çalışır? 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRDünyanın temel düzeni sarsılıyor: Yeni bir ütopya, krizlerden çıkışın anahtarı olabilir 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTKelbaşa Şimşir Tarak… 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞFAİLİ MEÇHULLER BİR “DEVLET POLİTİKASI” MIYDI? 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİran yeniden menzilde 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKIlımlılar, İslamcılar, Fundamentalistler: “Batı Türkiye’ye Nasıl Bakıyor?” meselesi 24.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur Akgün10 yıl sonra nasıl bir Türkiye? 24.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNENeler olacağını bilmek 24.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava Tümseği 24.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAKürt Halkı: Barışın ve Demokratik Toplumun Evrensel Öncüsü... 24.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKGerçekten emperyalist güçler bölgede Kürdistan istiyor mu? Irak ve Suriye’de olanlar bu tezi yalanlı 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kirasİslamcı, sosyalist ve milliyetçi bir düşünür 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluDemokratikleşme paketleri beklenirken hangi kanunlar gelecek? 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKalıcı toplumsal barış: Engeller, imkanlar 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKardeşlik 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMete Tunçay mı yanılmıştı? 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNSuriye’de dahil olunacak bir ordu var mı? 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKeser döner sap döner… 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunBarışın gerekleri, Cumartesi Anneleri ve Ablam… 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNAK Parti’den yeni tarzı siyaset: seçmeni kazanamıyorsan seçileni kazan 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuYargı, Mafya ve Beyaz Toros… 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİller Bankası Genel Müdürü Recep Türk: Listemizde sadece Aydın yok 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇKudüs, ey Kudüs! 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir Devletin ve Toplumun İçten İçe Çözülüşü 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Alevi Hakları… 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMutlak kötülüğün mutlak zaferine doğru mu? 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. Yılmazİpe un serme komisyonu mu? 21.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu17 Ağustos ve 6 Şubat niye akılları başa getirmedi? 18.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANBelediye başkanları ne yaptıklarının farkında mı? 18.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan24 yıl sonra CHP’ye muhtaç hale gelmek… 18.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSeyfettin Çilesiz’in çilesi 18.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçDiyanet anayasaya aykırı bir hukuk rejimi öğütleyemez! 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANBitmeyen CHP tartışmaları (II): Yelin kayadan toz koparması 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayEnflasyon raporu: Faiz, fiyatlar, sofradan eksilen tabaklar 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSon vatanı Türkiye olanlar ilk vatanı Türkiye olanlara vatanseverlik dersi veremez 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
4.06.2025
25.05.2025
11.05.2025
24.04.2025
2.04.2025
28.03.2025
14.03.2025
8.03.2025
27.02.2025
20.02.2025