Doğu Ergil

Doğu Ergil
Doğu Ergil
Tüm Yazıları
Güvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa
24.12.2025
384
Hafta sonu Diyarbakır'da "Doğu Sorunu" adıyla 30 yıl önce yayımlanan araştırmamdan sonra "nerede nereye geldik" diye özetlenebilecek bir söyleşiye davetliyim. Bu vesileyle, bakayım ben bu konuda neler yapmışım diye bir zihinsel/belgesel arkeoloji yaptım.

Kürt sorunu, Türkiye Cumhuriyeti’nin en uzun süreli ve en ağır siyasal-toplumsal krizidir. Bu sorun, yalnızca bir güvenlik meselesi değildir; yalnızca bir kimlik meselesi de değildir. Esasen bu kriz, cumhuriyetin Doğu’da eksik kalmış olmasının sonucudur.

1990’lardan bu yana Kürt meselesi üzerine yaptığım çalışmalar, Türkiye’nin bu soruna yaklaşımındaki zihinsel sınırları görünür kıldı. 1995, 2005 ve 2008 yıllarında yaptığım ve sonuçlarını yayımladığım alan araştırması, yalnızca Kürt toplumunun değil, devlet aklının da fotoğrafını çekmiştir.

Güvenlikçi İnkâr Dönemi

1990’lı yıllarda Kürt meselesi neredeyse bütünüyle bir “terör sorunu” olarak ele alındı. Bu yaklaşımın sonucu şöyle oldu: Devlet, PKK ile mücadele ederken Kürt halkıyla arasındaki bağı zayıflattı.

1995’te TOBB için hazırlanan “Doğu Sorunu: Teşhisler ve Tespitler” raporu, Türkiye’de ilk kez şu gerçeği açıkça ortaya koydu: Kürt sorunu PKK’den önce vardır; PKK bu sorunun nedeni değil, sonucudur. Bölge halkı devlet ile örgüt arasında sıkışmış, olağanüstü hal ve koruculuk gibi uygulamalar toplumsal dokuyu tahrip etmiş, hukuk askıya alındıkça devlet meşruiyet kaybetmiştir.

Bu raporun temel tezi şuydu: Etnik tekçiliğe dayalı ulus-devlet anlayışı, Türkiye’nin toplumsal gerçekliğiyle çatışmaktadır. Kürtler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır; ancak vatandaşlık, kimliksizleşme anlamına gelmemelidir. Kültürel alan ile siyasal alan arasındaki ayrım yapılamadığı sürece, kültürel talepler siyasal radikalleşmeye dönüşmektedir.

Bulgulardan en önemlisi, Kürtlerin büyük çoğunluğunun “dışarı” (bağımsızlık-ayrı devlet) değil içeri (eşit şartlarda, ‘anayasal vatandaşlık’ zemininde) demokratik entegrasyon eğiliminde olduğuydu. Resmî Türkiye bunu hiç anlamadı ya da inanmadı.

Temkinli İyimserlik ve Demokratik Beklenti

2005 tarihli “Endişelenme Türkiye!” Çalışması/raporu, Avrupa Birliği perspektifinin yarattığı görece iyimser bir dönemde hazırlandı. Doğu ve Batı’da yapılan karşılaştırmalı saha çalışmaları, Doğu’nun sanıldığı gibi demokrasi karşıtı ya da “geri” olmadığını gösterdi. Demokrasi talebi güçlüydü; dindarlık demokrasiyle çelişmiyor, kültürel muhafazakârlık hoşgörüyü dışlamıyordu.

Bu rapor, devletin yıllarca ürettiği “belalı Doğu” imajını boşa düşürdü. Ancak modernleşme hâlâ tek yönlü, yukarıdan aşağıya bir süreç olarak ele alınıyordu. Toplumu anlamadan dönüştürme alışkanlığı bu dönemde de tam olarak aşılamadı.

Kimlik Siyasetinin Sertleşmesi

2008’de yapılan çalışma ise Kürt toplumunun kendi içinde derin bir ayrışma yaşadığını ortaya koydu. Beklenenin aksine temel ayrım Türkler ile Kürtler arasında değil, Kürtler arasında oluşmuştu. Bir yanda kimliği siyasal mücadelenin merkezine alan radikal bir küme, diğer yanda devletle bağını koparmamış, daha ılımlı bir Kürt topluluğu vardı. Bu ikilik beni “kültürel Kürtler” ve “siyasal Kürtler” tanımlarına götürdü. Her iki küme de kimliklerine sahip çıkarken birincisi entegrasyonu, ikincisi bağımsızlık dahil, daha radikal seçeneklere eğilimliydi.

Birinci grup, devletle, onunla çatışan radikal grup ardında tampon işlevi görüyor ve şiddetin dozunu düşürüyordu. Ama o grup da ödüllendirilmedi.

Bu tablo, Kürt sorununun yalnızca baskıdan değil, siyasetsizlikten de beslendiğini gösteriyordu. Demokratik kanallar kapalı kaldıkça, radikal aktörler güçlenmekteydi.

Kürt Sorunu Nedir?

Kürt sorunu yalnızca güvenlik, yalnızca kültür ya da yalnızca ekonomi sorunu değildir. Kürt sorunu, Türkiye’nin yurttaşlık rejimi ile toplumsal gerçekliği arasındaki uyumsuzluktur. Devlet, Kürtleri uzun süre ya tehdit ya da “kazanılması gereken kitle” olarak gördü. Oysa talep edilen şey eşit yurttaşlıktı.

Bugün: Çaba – İsteksizlik – Çekingenlik – Küskünlük Sarmalı

Bugün Kürt meselesinde ne 1990’ların sert inkârı ne de 2000’lerin görece iyimserliği var. Onun yerine daha huzursuz bir ruh hâli egemen: Yorgunluk ve bıkkınlık.

Devlette çaba eksikliği değil, isteksizlik var.

Siyasette çözüm iradesi değil, iktidar hesaplarından kaynaklanan çekingenlik var.

Toplumda umut değil, kuşku ve küskünlük var.

Kürtler açısından bakıldığında, defalarca vaat edilip yarım bırakılmış süreçler, demokratik siyasete olan inancı zayıflatmış görünüyor. Devlet açısından ise her girişim, “yanlış sonuç doğurur ” endişesiyle beka kaygısına bağkanıyor. Dolayısyla olası bir çözüm sürekli erteleniyor. Bu karşılıklı güvensizlik, sorunu donduruyor ama çözemiyor.

Bu sarmal kırılmadıkça Kürt sorunu askıda kalacak. Oysa ertelenen her sorun, bir sonraki kuşağa daha ağır bir miras bırakır.

Kürt sorunu, cesaretle ele alındığında Türkiye’yi bölecek değil; tam tersine, cumhuriyeti tamamlayacak bir imkândır. Mevcut cumhuriyetin eksikliklerini giderip daha adil, demokratik ve üretken bir düzen arayışına girişmişken, onun önündeki en büyük engeli kaldırmayı artık savsaklayamayız.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar