Leyla İPEKCİ
Yeni bir eğitim öğretim yılı başlarken iki çocuk annesi bir tanıdığım “eyvah” dedi. Gençler için dertliydi. “Eğitimin binlerce sorunu var ama sorunun bir parçası da ev içleri, aile ve anne babalar.” Ve ekledi:
“Kararnameye rağmen bu yıl da kızımın okulunda ev ödevi verilirse, oğlumun okulunda yine verilmezse bu sefer idare edemeyeceğim. Birinin oyalanıp duracak çok vakti varken biri ısrarla çalışıyor ve ama durmadan boğuşuyorlar okuldan sonra. Ödevleriyle değil birbirleriyle. Dolayısıyla benimle!”
Onları nasıl zapt ediyorsun diye sorduğumda: “Ellerine tablet vermemek, televizyon karşısına oturtmamak için direnecek gücüm kalmadı. Ben de sisteme teslim oldum” dedi. Evet, şimdi çocukları ana babaları değil medya terbiye ediyor son kertede. Ve ebeveynler ne kadar doğrusunu yapmaya çalışırsa çalışsın, çocuklara hep yanlışı aksediyor.
Arkadaşımın yüzüne baktım. Aklıma Freud’dan kalma bir cümle geldi, bizim gençlik yıllarımızdan: “Üzülmeyin, çocuklarınıza nasıl davranırsanız davranın, nasılsa yanlış yaparsınız!”
***
Nasıl da ironik. Hepimiz bir zamanlar çocuk olmaklığımız hasebiyle aslında kendimizden idmanlıyız bu çıkarsamaya. En ufak bir arızamız ortaya çıktığında, siz ona nefsimizin kusurları deyin, ilk yaptığımız bu zaafları aileye ve yetiştirilmeye yüklemek. Hem de ne yüklemek! En ağrından.
Modern hayatta psikoterapi yaygınlaştığından beri nefsimizin zaaflarını, kötü huylarımızı temize çıkarmak bizim en büyük savunma mekanizmamız oldu. Çocuk aileye bağımlı olduğu için, ilk yaşlardan itibaren kendi sorunlu ve bunalımlı iç dünyasının müsebbibi olarak öncelikle yaşadığı ortamı / aileyi görüyor.
Maalesef psikolojik analiz yöntemleri de bilimsel kaygılarla aynı şeyi yapıyor. Buna bir de sosyal medya faktörü eklendi şimdi. Neden sonuç ilişkisini medyaya, şiddet içerikli yayınlara, aile içi yetiştirilmeye bağlamak, kadim insanlık gerçeğindeki nasip sırrını yok sayıyor. Ve devrederek getirdiğimiz huylarımızı dönüştürme ihtimalini de elimizden alıyor.
Ya hormonal (kimyasal) özelliklerimize yükleniyor kıskançlık kibir haset yalancılık gibi nefsimizin zaafları. Ya da ailedeki / çevredeki sosyolojiye.
***
Aile içi şiddet gören çocukların yetişkin olduğunda sevmeyi bilmedikleri mesela, böyle bir neden sonuç ilişkisi üzerine yapılan dedikodudur çoğunlukla. Zira ne çocuklar vardır, gıdım sevilmeden (anasız babasız ortamlarda) yetişip en merhametli en sevecen ve şefkatli babalar olurlar.
“Çocuk mutsuz bir ailede yetişirse üretken / yaratıcı olamaz” da giderek hurafeye dönüşenlerden. En büyük sanatçılar mutsuz çocukluk geçirenlerden, kederli geçmişlerden gelip gücünü kendi yapanlardan çıkmıyor mu çoğunlukla? En para harcamayı bilmeyen garibanlar zengin olduklarında yardım dernekleri kurabiliyor mesela. Kıymet biliyor, nimete şükretmenin hakkını verebiliyorlar.
Öyleyse sebep sonuç ilişkisiyle hakikatin bütününü ihya etmek mümkün görünmüyor. Gerçi psikolojinin de çok farklı yöntemleri ve yaklaşımları var (varoluşçu, traspersonal, davranışsal vs). Lakin analiz yapmanın kendisi kişiyi daha ziyade geçmişine odaklıyor. Huylar günah çıkarır gibi ortaya döküldükçe, (sanki itiraf edince azade oluyormuşuz gibi) bizi başkalarını suçlama konusunda iyice cüretkâr hale getiriyor.
“Çocukken çok şiddet gördüm o yüzden şimdi çocuğuma hiç otorite kuramıyorum.” Ya da “o yüzden şimdi çocuğumdan aynı şekilde acısını çıkarıyorum.” Birbirine en zıt iki gerekçe bile böyle her koşulda nefsimizi temize çekecek bir bahane olabiliyor. Evet ne yaparsanız yapın zaten yanlış yapıyorsunuz Freud’un dediği gibi!
Bu sebep sonuç ilişkisi işte daima döndürüp duruyor ve hangi yönden gelirse gelsin bizi geçmişte yaşanmış olaylardan ibaret (sanki Allah tekrar edermiş gibi) bir tutumsallığa yöneltiyor. Tüm neden sonuç ilişkilerini kapsayan asli gerçeğimizdeki nuru örtüp duruyor.
Sonra? Ailenin yanlış bir tutumu yüzünden hayatının nasıl alt üst olduğuna, aileden hesap sormaya, ana babalara isyan etmeye… Devam!
***
Maneviyat psikolojisi diye bir söylem var şimdi. Maneviyatı / iç dünyamızı psikolojiye veya sosyolojiye indirgemekle algımızı daralttığımızın ne kadar farkındayız? Bize lazım olan her şeyin maneviyatı. İçi. Tabiri. Eşyanın hakikatini açmak bu her şeyle her şey arasındaki bağın düğümünü çözmekle mümkün. Mana dilini konuşa konuşa, bizzat mana olmakla mümkün. Bu da maneviyat eğitimiyle gerçekleşebilir.
Fakat maneviyat da tüketim çağının dejenere olmuş kelimelerinden biri. Elbette hem sosyolojisi hem psikolojisi hatta hem de siyaseti var maneviyatın. Ama kişinin mana dünyasının bütünlüğünü oluşturan (madde de dahil) bir değerler toplamını kast eden böyle bir kelime inanç veya inanma yöntemlerine hapsolamayacağı gibi, düşünce akımına ve felsefeye de hapsolamaz. Nefsimizin ‘emmare’ ve ancak ‘levvame’ mertebelerini çözmeye yönelik psikoloji bilimine de indirgenemez şüphsiz.
Nihayetinde Freud’un dediğinin tersi de kadim nefs eğitmenleri açısından bir o kadar geçerlidir çünkü: “Nasıl davranırsanız davranın, doğru yaparsınız!”
***
Neyi mi kast ediyorum? Olanda hayır var denir halk arasında. Celalin de cemali kadar O’ndan olduğunun modern hayatımıza kalan kalıntısıdır bu deyiş ancak. Olandaki / tecelli edendeki sır muhakkak ki haktır. Ne lazımsa o olmaktadır, lakin bize şer görünür. Psikoloji biliminin yapı söküm ile kavrayamayacağı, sözsüz kelamsız bir gönül marifetidir bunu nefsinde diriltmek.
Bunun mana dilindeki hikmeti ancak irfan ve sevgiyle bilinecek olan gönül eğitimiyle mümkün.
Peki dilsiz şeytan olup misal aile içi yanlış terbiye şekillerine göz mü yumalım?
Elbette hayır. Kuralı neyse, gayreti ne gerektiriyorsa yaparken, içinden takip ettiğin mananın işaretlerini hakikat içre okumayı öğrenmekten bahsediyorum. Maneviyat psikolojisi ancak bu şekilde bir hal dili, edep, usül olarak bize bir şey söyleyebilir.
Evin içinde ev ödevi yapmak zorunda olan ve zorunda olmayan iki çocuk annesinin elini kolunu bağlayan çaresizlikten ve ödev sorumluluk ilişkisinin maneviyatından (gönül eğitimindeki anlamından) devam edeceğim inşallah.
Yazarlar
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇözüm Süreci milletin hakemliğinde yürür mü? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYastık altında 705 milyar dolar 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİIŞİD tehdidi SDG'yi kıymete bindirir mi? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciGelir bozukluğunda görülmeyen iki ayrıntı 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanDindar nesil hikayemiz ya da sosyolojinin yeni haritaları 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAUmut Hakkı’nı Savunmak, Barışı Savunmaktır... 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURBizi esas ilgilendiren çarpık ilişkiler… 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKİsrail ve Kürtler: Mümkün mü? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları








































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
15.09.2018
4.02.2018
1.02.2018
28.08.2018
25.08.2018
21.08.2018
7.02.2018
4.02.2018
31.07.2018
28.07.2018