Vahap COŞKUN
Antik Yunan filozoflarından sonra gelmiş geçmiş en büyük filozof olarak kabul edilen Immanuel Kant, 1724’te, Doğu Prusya’nın Könisberg kasabasında doğar. Ve 1804’te 80 yaşına ayak basarken yine bu kasabada hayata veda eder. Vaktine göre uzunca sayılabilecek ömründe, doğduğu kentin dışına neredeyse hiç çıkmaz, bütün hayatı orada geçer.
Titizliği dillere destandır. Günlük iş programı saniye sekmez. Öyle ki onun bu özelliği hakkında birçok fıkra üretilir, hikâyeler anlatılır. Mesela hemşerilerinin saatlerini ona göre ayarlandığı söylenir. Kant, kapılarının ya da pencerelerinin önünde geçtiğinde saatin kaç olduğu bellidir! Rivayet edilir ki, rutinini bozan ender olaylardan biri, Fransız Devrimi’ni haber veren gazeteleri almak için öğlen yürüyüş güzergâhı değiştirmesidir.
Hiç evlenmez. Harala gürele mücadele ettiği, sıkıntılarla boğuştuğu bir hayatı olmaz. Sakin ve dingin yaşar. Lakin bu, onun dünyadan elini yağını çekmiş münzevi bir filozof olduğu anlamına da gelmez. Hoşsohbettir, mizahı sever, espriden anlar, şık giyinir, eğlencelidir. Könisberg Üniversitesi’nde otuz yıldan fazla profesör olarak ders verir. Parlak bir öğretmendir; dersleri, sohbetleri, konferansları her daim yoğun bir alakayla takip edilir.
“Birinci derecede yaratıcı bir deha”
Modern çağın üniversite hocası olan ilk büyük filozofudur. Descartes, Spinoza, Leibniz, Locke, Berkeley ve Hume gibi ağır abilerin hiçbiri üniversite hocalığı yapmazlar. Kant’tan sonra, 19. yüzyılda yaşayan büyük filozoflar içinde de –Hegel istisna- yolu üniversiteye düşen pek az olur. Kiergegaard, Marx, Mill ve Nietzsche de akademisyen cübbesi giymezler. Filozofların üniversiteyi mekân bellemesi, daha ziyade 20. yüzyılın hadisesidir.
Gençlik ve olgunluk döneminde yazdıkları onun tanınmasını sağlar. Fakat ona çağları aşan bir ün kazandıran eserlerini 57 yaşından 70’li yaşlarına kadar uzanan dönemde yayınlar. “Saf Aklın Eleştirisi”ni 57, “Pratik Aklın Eleştirisi”ni 64, “Yargı Gücünün Eleştirisi”ni 66 yaşında yazar. “Ahlak Metafiziğinin Temel İlkeleri” ise 61 yaşının ürünüdür. (Bryan Magee, Büyük Filozoflar, Çeviri: Ahmet Cevizci, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2001, s. 173-174)
Kant, “birinci derecede yaratıcı bir deha”dır, ömrü boyunca düşünür ve biriktirir, biriktirdiklerini aklın ve tecrübenin süzgecinden geçirerek damıtır. Yolun sonuna yaklaşırken en verimli dönemini geçirir ve tesiri asırlarca sürecek yapıtlar ortaya koyar. 1795’te 71 yaşındayken kaleme aldığı “Ebedi Barış Üstüne Felsefi Bir Deneme”* de bunlardan biridir.
“Soysuz bir imha savaşı”
Hollandalı bir hancının mezarlık resmi içeren tabelasının üzerinde “Ebedi Barış” ifadesi yazılıdır. Mesaj açıktır: Daimi bir barış ve mutlak bir huzur ancak mezarda mümkün olabilir. Öyle midir gerçekten ve bu mesajın muhatabı kimdir? Genel olarak bütün insanlar mı? Özel olarak savaşa doymaz yöneticiler mi? Yoksa sürekli barışın tatlı rüyasına kendini kaptırmış filozoflar mı?
Kant, buradan hareketle barışın ve savaşın hallerini inceler, savaşların sebeplerini irdeler ve sürekli bir barışın mümkün olup olmadığını tartışır. Ona göre sürekli bir barış için yerine getirilmesi gereken ön şartlar ve nihai şatlar vardır. Ön şartlar altı tanedir:
• İçinde gizlenmiş yeni bir savaş nedeni bulunan hiçbir antlaşma bir barış anlaşması sayılamaz.
• İster küçük ister büyük olsun hiçbir bağımsız devlet başka bir devletin egemenliği altına asla geçmemelidir.
• Sürekli ordular zamanla bütünüyle ortadan kalkmalıdır.
• Devlet dış çıkarlarını gözetmek için borçlanmalara girişmemelidir.
• Hiçbir devlet diğer bir devletin anayasasına veya hükümetine zor kullanarak karışmamalıdır.
• Hiçbir devlet, savaşta ileride barış yapılacağı zaman, devletlerin birbirlerine karşılıklı güven duymalarını imkânsız kılacak yollara başvurmamalıdır.
Her birini ayrıntılı bir biçimde açıkladığı bu şartlar arasında da ikili bir ayrıma gider. Başkasının egemenliğine girmemek, orduları lağvetmek ve borçlanmamak gibi maddelerin uygulanmaları koşullara bağlıdır, yürürlüğe konmaları bir süre için geri bırakılabilir. Bunlara “geniş yasalar” adını verir.
Yeni bir savaşa yol açacak uygulamalardan kaçınmak, başkasına karşı zor kullanmamak ve karşılıklı güveni olanaksız kılacak davranışlardan kaçınmak gibi maddelerin ise herhangi bir şeye ihtiyaç yoktur, hemen tatbik edilmeleri gerekir. Bunları da “sıkı (katı) yasalar” olarak tanımlar.
“Savaş içinde bile düşmanın düşünce biçimine karşı biraz güvenin kalması gerekir; böyle olmazsa, bir barış anlaşması yapmak da olanaksızlaşacak ve çarpışma bir imha savaşı (bellum internecium) biçiminde soysuzlaşacaktır… Bir tümden yok etme savaşı (ad internoscionem) taraflardan her ikisinin de hukukunu bütünüyle ortadan kaldıracağından, sürekli barışa ancak insan türünün o engin (geniş) mezarlığında kavuşabilmiş olacaktır. Bu yüzden böyle bir savaşı ve böyle bir savaşa sürükleyecek yolları kesinlikle yasak saymak gerekir. (s. 230)
“Barış ancak hukukla olur”
Kant, bir arada yaşayan insanlar arasındaki doğal durumu bir barış durumu olarak değil, ilan edilmemiş olsa bile her an patlayabilecek bir savaş durumu olarak görür. Yani barış tabii ya da hazır bir hal değil, kurulması gereken bir haldir. İyi de nasıl?
Daimi bir barış; salt düşmandan korunmak için tedbir almakla ya da düşmanın hiçbir eylemde bulunmamasıyla sağlanmaz, her bir devletin bir diğerinin kişisel güvenliği hakkında garanti vermesiyle sağlanabilir. Bu da hukuki bir düzeni zorunlu kılar. Eğer barışçıl bir hukuki düzen oluşturulmazsa, devletler birbirlerine düşman gibi davranabilir. Kant, bu bağlamda devletler arasında sürekli bir barış için üç nihai şart sıralar.
İlk nihai şart, her devletin sivil anayasasının cumhuriyetçi olmasıdır. Kant cumhuriyetçi bir anayasanın, bir toplumun üyelerine özgürlük, eşitlik ve ortak bir yasa koyucuya bağlılık sağlayan tek anayasal düzen olduğunu belirtir. Demokrasi ve cumhuriyeti farklı anlamlarda kullanır; demokrasinin bir devlet biçimi, cumhuriyetin ise bir hükümet biçimi olduğunu yazar. Ancak, barışa nasıl varılacağını anlatırken bu iki kavrama benzer anlamlar yükler.
Cumhuriyetçi / demokratik barış
Ona göre, cumhuriyetçi olmayan bir rejimin savaş çıkarması kolaydır. Devletin sahibi olan ama toplumun üyesi olmayan hükümdar, şahsi herhangi bir kaygı duymadan, bir savaş kararı alabilir. Sıradan bir meseleyi bile büyüterek bir savaş nedeni haline getirebilir ve bunu meşru gösterme işini de her zaman hazır bekleyen diplomatlarına bırakabilir.
Oysa cumhuriyetçi ya da demokratik rejimlerde karar hakkı halktadır. Halk, bir savaşa girmeden önce uzun boylu düşünmek zorunda kalır. Savaşın kendisine getireceği fenalıkları ve sırtlarına yükleyeceği yükleri öngörür ve bu nedenle savaşma arzusu içinde olmaz. Elbette kendini savunmak mecburiyetinde kaldığında savaşa karar verebilir ama bu zaruret dışında herhangi bir savaş lehinde oy kullanmaz.
“Cumhuriyetçi anayasaya göre, ‘savaş ilan edilmeli mi, edilmemeli mi?’ sorusu ancak yurttaşların oylarıyla yanıtlanabilir. Yurttaşların da savaşa karar vermeden önce uzun uzun ikircikli kalmaları doğaldır; çünkü bu kararla kendi üzerlerine savaşın çökerteceği aşağıdaki kötülüklere katlanma kararını da vermiş olacaklardır. Savaşta kendi dövüşmek, savaşın giderlerini kendi ceplerinden ödemek, savaşın ardında bırakacağı yıkıntıları güçlükle onarmak ve en sonunda da sanki bir bu eksikmiş gibi, durmadan çıkacak yeni savaşlar yüzünden bir türlü ödenemeyecek olan ve barışı bile acılı ve sıkıntılı yapacak ulusal borçlanmalara girişmek.” (s. 234)
Böylelikle Kant, insanları daimi bir barışa götürebilecek tek anayasanın cumhuriyetçi bir anayasa olduğunu söyler. Cumhuriyetçi düzen bütün dünyaya yayıldığında, bütün devletler cumhuriyet ile yönetildiklerinde, vatandaşlarının rızası hilafına savaş kararı alınamayacağından devletler de birbirleriyle savaşamazlar.
Aslında Kant’tan önce Thomas Paine ve Kant’tan sonra Alexis de Tocqueville de benzer görüşleri savunurlar; cumhuriyetçi veya demokratik ülkelerin savaşmak konusunda daha az heveskâr olduklarını ifade ederler. Nitekim bu çizgi, daha sonra 20. Yüzyılda siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler literatürünün gözde kavramlarından biri olan “demokratik barış teorisinin” fikri alt yapısını oluşturur.
“Akıl, savaşı lanetler”
İkinci nihai şart, devletler hukukunun özgür devletlerden kurulu bir federasyona dayanmasıdır. Akıl, bütün ahlaki yasaların yüce mahkemesidir ve o, savaşı hukuksal bir yol olarak kullanmayı şiddetle lanetler. Buna karşılık barışı da mutlak bir yükümlülük olarak tanır. Ne var ki uluslararası bir antlaşma olmadan barışın kurulması da olanaksızdır. Barış, devletlerin özel nitelikte bir ittifakını gerektirir. Kant, bütün savaşları bitirebilecek bu ittifaka “Barış birleşmesi” der.
Bu ittifakın amacı herhangi bir devlete bir diğeri üzerinde hâkimiyet sağlamak değildir. Aksine ittifaka dâhil olan her devletin özgürlüğünü temin etmektir. Kant, adil ve kalıcı bir barışa zemin hazırlayacak olan böyle barış ittifakının dayandığı bir federalizm düşüncesinin zamanla gerçekleştirilebileceğine dair iyimser düşüncelere sahiptir. Bütün devletlerin oluşturacağı sağlam bir ortaklığının gerçekleştirilebileceğini kanıtlamanın mümkün olduğunu söyler.
“Çünkü eğer güçlü olduğu kadar aydınlanmış da olan bir ulus, özü gereği sürekli barışa eğilimli bir hükümet biçimi olan cumhuriyet biçiminde kurulma mutluluğuna da ererse, artık böyle bir federatif ittifakın ortak bir noktası, merkezi de kurulmuş olacaktır, ki öteki devletlerde Devletler Hukuku ilkelerine uygun olarak, kendi özgürlüklerini güvence altına almak üzere bu merkeze katılabileceklerdir. Bu bağlaşma böylece her gün yeni katılımlarla daha da genişleyecektir.” (s. 239-240)
Kant’a göre, birbiriyle olan ilişkilerinde devletleri savaştan alıkoyacak yegâne akli yol, devletlerin de insanlar gibi başıboş ve yabanıl özgürlüklerinden vazgeçip, genel yasaların altına girmeleri ve bütün dünya uluslarını kapsayacak bir uluslar devleti (civitas centium) kurmalarıdır. Lakin devletler, teoride doğru buldukları bu ilkeyi tatbikatta reddederler. Eğer bir dünya cumhuriyeti kurmak pratikte imkânsız ise, o zaman yapılabilecek tek şey, barış için sürekli genişlemeye müsait ittifaklar kurmaktır.
“Eğer her şeyin yitirilmesi istenmiyorsa, olumsuz da olsa, elde geriye ancak savaşı engelleyecek, yolundan çevirecek ve bu haksız ve insan yakışmaz tutkunun sellerini önleyebilecek kadar, devamlı bir ittifak düşüncesi kalmaktadır. Ama her zaman bu ittifakın bozulması karabasanı içinde yaşanacaktır.” (s. 240)
“Yeryüzünün ortak sahipleri”
Ve üçüncü nihai şart da, dünya vatandaşlığı hukukunun evrensel misafirlik koşulları ile sınırlandırılmasıdır. Misafirlik koşulları derken iki hususu kasteder: Biri, her yabancın geldiği memlekette düşmanca muamele görmemesi hakkıdır. Bulunduğu yerde huzuru bozmadıkça bir yabancıya düşmanca davranılmaz. Diğeri ise, yeryüzünün ortak sahipleri olmaları bakımından bütün insanların birbirlerinden topluma kabul edilmelerini isteme hakkına sahip olmalarıdır.
Kant bir dünya devleti gibi bir dünya vatandaşlığı tasavvur eder. Ona göre dünya vatandaşlığına yadırgatıcı ya da abartılı bir talep olarak bakılmamalıdır. Keza dünya vatandaşlığı, yazılı ya da doğal hukuk düzeninin tamamlanmasının zorunlu bir son adıma olarak da görülmemelidir. Dünya vatandaşlığı için öncelikle herkese insan haklarını garanti edecek sağlam bir kamu hukuku oluşturulmalı, oradan da sürekli barışa doğru ilerlenmelidir.
Ebedi barışa ancak ön ve nihai maddelere riayet etmekle varılır. Ancak bu, öyle rahatlıkla üstesinden gelinebilecek bir vazife değildir. Çünkü savaş çıkarmak ve savaşa yandaş yazılmak kolaydır. Kant, biraz da hayıflanarak, savaş için özel bir nedene gereksinim duyulmadığını, savaşın köklerinin sanki insan doğasının içine uzanmış gibi durduğunu yazar. İnsanın hayatını ortaya koyması, her türlü menfaatin üzerinde, asil bir davranış olarak yüceltilir. Savaşçılar cesaretlerinden ötürü kutsanır. Savaş soylu insanların ayrıcalığı olarak görüldüğünden savaşa methiyeler düzülür. Savaş taraftarlarının sesi yüksek çıkar.
Barışı konuşmak ise her zaman daha zordur. Hele histerinin koyulaştığı dönemlerde barışı dillendirmek basbayağı tehlikeli bir iş olur. Savaşı bitirmek ve barışı telaffuz etmek için açılan her ağızı kapatmaya hevesli çok sayıda el bulunur. Barış çağrıları kimi için manasız bir laf, kimi için devletin çıkarlarını gözetmeyen bir gaflet hali, kimi için de düşmanın/düşmanların ekmeğine yağ süren bir hainliktir.
“Krallar filozof, filozoflar da kral olmamalı”
Peki, barışa engel bu açmazdan nasıl çıkılabilir? Kant, Ebedi Barış’ın girişinde, bu denemesinin siyasetçileri rahatsız etmesinin muhtemel olduğunu yazar. İktidarların, filozofları ve siyaset kuramcılarını sırtında yumurta küfesi taşımayan, soyut düşüncelerin peşinde koşan, beceriksiz ve toy oyuncular olarak gördüklerini; onları bazen susturmaya veya ortadan kaldırmaya çalıştıklarını bazen de görmezden de geldiklerini belirtir. Hiçbir siyasal ihtirası olmayan bir kişi olarak, yazdıklarından devlete karşı bir suç çıkarılmamasını umduğu belirtir.
Oysa demokratik tartışma hayatidir. Kant, bu nedenle, barışa varmak için koyduğu ön ve nihai şartlara bir yenisini ekler: “Savaş için silahlanmış devletler, sürekli barışı mümkün kılacak koşullar hakkında filozofların genel kurallarını göz önünde tutmalıdırlar.” Bu madde, filozofların görüşlerinin devlet erkinin temsilcilerinin görüşlerine üstün tutulmasını değil, sadece filozofların düşüncelerinin dinlenmesini içerir.
Devletler, filozofları düşüncelerini bildirmeye teşvik etmeli, yani onları savaşa ve barışa ilişkin genel kurallar üzerinde serbestçe ve açık konuşmakta serbest bırakmalıdır. Bunun için özel anlaşmalar yapmaya gerek yoktur. Çünkü filozoflar kendi hallerine bırakıldıklarında, bir başka ifadeyle devlet tarafından susturulmadıklarında, zaten kendiliklerinden konuşacaklardır.
“Kralların filozof ve filozofların kral olmasını beklememeli ve bunu dilememelidir; çünkü iktidarda olmak aklın yargıda bulunma yeteneğini bozar, tüketir. Fakat kralların ya da eşitlik ilkesi atında yaşayan hükümran ulusların, filozofları ortadan kaldırmaya ya da susturmaya kalkışmamaları, tersine onları herkesin önünde açıkça konuşturmaları gerekir. Böyle yapmak, kendi işleri ve davranışları hakkında iyi bir hükümet yönetiminin başlıca koşuludur.” (s.250)
“Bütün savaş gerekçeleri barış karşısında hiçtir”
Ebedi Barış’ın üzerinden iki asrı aşkın bir süre geçti. Ama insanlık bir türlü savaşlardan yakasını kurtaramadı. Kant’ın ifadesiyle “boş bir fikir (ide) değil ama çözümünü yavaş yavaş elde eden ve amacına her an biraz daha yaklaşan bir sorun” olan Edebi Barış’a ulaşamadı. Savaş diye devasa bir derdimiz var. Ve bunun karşısında barışı inşa etmek gibi ahlaki bir yükümlülüğümüz devam ediyor. Tabii, Kant’a olan ihtiyacımız da.
Karl Jaspers’in özel asistanlığını da yapmış felsefeci Hans Saner’in ‘Ebedi Barış’a getirdiği yorum, bu ihtiyacımızı çok net ve güzel bir şekilde dile getiriyor:
“Eğer bir barış ebedi olacaksa, barış iradesi mutlak ve koşulsuz olmalıdır ve eğer koşulsuzsa daha önceki bütün savaş gerekçeleri barış karşısında sıfırdır ve hiçtir. Bu nedenle barış ‘çağsal’ bir karaktere sahiptir. Barışla iki halkın hayatında tümüyle yeni bir zaman başlar. Barış o güne kadar olan politikanın sürdürülmesi değil, bilakis siyasi düşünce ve eylemde yeni bir çağın başlatılmasıdır. Bu da düşünce biçiminin radikal bir değişimine bağlıdır.” (Aktaran: Ahmet Tulgar, BirGün, 07.07.2010)
Kant hala canlı, görüşleri hala geçerli…
- Immanuel Kant, Sürekli Barış Üstüne Felsefi Bir Deneme (b.y: Seçilmiş Yazılar, s. 223-266), sÇeviri: Nejat Bozkurt, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1984.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları








































































































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
8.09.2025
3.09.2025
27.08.2025
23.08.2025
19.08.2025
14.08.2025
5.08.2025
29.07.2025
22.07.2025
15.07.2025