Yıldıray OĞUR
Kandil, 15 Şubat itibarıyla çözüm sürecinin “son derece tehlikeli, kritik ve bitme noktasında” olduğunu açıkladı.
Açıklama üzerine, bir haftadır bütün muhafazakârları tecavüzcü katillere, meczup esnafa bağlamak için totolojik ırkçılığın, nefret sosyolojisinin en galiz örneklerini sergileyip, şiddete karşı aşırı duyarlı manifestolar döktürenler, bir anda her şeyi unutup, 40 bin insanı öldürmüş bir savaşı bitirmiyor diye, memleketin en büyük silahlı örgütünü tebrik sırasına girdiler.
Ama galiba Kandil, emekliliklerini savaş kışkırtıcısı olarak geçiren bu amca ve teyzelerin yine duygularıyla oynuyor.
Bir yıldır Kandil’den gelen bütün açıklamalar düşünüldüğünde “Çözüm süreci bitme noktasında” açıklaması aslında ileri bir açıklama bile sayılabilir. Çünkü son bir yıldır Kandil, çözüm sürecini birkaç defa bitirmişti. En az üç defa bitmiş şeyin, bitme noktasına gelmiş olması kayda değer bir ilerleme sayılır.
Örneğin Mart 2014’te kaset, tape furyası tavan yapmışken, yerel seçimlerden hemen önce şöyle demişti Kandil: “AKP gibi hegemonya peşinde koşan bir hükümetin bu sorunu çözemeyeceği anlaşılmıştır. Bu açıdan da AKP Hükümeti Önder Apo’nun başlattığı ve Hareketimizin de başarıya ulaşması için büyük çaba harcadığı demokratikleşme hamlesinin muhatabı olmaktan çıkmıştır.”
Çıkmamış olacak ki, Haziran ayında çözüm sürecini yine bitirmiş Kandil. Bu kez neden kalekol inşaatları. Serhildan çağrısı yapan Kandil, çok sert konuşmuş: “AKP iktidarının çözüm dediği oyalama, zaman kazanma, kamuoyunu yanıltma, yeri ve zamanı geldiğinde ise, her türlü kirli savaş yöntemlerini devreye koyarak, hareketimizi darbelemekten başka bir şey değildir.”
Herhalde bu kez kesin bitmiştir di mi?
Bitmemiş. Yoksa “1 Eylül’e kadar istediklerimiz yapılmazsa süreci askıya alırız” diye tehdit etmezdi herhalde. Yine bir sevinç dalgası...
Peki neydi talepler. Hükümetin “Hukuk, Sosyo-Ekonomik, Misak-ı Milli, Kadın Özgürlüğü, Ekoloji, Sivil Toplum, Güvenlik ve Hakikatleri Araştırma ve İzleme Komisyonları kuracağını 1 Eylül’e kadar açıklayıp, 15 Ekim’e kadar da komisyonları kurması.''
Olmadı. Türkiye, o tarihe kadar bütün meselelerini çözmeyi yetiştiremedi. Ve Eylül ayında süreç bir kere daha bitti. Ama sebep komisyonlar değildi, Kobani’ye IŞİD saldırısıydı. Önce Karayılan, IŞİD saldırılarından Türkiye’yi sorumlu tutup, süreci bitirdi.
Sonra bütün Eylül boyunca Kobani olmadan çözüm süreci olmaz, sloganik analizleri eşliğinde, çözüm süreci törenle bitirildi. Hatta Aysel Tuğluk, AKP süreçte partner olmaktan çıkmıştır, diyerek hiçbir zaman kendisinde kredisi bitmeyen seküler güçleri göreve bile çağırdı.
Ama Eylül’de yine bitmek bilmedi süreç. Ekim ayında bir kere bitirilmesini engellemedi bu. Bu kez sebep sınır ötesi tezkereydi. Cemil Bayık, “Tezkere ile PKK’ya açıktan savaş ilan edilmiştir. Tezkerenin kabulüyle Türkiye barış sürecini sona erdirmiştir. Biz de silahlı birliklerimizi Türkiye’ye geri gönderdik” dedi. Sonra süreci gerçekten bitirecek bir şey oldu. 6-7 Ekim olayları. Süreç bitse kimse bir şey demezdi. Ama süreç yine bitmedi…
Kasım’da sürecin bittiğine dair epey yazı var arşivlerde. Aralık ayında da Kandil’den “yoksa bitiririz” diye tehdit geldiğinde göre Ekim’de ve Kasım’da da bitmemiş olmalı. Kandil bu kez de “HDP heyeti bir iki gün içinde İmralı’ya gitmezse süreç biter, elimizdeki taslaklarını açıklarız” dedi.
Sonra Öcalan’ın taslağı çıktı. Gitti, geldi.
Ocak ayında bu kez Kandil, “Eğer hükümet Öcalan’ın taslağını kabul etmez ise, biz bunu savaş ilanı olarak kabul ederiz” dedi.
Hükümet, o Öcalan’ın taslağı, bizim değil, diye hatırlattı.
Allah’tan savaş nedeni olmadan bu kriz de atlatıldı. Hatta görüşmeler ivme kazandı, pozitif mesajlar geldi.
Ve şubat. Gelenek bozulmadı. Sürecin yine sonuna geldik. Süreci bitme durumuna bu kez getiren güvenlik paketi. Kalekol, tezkere, Kobani’nin bitiremediği süreci bu kesin bitirecek diye ümitli analizler yazanlar, hızını alamayıp Öcalan’ı bile tefe koyup, yandaş ilan edenler, beş seçimdir her seçim öncesi bıkmadan tekrarlanan “AKP çözümü seçim için kullanıyor” tespitleriyle sahne alanlar, şiddet kültürü yükseliyor diye laflar edilen günlerde PKK’yı silah bırakmıyor diye haklı bulanlar…
Aslında Kandil, “son derece tehlikeli, kritik ve bitme noktasında” diyerek son bir yıldaki en ileri açıklamalarından birini yaptı, ilk kez sürecin yaşadığını ilan etti.
Süreç öldü mü ölmedi mi tartışılan günlerde, sürecin kalp atışları duyuluyordu halbuki.
Geçen hafta Ankara 8. Ağır Ceza Mahkemesi, Kürt Parlamentosu Davası’nda, sürgünde bulunan aralarında KCK üyesi Zübeyir Aydar ile Kongra-Gel Başkanı Remzi Kartal’ın da olduğu 21 kişi için 4 ay içinde Türkiye’ye gelirlerse tutuklanmayacaklar güvencesi verdi.
Aslında ikinci defa verdi bu güvenceyi. İlkini Eylül 2014’te vermiş, 3 ay içinde Türkiye’ye gelirseniz tutuklanmayacaksınız, demişti. 3 ay bitti. Bu kez 4 aylık yeni güvence geldi. Barış sürecindeki her iyi şey gibi kenarda köşede kalmış önemli bir karar. Mahkeme tam seçimler öncesi bu kararla, bir KCK üyesine ve Kandil, HDP, PYD’nin üst örgütü Kongra-Gel’in başkanına “buyurun gelin Türkiye’de siyaset yapın” demiş oldu.
Peki, PKK ne yapacak?
Bu çağrıya mı uyacak, yoksa başka çağrılara mı? Davutoğlu’nun dediği gibi önüne meşruiyet zemini açacak, Türkiyeli gibi mi düşünecek yoksa, hazır çarşı karışmışken mevsimlik ittifaklarla kâr maksimasyonu yapan fırsatçı bir tüccar gibi mi?
1978’deki kuruluş manifestosunda 22 kere ABD emperyalizmine karşı mücadeleden bahsetmiş, ama 2014’te Kobani’de o ABD emperyalizmi sayesinde paçayı kurtarmış bir örgüt, hâlâ silahlı gücünün sarhoşluğuna kapılıp, kendisini siyasete çağıran Türkiye’ye savaş mı açacak?
Ona masadan kalk diyerek dolaylı yoldan savaşa tutuş, diyen nefretten aklını yitirmiş, hiçbir iktidar iddiası kalmamış Türk muhaliflerin duygularını tatminden başka kimim işine gelecek böylesine bir savaş kararı? Kobanililerin, Afrinlilerin, Diyarbakırlıların?
Barışa psikolojik olarak bu kadar hazırlanmış Kürtlere bu savaş kararı nasıl anlatılacak, hükümete karşı öfkesinden aklını yitirmemiş Türkleri, gençler yeniden ölmeye başladığında bir kere daha masaya oturmaya kim ikna edecek? Gülen mi? Kılıçdaroğlu mu, gözlerinin feri kaçmış Türk solcuları mı?
PKK’ya “Daha fazlasını hak ediyorsun, bütün Batı arkanda” diyenler, ABD’nin ya da Batı’nın çatışmalar yeniden başlarsa, hâlâ müttefikleri olan Türkiye’yi PKK’ya harcayacağına gerçekten inanıyorlar mı? Yoksa büyük iktidar kavgalarındaki mevsimlik mevzi zaferleri içinde Kürt gençlerin hayatının hiçbir kıymeti olmadığını itiraf edecek kadar dürüst olabilecekler mi?
Kandil, bir yıldır beş kez çözüm sürecini bitirdi. Bu olmazsa biter, şu olmazsa biter tehditlerini, maksimalizmin doruklarındaki “Türkiye demokratikleşmezse, kadınlar özgürleşmezse, ekolojik adımlar atılmazsa silah bırakmayız”lar izledi.
Bir anda her şeyin bitmesi, bütün taleplerin karşılanması için takvimler verip duran Kandil’de vadidekilerden daha iyi siyaset takip edenlere, Google’a Stormant House Agreement yazıp bir bakmaları tavsiye edilir. İngiltere ve IRA arasındaki barış görüşmelerinde son anlaşmanın adı bu. Daha geçenlerde, Kandil’in şu olmazsa biter her şey dediği günlerde, 23 Aralık 2014’te imzalandı. Hakiklatleri araştırma, bazı vergilerle ilgili sorunları çözme, İrlanda’daki Katolik-Protestan gruplar arasındaki meseleleri çözme gibi meseleler yıllar sonra halledilebildi bu anlaşmayla.
Hayırlı Cuma Anlaşması’ndan 16 yıl, IRA’nın silahlı mücadeleye son kararını vermesinden 9 yıl sonra…
Yeter ki bir kere silah yerine siyasetin gücüne inanmaya başlayın…
2005 yılında, ömrünün yarısını hapiste geçirmiş 42 yaşındaki IRA yöneticisi Séanna Walsh, IRA tarihinde ilk kez maskesiz kamera karşısına geçen militan olarak silahlı mücadeleyi bitirme kararını açıklarken bunun kendi örgütleri için en doğru karar olduğunu açıkça anlatmıştı.
Şöyle yapmıştı.
O kadar zor gözükmüyor…
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Hayır, bu Türklük Sözleşmesi değil!
4.08.2025 - Netanyahu’nun üstadının yolu İstanbul’a nasıl düşmüştü?
2.08.2025 - Rojava, Şam ve çözüm süreci arasında optimal bir nokta bulunabilir mi?
28.07.2025 - Hem gazeteciliğin hem siyasetin duayen ismi…
26.07.2025 - DEM Parti o tweeti neden sildi?
23.07.2025 - Kutuplaşmanın son mağduru; CHP’nin ilk imam hatip müdürü Celal Hoca
19.07.2025 - Kendini gerçekleştirebilecek kehanet: DEM-Cumhur İttifakı
16.07.2025 - Dağın başında vakur bir veda töreni…
13.07.2025 - Yerli ‘Hayırlı Cuma’ya doğru…
11.07.2025 - “İkimiz de yaşlandık. Emekli olmadan bu işi bitirelim”
9.07.2025
Yazarlar
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
Hrac Madooglu
Dunyanin sorunlarini Papanin cozecegine veya cozume katkida bulanacagina inaniyorsaniz, tarih size hicbirsey ogretmemis demektir. Dinler bugunku sorunlarin nedenlerinden biridir. Ozellikle Katolik kilisesi. Birkac ornek vereyim: Katolik dininde kadin haklari diye bir sey yoktur. Kadinin gorevi mumkun oldugu kadar cok sayida cocuk dogurmaktir. Kurtaj yasak oldugu gibi, hamilelikten korunmak da gunahtir ve yasaktir. Yani her cinsel iliskide amac cocuk yapmaktir. Hatta tecavuze ugrayip hamile kalan bir kadin bile kurtaj yapamaz. Bu yuzden prezervatif kullanmak da gunah sayilmaktadir ve AiDSin yaygin oldugu ulkelerde bile insanlarin bu olumcul hastaliktan korunmasinin bile dine aykiri oldugu vurgulanmaktadir. Bosanmak ta Katolik dininde yasaktir. Ote yandan Katolik kilisesinde binbir turlu ahlaksizlik surekli ortbas edilmeye calisilmaktadir. Rahipler arasinda pedofillik yaygindir. Dinler arasinda bir hosgoru olabilmesi de gercekci degil. Kendi dinimden olmayan gunahkardir, cennete layik degildir demez mi Semavi dinler?