Halil BERKTAY

Bilvesile, Halil Namık Bey
25.10.2012
4101

 Çanakkale Savaşlarıyla ilgim çok gerilere gider (ve Ayhan Aktar’ın [gene bundan böyle AA] zekice sandığı bir polemik denemesindeki sözümona suç isnadıyla, bir “masa başı tarihçiliği”nden de ibaret değildir). Nisan 2010’da yazmamıştım ama hele Çanakkale filmlerinin çoğaldığı şu günlerde, buna bari ailevî bir not da düşeyim.

Benim kendi dedem, 1893 Girit doğumlu Halil Namık Bey, Çanakkale’de savaşmış ve tesadüfen de olsa batarya kumandanlığı yapmış gerçekten. O zamanki Mühendis Mektebi’nin [İTÜ] Riyaziye [Matematik] bölümünde öğrenciyken, Seferberlik ilân edilince beş altı arkadaşıyla birlikte gönüllü yazılan bir ihtiyat zabiti. İşin içinde matematik olunca elbette topçuya almışlar ve “zabit vekili” yapıp, Anadolu kıyısındaki Dardanos Bataryası’na [şimdi bkz Hasan - Mevsuf Bataryası ve Şehitliği] vermişler. Yani bataryanın emir-komuta zincirinde üçüncü sıradaymış.

Birleşik İngiliz-Fransız filosunun Boğazı denizden zorladığı 18 Mart 1915 kara-deniz çarpışmalarına, bizde bir “deniz savaşı” denirse de tam doğru değildir bu; meselâ 1904-1905 Rus-Japon Savaşı’ndaki Çuşima (Tsushima) deniz muharebesi gibi her iki tarafın donanmaları değil, sadece bir tarafın donanması ile diğer tarafın mayın tarlaları ve onları koruyan kıyı topçusu söz konusudur. Buna rağmen “deniz savaşı” denir çünkü ideolojik bir anlamı vardır bunun; yeni Türk milliyetçiliğinin daha gelenekçi-muhafazakâr bir yanı, “medeniyet denilen kahbe” (Âkif, Çanakkale Şehitleri) veya “medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar”a karşı (Âkif, İstiklâl Marşı) zaferin sırf “göğsündeki kat kat iman” (Çanakkale Şehitleri) veya “iman dolu göğsüm gibi serhaddim”le (İstiklâl Marşı) kazanıldığını terennüm ederken, bir başka yanı modernist, muasır medeniyet seviyesine yetişme özlemi içindeki damarı Çanakkale’yi Çuşima’ya benzetme; Japonların Rusları kendi inşa ettikleri bir buhar ve çelik donanmasıyla, zırhlıya karşı zırhlıyla çarpışarak altetmeleri gibi (ya da buna en yakın şekilde) savaşarak kazandığımızı tasavvur eder. Serhat Güvenç’in Osmanlıların Drednot Düşleri kitabında da anlatılan, Sultan Osman ve Reşadiye gemilerini edinme çabasının; Donanma Cemiyeti, piyangosu ve bağış kampanyasının; son kuruşuna kadar ödenmiş iki gemiyi o sırada Birinci Deniz Lordu olan Winston Churchill, İttihatçıların mutlaka Almanya safında savaşa gireceği gibi (çok da yanlış sayılamayacak) bir gerekçeyle müsadere edip Agincourt ve Erin adlarıyla Büyük Britanya donanmasına kattığında patlak veren öfkenin; sonra âdeta “onların yerine” alınmış gibi yapılan “donanmamızın gözbebeği” Yavuz’a gösterilen millî sevginin ardında, hep bu diğer özlem yatar.

Geçelim, 18 Mart 1915’e dönelim. İtilâf zırhlılarının Boğazın girişine yaklaşmalarının daha ilk dakikalarında, Üsteğmen (Mülâzım-ı Evvel) Hasan ve Teğmen (Mülâzım-ı Sâni) Mevsuf Beyler gözetleme mevkiindeyken Queen Elizabeth’dan gelen 38’lik bir mermiyle ve oradaki bütün diğer erlerle birlikte şehit olduktan sonradır ki, henüz 22 yaşındaki Halil Namık Bey komutayı üstlenip her nasılsa o günü çıkarmayı başarmış. Bu arada, drednot-öncesi savaş gemisi tiplerinden Irresistible’ın batırılmasında da bir payı olmuş.

18 Mart sabahı 11:00 sularında düşman zırhlı ve kruvazörlerinin yaklaşık 13,000 metreden ateş açmasını izleyen üç saat boyunca, 18 büyük İngiliz ve Fransız gemisinden bazıları hasar görmüş ama hiçbiri batmamıştı. 13:54’te ilk BouvetNusret mayın gemisinin 8 Mart sabahı Erenköy (Karanlık Liman) önlerinde kıyıya paralel döşediği 26 mayından birine çarpıp hızla (15 dakikada) sulara gömüldü. Ardından 16:15 civarında Irresistible aynı hattaki bir diğer mayına çarptı; makinaları stop etti ve akıntıyla Dardanos toplarının önüne sürüklendi. Mürettebatı kurtarıldıysa da, yedeğe alınıp oradan uzaklaştırılamadı. Suda hareketsiz halde, hemen tepesindeki Dardanos bataryasının 6 inçlik (15’lik) toplarının ateşine kolay hedef oldu ve (18:05’te üçüncü bir mayına çarpan Ocean’la birlikte) Amiral De Robeck’in genel ricat emri verdiği İtilâf donanması tarafından nihaî olarak terk edilip, karanlık çökerken (19:30 sularında) derinliklerde kayboldu. Halen 60 metrede yatıyor.

Sonra olanı tahmin edebilirsiniz; beş yaşımdan 1957’ye, dedemin öldüğü on yaşıma kadar, 18 Mart veIrresistible’ın batışı öyküleriyle dolu geçti çocukluğum. Fakat kuşkusuz Lawrence of Arabia taklidi bir Sarkis Torosyan değildi Halil Namık Bey; sâkin ve abartısız, aynı zamanda neşeli ve muzip bir insandı; kendi rolünü hiç büyütmeye kalkmaz, öyle “benim attığım bir mermiyle koca zırhlı battı, savaşın kaderi değişti” hikâyelerini aklından bile geçirmez; Irresistible’ın zaten mayına çarptığı için batmakta olduğunu her seferinde tekrarlardı.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar