Cafer Solgun

Cafer Solgun
Cafer Solgun
Tüm Yazıları
Özlemek ne uzun bir mesafe, Dersim…
10.08.2025
59
Ağızlarına çağdaşlık, ilim, bilim gibi lafları pelesenk etmelerine, hatta bazıları “çağdaşlık” ne kelime, kendilerince “komünist” takılmalarına karşın, Dersim deyince “Saldır Co!” komutu almış gibi ayaklananlar var. Hâlâ var. Bazen bunlara nereden esiyorsa “Dersim değil Tunceli” diye tutturuyorlar

avucuna baktım

yollar görmedim yolculuklar gördüm

mezar görmedim ölü gördüm

düşman görmedim savaş gördüm

–Şirvan Erciyes

Yollarda okurum diye yanıma kitaplar almıştım ama Şirvan Erciyes’in Post Mortem adlı şiir kitabına takıldım kaldım (Kayıp Kitaplar Yay. Haziran 2025). Her şiir okuduğumda şair olmadığıma, olamadığıma hayıflanırım içten içe. Bazen şiirsel metinler çıkar kalbimden, kalemimden, evet, ama şiir başka bir şey.

İyi şiir, sanırım, her okuyanda uyandırdığı duygu ve düşünceler ölçüsünde iyi şiirdir. Okuduğunuzda içinizde bir şeyleri uyandırmayan, ayaklandırmayan ve ne anlattığını anlamak için bilmece, bulmaca çözer gibi kafa yorduğunuz bir şiir, iyi şiir olabilir mi?

Şirvan Erciyes’in şiirlerinin bana düşündürdükleri, hissettirdikleri hakkında ayrıca yazacağım; yapabildiğimce. Dersim yollarında geçmişten geleceğe bir yolculuğa çıkmama vesile oldu o şiirler. Hem zaten o duyguyla, yollar, yıllar, insanlar duygusuyla, memleket hasretiyle, ölmüşlerimizin hatıralarıyla yüklü iseniz… Şiir, gözlerinizden akan yaş olur.

***

“Özlemek, ne uzun bir mesafe,” dediğince Cahit Zarifoğlu’nun, özlemek ne uzun ve ne erişilmez, ulaşılmaz bir mesafe…

Mesele sevdiğiniz, özlediğiniz, hikâyenizin başladığı topraklara adım atmanızla ilgili değil sadece; bu hasreti sözcüklerle ifade etmek, zor. Şair olmak lazım işte…

Bu yeryüzündeki cennet tabir edilen coğrafyada gün yüzü görmeden kefensiz toprağa düşen, terk-i diyar eden atalarımızdan, halen gün yüzü görmeden ömürlerinin son dönemecinde her şeye rağmen şükürle Hak’ka yürümeye hazırlanan büyüklerimizden devralıp çocuklarımıza devrettiğimizdir bu hasret…

Bunu ne “Vatan, millet, Sakarya” diye mesnetsiz sloganlarını ona buna saldırmak, ayrımcılık, ırkçılık yapmak isteyenler anlayabilir ve ne de her akıllarına geldiğinde “Dersim Değil Tunceli” kampanyası yapan vicdansız, izansız, kalpsiz faşist kişilik, karakter yoksunları…

“Tunceli” mi Dersim mi?

Ağızlarına çağdaşlık, ilim, bilim gibi lafları pelesenk etmelerine, hatta bazıları “çağdaşlık” ne kelime, kendilerince “komünist” takılmalarına karşın, Dersim deyince “Saldır Co!” komutu almış gibi ayaklananlar var. Hâlâ var. Bazen bunlara nereden esiyorsa “Dersim değil Tunceli” diye tutturuyorlar. Geçenlerde yine rastladım, sosyal medyada.

Ciddi ciddi “Dersim”in geri, gerici, feodal bir “şey” olduğunu ve “Tunceli” isminin çağdaşlık, medeniyet, uygarlık filan olduğunu düşünüyor bu vatandaşlar. Süzme salak birine anlatır gibi söyleyeyim: Dersim, bu coğrafyanın, bugünkü Erzincan, Malatya, Muş ve Bingöl’ün bir kısmını da içine alacak biçimde yüzyıllardır adı. Merkezi, Mamekiye. Tunçeli ise (yasadaki orijinal adı TUNÇELİ), 1935 yılında kanunla bu coğrafyaya konulan bir isim. Kanlı bir katliamın, soykırım saikiyle işlenen toplu bir katliamın ismi. “Devletin tunç eli” manasında. Memleketiniz kimliğinizin bir parçasıdır, tarihinizdir, kökünüz ve menkıbelerinizdir, kişiliğinizi şekillendirendir. Bir kırım operasyonunun adı memleketinizin ismi olsun ister misiniz?

(Yeri gelmişken; Dersim’e dair bildiğiniz, bilmediğiniz veya bildiğinizi sandığınız gerçeklerin doğrusunu, kaynakları, belgeleriyle birlikte ortaya koyan bir çalışmam yakında yayınlanacak. Şimdiden duyurmuş olayım.)

Temkinli iyimserlik

Memleketin “o” tarafının gündemi bu; barış oluyor mu cidden? Bu işte bir “iş” olmasın?

Geçen yılın sonlarında da Diyarbakır, Elazığ ve Dersim dolaylarında idim. İnsanlar Devlet Bahçeli’nin önce “tokalaşma”sını, ardından da “Öcalan gelsin DEM grubunda konuşsun, örgütü feshettiğini açıklasın, umut hakkını değerlendirelim” demesini konuşuyorlardı doğal olarak. Temkinli bir iyimserlik ve cevap aradıkları soru işaretleri vardı…

Bu süre zarfında PKK lideri Abdullah Öcalan örgütü feshetme ve silah bırakma çağrısı yaptı. Örgüt çağrıya uyacağını açıkladı ve PKK’yi feshetme kongresi yaptı. Bese Hozat öncülüğünde bir grup gerilla basın ve siyasi parti, STK temsilcileri önünde silahlarını yaktı. Geçenlerde TBMM bünyesinde İyi Parti dışında bütün partilerin temsil edildiği bir komisyon kuruldu ve çalışmalarına başladı…

Ancak aynı temkinli iyimserlik, “ihtiyatlı olmak lazım” ruh hali devam ediyor. Gelmişten geçmişten konuştuğumuz arkadaşlarımın anlam vermekte zorlandıkları sorunlar çok. Açıkçası, “Bu işin arkasında bir oyun olmasın?” tedirginliği var. Öcalan’ın kamuoyuna yansıyan açıklamalarındaki bazı hususlar da şaşkınlığa yol açmış; özellikle Seyit Rıza ve Şeyh Said için söyledikleri. Şaşkınlığın özeti: “Şeyh Said’in neredeyse bütün geride kalan aile ve akrabaları Kürt milliyetçisi. Seyit Rıza’nın geride kalan akrabalarının hepsinin ömrü ‘Seyitlerimizin cenazelerine ne yaptınız’ mücadelesi yürütmekle geçti. Seyit Rıza’nın torunlarıyız hepimiz, sen de dahil kendimizi böyle görürüz, bizlerin de ömrü bu devlete ve düzene itiraz etmekle geldi geçti. İşbirlikçi kim? Judenrat kim? Her halkın tarihinde işbirlikçiler vardır, direniş kadar ihanet de vardır. Ama onlar bizim tarihi mirasımız; o mirası karartmak, saygınlığına gölge düşürmek doğru mudur?”

“Demokratik özellik”

İyi ki Dersimli Serhat var yani, arkadaşım. Adını “Dersimli” diye vurgulamak kendisinin tercihi. “Tunceli” kampanyaları düzenleyenlere tepkisini biraz da böyle belli ediyor. İyidir, hoştur, hoşsohbettir. Anlattığı çok hikâye var da, birini paylaşayım sizinle de.

Malum, Dersim’de sokakta elini sallasan mahpustan yeni çıkmış birilerine çarpıyorsun. İstisnalar hariç, herkesin “içeri” girip çıkmışlığının sebebi, tabii ki “siyasi.”

Hikâyemizdeki İbo da hapisten yeni çıkmış. Hapisten yeni çıkmış olanların “ayrıcalıklarından” o da yararlanmak istiyor tabii. Oturduğu kahvede insanlar “geçmiş olsun” sırasına girsin. Munzur’un kıyısında rakı içmeye davet edilsin, kendisinden “Olur mu öyle şey heval!” denilip hesap filan alınmasın. Hali vakti yerinde olan hemşerileri “durumunu” sorsun, cebine para sıkıştırsın. “Bu halk için neler çekti gençlerimiz” diye hep beraber efkârlanalım, Kirmançki kelamlar dinleyelim…

İyi de gidip geldiği yerlerde kimse İbo’ya yüz vermiyor. Böyle olunca o da “Bari ben hamle yapayım, madem kimsenin haberi yok” demiş ve bir gün Zeynel’in kahvesine gitmiş. İçeri girdiğini, boş bir masaya oturduğunu ve çay istediğini kimseler umursamamış yine.

“Süreçten haberiniz var mı süreçten? Akşama kadar oyun oynuyorsunuz burada!”

“Ne süreci İbo?”

“Biz içerde bunları gördük, okuduk, siz burada oyun oynayıp lak lak ederken!”

“Ne okudunuz mesela?”

“Demokratik özellik olacak, Dersim’e de vuracak. Haberiniz var mı? Yok!”

“İbo demokratik özellik nedir ula?” demiş Zeynel.

“Bir şey bildiğiniz yok ki!”

“E sen nereden öğrendin peki?”

“Ma içeriden yeni çıktım, geçen hafta!”

“Wey? Oğlum sen içeri xırxızlıktan (hırsızlıktan) girmemiş miydin?”

O gün bugündür İbo’yu Dersim’de gören yok. Elazığ’a yerleştiği söyleniyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar