Erdal TALU
Gezi üzerine çok şey söylendi ve yazıldı. Çok sayıda yorumcunun nereden baktığına ve ne görmek istediğiyle de bağlantılı olarak direniş, protesto, isyan, hatta devrim diyenler oldu. Kimilerine göreyse hükümeti yıkmayı amaçlayan bir darbe girişimi veya uluslararası komploydu.
Oysa insanlığın yeni bir çağ ve uygarlığa adım attığı, her alanda yaşanan köklü değişimler döneminde bu çapta kitlesel ve geniş katılımlı bir toplumsal vaka, hiçbir zaman kristal aynada yansıyan tek görünümlü, saf ve berrak bir suretten ibaret olamazdı. Onun içinde artık eriyip gitmekte olan eski ile henüz çizgileri kesinleşmemiş gelmekte olan yeninin bir arada bulunması kaçınılmazdı. Şairin dediği gibi, neyin gelmekte ve neyin gitmekte olduğunu anlayabilmek önemli… Ancak toplumsal ve politik yaşamı esir alan, zihinleri ve sağduyuyu adeta mühürleyen yaşanan kutuplaşma koşullarında bu hiç de kolay değil.
1968 gençlik başkaldırısını hatırlatanlar, Arap Baharı’na gönderme yapanlar, Occupy Wall Street’i kendine daha yakın bulanlar oldu. Lâkin bu benzetmeler, yapanların hiçbirinin içine tam olarak sinmedi. Elbette Gezi’de ortaya çıkan, uzun süredir giderek dozu artan ahlakçı söyleme ve yaşam tarzına müdahalelere karşı “artık yeter” isyanında 68 Gençliğinin başkaldırısını anımsatan izler vardı. Ancak, birçok farklı kesimden insanı, bürosundan, işinden, ticaretinden, evinden çıkıp gelen insanları birleştirmesi ve sıradan vatandaşları kendine çekmesiyle farklılaşan özellikler de taşıyordu.
Merkezsiz, emir-komutasız, sosyal ağlarla kendi kendine örgütlenen Gezi’de, Tahrir meydanının işgalinde simgeleşen Arap baharını da hatırlatan birçok öğe vardı. Bu benzerliklerin, Arap Baharı’nın otoriter rejimlerin çözülmesine yol açan sonuçları açısından kimilerini hayli ümitlendirdiğini söylemek de yanlış olmaz. Tahrir Meydanı, halkın sesinin duyurulmasına ve çoğunluğun demokrasi talebinin dile getirilmesine aracılık etmişti. Öte yandan Türkiye’de 2014 yılı, adeta bütünüyle bir seçimler yılıydı. Gezi, çoğunluk demokrasisi talebinden ziyade farklı olanın, özgürlük ve yaşam alanını savunduğu, kaale alınma ve karar alma süreçlerine katılım talebinin öne çıktığı nitelikler gösteriyordu.
Batıda Occupy Wall Street veya küreselleşme karşıtı hareketlerde neoliberal ekonomi karşısında ezilen, yok sayılan yığınların tepkisi egemendi. Ayrıca Arap Baharı dediğimiz eylemlerin başladığı dönemde, başta Tunus olmak üzere birçok ülkede, diktatörlük rejimlerinin siyasi baskısı dışında çok ciddi bir gelir dağılımı bozulması, işsizlik ve temel gıda maddelerinde hızlı fiyat artışları da vardı. Gezi’de de kapitalizmi ve neoliberalizmi eleştiren birçok pankart görmek mümkündü. Ancak meydana çıkanlar ekonomik krizin mağdurları değildi. Gezi’nin hemen öncesinde Türkiye’nin temel ekonomik verilerine bakıldığında, tüm Cumhuriyet tarihinin en parlak döneminin yaşanmakta olduğu söylenebilirdi. Gezi’ye katılanların önemli bir kesimini oluşturan kentli orta üst sınıfların, bu ekonomik performanstan bir hayli yararlanmış olduğu da gerçekti. Yaşanan köklü bir değişim sürecinin gündeme getirdiği yeni ihtiyaç ve talepleri anlamaktan uzak iktidarın, bu parlak “icraat siciline” rağmen patlak veren olaylar karşısında ilk başlardaki şaşkınlığı, “elitist nankörler” duygusuyla verdiği tepki ve sonuçta olayların nedenini, “faiz lobisinin darbe kalkışması” ve “uluslararası komployla” açıklamaya çalışması şaşırtıcı değildi.
Gezinin en azından başlangıcında, çevreci duyarlılığın ve yeni bir kentsel farkındalığın izleri çok açıktı. Türkiye çok uzun bir süredir hiç sorgulamadığı bir gelişme girdabına kendini kaptırmış gidiyor. Bunu hem kültür varlıklarına hem de tabiat varlıklarına karşı hoyrat bir şekilde uyguluyor. Bunun rahatsızlığını hisseden geniş kesimlerin olduğu da bir gerçek. Beton ve asfalt sadece şu veya bu siyasetle ilgili bir şey değil. Giderek inşaat rantının, hem ekonomide hem siyasette "vazgeçilemez" bir konuma oturması, çocukluğumuzun anıları içinde bildiğimiz, sevdiğimiz, içinde kendimizi bir yere ait hissettiğimiz ortamların hızla “tanınmayacak” bir biçimde değişmesinin öfke birikimine yol açmış olması hiç de şaşırtıcı değil. Ama Gezi, bundan ibaret de değildi.
Kısacası Gezi, bunların hepsinden bazı unsurlar taşıyordu. Ancak bunlardan çok daha fazlasını içeren, yeni bir eşiğe de işaret ediyordu. Öneminden kimselerin kuşku duymadığı ama anlamlandırmakta güçlük çektiği bir durumdu bu. Yerleşik siyaset ortamını sarsan, yeni terimlerin ve sloganların dilden dile yayılmasına sebep olan, kısacası, herkesin ama herkesin olağandışı bir şeylerin yaşandığında hemfikir olduğu bir vaka.
Nedir Değişmekte Olan?
İnsanlık tarihinde yeni bir çağa geçiliyor. Toplumun bütün boyutlarında hızlı ve köklü değişiklikler yaşanmaktadır. Teknoloji, aile hayatı, din, kültür, politika, iş, hiyerarşi, liderlik, değerler ve cinsel ahlak gibi çok farklı alanları kapsayan bu değişim, aynı zamanda yeni bir uygarlık yaratma sürecidir.
Bu çağın ekonomisi artık bütünüyle farklı bir işçi türünü, düşünen, sorgulayan, girişim riski üstlenen ve kolay vazgeçilebilir olmayan bir işçiyi talep etmekte ve bunu ödüllendirmektir. Tekil ve özgün bireyin katkısı ve yaratıcılığı belirleyici olmaktadır.
Geçmişteki Sanayi Toplumu ekonomisinin başlıca üretim faktörleri toprak, emek, hammaddeler ve sermaye iken, günümüz ekonomisinin merkezi kaynağı bilgi olmaktadır. Bu basit olgunun, devrimci sonuçları vardır. Toprak, emek, hammaddeler ve hatta sermaye bile sonlu kaynaklarken, bilgi, hangi bağlamda olursa olsun, tükenmez bir kaynaktır. Bilgi, aynı anda iki ayrı firma tarafından kullanılabilir. Aynı zamanda firmalar bu bilgiyi daha çok bilgi üretmek için kullanabilir. Dün parasını verdiğinizde amaçlarınız için gerekli hammaddeleri, emeği, toprağı alabilir ve sadece kendiniz için kullanabilirdiniz. Bunların hepsi sınırlıydı, kullandıkça tükenirdi. Bugün sizin ulaştığınız bilgiye başkaları da ulaşabiliyor. Üstelik bilgi kullanılınca tükenmiyor, tersine yeni bilgi üretiyor. Artık bilgi ve enformasyon temelinde iş yaptığınız için bütün bilgi ve enformasyonu toplamak gibi anlamsız bir işin peşinde koşmak yerine, amaçlarınıza ulaşmak için gerekli bilgi ve enformasyona sahip başkalarıyla geçici (ya da kalıcı) işbirliklerine gitmek çok daha mantıklı oluyor.
Sanayi Toplumunda bir şirketinin değeri binalar, makineler, stok ve demirbaşlar gibi katı varlıklar açısından ölçülebilirdi. Ama günümüzün başarılı firmalarının değeri artan ölçüde bilgiyi stratejik ve operasyonel olarak elde etme, yaratma, dağıtma ve uygulama kapasitesiyle ölçülmektedir. Apple, Samsung veya Siemens gibi firmaların gerçek değeri, sahip oldukları montaj hatları ve öteki fiziksel varlıklardan çok, işgörenlerinin kafasındaki fikir, görüş ve enformasyona, kontrol ettikleri veri bankaları ile patentlere bağlıdır. Sermaye giderek elle tutulabilir olmayan şeylere doğru kaymaktadır.
İnsan yaratıcılığına sahip olmak mümkün değildir. Bundan sonra firmaların başarılı olabilmesinin koşulu yaratıcılığı ve dehayı örgütleyebilmek olacaktır. Yani yaratıcı insanları bir araya getirebilmek yeni çağda her türlü organizasyonun temel başarı kriteri olmaktadır. İnsan ancak özgür ise yaratıcı olabilir. Dehayı örgütleyebilmek için yepyeni bir anlayış ve yepyeni bir ortam gereklidir. Akıllı firmalar işçileri inisiyatif almaya, yeni fikirler geliştirmeye, hatta gerekiyorsa “kurallar kitabını fırlatıp atmaya” özendirmektedir.
Şirketler sadece hisse sahiplerine değil, tüm paydaşlarına karşı yükümlülüklerinin farkına varıyorlar. Günümüzde bir şirket tüm çalışanları, müşterileri, tedarikçileri ve o şirketi çevreleyen bütün toplumla olumlu ve yaratıcı bir işbirliği gerçekleştirebilirse rekabette ayakta kalabilir artık.
Çalışma birimleri küçülmektedir. Büyük işletmeler küçülmekte, küçük işletmeler çoğalmaktadır. Giderek üretimin ağırlıklı bölümü artık KOBİ’ler tarafından gerçekleştirilmektedir. Hızlı ve esnek teknolojilere geçiş çeşitliliği teşvik etmektedir. Ölçek ekonomilerinin yerini hız ekonomileri almaktadır. Sanayi çağı firmaları genelde benzer örgüt yapılarına sahipti; bunlar piramit şeklinde, monolitik ve bürokratik örgütlerdi. Günümüzde pazarlar, teknolojiler ve müşteri ihtiyaçları o kadar hızlı değişmekte ki, bürokratik tekdüzeliğin ömrü dolmaktadır. Yeni organizasyonlar mümkün olduğu kadar çok sayıda karar yetkisini tepeden alıp çepere dağıtmaktadır. Firmalar işgörenlerini yetkilendirmeye çalışmaktadır. Bunu iyiliksever oldukları için değil, tabandaki insanların genellikle daha iyi enformasyona sahip olduğu ve gerek krizlere gerekse fırsatlara yukarıdakilerden çok daha hızlı tepki gösterebildiği için yapmaktadırlar.
Değişen Organizasyon ve Örgütlenme
Günümüzün işletmelerinde yönetimin odak noktası artık “komuta” dan “bilgi” ye doğru kaymaktadır. Bilgi bazlı kuruluşta, bilişim elemanına nezaret edilemez; ne yapıp ne yapmayacağı konusunda ona emir verilemez. Bilgi toplumunda şirketlerin çalışanları ancak özgür olurlarsa yaratıcı olacakları için şirketler kaçınılmaz olarak kendi çalışanlarını daha özgür, daha katılımcı kılmak zorundadır.
Çalışanların bağlılığı olmadan hiçbir şirket ayakta kalamaz. İnsanların o işe bağlanmasını ve kendilerini adamasını isterseniz bilgi işçisinin bağlanabileceği, kendini adayabileceği bir şirket olabilmek gerekir. Unutmamak gerekir ki insanlar, önümüzdeki dönemde zorunlu oldukları için değil canları istediği ve hoşlarına gittiği için sizin şirketinizde çalışacaklardır. O zaman o insanlara güven vermek ve bağlılıklarını kazanmak için şirketlerin de onların önem verdikleri evrensel amaç ve değerleri paylaşmaları gerekir. Daha iyi bir dünya, daha iyi insan ilişkileri, sürdürülebilir ekoloji gibi günümüz işletmelerinin sosyal sorumluluklar konusunda artan duyarlılığının bir nedeni budur.
Eflatun ve Aristo’dan bu yana, siyasal ve sosyal kurumlar hep “güç” kavramına odaklanmıştır. Ama bilgi toplumunda yapılanmanın temel ilkesi, “sorumluluk” olmak zorundadır. Sorumluluğa dayalı karar verme yetkisi, “katılım” olgusunu gündeme getirmektedir. Hızlı karar vermek zorunda olan bilgi toplumu işletmelerinin, başarıya yakın, piyasaya yakın, teknolojiye yakın, toplumsal değişimlere yakın, çevreye yakın, bilgiye yakın olması; değişimleri ve yenilik fırsatlarını yakından izleyebilmesi gerekmektedir. Bu özellikler işletmelerin özerk ve adem-i merkeziyetçi olmasını zorunlu kılmaktadır.
İnternetin ortaya çıkışı uyuyan dev bir gücü serbest bıraktı, geleneksel iş dünyasını yerle bir etti, tüm sektörleri değiştirdi, birbirimizle kurduğumuz ilişkileri yeniden belirledi ve dünya politikasını etkiledi. Eskiden ortada hiyerarşi diye bir şey bulunmadığında düzensizlik, hatta kaos çıkacağı düşünülürdü. Bir zamanlar zayıflık olduğu düşünülen, yapı, liderlik ve biçimsel örgütlenmenin yokluğu şimdi önemli bir değer haline geldi. Oyunun kuralları köklü bir biçimde değişti.
İnsanlar sosyal yaratıklardır. İnsan türünün tarihsel gelişimine bakıldığında, hayatta kalmanın daima grup çabasına dayandığı görülür. Tarımın icadından önce bile, avcılık ve toplayıcılık, eşgüdümlü çalışma ve işbölümü gerektiriyordu. Yeni teknoloji, grup oluşturmayı olağanüstü kolaylaştırmıştır. Birbirimizle iletişim şeklimizi değiştirdiğimizde, toplumu da değiştiririz. Artık sosyal becerilerimizle uyum sağlayacak kadar esnek iletişim araçlarına sahibiz ve “sosyal medya” aracılığıyla geleneksel kurum ve örgütlerin çerçevesinin dışında, birbirimizle paylaşma, işbirliği yapma ve kolektif hareket etme becerimizde olağanüstü bir patlama yaşanıyor.
Artık sosyal yaşam kendini yatay şebekeler, ağlar, network’ler şeklinde düzenliyor. Bu ağlar, kendi kendini örgütleyen, otonom ve özyönetime sahip, kendi politikalarını ve çevre ilişkilerini kendileri oluşturan, örgütlenmeler arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkisiyle karakterize edilen yapılanmalardır. Bu temel özellikleriyle ağlar, bürokrasi tarzı hiyerarşik örgütlenmelere ya da pazar koşullarına tabi çıkar temelli örgütlenmelere alternatif oluşturan bir sosyal koordinasyon biçimidir. Ağ merkezi olarak yönetilemez; aynı şekilde merkezi olarak kontrol de edilemez, eşitler arası bir işbirliğinin mekânıdır.
Örgüt kavramının içi artık, lider, hiyerarşi, piramit, kutular, emir/komuta gibi kategorilerle değil, daha çok ekip çalışması, özerklik, esneklik, eşit haklı katılım, ağ, yatay iletişim, müzakere/tartışma ve işbirliği gibi kategorilerle dolmaya başlıyor. Bireylerin örgütleriyle ilişkileri çeşitleniyor, örgüt üyeliği çok çeşitli biçimler alıyor. Geleneksel örgüt yapılarının dışında hem bireylerin, hem grupların gücü olağanüstü artıyor. İnsanlar sınırsız enformasyon alma, yaratma ve gönderme olanağına kavuşuyorlar.
Yeni Kuşaklar, Yeni Liderler ve Yeni Sosyal Hareketler
Y Kuşağı, Z Kuşağı gibi isimlerle de tarif edilen günümüz gençliğinin, yaşanan köklü değişimin etkisi altında farklı özelliklere sahip olduğu görülüyor. İnternet kültürüyle yoğrulmuş, sosyal medya araçlarıyla haşır neşir, günümüz teknolojisini yoğun olarak tüketen bu gençler, “her şeyin doğrusunu bilen” bizim kuşak tarafından uzunca bir süredir apolitik ve bencil olarak küçümsendi.
Yeni kuşak, daha önceki “itaatkâr” kuşaklardan farklı olarak kendilerine dayatılan norm ve değerleri kabullenmek istemiyorlar. Baskı ve statükodan hiç hoşlanmıyorlar. Bu yolda herkesi karşılarına alabiliyorlar. Eski köye yeni adet getirmekten, doğru bildiklerini uygulamaktan çekinmiyorlar.
Yalnız yapılan işi değil, sistemi de sorguluyorlar. Bir şirkette çalışmaya başlamaları, o şirketin tüm kurallarını kabul ettikleri anlamına gelmiyor. Onlar için evrensel değerler, doğaya saygı, bırakın şirket kurallarını, kanunların dahi önünde geliyor. Gösterilmek istendiği gibi bencil ve sorumsuz olmadıkları, anlamlı bir amaç ve evrensel değerler için, kişisel çıkarlarını bir kenara bırakarak mücadele edebilecekleri de görülüyor.
Eskiden para kazanmak için işe girer, “para kazanmak için iş yapardık”. Bunu kimse sorgulamazdı. Şimdi gençler “iş yaptıkları için para kazanmak” istiyorlar. Para hâlâ önemli, fakat yeterli değil. Tek başına bağlılık ve motivasyon sağlamıyor. Günümüzde sürekli büyüyen ve gelişen, kâr amacı gütmeyen gönüllü kuruluşların saflarını bu gençler dolduruyor. Kendilerini artan ölçüde alışılmış politik partilerin dışında ifade eden, internet çevresinde pıtrak gibi biten elektronik toplulukları oluşturanlar da çoğunlukla bunlar. Kendilerini özgürce ifade edebildiği, kendi katkısını koyabildiği, olanaklarından yararlanabildiği, siyasi, kültürel, toplumsal çok çeşitli alanlarda gruplar halinde rol oynayabildiği bu örgütlerde gönüllü olarak çalışıyorlar. Çoğu da bunu ücret karşılığı çalıştığı işe ek olarak yapıyor.
Özgürlüklerine büyük önem veren, değer odaklı, doğaya ve toplumsal olana saygılı, yaratıcı dünya vatandaşları olan bu insanların sayısı ve etkinliği giderek artacak. Sadece kâr odaklı anlayışlarla, sosyal yaşama ve doğaya yıkım getiren iş modelleriyle, hiyerarşik yapılarla, dayatmacı tarzlarla, kapalı sistemlerle bu insanlarla iş yapmak mümkün değildir.
Bu yeni genç kuşaklara liderlik edebilmek artık çok farklı özellikler gerektiriyor. Günümüzde karşılıklı bağımlılık ve çeşitliliğin yoğunlaştığı görülüyor. Teknolojinin sürüklediği karşılıklı bağımlılık, herkesi ve her şeyi, her yerde birbirine bağlıyor ve bizleri işbirliğine zorluyor. Örtüşen vizyonlara, karşılıklı sorunlara ve ortak amaçlara odaklanmayı sağlıyor ve evrenselliği teşvik ediyor. Dolaysıyla, sadece kendi vizyonuna saplantılı, geleneksel otoriter, rekabetçi ve aşırı bireysel liderlik gittikçe geriliyor.
Günümüz liderlerinde en önemli özellik olarak kendisinin ve başkalarının vizyonları arasındaki bağlantıları görebilmesi, kişiler, fikirler ve kurumlar arasında bağlantılar kurmayı başarabilmesi öne çıkıyor. “Düşmanlarını” sürekli bölen ve yenen, takipçilerinin desteğini olası düşmanlarla korkutarak arkasına alan ve onları pasif izleyiciler olarak maniple eden kişiler yerine, çok çeşitli kadroları ortak amaçlar uğrunda topluluk bilinciyle ve onun saygın üyeleri olarak birleştirmeyi başaran, onların her düzeyde aktif sorumluluklar üslenmesini teşvik eden kişiler olması talep ediliyor. Hanedanlıklar ve oligarşiler yaratmak yerine geniş tabanlı demokratik kurumlar yaratması belirleyici oluyor. Hesap verebilirlik, olmazsa olmaz bir zorunluluk haline geliyor.
Eski örgütü yönetmek için gerekli olan, otoriter ve komutçu yöneticiydi. Bilmesi gereken, kontrol etmek ve hükmetmekti. Bütün dışarısı (dış devletler, rakip şirketler, öteki partiler) onun düşmanıydı. Bütün içerisi (altındaki kadrolar da) potansiyel düşmandı. Onun için her türlü bilginin saklanması gerekirdi. Yönetmek demek tahakküm kurmak amacıyla mücadele etmek demekti. Kimseyle konuşmaya gerek yoktu. Yönetici, piramidin en tepesinde oturan (o nedenle de piramidin ucu altına hep batan) ve hiç dostu olmayan, kendi içine kapanık, bireyci bir insan tipiydi. Yeni yönetici başkalarıyla işbirlikleri oluşturmak ve geliştirmek zorunda. Bunu ancak konuşarak, diyalog kurarak ve paylaşarak yapabilir. Bunun için de farklı görüşlere açık ve saygılı olmak, empati ve anlayış göstermek gerekiyor.
Her türlü işbirliği ancak ortak verilen kararlar varsa yürüyebilir. Çünkü sorumluluk duymak ancak kararlara katılmakla mümkün olabilir. Katılımcılık bunun için artık her türlü süreçte olmazsa olmaz bir önkoşul haline geliyor.
Günümüzde yönetimlerde ve liderlik konumlarında çeşitliliğe özen göstermek, farklı cinsiyetleri, etnik kökenlileri vb. yönetim kademelerinde görevlendirmek belirleyici önem kazanmaktadır. Özellikle kadınların, 21.yüzyılın gündeme getirdiği yeni liderlik özelliklerine çok daha iyi yanıt verdiği görülüyor. Uzun zamandan beri yapılan araştırmalar ve deneyler, kadınlarla erkeklerin liderlik tarzlarının farklı olduğunu ortaya koyuyor. Bunun her iki cinsiyetin konumları itibariyle yüzyıllar boyunca edindikleri farklı deneyimler sonucu geliştirdikleri farklı yeteneklere ve kadın beyni ile erkek beyninin farklı çalışma biçimi gibi olgulara dayandığı anlaşılıyor. Kadınların liderlik özellikleri arasında öne çıkan yaratma eyleminin karşılıklı konuşmaya dayanması, bağlantılar oluşturmak için ilişkiye ve sosyalleşmeye ihtiyaç duyması, tek bir doğru yanıt ve paradigma yerine birbirinden farklı ve çelişen düşünceleri birlikte dikkate alan esneklikleriyle zamanın ruhuna daha kolay uyum sağladıkları görülüyor.
Değişim, sadece birey düzleminde ortaya çıkmıyor. 1970’li yılların sonlarında başlayan, 1980’li yıllarla birlikte gelişen, çeşitlenen ve kitleselleşen, “Yeni Sosyal Hareketlere” tanıklık ediyoruz. Genellikle, “küçük”, “elit”, “azınlık” hareketi olarak tanımlanan ve küçümsenen kadın, çevre, cins ayrımcılığına karşı yürütülen muhalefet, bugün çok geniş kitleleri bir araya getirebilmektedir. Bu muhalefet içerisinde anarşist, otonom, sosyalist, feminist, ekolojist vb. çok çeşitli oluşumlar yer alabilmekte ve ortaklaşabilmektedir.
Yeni sosyal hareketler, siyasal bir tabana bağlı olmamaları, üyelerinin heterojen yapılanmaları ve kimlik yönelimli olmaları bakımından klasik sosyal hareketlerden farklılaşmaktadır. Kendilerini devlet gücünü kontrol etme fikrinden ayrıştırdıkları ve sivil ilişkileri dönüştürmeyi amaçladıkları için ve lider eksenli hareket niteliğinden çok birey eksenli oldukları için yenidirler. Bu çerçevede yeni sosyal hareketlerin ekonomik olmayan taleplere de yöneldikleri, eski bürokratik örgütlenmelerden farklı olarak yapılandıkları, gönüllülük temelinde eşit yönetim hakkına sahip aktivist birliktelikleri olarak ortaya çıktıkları ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerden sonuna kadar faydalandıkları görülüyor.
Bu hareketler siyasal katılmanın içeriğinde de değişikliğe yol açmaktadır. Siyasal partilerle yakından bağlantılı daha önceki sosyal hareketlerden, siyasal katılımın alışıldık olmayan ve parlamento dışı biçimlerinde artışla farklılaşmaktadır. Eski toplumsal hareketlerde bir araya gelmeyi sağlayan sınıfsal temel iken, yeni toplumsal hareketler sosyal ya da kişisel, bütün tahakküm tarzlarına karşı değerler temelindeki paylaşımın ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Eski toplumsal hareketlerin ve geleneksel çıkar gruplarının amacı, hükümeti ve siyasal süreci etkilemeye yönelik iken, yeni toplumsal hareketler yaşam biçimlerini etkilemeye ve doğrudan eylem aracılığıyla toplumsal değişimi gerçekleştirmeye odaklanmaktadır.
Yeni genç kuşaklar, bu hareketlerin en aktif katılımcılarını oluşturuyorlar. Ekolojik hareket, küreselleşme karşıtı hareketler, anti nükleer ve savaş karşıtı hareketler, her türlü şiddet ve tahakküm karşıtı hareketler, sosyal adalet ve sivil haklar hareketi, kadın kurtuluşu hareketi, öğrenci hareketi ve eşcinsel hakları hareketi gibi biçimlerde ortaya çıkan yeni sosyal hareketler, son 40 yıldır Batı dünyasında gerçek anlamda yeni bir kültürün yaratılmasını sağlamıştır.
Geleneksel Yapıların Çıkmazı ve Değişen Politik Sistem
Hayat kendisini özgür ve yaratıcı bireylerden oluşan ağlar şeklinde düzenlerken geleneksel politik partiler, tıpkı merkezi devlet örgütlenmesi gibi, bu yeni hayatın dışına itiliyor ve bir erime süreci yaşıyorlar. Uzunca bir süredir seçmenlerin siyasi partilerden uzaklaştıkları ve politikacılara giderek daha çok yabancılaştıkları görülüyor. Parti politikası çoğu kişiye ciddiyetsiz, pahalı ve yoz bir gölge oyunu gibi görünüyor, politikacılara karşı öfke ve sıkıntı duyuluyor. İnsanlar artan ölçüde şunu soruyor: Kimin kazanacağının ne önemi var? Bu durumu, genellikle seçimlerde oy kullanma oranlarının düşük kalması, siyasi partilerin üye sayılarının giderek azalması gibi istatistik verilerden de gözlemlemek mümkün. Özellikle gençler, kendilerini artan ölçüde alışılmış politik partilerin dışında, sayıları giderek artan sivil örgütlerde ifade etmektedir.
Temsili demokrasinin kurumları, esas olarak ulus devlet temelinde yapılanmıştır. Buna karşılık, ulusüstü düzeyde yeterince karar alınmamakta ve bunun için gerekli yapılar çok az gelişmiş bulunmaktadır. Ayrıca, ulusaltı düzeye; bölgelere, eyaletlere, illere ve semtlere ya da coğrafi olmayan sosyal gruplaşmalara da çok az karar bırakılmaktadır.
Birçok ülkedeki bürokratik merkezi yapıyı, dev bakanlıkları ve düğüm olmuş kamu hizmetlerini, anayasaları ve yargı sistemlerini, özetle artan ölçüde işe yaramaz hale gelen mevcut temsili demokrasi kurumlarının çoğunu köklü bir revizyondan geçirme ihtiyacı vardır. Üstelik bu politik ihtiyaç, sadece ulusal düzeyle de sınırlı değildir. İnsanlık, artan ölçüde ulus devletlerin gücünü aşan global sorunlarla karşı karşıya kalırken, ulusüstü düzeyde bugün, politik bakımdan ulusal düzeyde olduğumuz kadar ilkel ve az gelişmiş durumdayız. Bu nedenle günümüzde, bir uçta Birleşmiş Milletler’den öteki uçta yerel belediye meclislerine kadar, bütün kurumlar artan ölçüde bir yeniden yapılanma talebiyle karşı karşıya kalmaktadır. Artan ölçüde işe yaramaz hale geldikleri, radikal bir değişim geçiren dünyanın ihtiyaçlarına uygun düşmekten çıktıkları için, bütün bu yapıların temelden değişmesi gerekmektir. Bazı kararları ulus-devletin “üstüne” aktarmak, aynı zamanda birçok kararı da merkezden aşağıya indirmek zorunludur.
Toplumsal yapıda giderek artan çeşitlenme sonucu, politik sisteminin alışılmış azınlık ve çoğunluk kavramları da değişmektedir. Sanayi toplumunun temel meşruiyet ilkesi olan çoğunluk yönetimi giderek anlamını yitirmektedir. Toplum artık belli bir çoğunluk ve azınlıklar diye ayrılmıyor, sayısı giderek artan azınlıklardan oluşuyor. Bir anlamda herkes azınlık ve hiç kimse çoğunluk olamıyor. Bu nedenle hükümet edebilir bir çoğunluk oluşturmak artan ölçüde zorlaşmakta, çoğu zaman olanaksız olmaktadır. Bunun için azınlıkların kendi aralarında anlaşmaları gerekiyor ve bu da çoğulculuk oluyor.
Çoğulculuk, bütün azınlıkları meşru kabul etmek ve hepsinin katılımını sağlamak demektir. Toplumda artan çeşitliliğin, bir gerginlik ve çatışma nedeni olmaktan çıkması için ayrımcılığın reddedildiği, hiçbir sosyal grubun dışlanmadığı ve herkesin bu değişim sürecine katılabildiği, yeni bir siyaset tarzının hâkim olması gerekiyor. Hegemonyanın üstüne kurulu olmayan, diyaloglara, uzlaşmalara ve mutabakatlara dayanan, katılımcı ve paylaşımcı bir anlayış gerekiyor.
Bugüne kadar sanayi toplumunun homojenleştirici ve kitleselleştirici etkileri altında çeşitlilik, toplumlarda otomatik olarak gerilimlerin ve çatışmaların artmasına yol açacağı korkusuyla istenmeyen ve kaçınılması gereken bir gelişme olarak görüldü. Bütün ulus devletler kendilerini, var güçleriyle homojen ve yekpare bir toplum olarak inşa etmeye adadı. Tarih boyunca bu uğurda büyük insanlık dramları yaşandı.
Günümüzün değişen dünyasında, ya sanayi toplumunun geçerliliğini yitirmiş politik kurumlarını kurtarma çabasıyla çeşitlilik yönündeki gidişe karşı son bir beyhude direniş içine girecek, ya da çeşitliliği kabul edecek ve bütün kurumları buna göre değiştireceğiz. Birinci strateji ancak totaliter araçlarla uygulanabilir ve kaçınılmazlıkla ekonomik, politik ve kültürel tıkanmayla sonuçlanır. İkincisi ise çeşitli azınlıklar temelinde yeni tür bir demokrasiye götürür.
Çeşitliliğin artmasının toplumlarda otomatik olarak gerilimlerin artmasına ve çatışmalara yol açacağı şeklindeki korkutucu ama yanlış varsayımı terk etmek zorundayız. Aslında, bunun tam tersi doğrudur. Bugün azınlıklar arasındaki anlaşmazlıkların şiddetin sınırına kadar gereksiz yere keskinleşmesinin nedeni ayrımcılık, farklı olanın varlığını kabul etmeyen ve onun sisteme katılımını reddeden uygun politik kurumların yokluğudur.
Yarının politik sistemi, temsili demokrasinin kimi kurumları varlığını sürdürmeye devam etse de, giderek artan ölçüde bir doğrudan demokrasi olmak durumundadır. Günümüzde iletişim teknolojilerindeki göz kamaştırıcı ilerleme, politik karar alma süreçlerine doğrudan yurttaş katılımı için, ilk kez olarak çok geniş olanaklar sunmaktadır. Günümüzde artık bunun birçok örneğine tanık oluyoruz. ABD'de Barack Obama yönetimi “Citizen's Briefing Book” adlı bir oluşum başlattı ve kamuoyunu, önceliklerini online olarak belirlemeye davet etti. Dijitalleşmeyi yıllar önce bir devlet politikası haline getiren Estonya'da dijital imza sahipleri seçimlerde oylarını dünyanın herhangi bir yerinden bilgisayar veya akıllı cep telefonlarından kullanabiliyor. Devlet ve özel sektörün sunduğu 2500 hizmet, e-devlet sitesinden alınabiliyor. Avustralya'da "Have Your Say" adlı platform, vatandaşların yönetmelik taslaklarına ilişkin tavsiyelerini ilgili bakanlığa e-postayla göndermesini sağlıyor. Brezilya'da "e-Government" sitesinin forum kısmına kullanıcılar hizmete erişim konusundaki yorumlarını yazabiliyor. Macaristan'da "e-Democracy" adlı platform aracılığıyla devlet memurları vatandaşların yorumlarına yanıt veriyor ve site üzerinden hükümetle vatandaş arasında moderatörlük yapıyor. Panama'daki "Citizen Participation Portal" kullanıcıların hükümet programları üzerine yorum yapmasını sağlıyor. İngiltere'de "e-Petition" vatandaşların hükümete online dilekçe yazabilmesine ve yeterli imza toplandığında bunun parlamentoya sunulmasına olanak veriyor.
Aynı zamanda yerelleşen katılımcılık ve örgütlenme, iletişim teknolojisinin yarattığı olanaklarla küreselleşmeye de yönelmektedir. Ortak amaca sahip farklı ülkelerden yerel örgütlerin birbirleriyle dünya çapında iletişim ve etkileşim bağlantıları artmaktadır.
Günümüzde politik gücün nasıl kullanıldığı da önem kazanmaktadır. Sanayi toplumunda güç, kimi zaman baskı ve zorbalığa dayalı “sopa” politikasıyla, kimi zaman da maddi teşvikler aracılığıyla “havuç” yöntemiyle yürütülürdü. Bugün ise “yumuşak güç” olarak tanımlanan, cazibe merkezi yaratarak ve ikna yöntemiyle sonuç almak önem kazanmaktadır. Bu nedenle politik gücün artan ölçüde biçimsel politik yapılardan birbirleriyle elektronik olarak bağlı sivil gruplara ve medyaya geçmekte olduğu görülmektedir. Yeni uygarlığın politikası, beş ana düşünce etrafında, toplumsal vicdan duygusu, adalet, eşitlik, özgürlük ve sorumluluk duygusu temelinde biçimlenmektedir.
Eskiyi tanımlayan, tek özneli, merkezi, hiyerarşik bir işbölümü içinde üretim yapan, kaynak ve yetkileri kendinde toplayan yönetimden, insan haklarına dayalı performans ölçütlerini gerçekleştirerek, çok özneli, yerinden yönetimci, ağsal ilişkiler içinde, kendisi yapmaktan çok toplumdaki aktörleri yapabilir kılan ve kaynakların yönlendirilmesini olanaklı kılan bir yönetişim anlayışına geçilmektedir. Bunun sonucu olarak toplumu yönlendirmekte sorumluluk dengesi devletten topluma doğru kaymakta, yönlendirme sürecine hükümet dışı aktörler de katılmakta, demokratiklik, açıklık, hesap verme, çoğulculuk, kararın ilgililere en yakın yerde verilmesi gibi ilkeler öne çıkmaktadır.
Princeton Üniversitesi'nden profesör Anne-Marie Slaughter bir makalesinde 2013'ün siyasi alandaki en önemli fikrinin “platform olarak hükümet" kavramı olduğunu söylüyor. "Hükümetleri bir platform haline getirecek değer ve kaynaklara sahip toplumlar ile komuta-kontrol sistemiyle yönetilenler arasındaki ayrım 21. yüzyılın siyasi kırılmalarını tanımlayacak.” Bizi yöneten ve düzenlemeler yapan "kontrol kulesi'' olarak bir hükümetin aksine "platform olarak hükümet" bir iPhone gibi çalışmalıdır. iPhone, vatandaş katılımı, inovasyon ve kendi kendine örgütlenme için temel donanım ve yazılımı sağlamaktadır. Şeffaflık, basitlik, katılım, açık fikirlilik, deney ve görünürlük. Bu prensipleri benimseyen hükümetler, birçok problemin ele alınmasında ekonomik ve sosyal gücü mobilize edecektir.
Yaratılmakta Olan Yeni Kültür
Yaşanan çağ dönüşümü, aynı zamanda kültürü, değerleri ve ahlakı da kitlesel olmaktan çıkarmaktadır. Çeşitlenen yalnızca çalışma biçimleri değildir; inanç sistemleri, ahlaki değerler, dinlenme biçimleri, sanat stilleri ve politik hareketler de çeşitlenmektedir. Çok farklı sosyal-kültürel gruplar ortaya çıkmaktadır.
Bu, aynı zamanda, bir paradigma dönüşümüdür. Değişmekte olan “zamanın ruhu”dur; sosyal, kültürel, ekonomik, teknolojik, düşünsel, insani zihin setine ait her şey değişmektedir.
Güçlü bir ekolojik sürdürülebilirlik savunusu, kadın haklarından yana kararlı tutum, her türlü baskı, şiddet ve ayrımcılığa karşı çıkma, eşitlik ve sosyal adaletten yana olma, bireyin otantikliğinin ve benzersizliğinin savunulması, eşcinsel haklarından yana tutum ve savaş karşıtı olma gibi değerler temelinde yeni bir kültür inşa edilmektedir.
Sanayi toplumunun kültürü bir anlamda tepki kültürü olmuştur. Toplumdaki refah ve maddi kaynakların dengesiz dağılımına, tahakküm, şiddet ve ayrımcılığa karşı, eşitlik ve adalet ihtiyacı gündeme gelmiştir. Oysa bilgi toplumunda uzlaşma, hoşgörü, çoğulculuk ve katılımın belirleyici olduğu bir kültürel ortam gereklidir. Bilgi toplumunun katılımcı ve çoğulcu yapısının kültürde çeşitlenme ve hoşgörüyü yaygınlaştırıcı bir rol oynadığı görülüyor.
Sanayi toplumunun ulusal veya sınıfsal değerleri karşısında, bilgi toplumunda grupsal değerler ve inançlar yaygınlık kazanmaktır. Ulus veya sınıfla bütünleşen birey yerine, sosyal grupla bütünleşen bireye yönelim öne çıkmaktadır. Yaşamın sürekli değişmesi, yenilenmesi, çeşitlenmesi, farklılaşması ve hızlanması, her alanda esnekliği beraberinde getirmektedir.
Yeni binyıla yolculuk için bavullarımızı toplarken, hatalar, belirsizlikler, en başta da farklılıklar konusunda hoşgörülü olmak ve bunu bir mizah ve ölçülülük duygusuyla birleştirmek yaşamsal bir zorunluluk haline gelmektedir.
Karmaşıklığı Nasıl Yönetirsiniz?
Yeniden Gezi’ye dönersek. Dünyadaki değişim süreci, karar alma yetkilerini giderek daha büyük ölçüde yerele devrederken, Türkiye’de başbakan, her şeye tek başına karar vermeye başlamıştı. Değişim, karar alma süreçlerine her düzeyde en geniş katılımı gündeme getirirken Türkiye’de bu doğrultudaki her türlü talep, “onlar kim oluyor da itiraz ediyorlar… Haddini bileceksin, haddini” kükremeleriyle karşılaşıyordu. Türkiye, dünyadaki değişim sürecinin dışında, uzayda varlığını sürdüren bir ülke değildi. Tersine, ekonomiden söz edilirken övünerek ifade edildiği gibi, bu değişimin en hızlı yaşandığı yükselmekte olan ülkelerden biriydi. Ve bu kadar hızlı gelişen ve değişen dinamik bir ülkede, en kabasından eski zihniyet ve anlayışla, kör gözüm parmağına devam etmenin bir sınırı vardı.
Günümüzde birçok düşünür, toplumların artan sosyal ve ekonomik çeşitliliğinin ve karmaşıklığının, nasıl her şeyin bir anda çökebileceği kaosa yol açabildiği ve bunu tetikleyen “kelebek etkisi” üzerine teoriler geliştirirken, eski dünyanın egemen zihniyeti, yakın zamanda yaşanmış olaylardan pek bir ders almamış gözüküyor. 1989 yılında Berlin duvarı bir gecede yıkılırken, koskoca Sovyetler Birliği ve Dünya Sosyalist Sistemi, birkaç ay içinde buharlaşıverdi. Arap baharında Mısır, Tunus ve Libya’daki otoriter rejimler peş peşe yıkılırken, Suriye sonu gelmez bir kaos ve belirsizliğin içine yuvarlanıverdi. Ekim 1987’nin “kara pazartesi”sinde borsa 500 puan birden düşüverdi ve 2008’in küresel finans krizinde, dokunulmaz sanılan dev bankalar birbiri ardından iflas ediverdi. Bugün hâlâ bir türlü aşılamayan ve belirsizliğin içinde yönetilmeye çalışılan bir ekonomik kriz söz konusu. Kimilerine göre bu krizlerin nedenleri çok basit. Gorbaçov veya Yeltsin, Soros, emperyalizmin komplosu, mortgage kredileri, adı şu veya bu “lobiler”… Geziye kadar bütün bu örnekler pek bizi ilgilendirmeyen, başka bir dünyanın sorunuydu. John Casti’ye göre ise bu krizlerin nedenleri bir başka etmene bağlıydı. “Gerekli karmaşıklık yasasına” göre bir sistemi tam anlamıyla düzenlemek veya kontrol etmek için, kontrol eden tarafın karmaşıklığının, en azından kontrol edilen sistemin karmaşıklığı kadar olması şarttır. İkisi arasındaki uçurum çok büyükse başınız belada demektir. Esas sorun, toplumların giderek karmaşıklaşan yapısıyla, bu yapıyı yönetmeye çalışan devlet arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır. Devlet ve yurttaşlar arasında giderek büyüyen “karmaşıklık uçurumu” kaosu tetikleyen temel nedendir. Polis raporlarına göre on beş gün içinde iki buçuk milyonun üzerinde insanın sokaklara çıktığı Gezi olaylarının nedenini, giderek çeşitlenen ve karmaşıklaşan Türkiye’yi, nasıl bir zihniyetle yönetmeye kalkıştığımızda aranmalı.
Gezi’deki Yeni
Gezi merkezsiz, örgütsüz ve lidersiz bir hareketti. Aynı zamanda çok farklı kimliklerden insanların buluşma ve ortak eylem alanı oldu. Alışılmış sınıf hareketlerinin çok ötesine geçip, aynı değerleri paylaşan tüm sınıflardan insanları kendine çekti. Geziye katılmak için kendi kimliğini kapıda bırakmak, belli bir kimliği benimsemek gerekmiyordu. İnsanların kendi kimliklerini koruyarak eşit haklı katılımı üzerinde yükselen, kendilerine benzemeyenlerle de hiyerarşik olmayan yatay iletişim içinde birlikte var oldukları, kendi kendine örgütlenen, zamanda ve mekânda mobil bir ağdı. İnsanlar bir araya gelip, bir şeyler konuşuyor ve bir şeyler yapmak istiyorsa bu zaten yapılmış oluyordu. Dolayısıyla bir merkezin olmaması, bir hiyerarşinin olmaması, sonsuz bir yatay ağ olarak genişlemesi, onun çok hızlı yayılmasını sağladı. Herkesin kendini ifade edebildiği, özgür hissettiği, kendiliğinden bir hareketti.
Gezi genç bir hareketti. Bugüne kadar toplumsal olaylarda pek gözükmeyen, Y ve Z kuşağının yoğun olarak katıldığı bir hareket.
Gezi, geleneksel siyasal hareketlerden farklı olarak doğaçlamaya, mizaha, yaratıcılığa açık, neşeli insanların hareketiydi. Hareketin kendine özgü bir sözlüğü oluştu. Ayyaş ve çapulcu kelimeleri mizah süzgecinden geçirildi, evrildi çevrildi, kelimelere yeni manalar yüklendi. Tüm başkaldıranlar kendilerini özellikle çapulcu olarak takdim ederek, rencide eden, yaralayan sözleri tersyüz ettiler.
Gezi yumuşak güce dayanıyordu. Özellikle ilk başlarda pasifist tavırların çeşitliliği ve kesin şiddet karşıtlığı, meydana bakan yüzünde “Gaz Sıkma!”, geziye bakan yüzünde “Taş Atma!” yazan poster örneği, olaylar sırasında ölen komiserle göstericileri aynı anda birlikte onurlandıran yas törenleri etkileyiciydi. Ama aşırı siyasileşen ve asabileşen bir ortamda tek başına ortaya çıkan “Duran Adam”ın sergilediği performans, çok daha çarpıcıydı. Duran adam, hoyratça görmezden gelinen Gezi hareketinin çekirdeğinde oluşan içtenliği ve yaratıcılığı tekrar hatırlattı. Her türlü ifadenin siyasi anlam yüklendiği bir anda, anlam verilemeyen görsel bir sanat eseri gibi dikildi ve gövde diliyle ezberleri bozmaya çalıştı. Sakin. Susarak. Durup düşünmemizi, yeniden gözlerimizi bir arada yaşama idealine çevirmemizi sağladı.
Duran adam aynı zamanda Gezi hareketi gençliğini özetiydi. Bu nesil itiraz biçimlerini yüksek perdeden konuşan ideolojiler, yoğun kavramsal bir dil aracılığıyla, ya da örgütlü aktivizm ile yapmıyor. Kimilerinin apolitik buldukları ama farklı bir dünya algısı, kendi değerleri olduklarını gösteren bir nesil. Ağırdan alan, diklenirken duran bir nesil. Hareketin ikonu haline gelmiş tazyikli suyun önünde öylesine duran narin kırmızı elbiseli kız gibi. Duran adamın yaptığı gibi.
Gezi süreç içinde kendi sanatını, kendi sözünü, kendi sesini yarattı. Bugünün küreselleşen iletişim ağları, sosyal medya aracılığıyla sahneye koydukları, alternatif barışçıl meydan kültürünü an be an, eşzamanlı bir biçimde dünya seyircileriyle paylaştılar.
Hayatı Değiştirmenin Yeni Tarzı
Zülfü Dicleli, Gezi’nin küreselleşen dünyada hayatı değiştirmenin yeni tarzı olduğunu ve tanık olduğumuzun aynı zamanda sadece direniş, mücadele, protesto değil, sayısız yaratıcı yapış olduğunu vurgulamıştı. Gezi alışılmış muhalefetten farklı olarak sadece karşı çıkmakla yetinmedi, aynı zamanda kendi değerlerini yaşama geçirmenin örneklerini ortaya koydu.
Gezi, farklılıkların tehdit olarak görülmediği, bireyin ön plana çıktığı, hak ve özgürlüklerin vurgulandığı yeni bir toplum tasavvurunun uygulamalı bir sunumunu yaptı. İktidarın kutuplaştıran siyasetine ve söylemine karşı insanları meydanda birleştirmeyi başardı. Nilüfer Göle’nin anlatımıyla, genç yaşlı, öğrenci bürokrat, feminist ev kadını, müslüman solcu, Kürt Alevi, Kemalist komünist, Fenerli, Beşiktaşlı, bir araya gelmesi düşünülemeyecek kişileri, fikirleri, yaşam biçimlerini, bir araya getirdi. Belki bu insanlar bir an için sahne aldılar. Ama bu an artık kolektif belleğe kazıldı.
Antikapitalist Müslüman gençlerin çağrısıyla sokak ortasında boydan boya uzanan iftar sofrası seküler Müslümanlar ve Ateistlerle dindar Müslümanları bir araya getiren yeni bir kültürel havzanın habercisi oldu. Seküler ile dindar olanın yan yana, diz dize çömeldiği, bağdaş kurduğu, rızkını paylaştığı iftar sofrası, birbirinin kültürel kodlarıyla tanışıklık-bağışıklık kazanmaya başladığı bir praksis, bir ilk idi. Nilüfer Göle, Türkiye’nin modern habitusunu artık sadece Avrupai bir yaşam biçiminin ifade etmediğini ve Türkiye’nin kültürel kodlarıyla giderek melezleştiğini ve yerlileştiğini belirtirken, İslami habitus ile seküler ve batılı habitus’ün bu karşılaşmasının önemini vurguluyordu.
Gezide yapılan yeni bir vatandaşlığın provasıydı. Gezi insanları çepeçevre oturup yüz yüze tartışıp birbirlerine danışarak, birbirlerinden etkilenerek, bir dizi ortak eylem ve yaşam örnekleri yarattı. Birçok farklı kimlikli insan birbirleriyle rahatlıkla konuşabildiklerini, iletişime geçebildiklerini ve birbirlerini anlamaya başladıklarını gördü.
Gezi, yeni vatandaşlık provasının karşıtlıklar üzerinden değil yatay dayanışmalar üzerinden, kamusal alanın sahiplenilmesinden ve paylaşılmasından geçtiğini hatırlattı. Öte yandan Gezi sürecinde farklı kent mekânlarında, semt parklarında sürdürülen yerel akşam forumları, katılımcı demokrasi için yeni bir laboratuvar işlevi gördü.
Paylaşım… Dayanışma… Özgürlük… Güven
Gezi’de umutsuzluğa yer yoktu. Paylaşım ve dayanışma en belirgin değerlerdi. Yaşanan bu paylaşım ve dayanışma duygusunun günümüzün küresel iletişim çağında sadece Türkiye sınırları içinde kaldığını düşünmek elbet mümkün değildi. “… Şu an Gezi’de olan olayları Brezilyalı bir arkadaşımdan “Bize cesaret verdiniz” diye okuyorsam ve bunu okumak benim gözlerimi dolduruyor ise, tabii ki bu hemen olmayacaktır ama bir şeyler olacaktır… Bir şeyler değişecektir”. Tüm dünya çapında bir şeylerin değişmekte olduğu açıktır.
Gezi insanı bir başkasına güvenmeyi, birlikte bir şeyler başarmanın tadını ve bir işe yaradığını hissetmenin hayatına kattığı anlamı yaşamıştı. Ve bunlar yüz binlerce kişinin ortak belleğinde yer almıştı.
Gezi’de herkes kendi gibiydi. Aynı zamanda kendisinden farklı olana, ne kadar aykırı gözükse de büyük bir hoşgörü ve onu olduğu gibi kabullenme vardı. Gezi’ye katılanların çok önemli bir bölümünün en çok etkilendikleri grup olarak LGBT hareketinden söz etmesi bunun en çarpıcı örneği idi.
Gerçekten Gezi’nin bir ahlakı vardı. Eşit haklı ilişkilerden türeyen, tüm insanlarla, tüm doğayla kendini bağlı hissetmekten kaynaklanan bir ahlak…
Dönüştürücü Güç
Ayrıca Gezi insanlarının sadece Taksim Meydanında boy gösterdiklerini sanmayın. Dicleli’nin vurguladığı gibi, “Gezi insanları her yerdeler; onlar alışılmış muhalefet tarzlarına yabancı, onlar her gün yaptıkları faaliyetlerle dünyayı bugünden değiştiren, daha yaşanılabilir kılmaya çalışan, her gün politika yapan insanlar. Mikro-kredi girişimlerinden, perma kültür denemelerine, yeşil enerjiden katılımcı kentleşme projelerine, yeni tür kooperatiflerden sosyal şirketlere, yeni tür bağışçılıktan sosyal fayda üreten girişimlere, vikicilerden duran adamlara ve Assange ya da Snowden’lara kadar…” O nedenle Gezi’yi dikey, hiyerarşik ve hegemonik iktidar, devlet, parti vb. yapılarına eklemlemek yolundaki her çaba hiçbir sonuç getirmeyecektir. Partileşmek, iktidara aday olmak, ülke çapında örgütlenmek … “Geziden yeni bir siyaset ortaya çıkar mı” sorusu yanlış bir sorudur, çünkü gezi zaten kendi başına yeni bir siyasettir. Gezi’nin amacı iktidar olmak, yeni bir demokratik iktidar kurmak değil, iktidarı sınırlamak, etkilemek, dönüştürmek olabilir.
Gezinin yaptığı da bu olmuştur. Başlangıçta her türlü diyalog ve katılıma karşı olan hükümeti birlikte bir masa etrafında oturtmayı başardı. Referandumu kabul ettirdi. Sonunda toplumda yarattığı etkiyle Gezi’ye Topçu Kışlası yapılmasını engellemeyi ve yeşili, ağaçları korumayı başardı. Katılımcı demokrasi fikrinin tarihimizde ilk defa fiilen yaşam bulmasının yaratıcısı oldu.
30 Mart yerel seçimlerinde İstanbul’da sandık güvenliği için önlem almak amacıyla “Oy ve Ötesi” olarak örgütlenip aktif bir çalışma içine giren binlerce kişi gezi ruhunun hiç de ölmediğinin yeni bir kanıt oldu.
Toplum olarak yeni bir eşikteyiz. Gezi bir fırsattı, hepimiz için, gönüllerin alınması, öfkelerin dinmesi, mizahın çoğaltılması, daha çoğulcu, daha yaratıcı bir Türkiye için.
Tarih, ne düz bir ilerleme çizgisine sahiptir, ne de her yükselişi bir çöküşün izlediği çevrimsel bir gidişe. Tarih, insanlar onu nasıl yaparsa, öyle gelişiyor. Açık ki, tarihi yeni bir tarzda yapmaya başlamamız gereken kritik bir dönemdeyiz.
Değişimin sorumluluğu bizlerdedir. Kendimizden başlamamız gerekiyor. Gözlerimizi yeni olana, şaşırtıcı olana, radikal görünene erkenden kapamamayı öğrenmeliyiz. Bunun anlamı, her türlü yeni öneriyi pratik olmadığı gerekçesiyle anında ortadan kaldırmaya yeminli fikir cellâtlarına karşı mücadeledir. Bunun anlamı, ifade özgürlüğü için, insanların, kâfirce bile olsa, bütün görüşlerini seslendirme hakkı için mücadeledir.
Değişim tek taraflı olamaz. Değişmeden değiştiremezsiniz. Bir değişim istiyorsanız, bunun karşılığında mutlaka bir şey vermeniz gerekir. Emeğinizden, zamanınızdan, yargılarımızdan, düşüncelerinizden, alışkanlıklarınızdan bir şeyler vermeden, ne bir şeyler alabilirsiniz, ne de bir şeyi değiştirebilirsiniz.
En önemlisi ilk adımı atmak; zor olan, ama cesaret edildiğinde çok şeyi değiştirebilecek şey budur. Kendini ilk değiştirecek olan, başkalarının değişmesine de en büyük katkıyı yapacak olandır. Lincoln'un köle sahipliğinden, Gandi’nin silahlı direnişten, Gorbaçov'un askeri üstünlükten, ya da De Clerk'ın beyazların ayrıcalığından vazgeçmeleri; hepsi de ilk başta ne kadar zor ve inanılmaz adımlardı, ama insanlığa neler kazandırlar. Kazandırdılar; çünkü hepsi de zamanın ruhuyla alışveriş içinde olmayı bildiler.
Şimdi yeni uygarlığın kendisini kabul ettirmesi mücadelesi yaşanıyor bütün dünyada. “Bu değişimde, bu yeni uygarlığın yayılmasında hiçbir grubu dışarıda bırakmamaya çalışmak gerekir...” Bunu yapabilmek için de yeni bir siyaset tarzının hâkim olması gerekiyor. Yani hegemonyanın üstüne kurulu olmayan diyaloglara, uzlaşmalara, mutabakatlara doğru bir siyaset anlayışı; katılımcı ve paylaşımcı anlayış gerekiyor.
Türkiye bu gelişmenin dışında değildir. Görünen o ki, Türkiye bir dönemini kapatıyor. Bu kapanışın en önemli belirtisi, tüm vatandaşların daha fazla demokrasi ve özgürlük talep etmesidir. Gezi hareketi demokraside yeni bir eşiğe geldiğimizi gösterdi. Sorunlara klasik ceberrut devlet ideolojisinin yok sayıcı, baskılayıcı ve ayrıştırıcı yöntemleriyle yaklaşmanın modasının geçtiğinin en somut göstergesi oldu Gezi. Fikirlerin, bilginin ve deneyimlerin daha eşit ve özgür değişimine ihtiyacımız var.
Gelecek... Zor ve karışık. Hiçbir şey güvenli ve garanti değil. Ama bugünkü dünyayı ve Türkiye’yi daha iyi, daha yaşanabilir bir yer haline getirmek de mümkün... Umutlu olmak için yeterince nedenimiz var. Gelecek bize bağlı…
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.